İnsanoğlu varolduğu gunden beri acılar ve sevincler icinde yaşamıştır. Bazen bunlardan biri ağır basmış, bazen diğeri; bazen biri uzun surmuş, bazen de diğeri. Tabiî ki bunların dengelendiği zamanlar da olmuş. Tıpta ağrı eşiği diye bir ifade vardır; vucuda uygulanan herhangi bir fizik guce veya değişik hastalıklarda iceriden olan uyarılara karşı, ağrının hissedilmesi ve şiddetinin algılanması kişiden kişiye değişkenlik gosterir. Sozgelimi, aynı uyarıyı birisi hic hissetmezken, diğeri ağrıya dayanamadığını soyleyebilir.
Organizmada cereyan eden bu hÂdiselerin izduşumlerini ictimaî hayatta da goruruz. Organizmaya dıştan ve icten tesir eden uyarılara nasıl ki kişiler farklı reaksiyon veriyorlar, aynen bunun gibi, ictimaî hayatı etkileyen hÂdiselere de kişilerin ve pek tabiî cemiyetlerin reaksiyonları farklı farklı olmaktadır. Bu da insanın ve icinde bulunduğu toplumun eğitim şekli ve seviyesi, gelenekleri, tarihi ve yaşadığı hÂdiselerle ilgili bir dizi faktore bağlıdır.
Bu bir dizi faktorlerden birisi de mesuliyet duygusudur. Bu duygunun kendisi de cok değişken sebeplere bağlı olarak şekillenir ve zamana, şartlara, kişilere gore farklı şekillerde tezahur eder. İşte benim sozunu etmek istediğim baba da bu kişilerden birisi. Ona ayrılan zaman dilimi gunumuz olmuş, şartlar da icinde yaşadığımız şartlar. Yani sanki gunumuzun bu sahnesinde, bu dekor icinde, bu muzik eşliğinde elindeki mevcut imkÂn, malzeme ve insanlarla bir oyun oyna ki biz senin ağrı eşiklerini, sosyal reaksiyonlarını gorelim, denmiş gibi.
Bu gozuyaşlı babanın gunluğu gercek bir gunluk. Sidney'de yapılan olimpiyatlar dolayısıyla, o diyarlara bir oğlunu gonderen bir babanın, aynı gunde diğer aile fertleriyle yaşadığı ve benim de şahit olduğum enteresan hÂdiseleri ihtiva eden bir gunluk. Kucağında kucuk cocukları ve eşiyle Avustralya yolculuğu icin veda etmeye gelen oğlunu sabah sessiz gozyaşları icinde uğurladı. Ben de cok hislendim, o kadar hislendim ki; "Allah kavuştursun!" cumlesini soyleme takatini bile kendimde bulamadım. Kendi kendime, hani bir deyim vardır, dedim; "yola bakmak yere bakmaktan iyidir", cocuğunu kaybetmiyor ya yine gelir dedim. Aradan bir saat gecti gecmedi, bu sefer babanın bildiği, benim bilmediğim ayrı bir şey oğrendim. Meğer daha once Kırgızistan'a giden bir oğlu da, iki gun once orada bir trafik kazası gecirmiş, onun da oğle namazından sonra cenazesi kaldırılacakmış. Ben yine dondum kaldım, artık diyecek hicbir şeyim kalmadı, olayları ve gozuyaşlı babayı takibe başladım. Belli ki baba, bu olum haberini onceden aldığı icin ağlamaktan goz pınarları kurumuş, zira gozleri kan canağına donmuş; ama bunlar gayet tabiî şeylermiş gibi dışarıya sezdirmiyor.
Her hÂdiseden etkilenme eşiğinin cok duşuk olduğunu bildiğim icin, bu sefer dışarıya, değil aynı şiddette, cok azını bile yansıtmadığını gozlemliyorum. Demek ki, diyorum, kendi kendime, 'insanlara ve toplumlara faydalı olsunlar, gelecekte hoş bir sada bıraksınlar, benden bir parca olmalarına ve yanımdan hic ayrılmamalarını icimden gecirmeme rağmen, gitsinler insanlığa hizmet etsinler, bu uğurda kader ne yazdıysa ben ona razıyım, gerekirse bağrıma taş basarım' diyor, olmalı diye duşunuyorum. Cunku boyle duşunduğunu cok iyi biliyorum. Oğle namazından sonra eş ve dostlarla cenaze namazını kılıyoruz ve herkesin eşiğin en yuksek noktasına kadar duygulandığı kalabalık bu insan seliyle, babanın bu guzel ve şanslı cocuğunu ebedî istirahatgahına bırakıp geliyoruz.
Bu duygulu hava icinde arabamıza binince arkadaşlardan biri kalp atışlarımı yeniden hızlandıran bir şey soyluyor ve ben kendi kendime olamaz boyle bir şey, bir insanın kalbi bu iniş cıkışlara dayanamaz diyorum. Meğer babanın ucuncu oğlunun iki saat sonra duğun merasimi varmış. Sanki yukarıda soylediğimiz şeylerin ispatını yaşıyoruz bir sahnede. Acılar, kederler, sevincler.. hepsi birarada. İnsanlık uğruna feda edilmeler de eklenince, aynı gunde butun bu hÂdiseler, mukavemet icin, hakikaten ciddi bir sinir sistemi, sağlam bir psikosomatik uyum, eşya ve hÂdiseleri geniş bir perspektifle gorebilme kabiliyeti gerektirir.
Kafamda bu fikirler oluşunca, icimden Allah bu babayı nazardan saklasın ve buna guc versin, diye dua ediyorum.
Duğun merasiminde de bulunduktan sonra, aynı gece, bir teselli olsun diye yanına uğradım gozuyaşlı babanın. O yine her zamanki hÂliyle, bu farklı ve insana med-cezirler yaşatan, her an insanın kalbini durdurabilecek hÂdiseler karşısında, Âdeta zorlu bir imtihandan gecmiş, ama kendinden emin talebe gorunumundeydi. Boyle bir insana ben ne diyebilirdim ki. Ben de bir şey soylemedim zaten. Biraz sonra dorduncu oğlu mahcup bir şekilde kapıdan girdi, sessizce bir koşeye oturdu. Herkes sessizlik okyanusunda gibiydi. Aradan ne kadar zaman gecti bilmiyorum. Oğlu, utanarak babasının yanına sokuldu. Kısık, fakat bizim duyabileceğimiz bir sesle, babasına bir erkek cocuğunun doğduğunu ve adını ne koyması gerektiğini sordu. O anda bende herhalde geriye kalmış son adrenalin damlacıkları da deşarj oldu. İnsan dedim, demek ki ne kadar tahammullu, ne kadar elÂstik olabiliyor. Gozuyaşlı baba ona da bir isim vererek bitmeyen bu gunluğe devam etti. Ben musaade isteyip yanından ayrıldım. Ama o, o gun, arta kalan zaman diliminde, kimbilir gunluğune daha neler kaydetti.
Bu notlar, benim Sidney Olimpiyatları dolayısıyla hatırladığım gunluktendi. Ama bu baba, gunluğune, bundan once ve bundan sonra kimbilir daha nice notlar kaydetmekle meşguldu?!
Prof.Dr. Fatih KARAHİSARLI
Gozuyaşlı Bir Babanın Gunluğunden
Garip Olaylar0 Mesaj
●40 Görüntüleme
- ReadBull.net
- Kültür & Yaşam & Danışman
- Evren
- Garip Olaylar
- Gozuyaşlı Bir Babanın Gunluğunden