Ah Bu İstanbul Anıları

Gecenlerde 15 yıllık muhitim Ortakoy'de, Mecidiye Camii’nin kıyısında EmirgÂn’ın şohretiyle yarışan cay bahcelerinin onunden gectim. Gezinirken Sozde entellekuel birikimlilerle dolu kişilerin oturduğu, Topkapı Sarayı Kız Kulesi manzaralı, bir masaya cağrıldım. Acıklanamayan ucan cisimlerden konuşuyorlardı yine. Sohbet beni hic sarmadı. Tam kalkıyordum ki bir sesle irkildim.
Ahmet Hikmet’in uzumcusunun sesi gibiydi ses. Allah'ım o ne guzel Turkce! Ne bir siyaside yarısını gordum bu titizliğin, ne camilerde bir hatipte, ne de tiyatrovari şiir okuyan yeni yetmelerde... Baktım 60 yaşlarında yoksulluğun yıpratmak icin uğraştığı, fakat pek de bir şey koparamadığı cehresiyle bir adam, yoksul fakat erdemli yuzuyle kartpostal satıyor. Asker kantinlerinde bile tek tuk kalmış kartlar bunlar. Hani vardır ya bir asker bir de cok hoş bir kız, bir bankın uzerine oturmuşlar; altında da “sevgili nişanlım vatan hizmetim biter bitmez yanındayım" tarzında yazılar olan... Bayraklı, Ataturk heykelli... İşte oyle kartlar.
Tam adama para yerine alaylı bir nasihat vermeye hazırlandım “Amca bir yanlışlık olmalı buralarda Harry Potter, Orumcek adam, Jurassic Park filan satılır. diyecektim.
Sesi tekrar yukselince niyet ettiğim girişimden dolayı utandım. Sattığı maldan o kadar emin bir buyuk tuccarın edası, kendine guvenin granitten heykeli gizliydi seste. Sahibine mıknatıs gibi cekti beni. Masadaki sohbet tam da orta yaşlı bir bayanın okyanusu transatlantikle gecerken lombozdan gorduğu ufoyu anlatmasına gelmişti. Bunu hep anlatırdı. Ben duyduğum o buyulu sese kapıldım:
-Turk bayrağı resimleri getirdim almak istemez miydiniz?
-Turk askerinin resimleri var bir bakmaz mısınız?
-Sevgili Turk cocukları! Bakın arkadaşlarınıza gonderirsiniz. Uludağ manzarası. Hem de Bursa Kultur parkın resmi var! Bakın dort tane resim var uzerinde, dordu de guzel!
Hemen gittim en albenisiz gelenlerinden bir on tane aldım, daha gosterişlilerini başkalarına satsın diye. Maksadım bey amcayla konuşmak. Ben konuşup lafa tutarken yevmiyesinden olmasın diye. Sonra masaya getirdim biraz da surukleyerek.
-Bey amca sen bu Turkce eğitimini nerde aldın? Diye sordum.
-Ben Turkce oğretmeniyim.
Nerelisin amca?
-Turk aleminin, Bulgaristan eyaletinin Razgrad şehrinden. Bana Razgradlı Şukru derler .
Kırcıl kaşları, seyrelmiş saclarıyla iyice yaklaştı yanımıza. ısrar edip Bir cay ısmarlayabildim. Masadaki ufo sohbeti de katloldu tabii. Herkes bana ve Razgradlı Şukru'ye kotu kotu baktı masada. Bana bir işportacıyla muhatap olduğum icin, Razgradlı Şukru’ye de (turkilizce tabirle) masanın karizmasını cizdirdiği icin.
Razgradlı Şukru yuksek sesle konuşuyor fakat sesi butun iyi oğretmenlerimizin en arka sıralara ulaştırmaya calıştığı mubarek seslerinden daha mubarek, daha vokalli daha canlı. Cay bahcesinin butun masaları dinliyor, dinlemek zorunda kalıyor o mubarek sesi. Razgradlı Şukru tam da kendi cok sevdiği mallarını bol bol alan kendisi gibi bir muşteri bulduğuna seviniyor. Ben de bir on tane daha satın alıyorum kartpostallardan. Turkce'yi bu kadar guzel konuşan bu coşkun kişiyi tanımaya calışıyorum.
-Razgradlı Şukru bu kartpostalları alanlar var mı?
-Kıymetini bilenler alıyorlar be yav!
-Sen oğretmenim demiştin burada mı orda mı?
-Yok be! Hapse tıktılar Turkce oğrediyom diye... 15 yıl Bulgaristan'da oğretmenlik yaptım. Sonra da bir o kadar da burda. İki tarafta da yarım yani!
-Yaş haddinden emekli olsaydın Turkiye'de...
-Bir yılın daha var dediler. Milli eğitimden sordum.
-Gel senin yaşını buyultelim tek celsede. Emekli ol!
Razgradlı Şukru bana selam verdiğine pişman olmuş gibi baktı. Kaşlarını cattı. Kartpostalları kafama atmasına ramak kaldı. Ben de hakikaten korktum. Masum bir insana hakaret etmiş kadar pişman oldum.
-Sen ne diyosun be yav! Devletim bana bekle diyorsa beklerim bir sene!
-Fakat sen zaten toplam otuz yıl yapmışsın vazife.
-Olsun o başka bu başka!
-Peki coluk cocuk nerde? Bulgaristan'da mı burda mı?
-A be zindanda yattım, cileler cektim. Kim evlenir benimle? Nasıl evleneyim. Evlenmeye fırsatım olmadı benim.
-Peki nerde kalıyorsun?
-Gultepe'de bir otelde...
-Kazancını ne yapıyorsun?
-Para biriktirebilirsem Rodoplar’a giderim. Pomaklar cok iyi Musluman insanlar. Onlara Turkce oğredirim. Hepsi meraklı Turkce oğrenmeye... Yolumu gozlerler benim. Cat pat da oğrenmişler Turk radyolarını dinleye dinleye. Yazmayı da oğretiyorum. Bu kartpostallar da cok kıymetli orda.
-Bundan sonra evlenirsin, pomak kızları guzel olur.
Yuzunde o cok evlenmek isteyip de bir turlu evlenememiş insanların hasreti yandı sondu. Bizans tarihlerinde fiziki ozellikleri hayranlıkla anlatılan ışık duşmuş saman sarısı gibi ak pak saclı, ince ve uzun vucutlu Kuman Turkleri’ni andıran Pomak kızları, canlandı gozumde.
-Bizden gecti artık.
- Kısmet diyeceksin.
- Doğru kısmet! Balkanlarda aşk kutsaldır. Bir aşk başladığında cumle alem onların mutluluğuna katkıda bulunmak icin yarışır.
- Peki sana şimdilik bir işyerinin misafirhanesinde yatacak bir yer bulalım. Sahibi de memnun olur. Ben sana boyle bir yer ayarlarım. İstediğin kadar kalırsın! Sen yine kartpostal sat, ama yattığın yere para verme.
- Olmaz be! Ne tadı kalır ki o zaman? Calışıyorum ben! Hem de geziyorum yurdumu! Ne tadı kalır o zaman!
Ben de kızıyorum bu sırada...
-Be Razgradlı Şukru, emekli yapalım derim olmazsın. Yatacak yer bulurum. Ne tadı var bedelini odemeden barınmanın dersin. Butun bunlar olsa da sen Rodoplar'da daha cok oğretsen Turkce'yi...
-Olmaz be yav! Ben zaten oğretiyorum. Kimin var boyle mesleği? Nerde var boyle iş? Bak hem geziyorum, hem para kazanıyorum. Hurriyetim var elimde ya! Sen de git Rodoplara! Yazık o insanlara sen de Turkce oğret!
O mırıldanır gibi bana eğilip konuşurken gocmen şivesiyle be yav diyor fakat yuksek sesle konuştuğu zaman Muharrem Ergin’den diksiyon, Osman Sertkaya’dan dil, Mehmet Cavuşoğlu’ndan şiir dersi almış bahtiyar talebeler kadar puruzsuz İstanbul aksanıyla, Ankara radyosu titizliğiyle konuşuyor..
Razgratlı Şukru kalkacak oluyor. Biraz daha kartpostal almak istiyorum fakat cebimde para az. Mehmet Akif'in “Seyfi Baba” ‘sı aklıma geliyor.
"Ya hamiyetim olmasaydı, ya param olsaydı!
“Dur” diyorum “otur, bana adresini telefonunu ver” Adres Gultepe'de bir otel. Telefonunu vermiyor. “Odada telefon yok mu” diyorum. “Var ama ben elimi surmem.” “Niye” diyorum. Turkce ile ilgili konuşmalar yapmış Bulgaristan'da, dinlenmiş telefonu, yıllarca zindanda yatmış. “Burası Turkiye burda oyle şeyler olmaz” diyorum ama o bir daha elini telefona surmemeye yeminli olduğunu soyluyor. O konuda takıntı oluşmuş, anlıyorum. Sonra cebinden kurşun kalemle kendi yaptığı Turk Dunyası haritasını cıkarıyor. Rodoplar, Uskup, Kafkasya, hepsi var.
- Bak burada soyluyorum ben Razgradlı Şukru... Bir gun Turk Dunyası buyuk kurultayı Bulgaristan'da yapılacak. Bulgarlar oğrenecek Turkleri ve onlar da Turk olduklarını hatırlayacaklar!
1989’dan sonra Bulgar bilginlerinin bu konudaki calışmalarından ornekler veriyor. Şiirler soyluyoruz karşılıklı... Hic kimse dinlemiyormuş gibi ozgur, butun memleket dinliyormuş gibi ozenli. Bir ara coşkunlukla boş bulunuyorum:
- Ben Turkce'nin aşığı Yunus Emre'dir sanıyordum, yalnızca... Sen cağımızın Yunus Emre'sisin!
- A be zaten ben Razgrad'ın Yunus Abdal koyundenim. diyor.
Ne soylesek uyuyor. Neredeye akraba cıkacağız.
Razgratlı Şukru kalkıyor masadan, ben de birlikte kalkıyorum. Cebimdeki butun parayı usulunce veriyorum fakat biliyorum ki bu para onun birkac gunluk masrafını karşılamaz. Koluna giriyorum ufocuların şaşkın ve aşağılayan bakışları altında diğer cay bahcelerine doğru yuruyorum. Bir yandan da tanıdık bir goz arıyorum. Hemen alıp da cebine sokuşturayım diye. Razgradlı Şukru Mişon kalfa’nın iskelenin karşısında 150 yıl once Mecideye camii yapılırken caldığı malzemeyle diktiği rivayet edilen, yıkılmaya yuz tutmuş heybetli binanın kara golgesine karışıp gidiyor.
Mişon Kalfa’nın Amerika’daki torunlarının gozden cıkardığı sahipsiz kalmış bu mulk, hakkındaki soylentileri bilip de bakınca bana on beş yıldır bembeyaz guzelim caminin kara lekeli ikinci golgesi gibi gelirdi.
Kondakcı Metin de ortalarda yok. Onunla bir keresinde benzer durumdaki birine birlikte yardım etmiştik. Mehmet Aslantuğ da evlendikten sonra seyrek gelir oldu.
***
Razgratlı Şukru tıpkı Balkan guneşi altında yalım yalım yanarak Varna acıklarından gecip, İstanbul’a doğru kuğu gibi suzulen, dokunsa Nazım Hikmet’in elini yakacak bir vapur gibi endişesiz ve asude gidiyor. Ortakoy; Forsa Koca Memiş’in tutsaklık adası gibi yabancı seslerle orulmuş geliyor bana. Refik Halit’in eskicisinin minicik Hasan’ı, Filistin collerinde ardında bırakıp gittiği gibi gur sesini ve erdemlerini toplamış, kendisine ve Turkce’sine hayran bıraktırarak, boğazıma ıpıl ıpıl kaynağı belirsiz sızıları, diken gibi cakıp gidiyor.
***
Gurbette insana para ile sağlık gerek. İkisi de zayıf Şukru de. Keşke cok parası olsa... Rodopların demir gibi gurbuz havasında bol bol gezse, daha cok Turkce oğretse mubarek Pomaklar’a, Turkce’ye hasret insanlara, daha cok şiir okusa boyle gezerken... Bunun icin parası olsa ne guzel olurdu! Hem de Turkiye'de para ile sattığı kartpostalları Pomaklara bedava goturup dağıtırmış. Birkac balya fazla goturse... Hastalanırsa ilac alsa... Uzun yaşasa... Allah benim omrumden alıp onun omrune katsa! Şu bir yılı olmeden gecirse! Turkiye'den emekli olsa! Belki evlenir uygun bir hanımla...
Her gun yuz kişiyle selamlaştığımız Ortakoy'de şoyle birkac kuruş borc alacak, boyle anlarda bankamatik kesilen yuce gonullu dostlar yok! Omer Calışkan, Apaci Cetin, Son yıllarda kasket ciğnemeye başlayan kebapcı Aliihsan yok!
***
Bendeki bu telaş niye? Omrumde ne gezginciler gordum ben! Şebinkarahisar'a, Cemişkesek'e camii yaptırmak isteyen, makbuzlarla gezen ak sakallı adamlara ne paralar verdim! Mostar koprusunde bir taş misali benim de olsun isterdim uzak diyarlarda bir tuğla, bir taş, bir sutunluk hatıram. Ortakoy iskelesinde sızıp kalmış Can Yucel'i, kayıkcıyı evinden uyandırıp karşıya Kuzguncuğ’a gonderdim kac sefer. Gurbete gelip de iş bulamamış vahşi kapitalizm kurbanlarının elinden tuttum. Ne deliler gordum ben her turden. İslamcı deliler, Sosyalist deliler, sarhoşlar. Turkce'nin delisini hic gormemiştim.
İşte Turkce'nin delisi boyle oluyormuş meğer! Oyle olunmaz boyle olunurmuş!
1997’lere ait bu hatıra, gundelik olaylardan herhangi biri gibi kimseye anlatılmadan yureğimde saklanmış. Durdum durdum da bir yerde rastladığım Kırşehir Belediye Başkanı Metin'e anlattım yıllar sonra bu anıyı. dağ gibi Metin, bu minicik hatıranın bir yerinde sarsıldı “benim aslım Razgrad'ın Yunus Abdal koyunden” diye... Ben de şimdi ağlıyorum. İnternet kahvesinde cevremdekilere aldırmadan ve hic utanmadan, bir ilkokul cocuğu gibi iplik iplik ağlıyorum. Neye gelmiştim ve bu satırları niye yazdım. Kimim ben neyin ve ne yaptım Turkce icin. Kendi kendime diyorum ki Turkce'nin delisi oyle olmaz işte boyle olunur.
***
Eğer sizler guzel, puruzsuz, eğitimli sesiyle sokaklarda kimilerimiz icin coktan modası gecmiş bayraklı, askerli, nişanlılı resimlerle dolu kartpostallar satan birini gorurseniz, ondan hic olmazsa cebinizdeki bozukluklara acımayıp bir kartpostal mutlaka alın. Cunku o olsa olsa bizim Razgradlı Şukru'dur. Rodoplardaki futuhatı icin ona kumanya lazımdır. Bana gorunduğu gibi, size de mutlaka uğrayacaktır. Cebindeki kurşun kalemle kendi cizdiği haritalarıyla birlikte Turkce'nin delisi nasıl olunur gosterecektir. Size!
Ya da yalancı gundelik işler beni bağlamasa, Razgrad'da, Rodoplar'da Gultepe'de Şukru'yu şıp diye bulurdum. Onun o kartpostallarda bulduğu yuce anlamları ben de bakıp bakıp bulmaya calışıp, mubarek yukunu taşıyarak, gezdiği mavi zirveli Rodop dağlarının gelin duvağı gibi bulutları altında, kudurmuş yeşillikler arasında unutulmuş koylerin un serpilmiş gibi tozlu yollarına karışırdım.