anneye mektup ornekleri anneye yazılan mektup ornekleri acık orneği acık ozel goster
Sevgili anneciğim,
Ne garip; yeni yeni farkediyorum ki, co*cukları anne olunca cocuklaşıyor anneler... Ve insan, zamanın nasıl insafsız bir oğutucu olduğunu bu rol değişiminde anlıyor.
Eminim karnındaki ilk tekmemden, hatta dok*torların "Bundan sonra ağır kaldırmak yok" muj*desinden beridir iki kişilik yaşıyorsun yaşamı... Doğum odasında bir kucuk el saclarına tutununca değişti herşey ve o el, o sactan hic eksik olmasın is*tedin.
Kimbilir kac geceyi karyola başuclarında derin ic cekişler dinleyip huzunlenerek uykusuz ge*cirdin, kac emzirme sean*sında bitkin uyuyakaldın. O gun bugundur hayatı, bir toprakla ciceği kadar ortak uretiyor, tuketiyo*ruz. Yol boyu, kusurlarını hic gormedik birbirimizin, yeteneklerimizi abarttık,
karşılıklı toz kondurmadık uzerimize, kol kanat gerdik...
Ben dunyanın en iyi ev*ladıydım, sense tarihin en iyi annesi...
Her cığlıkta başucum*da biteceğini bilmenin guveniyle buyudum. Her derdimde benden cok dertleneceğini bilmenin o bencil alışkanlığıyla ayakta kaldım.
Sevginle donandım...

* * *

Ama sonra birden o korkunc cark devreye girdi ve yaşamın acımasız kuralı işledi:
Buyudum...
Senin kollarında "sen"den habersiz, bambaşka bir "ben" cıktı ortaya. Bazen o eski "ben"e hic benzemeyen bir "ben"...
Cunku farkettim ki anlattığın masalların yaşam*da karşılığı yokmuş. Kızlar bir prens umuduyla kurbağaları opedursun, ben her yalanda burnumu yokladım. Şaşırdım.
Bostandaki danaların, ısırılmış lahanaların ve benzeri pastoral ninnilerin modasının gectiğini gordum sokakta... Soyleyemedim sana...
"Yaşamın değiştiğini, eski tecrubelerin artık eskisi kadar gecerli olmadığını" anlatan kitapları sa*lonun ortasında acık bıraktım, acıp okuyasın di*ye...
Her kuşağın o vazgecilmez ikilemi depreşti yeni*den: "Devir de amma değişti" diye yakınırken sen, ben ilginle boğulduğumdan dertlendim.
Bir yeri yaralandığında "Anam gorurse ne kadar uzulur" diye gizlemeye calışmak kucuk bir cocuk icin nasıl ağır bir yuktur bilir misin?
Acından cok, O'nda yaratacağı acı, acıtır canı*nı...
Oysa ne cok acılar paylaştık seninle.. Ve ne cok sevincler yaşadık beraber... Nasıl dar gunlerde yar*dıma koşup, kac şenliğine ortak olduk birbirimi*zin..?

***

Lakin artık kafesten ucma vaktiydi. "Danaların girdiği bostan"da ayakta kalabilmenin yolu, tek başına kanat cırpmayı oğrenmekten geciyordu.
Yargıladık birbirimizi bir donem... Sorguladık...
Sen bana eş dost cocuklarını ornek gosterdikce, ben seni eş dost ebeveynleriyle kıyaslar oldum.
Sen her sohbete "Bizim cocukluğumuzda..." di*ye başladıkca ben, değişen takvim yapraklarını koydum onune...
Nasıl da zalim bir cark bu değil mi?
Doğuyor, doğuruyor ve gunun birinde yuvadan ucacağını bile bile koca bir omru karşılıksız veri*yorsun...
... Ve hayat birden ıssız bir adaya donuşuveriyor.
Sonrası kah bir kapı zili beklentisi, kah bir mek*tup, kah bir telefon sesi... Gizliden gizliye ozlenen bir torun mujdesi...
Fotoğraflar sarardıkca solan bir yaşam ve uzak*laştıkca yakınlaştığımız bir mazinin geri donmez anıları...
Yazılarla konuştuk oyle zamanlarda... Bakışlar*la anlaştık. Ağlaştık birbirimizden gizleyerek acı*larımızı... Bir mimikle ozleştik, bir guluşle kavuş*tuk.
Ben buyurken... seni de buyuttum.

* * *

Şimdi cok daha iyi anlıyoruz birbirimizi...
Cunku kucucuk bir el saclarımı kavrıyor gecele*ri... Karyola başlarında uykusuz geceler geciriyo*rum. Pastoral ninnilerle buyutuyoruz oğlumu; ya*lancı cocukların burunları uzuyor masallarda, opulen kurbağalar prens oluyor.
...Ve yaşamın değiştiğini, eski tecrubelerin gecersizleştiğini anlatan kitapları kaldırıyoruz salondan gizli gizli...
O korkunc cark, acımasız bir hızla donmeye de*vam ediyor. Zaman, oğutuyor kuşakları...
İnsan ancak mahrum kalınca anlıyor sevginin değerini... Bense sevginden mahrum kalmaya faz*la dayanamayacağımı biliyorum.
O yuzden sana upuzun bir omur diliyorum.
Hem biliyor musun?
"Seni cok seviyorum."