Barbileri bilirsiniz.
Yaklaşık 30 santim boyundaki bir plastik bebek, yuzundeki yapay gulumsemeyle yeryuzunun dort bir yanında nice kucuk kızın cocuk*luğunu paylaşmıştır. Dunyaya dağılmış 10 milyonlar*ca Barbi, yuzmilyonlarca giysisiyle kimbilir kac mil*yon genc kızın ergenliğinde iz bırakmıştır.
Alvin Toffler, 1970'lerde yazdığı "Şok" adlı kita*bında Barbi bebeklerle ilgili şok edici bir gelişmeye dikkat cekti. Bebekleri ureten firma o yıllarda eskisine gore daha ince ve gercek kirpikli bir modeli piya*saya surmuştu. Yeni Barbi insana daha cok benziyor, beli de bukulup, donebiliyordu. Şirket, yeni bebeği pazarlarken, kucuk kızlara bir cağrı yaptı ve eski be*beklerini getirenlere, yeni bebeklerin oldukca duşuk fiyattan verileceğini duyurdu. Bu cağrı uzerine Batı'da milyonlarca kucuk kız, eski Barbi'sini kapıp oyuncakcılara koştu ve sevgili bebeğini yenisiyle değiştirdi.
Oysa onların anneleri, hatta anneanneleri, cocuk*lukları boyunca tek bir be*beğe sıkı sıkı sarılıp yatmış*lar ve parcalanıncaya kadar da ondan ayrılmamışlardı.
Toffler, yeni kuşaktaki bu davranış değişikliğini "dramatik bir gelişme" ola*rak niteliyor ve gunumuzun tuketim toplumunda insan*ların nesnelerle olan ilişki*lerinin giderek artan bir ge*cicilik kazandığına dikkat cekiyor.
Bu "kullan-at" toplumu olmaya zorlandığımızdan beridir kulturel bir deformasyon yaşıyoruz. Bayramlarda hediye edilen kena*rı işlemeli, kar rengi mendiller, kağıt pecetelere ye*nik duştu duşeli, nesnelerle kalıcı ilişkiler kurmakta zorlanıyoruz. Bugun artık defilelerde kağıttan gelinlikler sergileniyor. En ozel gunlerimizin hatıraları, buruşturulup, atılabilir birer nesneye donuşturulu*yor. Ceyiz sandıklarındaki naftalin kokusu, yerini, ağır bir sentetik tadına terkediyor.
Bilincaltımızı temizliyor, belleğimizi yitiriyoruz. Son secimde en cok oy alan partiler henuz cocuk denecek yaştalar. Birileri eski partilerimizi yenileriyle değiştirirken, hic ses cıkarmadık cunku... Artık hicbir partiye aidiyet hissiyle bağlı değiliz. Her se*cimde parti değiştirmekten cekinmiyoruz. Kamuoyu yoklamaları halen "kararsızların en buyuk secmen kitlesini oluşturduğunu gosteriyor. "Yuzer-gezer" oylar patlama yapıyor. Tıpkı gelip gecici ilişkiler, ka*naldan kanala zıplayan izleyiciler, skorlara gore ta*kım değiştiren taraftarlar gibi... Bugunlerde sadece promosyon kampanyasına bakarak gazetesini değiş*tiren onbinlerce insan var. Verilen kuponun comertliğine gore şu ya da bu gazeteyi tercih ediyorlar. Her sabah gozunu aynı gazeteyle ve sevdiği yazarlardan gelen mektuplarla acan okur tipi can cekişiyor.
Hangimizin doğduğu ev hala ayakta? Kacımız do*ğup buyuduğumuz kentin hoyratca yıkılıp dokulme*sinden tedirgin oluyoruz? Dahası nasıl olup da sırdaş olduğumuz bir kentin ortak anılarını bir kalemde si*lip, bir kağıt havlu gibi buruşturup atarak, yeni kent*ler peşine duşuveriyoruz?
Sadece bir kulturu değil, bir ortak gecmişi de kul*lanıp atmakta bir an tereddut gostermiyoruz. Payla*şılan acılar, yaşanan sevincler, anılarla yuklu evler, burolar, anında kutulara doldurulup, uzak kentlerin kimliksiz adreslerine taşınabiliyor. Kitlesel bir hafıza kaybı, modern cağın en yaygın hastalığı haline geli*yor.
Artık yalnızca nesnelerle değil, birbirimizle de ge*lip gecici ve kolay vazgecilir ilişkiler kuruyoruz, in*sanlar da duygusal bağlarından arınıyor, kullanılıp atılabilir nesnelere donuşuyor. "Taşıyıcı annelik"in keşfi ile insanoğlunun son aidiyet duvarı da yıkılıyor. Anneler para karşılığı rahimlerini kiraya verip, do*ğurdukları cocuklarını başkalarına devredebiliyorlar. İnsanlık uzayın derinliklerine sokuldukca, "in*sanlık" yerin dibine yaklaşıyor. "Vefa", artık sadece eski bir semtle, kuytuda bir bozacının adını cağrıştı*rıyor.
Bense bebekliğimin ilk patiklerini hala, annemlerin, battal tahta radyosunun uzerinde koruyor olma*nın cocuksu keyfini suruyorum. Evimizin salonunda duran anneannemin ceyiz sandığının ustunu dantelli beyaz ortuler susluyor. Hayatımın ilk oyuncaklarını, umarsızca oğlum icin saklıyorum.
Doğduğum evin henuz yıkılmamış oluşu icten ice ruhumu okşuyor. Doğup buyuduğum kente ve onun bende bıraktığı derin anılara sıkı sıkıya sarılıyorum. Biliyorum ki Ataol Behramoğlu'nun dediği gibi "Bir kenti bırakırken, alışıldık şeydir, bir sevgiliyi de bı*rakmak"... Ortak bir maziyi paylaşmanın tadını hicbir istikbal vaadine feda edemiyorum. Dağıtılmış buroların, terkedilmiş sevdaların, yitirilmiş duyarlı*lıkların huznunu yaşıyorum.
Bu yuzden, boylesine bir hafıza kaybı cağında 70 yıllık bir partinin siyasal yaşama ve toplumun belleğine donuşunden de tuhaf bir sevnic duyuyorum. İci ne kadar boşaltılmış olursa olsun, dun kapatılırken ne kadar kimsesiz ve sahipsiz bırakılmış olursa olsun, o partinin "reenkarnasyonu" heyecanlandırıyor be*ni... Dune ait, terkedilmiş, kullanılıp atılmış ne varsa onların sancısını cekiyorum. Yitirilmiş bir toplumsal mazinin ağıdını yakıyorum. Tuketime doymuş bir toplumun, yıllar sonra anılarını aramak icin yollara koyulacağı gunu duşluyorum.
Yitik kentlerde gecmişini kovalayan yaşlılar gibi, kiralık annelerin gun gelip, bebeklerinin izini sureceğine inanıyorum. Eski partilerin, vazgecilmiş gazete*lerin, unutulmuş sevdaların, terkedilmiş kentlerin, kullanılıp atılmış ilişkilerin gun gelip hafızalardan fırlayarak hesap soracağını sanıyorum. Dunun kucuk kızlarının, cocukken iade ettikleri eski bebekleri icin yıllar sonra gozyaşı doktuklerini goruyorum.
Seviniyorum.