Sokaktan gecen yuz oğrenciye “sınava hazırlanan oğrencilerin en buyuk kÂbuslarından biri hatta en buyuğu nedir?” diye sorsak herhalde coğu hep bir ağızdan “sınaaav kaaaygısı oğğretmeniiiiimm!”diye cevap verir.
Duşunsenize bir yerlere gelebilmek icin aylarca hatta yıllarca calışıyorsunuz, cabalıyorsunuz, kendinizden geciyorsunuz, o kadar para ve zaman harcıyorsunuz, tam sınav gunu geliyor, başlıyor bir kalp carpıntısı, heyecan, ardından sınavda eller titriyor, boğaz kuruluğu, tum bildiklerini unuttuğunu zannetme, hızlı atan bir nabız ve sonuc husran. Peki, ne oldu? Sınav kaygısı denen şey yuzunden butun hayaller başlamadan yıkıldı.
İnanın ulkemizde şu kaygı denen illet yuzunden ne gencler telef oldu, ne hayaller yıkıldı, ne beyinler goctu.
Peki, nedir, nasıl bir illettir bu sınav kaygısı ve bunu yok etmek icin ne yapılabilir?
Aslında sınav kaygısını tanımlamaya gerek yok, bunun yerine sınav kaygısı yaşayan oğrencileri tanımlasak daha doğru olur.
Bu oğrenciler urkek bir ceylan gibidir. Her an dunya başlarına yıkılacak gibi dururlar. Ne zaman bir sınava girseler, sınavdan sonra “yaaa yine heyecanlandım!” diye yakınmaya başlarlar, be nedenle yuzleri genellikle asıktır.
Kız oğrencilerde daha cok gibi gorunur ama bunu yaşayan erkek oğrenci de az değildir. Tabi onlar caktırmamaya calışırlar cunku erkek adam ağlamadığı gibi kaygılanmaz da.
Coğu zaman kaygıları ders calışma isteksizliği ile maskelenir ve evde ne ders calışırlar ne de doğru durust test cozerler. Zannederler ki canları ders calışmak istemiyor, yorgunlar falan. Aslında kaygıları, başarısızlık korkuları onların başarısızlıkla karşılaşmasını engellemek icin kendisini “isteksizlik” olarak maskelemiştir.
Sonra bu oğrenciler gizli bir tarikat uyesi gibi hep bir ağızdan aynı şeyleri soylerler. “Ya başaramazsam, ya yapamazsam, yine olmayacak, ya bu yıl da olmazsa” bu cumlelerden sadece birkacı. Bu felaket tellalı cumleleri ağızlarından hic duşurmezler. Girdikleri bir deneme sınavı ya da evde cozdukleri herhangi bir test sonucunda kucucuk bir yanlış yapmaya gorsunler, hemen muneccim kesilip “ben demedim mi, olmaz dedim ya, olmayacak işte!” diye atlarlar.
Bu oğrencileri gorduğunuzde aklınıza hemen “acaba bunlar boyle konuşmak icin uste para mı alıyorlar?” diye duşunebilirsiniz. Normaldir, zira bazen biz de duşunmuyor değiliz. Ama bu soruyu kendilerine sorduğumuzda, hepsi birden “yoooo!” diyor. “Peki, madem para almıyorsunuz ya da biriyle anlaşma imzalamadınız o zaman tam tersini soyleyin” diyoruz. Bu kez de “soylesek ne değişecek ki hocam!” diyorlar. “Cok şey değişir, sen hele once bir dilini değiştir, duşuncelerin de onunla beraber yavaş yavaş değişir zaten” desek de bu soylediklerimiz pek kar etmez.
HÂlbuki sizi rahatsız eden inanclarınızı değiştirmeye dilinizden başlasanız o kadar cok şeyi değiştirebilirsiniz ki. Ve inanın soylediklerinizin, duşunduklerinizin sizin uzerinizde yaptığı etkiyi bilseniz bu cumleleri bir daha asla kullanmazsınız.
zınızdan Cıkanı Kulağınız Duysun!
Şu Japonlar gercekten ilginc ama bir o kadar da orijinal adamlar. Hele iclerinde bir profesor var ki o daha da ilginc ama yaptığı araştırma ile aslında bize gore bir cığır actı. Adı Masaru Emoto.
Prof. Emoto, bizlerin ictiği, yıkandığı, cay demlediği suyu almış ve “acaba bizim soylediklerimiz, duşuncelerimiz, izlediğimiz filmler, dinlediğimiz muzikler suyun yapısını nasıl etkiliyor?” diye kendine sormuş ve bu sorunun cevabını belgelemeye karar vermiş. Sonra elindeki fotoğraf cekebilen mikroskobuyla su damlacıklarını dondurup dondurup incelemiş. Emoto, dunyanın değişik bolgelerinden alınan ve değişik durumlarda bulunan su ornekleriyle yaptığı yuzlerce calışmanın sonunda şu sonuca ulaşmış: “Su canlı ve her duygumuza, duşuncemize tepki veren bir madde. Suya olumlu ya da olumsuz bir şey soylendiğinde anında etkileniyor ve soylenenlerdeki enerjiyi kolayca kopyalayabiliyor.”
Yukarıdaki fotoğraflarda Profesor’un yaptığı ve mikroskobuyla resmini cektiği su molekullerinden sadece bir kısmını goruyorsunuz. Emoto, bu suları dondurmadan once şişelerden birinin ustune “teşekkur ederim”, diğerine de “beni hasta ediyorsun” yazıyor. Bir sure sonra “teşekkur ederim” yazılı şişenin icindeki suyun molekulleri oldukca guzel bir hal alırken, “beni hasta ediyorsun” yazılı suyun molekulleri ise kamyon carpmışa donuyor.
Emoto benzer sonuclara, temiz ve kirli su kaynaklarından alınmış su orneklerini inceledikten sonra, Beethoven’in Pastoral Senfonisi gibi klasik bir muzik ile Heavy Metal muzik gibi farklı tarzlarda muzikler dinlettikten sonra ya da korku, şiddet duyguları iceren ve icermeyen filmlerden sonra da ulaşmış.
Yaptığı incelemeler ne kadar ceşitlenirse ceşitlensin ulaştığı sonuclar genellikle aynı: “Su kendisine verilen duygu ve duşuncelerden etkileniyor ve molekuler yapısı da buna gore olumlu ya da olumsuz bicimde değişiyor”. Hatta aynı sonuclara ulaşan sadece Emoto değil, bu calışmadan sonra pek cok araştırmacı da yaptıkları deneylerinde coğunlukla aynı sonuclara ulaşmışlar.
Dunyanın olduğu gibi vucudumuzun da dortte ucunu kaplayan su, hucrelerarası bilgi alış- verişini sağladığı icin sizin duşunduğunuz ve soylediğiniz her şey butun hucrelerinize kadar etki yapıyor. Dolayısıyla bir sure sonra siz duşunduğunuz ve konuştuğunuz gibi olmaya, yaşamaya başlıyorsunuz. Etrafınızda “ben yapamam, ben edemem, ben şoyle başarısızım, boyle beceriksizim” diyenlere bir bakarsanız bunu daha iyi gorebilirsiniz.
Şimdi bir duşunun. Duşunceleriniz, soyledikleriniz suya bu etkiyi yapabiliyorsa acaba size ve cevrenize neler yapmaz ki… Cevrenizde duyarsınız belki, bazen insanlar kendilerine “nasılsın?” diye sorulduğunda “iyi diyelim iyi olsun” derler. Gelin siz de once dilinizi bir değiştirin, bırakın artık kendinize “ya yapamazsam, ya kazanamazsam, ya şoyle olursa, ya boyle olursa” deyip durmayı, sınava hazırlandığınız o sayılı gunleri kendiniz icin bir işkenceye donuşturmeyi. Artık “iyi” deyin iyi olsun, sloganınız da bu olsun.
Geleceğiniz Bugunde Saklı, Kıymetini Bilin!
Kaygı dediğimiz şey esasında insanın bugune değil de daha cok geleceğe odaklanması ve yaşadığı anı gorememesidir. Sınavlara hazırlanan ve heyecan ya da sınav kaygısı dediğimiz duygudan muzdarip oğrenciler de işte boyle yaşadıklara ana değil de bilmem kac ay sonra yapılacak olan o sınav anına takılıp kalırlar. Onların bu durumu da bize hep mutluluğu arayan genc adamın hikÂyesini hatırlatır.
“Uzun zaman once, uzak diyarlardan birinde yaşamın gizemini ve mutluluğun kaynağını arayan bir genc vardır. Bu genc bir gun babasına yaşamın gizemine ve mutluluğun kaynağına ulaşmak istediğini ama bunu nasıl yapacağını bilmediğini soyler. Babası da kendisine ancak Bilge Kral’ın yardım edebileceğini, onun yanına gitmesi gerektiğini soyler.
Birkac gun suren yolculuktan sonra kralın karşısına cıkar. Kral’a “Bana yaşamın gizemini ve mutluluğun kaynağını bulmam icin yardım eder misiniz?” der. Kral kendisine daha sonra yardımcı olabileceğini ve şimdi gidip bir sure sarayını dolaşmasını soyler. Ve gence bir kaşık verir. Kaşığın icerisine de iki damla yağ koyar ve yağı dokmemesini tembihler. Genc gidip sarayı dolaşır ve kendisine soylenen saatte tekrar kralın karşısına gelir. Kral: “Sarayımı iyice dolaştın mı?” der. Genc “evet” der. “Peki”, der kral; gencin elindeki kaşığa bakar, yağ dokulmemiştir. Kral: “Sarayımdaki unlu ipek halıları gordun mu?” der. Genc “hayır” diye cevap verir. “Peki, bahcemi gezdin mi? Cok guzel cicekler vardı, bahcıvanım onları uzun yıllarda yetiştirdi, onları gordun mu?” diye sorar. Genc “hayır” der. Kral, “ya muhafızları gordun mu? Cok eğitimli ve disiplinli bir ordum var.” Genc, “gormedim” der.
Kral, tekrar kaşığa yağı damlatır ve “Yeniden sarayımı gez” der. “Etrafına iyi bak” demeyi de ihmal etmez.
Genc, elinde kaşıkla birlikte tekrar sarayı gezmeye başlar. Ve sarayın muhteşemliğini gorur, şaşkınlıkla tekrar kralın karşısına gelir. Hayretler icinde krala gorduğu bahceden, ipek halılardan ve sarayın muhteşemliğinden soz eder.
Bilge Kral, “Peki kaşıktaki yağa bir bakalım” der. Gencin elindeki kaşıkta yağ kalmamış, hepsi dokulmuştur. Yağdan eser yoktur. Ve Bilge Kral gence: İşte yaşamın gizemi ve mutluluğun kaynağı budur, elindeki iki damla yağı yitirmeden etrafına, dunyaya bakabilmeyi oğrenmektir.” der.”
Bu hikÂyedeki gencin elindeki kaşığı o aklınızdan cıkaramadığınız sınav anınız, icindeki yağı da o anı duşundukce hissettiğiniz korku, kaygı ya da heyecan olarak duşunebilirsiniz. Şimdi yaslanın arkanıza ve bırakın artık o, beş- on ay sonraki birkac saatlik sınav anını duşunup durmayı. Şimdiye odaklanın, değiştirme gucunuzun olduğu tek ana ve elinizden gelenin en iyisini yapmaya…

[h=2]Aydın Psikoloji uzmanlarına ulaşmak icin tıklayın![/h]