21. yuzyılda, ilerleyen tum sağlık teknolojisi ve beslenme sanayisine rağmen D vitamini yetersizliği sessiz bir salgın şeklinde yayılmaktadır. Yakın zamana kadar sanılanın aksine D vitamini yetersizliği sadece kemik hastalığına değil, kanser, otoimmun hastalıklar, enfeksiyon hastalıkları, romatizmal hastalıklar, norolojik hastalıklar, kalp hastalıkları gibi cok sayıda sistemik hastalığa yol acabilmektedir.
D vitamininin bilinen 5 formu vardır: D1 (lumisterollu ergokalsiferol), D2 (ergosteroolu ergokalsiferol), D3 (kolekalsiferol), D4 (22 dihidrokalsiferol) ve D5 (sitokalsiferol). Bunların arasından D2 ve D3 vitaminleri 1930'lu yıllarda bulunmuştur. (1)
VİTAMİN D METABOLİZMASI
Vitamin D'nin biyolojik inaktif prekursorleri olan kolekalsiferol ve ergokalsiferol, karaciğer ve bobrekte aktif formlarına donuşurler. Gerek besinler ile alınan ya da UVB etkisi ile epidermiste sentezlenen her iki form D vitamini, dolaşıma gectikten sonra, vitamin D bağlayıcı proteinler aracılığı ile karaciğere taşınır. Vitamin D hepatositlerde, 25 hidroksivitamin D (kalsidiol) formuna hidroksillenir. Bol guneşlenme veya besin kaynaklı vitamin D alındığında serum 25 hidroksivitamin D (kalsidiol)seviyesi yukselir. 25 hidroksivitamin D (kalsidiol), dolaşımda bulunan vitamin D'yi en iyi şekilde yansıtır. Bobrekte, 25 hidroksivitamin D 1 alfa hidroksilaz enzimi ile ikinci buyuk hidroksilasyon reaksiyonu gercekleşir ve 25 hidroksivitamin D'yi, 1,25 dihidroksivitamin D (kalsitriol)'e donuşturur. Bobrekte 1,25 dihidroksivitamin D (kalsitirol)'nin uretimi, serum fosfor, kalsiyum, parathormon (PTH), fibroblast buyume faktoru 23 (FGF-23) ve kalsitriolun kendisini de iceren cok sayıda faktor tarafından regule edilir. 1 alfa hidroksilaz aktivitesinin esas kaynağının bobrek olmasına rağmen, deri, paratiroid bez, meme dokusu, kolon, prostat, immun sistem ve kemik hucrelerinde de ekstrarenal olarak 1,25 dihidroksivitamin D uretilmektedir. Vucutta vitamin D2nin fizyolojik etkilerinin coğu, 1,25 dihidroksivitamin D'nin aktivitesi ile ilgilidir. (2,3,4)
VİTAMİN D'NİN FORMLARI
D2 Vitamini (Kalsiferol, Ergokalsiferol): Bir provitamin olan bitkisel kaynaklı ergosterol besinler icinde alınır ve ciltte toplanır. UVB’nin etkisi ile derinin stratum basale, stratum spinosum tabakasında ergokalsiferol'e donuşur. Bu madde karaciğerde ve bobreklerde hidroksilasyon reaksiyonuna girer.
D3 Vitamini (Kolekalsiferol): Kısmen hayvansal besinlerle alınır ve vucutta sentez edilir. Gercek vitamin değil bir hormon analoğu prekursorudur. Kolekalsiferol iki basamaklı bir biyoaktivasyon sonrası, D vitamininin en etkin formu olan 1,25-dihidroksikolekalsiferol’a kalsitriol'e donuşturulur.
Vitamin D aktivitesinin hepsi olmasa da coğu, VDR (vitamin D reseptoru) olarak bilinen bir nukleer transkripsiyon faktoru aracılığı ile gercekleşir. 1, 25 dihidroksivitamin D hucre cekirdeğinin icine girerek VDR ile birleşir ve retinoik asit X reseptoru (RXR) adında bir başka nukleer reseptor bu birleşmeyi guclendirir. 1, 25 dihidroksivitamin D’nin varlığında, VDR/RXR kompleksi, DNA’nın D vitaminine cevap veren elementler (VDRE) adı verilen kucuk dizilerine bağlanır ve cok sayıda spesifik genin transkripsiyonunu module edecek molekuler etkileşim reaksiyonlarını başlatır. Genomların uzerinde binlerce VDRE'ler tanımlanmıştır ve 1,25 dihidroksivitamin D tarafından aktive edilen VDR'lerin 100 ila 1250 adet geni direk ya da indirek yolla regule ettikleri duşunulmektedir. (5,6)
Onceleri D vitamini sadece kemik ve kas yapısını guclendiren bir vitamin olarak bilinirdi ancak son yıllarda yapılan araştırmaların sonucuna gore VDR'ların beyin, kalp, mide, pankreas, lenfositler, prostat, meme, kolon, deri ve gonadlar, bağırsak ve cok sayıda organda bulunduğu gosterilmektedir. Gerek VDR gen hasarlı ya da gen hasarsız D vitamini eksikliği hucre farklılaşması, oksidasyon bozuklukları, T hucre farklılaşmasına neden olarak tuberkuloz, enfeksiyon hastalıkları, astım, diyabet, kanser, romatizmal hastalıklar, otoimmun hastalıklar, miyokart enfarktusu, alerjik hastalıklar ve otizm olmak uzere bircok hastalık icin risk faktoru oluşturmaktadır. (7)
Ostrojen ve testosteron hormonlarının VDR’leri ve renal-1 hidroksilaz aktivitesini ostrojen arttırırken testosteron azaltması (yada etkilememesi) bircok kronik hastalığın erkeklerde daha fazla kadınlarda daha az gorulme sebebini oluşturmaktadır. (8)
ULTRAVİOLE IŞINLAR VE VİTAMİN D SENTEZİ
İnsan vucudunda bulunan D vitamininin yaklaşık % 90′ı guneşten gelen ultraviole (morotesi) ışınlardan UVB’nin etkisi ile oluşur. UVA ise tam tersine D vitamini sentezini azaltır. Mor otesi (UV) ışınlar dalga boylarına gore UVA, UVB ve UVC (280 – 100 nm) olmak uzere 3 ana tipe ayrılır. (9)
Kısa Dalga Boylu Işınlar (UVB) (315 – 280 nm): Bulutlu havada, cam arkasında kolayca dağılan, engeli yeterince aşamayan ışınlardır. Pencere ardında guneşlenirseniz esmerleşirsiniz ama yeterli UVB alamadığınız icin yeterli D vitamini sentezi yapamazsınız. UVB’nin hedefe ulaşabilmesi icin acık havada atmosfere dikacıyla gelmesi ve başka bir fiziksel etkenle karşılaşmaması gerekir. En iyi D vitamini sentezi oğle saatlerinde olur. UVB ışınları cilde temas ettiğinde derinin stratum basale, stratum spinosum tabakasında bulunan 7-dehidrokolesterolden ilk olarak kolekalsiferol (D3) oluşur. UVB ışınları fazla pigmentasyon yapmaz ve antikanserojen etkisi vardır. (10)
Uzun Dalga Boylu Işınlar (UVA) (400 – 315 nm): Engellere takılmayan ve dağılmayan, hedefe kolaylıkla ulaşan ışınlardır. Ciltteki melanin hucrelerini uyararak bronzlaşmayı beraberinde cildin yaşlanmasını artırır. Bronzlaşma UVB ışınlarının deriye temasına engel oluşturarak, D vitamini sentezini azaltır. Aynı zamanda UVA (UVB'nin tersine) deride sentezlenen kolekalsiferolu parcalar ve D vitamini sentezini bozar. Yani guneş ışınlarının yatık geldiği saatlerde guneşlenildiğinde coğunlukla UVA ışınları etkisiyle bronzlaşılır ama D vitamini seviyeleri duşuk kalır. UVA ışınları deride serbest radikalleri artırır, DNA hasarı yaparak deri kanserine neden olur. Bu radikaller yaşlanmayı ve deri buruşmasını da hızlandırırlar. (10)
KALSİTRİOLUN ETKİLERİ
Kalsiyum Dengesi: Serum kalsiyum seviyelerinin belli ve dar bir aralıkta tutulması kemik gelişimi ve yoğunluğu icin olduğu kadar sinir sisteminin normal fonksiyonu icin de hayatidir. Vitamin D, kalsiyumun vucut tarafından kullanımı icin esansiyeldir. (1) 1
Paratiroid bezler serum kalsiyum seviyesine duyarlıdır ve kalsiyum seviyesi azaldığında parathormon (PTH) salgılar. PTH'nun yukselmesi, bobrekte 1 alfa hidroksilaz enzimini aktive ederek, 1,25 dihidroksivitamin D uretimini arttırır. Artan 1,25 dihidroksivitamin D, VDR aktivasyonu ve bağırsaklardan kalsiyum emiliminin artışı; bobreklerden kalsiyumun reabsorbsiyonunun artışı ve kemikten kalsiyum salınmasını sağlayacak gen ekspresyonunu sağlar. Amac kan kalsiyum seviyesini dengede tutmaktır. (2,3,19)
Fosfor Dengesi: Kalsiyum ve fosforun regulasyonu birbiri ile cok ilişkilidir. PTH ve 1,25 dihidroksivitamin D, serum fosforunu kontrol eder. 1,25 dihidroksivitamin D, ince bağırsaklardan sodyum - fosfat kotransportu ile fosfor absorbsiyonunu arttırır. PTH arttığı zaman, beobreklerden fosforum reabsorbsiyonun azaltarak uriner ekskreksyonunu arttırır. Yine de 1,25 dihidroksivitamin D'nin renal fosfor transportunu direk olarak nasıl etkilediği tam olarak bilinmemektedir; osteoblastlardan sentezlenen, fosfaturik bir hormon olan fibroblast buyume faktoru (FGF-23), 25 dihidroksivitamin D-1 alfa hidroksilaz inhibisyonu ile 1,25 dihidroksivitamin D sentezini azaltır. (20)
Hucre Diferansiyasyonu: Hucre farklılaşması: Hucreler hızla bolunerek sayılarını artırırlar (proliferasyon). Hucrelerin ozel gorevler almasına ise farklılaşma (diferansiasyon) denir. Hucreler farklılaştıkca proliferasyon hızı yavaşlar. Boylece denge sağlanır. Proliferasyon yararlı bir işlemdir ama kontrol edilmezse kanser gibi hastalıklara sebep olur. 1,25- dihidroksivitamin D proliferasyonu kontrol ederken farklılaşmayı uyarır ve kanser oluşumunu onler (1, 9)
İmmunite:1,25 dihidroksivitamin D guclu bir bağışıklık modulatorudur(3). D vitamini reseptoru başta T hucreleri ve antijen sunan hucreler (dendritik hucreler, makrofajlar) olmak uzere bağışıklık hucrelerinin bircoğunda bulunur. Bazı durumlarda makrofajlarda kalsidiolden kalsitriol oluşturabilirler. Kalsitriol doğal bağışıklığı guclendirirken otoimmun hastalıkların gelişimini de engeller. (11)
İnsulin Salgılanması: VDR insulin salgılayan pankreas hucrelerinde (beta hucreleri) de bulunur ve yapılan invitro calışmalarda artan insulin talebine karşı salgılanan insulin sekresyonunda 1,25 dihidroksivitamin D'nin rol oynadığını gostermektedir. D vitamini eksikliği insulin salgısını azaltarak tip 2 diyabet gelişimine sebep olabilir. (12)
Kalp Hastalığı ve Hipertansiyon: D vitamininin aktif formu olan 1,25 dihidroksivitamin D, tansiyonu yukselten renin aktivitesini azaltır. Damarların duz kas hucrelerinde bulunan 1,25 dihidroksivitamin D, kas hucre buyumesini, enflamasyon ve trombozu azaltır. Hipertansiyon D vitamini yetersizliğinin kalp uzerindeki olumsuz etkilerini şiddetlendirir. Bunun tersi de doğrudur; D vitamini yetersizliğinin kendisi de hipertansiyona yol acar. (13,14)
VİTAMİN D EKSİKLİĞİ İCİN RİSK FAKTORLER (15)
Cevresel ve kulturel faktorler D vitamini değişikliğinde farklı rol oynarlar:
1- İklimsel Faktorler: Guneşi az goren kuzey ulkeleri
2- Giyinme şekilleri: Kara carşaf giyen orta Asya kadınları
3- Guneşten korunma metotları
4- Aşırı korunaklı yenidoğanlar
Vitamin D'nin sentez, absorbsiyon ve metabolizmasını etkileyen cok sayıda biyolojik faktor vardır:
1- Cildin pigmentasyonu
2- Genetik ceşitlilik
3- Yaşlılık
4- Kronik Bobrek Hastalığı
5- Yağ Malabsorbsiyon Sendromları
6- İnflamatuar Bağırsak Hastalıkları
7- Obezite
8- Magnezyum eksikliği

D VİTAMİNİ DUZEYLERİ
Vucudun D vitamini duzeyini en iyi gosteren parametre karaciğerde depolanan 25-hidroksi kolekalsife­rol (kalsidiol)’dur. Normal değerler 30-110 ng/mL kabul edilir. En aktif D vitamini olan 1,25-dihidroksikolekalsiferol (kalsitriol) ise D vitamini deposunu gostermez. T.C Sağlık Bakanlığı 1 yaşına kadar gunde 400 İU D vitamini verilmesini onermektedir. Ancak Amerika'a yapılan pek cok calışmanın sonucuna gore onerilen doz gunluk 4000-10000 İU arasındadır. Erişkinler gunluk 5000İU (40 damla kadar D vitamini) alabilecekleri gibi 300,0000İU’lik 1 ampul depo D vitamini icerek de ihtiyaclarını giderebilirler. Depo D vitamininin guvenli olduğu gosterilmiştir. (16)
D vitamini eksikliğinin onlenmesi icin: 1 yaş altı bebeklere gunde 400IU/gun; 1-70 yaş arası 600 IU/gun; 70 yaş uzeri 800 IU/gun vitamin D verilmelidir. Ek hastalıklarda bu doz yukseltilmelidir.
D vitamini eksikliğinin tedavisi icin: Cocuklarda 2000IU/gun veya haftada bir kez 50.000IU (6 hafta); Erişkinlerde 6000IU/gun vaya haftada 1 kez 50.000IU (8 hafta); Sistemik hastalıklar varlığında 6000-10.000IU/gun ve duruma gore fazlası onerilmektedir.
D VİTAMİNİ EKSİKLİĞİ İLE İLİŞKİLİ HASTALIKLAR (15)
Osteoporoz, kanser (kolorektal kanser, meme kanseri ve diğer kanserler), otoimmun hastalıklar ( MS, tip 1 DM, romatoid artrit, SLE), kardiyovaskuler sistem hastalıkları (Hipertansiyon, endotelyal disfonksiyon), tip 2 DM, norodejenertaif hastalıklar (Parkinson, alzheimer), akut solunum sistemi hastalıkları, atopik dermatit, irritabl bağırsak sendromu...
TAMAMLAYICI TIP ACISINDAN D VİTAMİNİ EKSİKLİĞİ
Bol kaynağı olan, hem besinlerle alınan hem endojen olarak sentezlenen, sentezlenmesi icin guneş ışının yeterli olduğu (belli koşullar olsa da), yuksek dozlarının bile guvenli olduğu bir vitaminin eksikliğinin bu kadar geniş yelpazede hastalıkla ilişkisinin olması, goz ardı edilen başka sistem ya da sistemler duşundurmeli.
Gunumuzde kronik hastalıkların hemen hepsinin altında farklı sebeplerle gelişebilen ortak disfonksiyon disbiyozistir. Kronik hastalıklarda disbiyozisi en sık izleyen ikinci durum ise latent asidozdur. Hem disbiyozis hem de latent asidoz farklı sebepler ile D vitamini eksikliği yaratır. Disbiyozis varlığında bağırsak florasına ev sahipliği yapan bağırsak mukozasının bozulan gecirgenliği, D vitamininin yeterince emilmesini temin edemez. D vitaminin henuz bağırsaklardan emilememesi eksikliğin en onemli sebeplerinin başında gelir. Disbiyozis ya da ilave başka sebepler kaynaklı olarak gelişen latent asidoz, tampon sistemlerin kompansasyonu sırasında oluşan mineral dengesizliği ile D vitaminin hidroksilasyon basamaklarında disfonksiyona sebep olur. Aynı zamanda latent asidoz varlığında asit metabolitleri bağlamak, asit yukunu kompanse etmek icin beden tum kaynaklarını kullanarak kalsiyum temin eder ve kalsiyum eksikliği oluşur. Oysa D vitamininin ozellikle ince bağırsaklardan emilmesi kalsiyuma bağlıdır (Parathormonun asli gorevi de budur). Latent asidozda meydana gelen kalsiyum eksikliği bu şekilde D vitamini eksikliğine sebep olur. (17,18, 21, 22)
Cok uzun yıllardır D vitamini metabolizması ile ilgili cok merkezli ve cok buyuk hasta grupları uzerinde cok fazla calışma araştırma yapılmış ve hala yapılmakta. Bu calışmaların ortak bir diğer noktası da hicbir vakada bağırsak emilim yuzeyine, bağırsak florasına ve latent asidoza bakılmamış olması. Tum kronik hastalıklara yaklaşımımızda olduğu gibi amac bedenin kendisini regule edebilecek olduğu alt yapıyı yeniden sağlamaktır. Bunu icin latent asidozun duzeltilmesi, bağ dokusunun temizlenmesi ve bağırsak florasının dengelenmesi gerekir. Bu surecin sonunda hala eksiklik varsa, yapılacak olan replasman tedavisi etkin bir tedavi sağlayacaktır.

[h=2]İstanbul Akupuntur Uzmanı uzmanlarına ulaşmak icin tıklayın![/h]