Psikolojik ve kulturel devinimlerin, bireysel deneyimlerle birlikte var olabileceğini savunan bir felsefe akımı olan varoluşculuk, yaşamın anlamına, tutku ve samimiyet ikilisinin gercekci cozumlemelerine dayanıyor. İnsanın evrendeki yerini, var olmanın niteliklerini, varlığın etki ve tepkilerini soruşturan var oluşculuk, bireyin yaşamına odaklanıyor. İnsanın evrendeki yerini, benliğini ve var olma nedenini sorguluyor. Cunku insanın hayat boyunca yaptığı secimler, zorunluluklar ve sorumluluk kendi icinde muhasebeyi getiriyor. Bunalıma suruklenen insan ozunden git gide uzaklaşarak kendine yabancılaşıyor. Bu nedenle varoluşcu felsefenin ustunde derinlemesine durduğu konulardan biri yabancılaşma olarak biliniyor.
VAROLUŞ OZDEN ONCE GELİYOR...
"Varoluş ozden once gelir" onermesi varoluşculuğun merkezini oluşturuyor. Yaftalar, roller, kalıplaşmış davranışlar, tanımlar veya diğer onyargılar kişi bazındatoplumsal bir maske gorevi goruyor. Kendi değerlerine ve yaşamının anlamına karar veren ve bunları yaparken ortaya bir irade koyması gereken insan, bu maskenin ardında coğu zaman dışa vuramadığı gercek bir oz taşıyor.
VAROLUŞCU DUŞUNURLER...
Var oluşa dair sorgulamaları ilk dile getirenlerden biri “Kendini arayan kişinin secimleri alın yazısını belirler. Ben, bilen, goren kişiyim” diyen Blaise Pascal olarak biliniyor. Modern anlamda varoluş terimini ilk kez kullanan ise "İnsan, sonsuzluk ile sonlunun, gecici ile kalıcının, ozgurluk ile zorunluluğun bir sentezidir" diyenSøren Kierkegaard... "Var olmak nedir?" sorusunun cevabını sadece insanın kendisinde bulabileceğini soyleyen Martin Heidegger'e gore insan durmadan belli sınırları aşıp kendini gercekleştiriyor, varoluş surekli bir aşama... Var oluş tarzını “kendisi olarak var olma” ve “kendisi icin var olma” olarak ikiye ayıran Jean Paul Sartre, varoluşculuğu edebiyatta “hiclik, bulantı, ic sıkıntısı” gibi varoluş sancılarıyla ortaya koyuyor. Sartre’ın duşuncesinde insan ozgurluğun kucağına bırakılmış ve ozgurluğe mahkum bir varlık... Ozgurluğu insana mutluluk vermese de onu oluşturan tek şey... İnsan ozgurluğu ile hicliğe ulaşıyor ve hiclikle de kendisi icin varlığı yani kendi ozunu oluşturuyor. İnsanın kendisine yabancı olan bu dunyaya nedensiz bir şekilde bırakıldığı goruşunde olan, sacmalık, başkaldırı ve intihar gibi cağdaş varoluşculuğun ozgun temalarını romanlarında ve oyunlarında işleyen ise Albert Camus... Cağının olumsuz yanlarını eserlerinde yansıtmayı sorumluluğu olarak goren ve tamamen kendine ozgu bir yazım tarzı olan Franz Kafka'nın eserlerinin ana teması ise yabancılaşma, yalnızlık, umutsuzluk ve ic sıkıntısı... Varlığın varoluşta aranması gerektiğini savunan Martin Heidegger, oz felsefesine karşı varoluş felsefesi oneriyor, insanın kendi varlığını gercekleştirmek uzere surekli secimler ve tercihler yapmak durumunda kaldığını, yani ozgurluğunu gercekleştirmek zorunda olduğunu soyluyor. “Yaşamım nasıl anlam kazanır?” sorusunu soran Georg Lukacs’a gore yaşamının anlamını kaybetmiş insan kendine fetişler yaratıyor ve bu yarattığı fetişlere tapıp, secde edip, kurban sunuyor. Bu fetişlerin ortaya cıkmasına neden olarak kapitalist ekonominin yapısını goruyor ve ornek olarak da parayı gosteriyor.
VAROLUŞCU PSİKOTERAPİ...
Varoluşcu terapi ceşitli bicimler altında dunya capında uygulanıyor. Ama İrvin Yalom'a kadar tutarlı bir butun olarak ele alınmamış ve nasıl işe yaradığı değerlendirilmemişti. Yalom, olum, ozgurluk, varoluşsal yalıtım ve anlamsızlık olarak bilinen yaşamsal dort temel kaygıyı ele alarak insanları bunlarla yuzleşmeye cağırıyor. Bu kaygıların kişilikte ve psikopatolojide nasıl ortaya cıktıklarını ve bilgi sahibi olmanın bunları aşmada nasıl yardımcı olacağını gosteriyor. "Her insan olumden kendi tarzında korkar. Bazı insanlar icin olum anksiyetesi hayatın arka planındaki muziktir ve her etkinlik o anın bir daha asla gelmeyeceğini duşundurur" diyen Yalom, psikoterapide şimdi ve burada kavramlarına ağırlık veriyor. Varoluşcular var olma yolunda kişinin en cok uzerinde durduğu,
(1) "Hayatın anlamı nedir?",
(2) "Geleceği bilmek ve belirlemek mumkun mudur?",
(3) "En buyuk gerceklik olum mudur?",
(4) "Kaderimizin sorumluluğu kime aittir?" ve
(5) "Hayatta yalnız mıyız?" şeklinde 5 temel soruyu ele alarak, bunlar yoluyla psikoterapiyi yapılandırıyor.
SEVMEK VE URETMEK ONEM TAŞIYOR...
Var olmayı secmek, gercekten yaşamak olarak tanımlanıyor, sorumluk ve cesaret gerektiriyor. Var olabilmek icin insanın sevip uretmesi, bir ilişki icinde olması, şu an ve şimdide yaşaması, secimleriyle uyum icinde varoluşunun keyfini yaşaması gerekiyor. Şimdiki zamanda yaşamak, uyanık olma, şu anda yaşanılanların farkında olma anlamına geliyor. Cunku insanın tum hisleri ve duşunceleri şu anda yer alıyor, şu dakikalarla ilgili oluyor, gecmiş ya da gelecekle ilgili değil... "Gecmiş gecmiştir, artık onu değiştirebilmek mumkun değildir, gelecek ise henuz gelmemiştir, bu yuzden neler olacağını hicbir zaman bilmek de mumkun değildir." inancıyla, doğru yaşamın sadece anlardan ibaret olduğunu bilmek, yaşamın şu anda icinde olunan dakikalarda gizli olduğunu keşfetmek gerekiyor. Bundan rahatsız olup, insanın kendisine camur atanları ise kafasına takmaması bu surecte onem taşıyor. Cunku var olamayanlar, var olamadıkları icin ofkelerini kusacaklar ve farkında bile olmadan kendilerini yok edecekler, var olamamanın yarattığı boşluktan kaynaklanan endişelerini, suclayarak ve karalayarak gidermeye calışacaklar. Var olamayan ego (benlik), superegonun (vicdan) uzantısı haline gelir, kısıtlar, suclar ve yargılar. Bunu terapi almadan anlayamayacaklar...
[h=2]Ankara Psikoloji uzmanlarına ulaşmak icin tıklayın![/h]
Var olmayı secmek
Sağlık0 Mesaj
●22 Görüntüleme
- ReadBull.net
- Kültür & Yaşam & Danışman
- Sağlık
- Var olmayı secmek