Ben dağlı bir cocuğum, ruzğar doğurdu beni; kayalara carpa carpa buyudum cıplak ayaklarla… Ben ki, yalnızca sevginin dilinden anlar, sevginin diliyle konuşurdum. Kırların, dağların, ruzğarların, pınarların diliyle…

Her bahar sevda gibi taşırdım icimde bir ciceğin yeşermesini ve acmasını bir tomurcuğun. Apak ırmaklarla akardım susen kokulu yaylalara…

Dağlı bir cocuğum ben, pınarlara, esip gecen ruzğarlara guler gecerdim, en cok beyaz yeleli atları severdim ruzgarda koşarken, Ninemi ve bir de menekşe gozlu bir kızı…

Dağların doruklarında her seher serin ruzgarların uğultuları carpardı kulaklarıma. Her gece serinleşirdi sular, derinleşirdi duygular, uzaklarda bir kaval sesi yayılırdı koyaklara. Ninemi arardı gozlerim yaylalarda, ozlemi dalga dalga yureğime işlerdi. Mahsunlaşırdı yureğim, mahsunlaşırdı gozlerim, ruzgar, su, yaprak, bortu-bocek ne varsa…

Sevgim buyuktu doğaya, insana, hayvana, bitkiye karşı. Ellerim kucucuktu; daha oğrenmemiştim kini, kotuluğu, kibiri. Yanımda kim ağlasa, onun yerine ben ağlamak isterdim. İcim sızlardı, neşemi verirdim yuzu gulsun diye…

Eşkin yaprağı, keklik yumurtaları, carşıt gobekmantarı, susen kokusu; papatyalar, dağ yamaclarındaki rengarenk cicekler, gurul gurul akan pınarlar ve yaylaların temiz havasını cekerken ciğerlerime her sabah… Bir dağ ciceği kadar mutlu, kuş kadar hafif olurdum, ninemin peşinde koşarken...

Hele geceleri dışarda yatmalar, yıldız saymalar, saman yoluna bakmalar, masal dinlemeler bambaşka bir sihirli dunyaya alıp gotururdu bizi. … Gunduzleri cocukluk oyunları, meleyen kuzular, at binmeler, ceviz toplamalar, bacalarda aşık oynamalar, bir yanda duğunler ve davul zurna- sesleri doldururdu koyu, bir yanda hızar sesleri gelirdi…

Geldim geleli sevemedim bi-turlu bu şehir hayatını, soğuk soğuk yapılar, koşuşturmacalar, kimin ne icin, kim icin yaşadığı belli olmayan bir hengame icinde, hep yabancı olduğumun hissiyle yaşadım… Bir yalnızlığın sarmalında kaldım hep. Yalnız kaldım mahşeri kalabalıkların ve kohnemiş bir o kadarda bunaltıcı kentlerin icinde… Oysa şimdi bahar mevsimidir, doğup buyuduğum yerlerde sular cağıl cağıldır şimdi, butun ovalar, dağlar, yamaclar renk renk ciceklerle suslenmiştir…

Duşundukce takılıp kalıyor gozlerim uzaklarda bir yere, bir menekşe yapraklarını sacıyor usulca susuz kırlara; savrulup gidiyor sacları dalga dalga ruzgarlarla...

Şehirlerin kirli havası ve eksoz dumanları arasında, cocukluğumun dağ ve eşkın kokulu yaylalarını ozledim hep, kuzular peşinde gezen cocukluğumu… Nasıl anlatılır bir ozlem bilmemki, bir ozlemki, yureğimde kor yangını, her gun biraz daha tutuşan ve yangını biraz daha buyuyen…

Resim yapmayı, şiir yazmayı, okumayı seven bir cocuktum, her şeyi okurdum elime ne gecerse. En cok masal okumayı ve masal dinlemeyi severdim… Masal okuyup hayal kurmayı… Munzurun karlı dağlarında bir masal gibi gecti cocukluğum… Masalları hala cok sevdiğimi soylersem, belki de guleceksiniz, olsun… Ben masallardaki gibi yaşamayı severim, masallardaki gibi sevdim sevdiklerimi … Oysa, buyuyunce anladım ki, masal yaşanmazmış, ya da masallardaki gibi yaşanmazmış… Belki de masalları bu yuzden cok sevdim, bu yuzden guzeldir masallar… Mutlu sonla biter….

Oysa ben hayatın gerceklerini yaşayarak ve asıl gerceğin cok acı olduğunu, cevremdekileri, insanları tanıyarak ogrendim… Cabuk buyudum galiba, onbeşimde evlendirildim, onaltısında baba oldum. Cocukluğumu yaşayamadan kararıp kaldı duşlerim. Hayallerim buyuktu ama hayatın gerceğinde bir kucucuk nokta bile olamadım…
.