Psikoterapi nedir?Psikoterapi, psiko ve terapi kelimelerinden oluşan bir kavram/terimdir. Psiko, can, ruh, nefs; terapi de iyileştirme, daha iyi hale getirme anlamına gelmektedir. Buradan hareketle psikoterapi, “ruhsal yapı”nın, “psişik fenomen”in daha iyi hale getirilmesidir. Ruhsal yapının daha iyi hale getirilmesi icin yapılan mudahaleye psikoterapi diyebilmemiz icin, mudahale yontemlerinin ilac ve cerrahi yontemleri icermemesi gerekmektedir. Peki ilac ve cerrahi yontem dışındaki her mudahale psikoterapi olarak adlandırılabilir mi? Tabii ki hayır. Psikoterapi ruhsal problemleri belirli bir patolojik(hastalık oluşumu) anlayış icerisinde ele alır, duzeltme surecini de belirli teknikler, yaklaşımlar butunu uzerine oturtur.
İnsan olgusu son derece goreceli, değişken bakış acılarından ele alınabileceği icin, psikoterapinin de, uzerinde mutlak anlamda anlaşmaya varılan bir yontemi yoktur. Bundan dolayı, dunyada cok fazla sayıda psikoterapi yontemi ve tekniği uygulanmaktadır. Hatta ben bu acıdan “Psikoterapist sayısı kadar psikoterapi yontemi vardır.” duşuncesine yakın durmaktayım. Cunku her terapistin insana dair paradigmaları/temel anlayışları farklı olabilir.
Her kavramın, bir sozluk anlamı olduğu gibi bir de o kavramı kullananların algıladığı, ortaya koyduğu kişisel/oznel anlamı vardır. Ben bu acıdan psikoterapiyi “İnsanın kendini yeniden inşa sureci” olarak anlamlandırıyorum.
İnsan doğduğu andan itibaren inşa olmaya/var olmaya başlar; ve bu inşa oluş, omrun son anına kadar devam eder. İnsanın inşasına etki eden 3 temel unsur olduğunu duşunuyorum. Bunlar: 1- biyolojik yapı, 2- sosyal cevre ve 3- insanın kendisi olarak ifade edilebilir. Bu uc yapı birbirine etki eder ve birbirinden tamamen bağımsız olduklarında pek bir şey ifade etmezler. Ancak insanın inşasına etkileri, donemsel olarak değişiklik gosterebilir.
İnsan dunyaya, belli bir biyolojik donanımla gelir. Bu donanım ona neyi, ne kadar yapabileceğinin sınırlarını soyler. Doğumdan sonra insana ailesi, cevresi yani sosyal yapısı etki eder; onun doğuştan getirdiği donanımına bicim verir. Zamanla insan, kendine dair daha fazla şey soylemeye, kendini daha fazla ortaya koymaya başlar. En sonunda da “Ben buyum!” der. Bu aşamalı yaklaşımda en altta biyolojik donanım, onun ustunde sosyal yapı ve en ustte de psikolojik yapı yer alır. Bu “inşa uclusu” doğumdan itibaren, birlikte yapılanırlar. Biyolojik yapı insanın neye sahip olduğunu, kendini inşa ederken hangi malzemeyi kullanabileceğini; toplumsal yapı diğer insanların ne beklediğini ve psikolojik yapı da ne olunmak istediğini ifade eder. İnşa uclusunun işlevsel ahengi arzu edilen; ancak genelde gercekleşemeyen bir durumdur. Psikoterapi bir anlamda da bu “yapısal ahenk”i kurma cabasıdır. İnsanın inşasında, temel sorumluluğu yuklediğimiz yapı, insana ve hayata bakışımızı derinden etkileyecektir. Temel sorumlu olarak biyolojik ya da sosyal yapıyı ele aldığımızda insan, yaşadıkları karşısında bir “kurban”a indirgenir. Oysa sorumluluğu psikolojik yapıya/ben yuklediğimizde, gercekte kurban edilse dahi, insana kurban oluşuna donuk tavır alma şansını verirsiniz. Bu, varoluşcu psikolojinin “secim” dediği şeye tekabul eder. Psikoterapi bir boyutuyla da “insanın kendini yeniden inşa etmeyi secmesi” demektir.
William Glasser insanı anlama cabası icerisinde “toplam davranış” kavramını bize sunar. Ona gore insanın 4 temel oğesi, duşunce, duygu, davranış ve fizyoloji aynı anda işlev gorur ve birbirini etkiler. Ancak bu dortlu icerisinde ana yonlendiriciler duşunce ve davranışlardır. Bu noktada Aaron T.Beck, duşuncelerin duygu, davranış ve fizyolojiyi etkileyen ana unsur olduğunu belirtir ve “Nasıl duşunuyorsak oyle hissederiz!” tezini terapi modeli(bilişsel terapi)nin merkezine koyar. Beck'e gore belirli psikolojik rahatsızlıklar belirli duşunce kalıplarının urunu olarak karşımıza cıkar. Bilişsel yapı(duşunce yapısı)nın en ustunde otomatik duşunceler yer alır. Otomatik duşunceler, adından anlaşılacağı uzre, otomatik olarak insanın aklına gelen, cok hızlı bir şekilde gercekleşen duşuncelerdir. Bu duşunceler, ara inanclar dediğimiz kişinin kendisine, diğer insanlara ve dunyaya donuk tutum, kural ve varsayımlardan guc alarak şekillenirler. Ara inancların oluşumunu ise kişinin, kendisine, diğer insanlara ve dunyaya donuk temel inancları şekillendirir. Temel inanclar, ara inanc ve otomatik duşuncelere gore cok daha katı, sağlam ve değişime daha fazla direnclidirler. Bu temel inancları daha sistematik hale getiren Jeffrey Young, modeline Şema Terapi adını vermiştir. Şema terapi modeline gore, insanları belli şekilde davranışlara iten şemalarıdır ve bu şemalar(uyumsuz olanları) fark edilip duzeltildiğinde insanın “uyum”u da olumlu yonde değişecektir. Young bu şemaları 18 başlık altında toplayabilmiştir. Bu sınıflandırma mutlak değildir ve değişime acıktır.
Ben psikoterapi anlayışım icerisinde, bu uc terapi modeline(diğer terapi modellerini de tabii ki onemsiyorum) hayati yuk yukluyorum. Danışanlarıma ilk once toplam davranış mantığını; duşunduğunu, hissettiğini, yaptığını ve vucudunda olan biteni anlamlandırmasının onemini vurguluyorum. Cunku bu “gozleyen kendilik” denilen, kendinde olan biteni anlama cabasının en onemli basamağıdır. Sonra bu toplam davranıştan hareketle duşuncelerini yakalama ve değerlendirme; carpıtılmış/hatalı/işlevsiz olanları daha işlevsel olanlarıyla değiştirme surecine giriyoruz. En nihayetinde de şemalara/temel inanclara ulaşıp “Ben nasıl biriyim?”; “Diğer insanlar nasıl?”, “Dunya/hayat/varoluş nasıl?” sorularıyla yuzleşiyoruz. Bu surec, tum yaratıcı surecler gibi zor ve yorucu; kaygı verici olabilir. Cunku insana, kendisine zarar da verse, “tanıdık, bildik” haliyle yaşamak daha kolay gelebilir. Ancak kendini tanımayı, “irfanın varabileceği en yuksek merhale” olarak kabul edenler icin sabır ve cesaret en onemli refakatcidir.


[h=2]İstanbul Psikoloji uzmanlarına ulaşmak icin tıklayın![/h]