Psikodinamizme gore ruyalarRuyaların şifresi yuzyıllardır insanlar icin cozulmeye değer gizemli bir olgu olarak ele alınmış ve Psikoloji de dahil olmak uzere bircok uzmanlık alanının ilgisini cekmiştir. Ruyaları acıklama calışmaları spekulasyonlardan bilimsel temele oturtulmaya calışılan acıklamalara doğru bir yol izlemiş olsa da gunumuzde hala gizemini korumaya devam eden bir olgu olarak araştırmalara konu olmaktadır.
Eski Yunan kulturunde ruya ile ilgilenmiş unlu isimlerden biri tıbbın babası olarak anılan İyonyalı doktor Hipokrat’tır (d. M.O.460 – o. M.O. 377). Uyku hali yoluyla insan vucudundaki hastalıkları onceden bilme ya da Hipokrat’ın Sağlık bilgisi Kitabı” adlı calışması bazı ruyaların ceşitli hastalıklar ile ilgili olabileceği duşuncesi uzerine kuruludur. Hipokrat’a gore ruyalar kişinin sağlık durumunu onceden haber verici nitelikte olabilmekteydiler. Hipokrat ayrıca “ruya anahtarı” denilen sembolik kalıplarla kodlanmış olduğu duşunulen ruyalardaki verilen “haberci” değerleriyle ilgili ruya yorumları uzerinde calışmıştır.
Her cağda insanoğlu ruyalara ilgi duymaya devam etmiştir. Freud, Charcot, Janet ve diğerleri tarafından ruyaların mental hastalıklar uzerindeki rolunun keşfedilmesi sonrasında, ruyalara olan ilgi yeni bir gorunum kazanmıştır. Onların calışmaları, oncelikli problemleri ortaya cıkarmanın yanı sıra acı ve sıkıntı ceken bireyler icin bir tedavi şeklinin ortaya konmasına onculuk etmiştir. Boylece daha once cok yakın arkadaşlara ya da papazlara anlatılmakta olan ruyalar, onların yorumlarını tedavide kullanabilen doktorların ofislerinde anlatılmaya başlanmıştır.
Ruya olgusunun bilimsel ve kapsamlı bir bicimde ele alınması ancak 19. yuzyılın sonunda bilim adamı Sigmund Freud ve onun psikanaliz kuramıyla mumkun olmuştur. Freud’un ruya yorumları alanında ağırlık verdiği, kişisel bilincaltıyla ilgili goruşleri bircok kuşağı derinden etkilemiştir. O tarihten gunumuze neredeyse her ruya calışması, yorumu veya analizi, Freud’a yapılan referanslarla gercekleştirilmiştir. Freud sonrası calışmalarda da cok sayıda anti tez ileri surulmuş ve Freud sıkca eleştirilmiştir.
RuyÂ, bir sanat eseri gibidir, dışarıdan apacık gorunduğu halde, kendisini hic bir zaman acıklamaz ve hicbir zaman acık bir anlam taşımaz. Ruya, hicbir zaman şunu yapmalısın ya da hakikat budur demez. Ruya, sadece tabiatın bir bitkiyi yetiştirdiği gibi bize bir imge sunar; sonuc cıkarmayı ise bize bırakır. Freud’a gore ruya yorumu, bir ruyanın anlamının belirtilmesi; başka bir deyimle psişik faaliyet zincirinin onemli ve değerli bir halkasını meydana getirecek başka bir şeyin ruyanın yerine gecmesi demektir.
Ruyalarla ilgili cok geniş araştırmaları olan bir diğer kişi Carl Gustav Jung ise, "Duş, ruhun icsel bolumunde saklananları, egobilinci oluşmadan da var olan ve her zamanda var olacak olan ruha, yani karanlık kozmik geceye actıkları kucuk ve gizli kapılardır" şeklinde bir tanımlama yapmıştır. Jung’ ruyalarda bilincin kendini ayırdığını ve bizim asıl gecenin icindeki gerceğe yakın olan evrensel sonsuz insana daha cok benzediğimizi soyler.
Ruyalar bilincliliği anlayabilmek icin kritik bir oneme sahiptir. Bilinclilikle ilgili olarak ruya ve uyanıklık birbirine zıt iki durum olarak değerlendirildiğinde birinde sağlanacak gelişmenin diğeri hakkında fikir vermesi muhtemeldir. Bu nedenle bilinclilik uzerine geliştirilen teorilerin yalnızca uyanıklığı değil ruyaları da dikkate alması ve acıklayabilmesi gerekir. Orneğin ruyalar dışarıdan duyusal bir girdi olmaksızın yurutulen beyin aktivitesi olarak duşunulduğunde, beyin aktivitesinin yalnızca dışsal uyaranlara tepki verdiğini savunan davranışcı varsayım ruyaları acıklayamaz.
Gunun birinde hekimlerin dikkatlerini duşlerin psikolojisinin yanı sıra psikopatolojisine de yoneltmek zorunda kalacakları konusunda hic kuşku yoktur.’ S.Freud’un bu sozu ruyaların ruh bilimindekini onemini yeterince acıklamaktadır. Norofizyolojik bağlantılarla acıklanmaya calışılan ruyalar ilk olarak Freud tarafından psiko­lojik temele oturtulmuştur. Freud ruyaları bilincaltına giden asil yol (via rega) olarak tanımlar. Başka bir deyişle Freud’a gore ruyalar gi­zil arzu ve gudulerin bilincdışı surecte kabul edilebilir acık iceriklere donuşturulme surecidir. Soz konusu surec arzu ve gudulerin simgeleştirme yoluyla sansurlenerek kabul edilebilir iceriklere donuşturulmesidir. Ruyaların iceriğini gunluk yaşamdan kalıntıları temsil eden sansurlenmemiş acık (manifest) icerik ve simgeleştirme yoluyla sansurlenmiş gizil (latent) icerik oluşturur. Freud ruyaların, ruya işlemleri sonucu ortaya cıktığını savunur. Bu işlemlerden ilki simgeleştirmedir ve bu mekanizma beden bolgeleri, işlevleri ya da bas­tırılan duşuncelerin doğrudan değil kabul edilebilir simgeler yoluyla ortaya cıkışını temsil eder. Bir diğer ruya işlemi yoğunlaştırmadır ve bilincaltındaki bircok duşunce ve durtunun ruyalarda tek bir simge ile ortaya cıkması, başka bir deyişle bir ruya iceriğinin birden faz­la cağrışıma işaret ediyor olmasıdır. Ucuncu ruya işle­mi yer değiştirmedir ve bu mekanizmayla ruhsal enerji ruyanın gizil iceriğinden acık iceriğine, yani simgelere aktarılır. Bununla birlikte acık iceriğe donuşen durtulerin amacı değişmez. Son ruya işlemi ise yansıtmadır ve bu işlemle kişi kendi istek, durtu, duygu ve duşuncelerini ruyalarında başka kişi ya da simgelerden kendisine yo­neltiliyormuş gibi gorur. Ruyalar ile psikopatolojiler arasındaki ilişkiler bağlamında ele alınabilecek bir diğer konu iki olgu ara­sındaki benzerliklerdir. Hatta psikolojide ruya vurgu­sunun Freud’un soz konusu benzerliklere dikkat cekmesi ile başladığı soylenebilir. Freud ozellikle bazı psikopatolojilerin (kişilik bolun­mesi, psikoz, paranoya vb.) periyodik olarak tekrarla­nan ve normal bir durum olan ruya surecinin şiddetlenmesi olarak kabul edilebileceğini belirterek, iki olgu arasındaki benzerliğe vurgu yapmaktadır. Freud ve psikanalistlere gore ruyalar ve psiko­patolojilerin her ikisi de “arzuların doyurulması” teme­linde şekillenir. Her ikisinde de eksantrik duşunce dizi­leri, duşunce ucuşları ve yargılama zayıflığının olduğu soylenebilir ve her ikisinde de zaman duygusunun yitimi olası bir durumdur. Sozu edilen benzerliklere ek olarak Radestock ozellikle varsanı ve yanılsamalar ile ruya surecinin malzemesi arasındaki benzerliklere dik­kat ceker: Her ikisinde de coğunlukla gorme ve işitme duyuları baskınken, koku ve tat duyuları arka plandandır.
Ruyalar, psikolojik bircok olgu ile ilintili olduğu gibi psikopatolojilerle de yakından bağlantılıdır. Ruyalar ve psikopatolojiler arasındaki ilişkileri in­celeyen calışmalar gozden gecirildiğinde daha cok dep­resyon bağlantılı calışmalara rastlanmış olsa da diğer psikopatolojilerin de ruya bağ­lamında incelendiği calışmalar bulunmaktadır
Ozetle, ruyalar ile psikopatolojiler arasında gorgul calışma bulguları ile desteklenen kesin bağlantılara ula­şılamamış olmakla birlikte ruya temaları, geri cağırma frekansı ve detaylandırma duzeyi acısından benzerlik ve farklılıklardan soz edilmektedir. Soz konusu bulgulara ilişkin araştırmalar ilgili alt başlıklar altında ayrıntılan­dırılmıştır.
Ruyaların İceriği / Temaları
Ruyalarda evrensel ice­rikler olduğu kabul gorse de ruya iceriğinin bireye ozgu olduğu duşunulmektedir. Freud’a gore para, pencere, şapka ve ciğnemek gibi icerikler evrenseldir ve sırasıyla dışkı, kadın cinsel organı, erkek cinsel organı ve cinsel birleşmenin ruyalardaki evrensel temsilleridir. Benzer şekilde yuksek bir yerden duşme neredeyse her­kesin deneyimlediği evrensel bir ruya iceriğiyken yoğun korku iceren yuksek bir yerden duşme ruyalarının şid­detli nevroz ve stres ile mutluluk iceren ucma ruyala­rının ise duşuk nevroz puanları ile ilişkili olduğundan soz edilmektedir.
Ruyaların icerikleri ya da temaları kişinin uyanık yaşantılarından kesitler sunuyor olsa da, yaşanılan so­runların ya da başa cıkmaya calışılan duygu durumunun ipuclarını icerir. Mesela kabuslar, tekrar eden ruyalar gibi olumsuz ve tehdit edici ruyaların duşuk psikolojik iyilik hali, nevroz, kaygı, depresyon, genel psikopatoloji ve stres ile ilişkili olduğundan soz edilmektedir. Ayrıca farklı bağlanma bicimlerine sahip bireylerin ruya temalarının da farklılaştığından soz edilmektedir. Kacınmacı bağlanan bireylerin ruyalarında kacınmacı istek ve diğerleri ile ilgili olumsuz temsiller one cıkarken, kaygılı bağlanan bireylerin ruyalarında kişilerarası yakınlık isteği, kendine yonelik olumsuz temsiller ve diğerleri ile ilgili karışık temsillerin (hem olumlu hem olumsuz) one cıktığından soz edilmektedir . Ruya iceriğinin nelerden etkilendiğinin yanı sıra nasıl etkilendiğini inceleyen, bir başka deyişle ruya iceriğinin işlemleme sureci ile ilgilenen calışmalar da bulunmaktadır. Bu bağlamda ruya iceriğinin bas­tırılan duşuncelerden etkilendiğine vurgu yapan “İronik Kontrol Teorisi (İronic Control Theory)” den de soz edi­lebilir. İronik kontrol teorisine gore duşuncelerin bastı­rılması, bastırılmış duşunce iceriğinin ruyalarda ortaya cıkma olasılığını arttırır. Yine Freud’un Duşlerin Yorumu eserinde, İmparator ve lmparatorice (ya da Kral ve Kralice) kural olarak gercekten duş gorenin ebeveynini temsil ederler; bir Prens ya da Prenses ise duş gorenin kendisidir. Ama aynı yuksek otorite imparator kadar buyuk adamlara da yuklenebilir; bu nedenle, orneğin Goethe, bazı duşlerde baba simgesi olarak ortaya cıkabilir. Comak, ağac govdesi ve şemsiye gibi (bu sonuncunun acılması bir ereksiyonla kıyaslanabilir) tum uzantılı nesneler erkek organı yerine gecebilir. Bıcak, kama ve mızrak gibi tum uzun, keskin silahlar da cinsel organ yerine gecen başka objelerdir. Bu organın anlam verilemeyen bir başka simgesi de tırnak torpusudur. Kutular, paketler, sandıklar, dolaplar ve fırınlar rahmi temsil ederler ve ici boş nesneler, gemiler ve her turden kap da oyle… Duşlerdeki odalar genellikle kadınlardır. Eğer odaların icine ve dışına doğru ceşitli yollar temsil edilmişse bu yorumun pek de kuşkuya acık yanı kalmaz. Bu bağlamda odanın acık mı yoksa kilitli mi olduğuna yonelik ilgi kolayca anlaşılabilir. Ruyada eskiden aynı oda olan iki odanın olması ya da ruya gorenin tanıdığı bir evdeki bir odanın ikiye bolunmuş olması ya da tam tersi, cocuklukta cinsellik araştırmalarını yakından ilgilendiren bir olgudur. Duş gorenin tırmandığı duz duvarlar, onlerinde sıklıkla buyuk anksiyete ile kendini alcalttığı evlerin cepheleri, ayakta duran insan bedenlerine denk gelir. "Duz" duvarlar erkeklerdir; duş goren sıklıkla korku icinde evlerin cephesindeki cıkıntıları yakalar. Masalar, yemek masaları ve sofralar ise kadınları temsil eder. "Yatak ve sofra" evliliği oluşturduğu icin duşlerde, sıklıkla ikincisi birincinin yerini alır ve cinsel duşunceler kumesi, yeme kumesine gecer ya da gecebilir. Giyim eşyalarına gelince, bir kadın şapkası cok sık olarak kesinlikle bir cinsel organ, ustelik de erkeğinki olarak yorumlanmıştır. Bir palto icin de aynı şey soylenebilir. Erkeklerin duşlerinde bir kravat, sıklıkla penisin bir simgesi olarak ortaya cıkar. Hic kuşkusuz bu yalnızca kravatların uzun olmaları yuzunden değil; aynı zamanda zevke gore secilebilmeleri, simgeleştirilen organ soz konusu olduğunda doğanın yasakladığı bir ozgurluk yuzundendir. Duşlerinde bu simgeyi kullanan erkekler gercek yaşamda sıklıkla kravatlar konusunda aşırıya kacarlar ve buyuk kravat koleksiyonları vardır. Duşlerde ortaya cıkan tum karmaşık makine ve aygıtların cinsel organları (ve kural olarak erkek cinsel organlarını temsil etmeleri cok olasıdır. Tum silah ve aletlerin erkek organ simgesi olarak kullanıldığı konusunda da hic kuşku yoktur: Orn; saban, cekicler, tufekler, tabancalar, mızraklar, kılıclar, v.b… Aynı bicimde coğu duşlerde ki manzaralar, ozellikle kopruler ya da ağaclı tepeler icerenler acıkca cinsel organların betimlemeleri olarak kabul edilebilir.
Freud’a gore ruyalar, gunun artığı (hastanın bilincdışı zihnini uyaran bir onceki gunun olayları) olarak adlandırdığı durumlardan kaynaklanmaktadır. Ruyalar arzuları yerine getirme duzeneği ve bir yaşam olayıyla ilgili kaygının ustesinden gelme bicimi olarak işlev gorebilirler. Freud , baskı altına alınan anılar, sansure uğramış ve belki de aile ici zinaya, şiddete ilişkin istekler, ilkel guduler ve duşunceler gibi uyanıkken utanc duyabileceğimiz duşuncelerin, bu konuları cozumlemeye calıştığımız ruyalarla sonuclandığına inanıyordu. Freud’a gore ruyalardaki sembollerden bazıları evrenseldir, herkese aynıdır. Orneğin silah, sopa, bıcak, vs. gibi delici, yırtıcı, uzun, sivri uclu vb. şeyler psikanalizdeki klasik ruya yorumunda penisi temsil ederler; sepet, kutu vs. gibi şeyler de vajinayı temsil ederler. Su ise doğumun veya anne karnına geri donmenin, cinsel ilişkinin bir sembolu olarak kabul edilir. Freud ruya sembollerini, sembolun kendisini gercek anlamıyla ilk
once yorumlamak gerektiğini, daha sonra yan manalara bakmamız gerektiğini onerir. Freud ruyaları, tipik ruyalar olarak bazı sınıflara ayırır:
a) Duşme, ucma ya da sallanma ruyaları, cocukluk ozgurluğune yonelik bir isteği ifade eder.
b) Cıplak olma ruyaları, ilk cocukluğu karakterize eden yasaklamalardan muaf olma nostaljik ozlemini yansıtır.
c) Kardeşin, anne babanın ya da cocuğun olmesi ruyaları, aileye karşı bastırılmış kıskanclık ve nefret duygularını ifade eder.
Butun bu Freud’un “tipik” dediği ruyalarda kılık değiştirme yoktur. İstek doğrudan ifade edilir. Bazen bu tur bir ruya, gorenin ruyada olen kişinin sağlığına ilişkin gercek kaygısını ortaya cıkarır. Fakat Freud bu endişenin kişiye olan nefreti temsil ettiğini soyler. Ruya goren genellikle, ruya ile kaygı duygusu arasında ilişki kurmakla yetinir ve daha fazla sorgulamadan orada kalır.
Freud’un ruya analiz tekniği “cağrışım adını verdiği yonteme dayalıdır. “Freud bununla ruyadaki her cismi insan, nesne, sahne, olay, isim, renk, ne olursa sırayla ele alınması gerektiğini ve analizde bunun size cağrıştırdığı şeyi soylemeniz gerektiğini anlatır. Orneğin; ruya cismi bir balinaysa, balinayı duşunduğunuzde aklınıza gelen ilk şeyi soylemelisiniz. Diyelim ki, balinanın cağrıştırdığı ilk şey okyanus ya da derin sudur. O zaman okyanus ya da derin suyu duşunduğunuz zaman aklınıza gelen ilk şeyi soylemelisiniz. Bu boyle devam eder. Freud’a gore cağrışım yonteminin sonunda “zilleri calan” bir şeye varırsınız. “Zil”, bir alarm zili olabilir. Korkulan ve gecmişte bastırılmış duyuların acığa cıkması olabilir. Bu nedenle Freud, “belirli bir cağrışım ifade etmeye ne kadar direnirseniz, cağrışımın bilincaltı bir şeye işaret etme olasılığı o kadar yuksek olur. Bu da ruyanın amacıdır.” Freud ruyaları bilincaltına itilmiş daha cok libido kaynaklı istek ve arzuların uykuda maskelenmiş şekilde acığa cıkarak ikinci elden tatmin oldukları bir telafi mekanizması olarak goruyordu.
Ruyaları psikanalitik acıdan inceleyen yalnızca Freud olmamıştır. Carl Gustav Jung’ta ruyalar uzerine detaylı araştırmalar yapmıştır. Jung; ruyalara pozitif olarak bakar. Onları ruhsal hayatımızın bir parcası olarak gorur. Ruyaların bir fonksiyonu olduğunu kabul etmekle beraber, ruyanın kokunde olumsuzlukların bulunduğunu savunan, ruyaları telafi mekanizmasına indirgeyen yaklaşımları kabul etmez. Jung cinselliğin ve bastırılmış duyguların ruyanın arkasında yatan bircok nedenden sadece birisi olarak gorur. Ona gore ruyalar doğal olarak ortaya cıkarlar ve onemli bircok gorevleri yerine getirirler..Jung’a gore ruyalar “arzu ve isteklerin yanında korkuları, gercekleri, felsefi ifadeleri, illizyonları, vahşi fantezileri, hatıraları, geleceğe donuk planları, irrasyonel tecrubeleri, telepatik vizyonları, kehanetleri ve ilahi mesajları icerebilir.” Kendi ifadelerinden de anlaşılacağı uzere Jung ruyalara oldukca geniş bir perspektiften bakar. Ona gore ruyalar insanın olumlu olumsuz yanlarını, gecmiş tecrubelerini, şimdiki tutumlarını, gelecekteki beklentilerini, kişisel ve kolektif bilincdışını yansıtırlar. Kolektif bilincdışında var olan simgeler, kişisel deneyimlerle kazanılmaz, tam tersi onlar insanlığın ortak mirasıdır ve her bireye bu miras yoluyla aktarılır. Kişisel bilincdışı, bireyin bilincli yaşantısına goreceli olarak daha yakın dururken, kolektif bilincdışı cok daha derinlerdedir ve belki de yalnızca ruyalarda ortaya cıkar. Jung’a gore ruyanın en onemli fonksiyonlarından birisi dengeleyici (balancing) olmasıdır. Jung bircok kulturde denge kavramına verilen onemi biliyordu. Denge insanın biyolojik yapısı icin de onemlidir. Homeostatik denge bozulduğunda organizmada ihtiyac ortaya cıkar. Dengenin yeniden kurulması icin ihtiyacın giderilmesi gerekir. Tıp eğitimi almış ve kulturler uzerinde araştırmalar yapmış olan Jung bir psikiyatr olarak denge kavramını insan psikolojisinde kullanmaya başladı. İnsanın ruhsal yapısındaki zıt yapılardan oluşan bir dengenin varlığını savunuyordu. Ona gore bilinc ve bilincdışı arasındaki denge bozulduğunda ruyalar kanalıyla dengesizlik bireye hissettirilerek tekrar kurulur. Dengenin bireyleşme sureciyle ilişkisi dikkate alındığında bunun tum hayatı kapsadığı soylenebilir. Denge Jung psikolojisinde onemli olan “bireyleşme” sureci ile yakından alakalıdır. Doğuştan potansiyel olarak var olan bireyleşme insan hayatının tumunu kapsayan bir surectir. İnsan doğuştan ayrışmamış olup bir butun olarak dunyaya gelir ve daha sonra bireyleşmeye başlar. Bireyleşme karmaşaya, ayrışmaya ve farklılaşmaya neden olur. Bireyleştikce dunya daha ayrıntılı olarak algılanmaya başlar. Bireyleşme bir yerde dollenmiş yumurtanın gelişerek bir yetişkine donuşmesi gibidir. Bireyleşme bilinc ve bilincdışının birleşmesi ve bir tur kişiliğin butunleşmesi olduğu icin bu surecte ruyalar duygusal dengenin sağlıklı olması icin bilinc ve bilincdışı arasında iletişim gorevi ustlenirler. Aksayan durumlarda dengenin sağlanması icin doğal olarak ortaya cıkarlar. Gunluk hayatta bilincin fark etmediği bircok olay ruyalarla fark edilir hale gelir. Dengenin bireyleşme sureciyle ilişkisi dikkate alındığında denge insan hayatının tum evrelerinde onemlidir. Jung ruyaların denge fonksiyonuna bağlı olarak ruhsal hayatımızı restore edici ozelliği olduğunu savunur. Cunku denge bozulduğunda ruhsal hayatta tahribat yaşanır. Bu tahribatın tamirinde ruyaların onemi buyuktur.
Jung’a gore ruyaların bir diğer fonksiyonu odunleyici olmalarıdır. Bu tespit ilk defa Freud tarafından yapılmıştır. Jung bu konuda Freud’un onemli bir tespitte bulunduğunu kabul edip, Freud’un haklı olduğunu belirtir. Fakat Jung ruyaların yalnızca telafi mekanizmasına indirgenmesini yanlış bulur ve bu konuda Freud’dan ayrılır. Jung ruya gibi karmaşık bir konunun bir nedene indirgenmesini de yetersiz bulup, ruyanın ardında sayısız denebilecek faktorlerin olduğunu, bastırılmış duyguların ruyada acığa cıkıp odunleyici rol oynamalarını bunlardan birisi olarak gorur. Ozetle Jung ruyaların odunleyiciliğini kabul eder fakat ruyaların tum fonksiyonlarının odunleyicilikten ibaret olmadığını ve tek bir nedene indirgenemeyeceğini ileri surer. Jung ruyaların nevrozları yansıtacağını ileri surer. Hasta ve terapistin ortak calışmaları sayesinde nevrozların nedenlerinin ortaya cıkarılabileceğini savunur. Bu yontemi hastalarında kullanmış olan Jung’a gore terapinin sağlıklı yapılabilmesi icin belirli kurallara bağlı kalınması gerekir. Ruya analizinde yalnızca bastırılmış arzular uzerinde durulmasını yetersiz bulur, ruya analizinde serbest cağrışım yonteminin zararlı olduğuna inanır.
Ruya Ceşitleri Jung ruyaları buyuk, ortak ve erken donem cocukluk ruyaları olarak uce ayırır.
A- Buyuk Ruyalar: Bu ruyalar sadece ruya goreni değil goren dışındaki insanları da ilgilendirir. Jung’a gore buyuk ruyaların diğer ruyalardan farkı anlatıldığında herkesin ilgisini cekmesidir. Bu konuda Eskimoların yaşadığı bir ruyayı, Hz. Yusuf’un ruyasını ve kendi gorduğu bir ruyasını ornek olarak verir. Gıda darlığı yaşayan Eskimo kabilesinde bir kişi ruyasında bol yiyecek olan bir yer ve buraya giderken bazılarının aclıktan olduğunu gorur. Gorduğu ruyasını kabilesine anlatır. Kabilesini ruyada gorduğu yere gotururken gunlerce buz ustunde yolculuk yaparlar. Ancak bazıları inanclarını kaybedip geri donerken yolda aclıktan olurler. Daha sonra ruyada gorulen bol yiyecek ve sığınak bulunan yere kısa surede ulaşırlar. Jung, buyuk ruyaların taşıdıkları mesajlar nedeniyle geniş kitleleri ilgilendirdiğin fakat mesajlarının herkesce anlaşılamayacağını belirtir. Ona gore bu tur ruyaların mesajlarını ancak bu konuda yetenekli medyumların anlayacağını savunur. Buyuk ruyalar Jung psikolojisinde onemli bir yere sahiptir. Jung psikolojisinin temel kavramlarının ispatlanmasında bu tur ruyalarını kullanır. O, 1909 yılında Freud’la yapmış olduğu Amerika seyahati esnasında gorduğu bir ruyasını teorisinin en buyuk delili olduğunu ileri surer. Bu ruyasında Roma donemine ait bir eski ev gorur. Bu ev icinde dolaşır, birinci ve ikinci katını gezer. Roma donemini yansıtan eski mobilyalarını inceler. Evde bir hole girer. Burada hayvan kemikleri ve cok eski iki insan kafatası gorur. Bu ruyayı buyuk ruya olarak nitelendiren Jung ruyadaki evin ust katını psişenin en ustu katı olan bilinc, alt katını bilinc dışı olarak gorur. Roma donemine ait eserleri kişisel bilincdışı, iskeletleri ise kolektif bilincdışını olarak kabul eder.
B- Ortak Ruyalar: Herkesin yaşadığı ruyalardır. Yalnızca goren kişiyle alakalıdır. Bu ruyalarda anne-baba, şeytan, bilge insan gibi arketipik figurler, doğum-olum, ebeveynden kopma, vaftiz, evlilik, ucma, mağara keşfi gibi arketipik olaylar, guneş, su, balık, yılan gibi arketipik objeler gorulur. Ruyaların iceriklerinde evrensel bir boyut olduğunu farklı kulturlerden hareketle ileri surer. Farklı zaman ve kulturlerde yetişmiş cocukların folklorlarında ve ruyalarında benzerlikler tespit ettiğini belirtir. Cocukluk doneminde gorulen bazı ruyaların ilerleyen yıllarda gercekleşebileceğini savunur. Kendi hayatıyla ilgili olarak dort yaşında gorduğu bir ruyayı hatırlayan Jung bu ruyasında karanlık bir hol, yeşil perde, kırmızı halı ve buyuk bir ağac gorduğunu anlatır. Jung’a gore cocukluk donemi ruyaları uc dort yaşına kadar uzanıp icerik olarak mitolojik ve sembolik motifler icerirler. Birey tarafından izah edilemeyen bu donem ruyalarında arketipler daha acıktır. İcerik olarak
kahraman, yaşlı bilge, ağac, balık gibi arketipik semboller ve motifler gorulur.Bu ruyalar ergenlik doneminde bir miktar değişerek yaşlılık evresine kadar devam eder.
4. Amplifikasyon
Amplifikasyon; ruya gore kişinin ruyalarından hareketle ruyadaki sembol ve mesajları ele alıp birey icin ne anlam ifade ettiğini tespit etme surecidir. Jung psikolojisinde iki tur amplifikasyon vardır.
A.Bireysel Amplifikasyon: Birey ruyada gorduğu semboller uzerine yoğunlaşır. Kendisi icin ne anlam ifade ettiği konusunda geniş bir hazırlık yapar. Bu aşamada kişisel bilincdışına başvurur. Orneğin ruyada gorulen bir ciceğin turu, rengi ve kokusunun kişi kendisi icin ne anlama geldiği konusunda yoğunlaşır. Jung bu konuda “icsel diyaloğu”(interior dialogue) tavsiye eder. Ruyayı en iyi bilen, goren olduğu icin kişi kendi ruyası uzerinde yoğunlaşmalı ve kendisi icin ne anlam ifade ettiğini bulmalıdır.
B.Objektif Amplifikasyon: Bu aşama ruya analisti tarafından gercekleştirilir. Analist, arketipler uzerinde yoğunlaşıp kolektif bilincdışını kullanır. Bu aşamada analist ruya verileriyle arketiplerarasında bağlantı kurup ruyanın kişi icin ne ifade ettiğini ortaya cıkarır. Bu aşama uc evreden oluşur.
1. Ruyanın detaylarının cok iyi bir şekilde anlaşılması.
2. Amplifikasyon aşamasında kişisel, kulturel ve arketipik bilgilerin toplanması.
3. Amplifikasyondan gecmiş ruyanın bireyin hayatındaki yerini tespit edip yorumlama.
Jung’un ruya yorumundaki amacı kişisel ve kolektif bilincdışındaki ustu ortulmuş faktorleri acığa cıkarıp, bunları bilince entegre edip bireyleşme surecine katkıda bulunmaktır. Ruyanın bilincli bir davranışın karşılığı olduğu icin onun bireyin hayatındaki anlamını ortaya cıkarmak icin “ruyanın etrafında dolaşmak” gerekir. Amplifikasyon aktif hayal kurmayı da iceren bir metottur. Jung, bunu yapacak olan ruya analistinin onyargılardan uzak, objektif ve esnek bir tutuma sahip olması gerektiğini belirtir. Bunların yanında analitik ruya teorisinde ruya analizinin yapılması icin gorulen ruya sayısı onemli bir yer tutar. Yorum icin bir ruya yeterli olmayıp bir dizi ruya gerekir. Cunku ruyalar birbirlerini aydınlatırlar. Bu işlem yapılırken benzer ruyalar icindeki benzer semboller uzerine yoğunlaşılmalıdır. Analitik ruya yorumunda en onemli noktalardan birisi arketiplerin iyi bilinmesidir. Cunku Jung’a gore arketipler ruyada sembol ve figurlere donuşurler. Kişiliğin karanlık yonunu oluşturan golge arketipi ruyada korku sembollerine donuşur. Korku sembolleri iceren ruyalarda golge arketipi dikkate alınmalıdır. Hırsız, katil gibi figurlere burunebilir. Golge kadın icin farklı anlamlar ifade ederken erkek icin farklı anlamlar taşır. İffetini koruma konusunda oldukca hassas olan bir genc kızın ruyasında golge arketipinin etkisi genc kızı kovalayan motosikletli bayan bir gangster olarak ortaya cıkabilir. Self arketipi cicek, hac ve carmıha donuşebilir. Jung’a gore ruyalar gizli olanı acığa cıkarır, asla saklamazlar(dreams reveal,not conceal). Ruyadaki doğruluk sembolleri anne arketipinin neden olduğu sembollerdir. Kadınların ruyalarında gordukleri erkeksi semboller animus, erkeklerin ruyalarında gordukleri kadınsı figur ve semboller anima arketipinden kaynaklanmaktadır. Bunların ruyada ortaya cıkmaları dengenin bozulduğunun belirtisi olup ruhsal yapıyı tamir amaclıdır.
Sonuc olarak ruyalar her cağda merakla incelenmiş fakat en cok psikanalistlerin malzemesi olmuştur. Ve hala gizemli yanları olan ruyalar, onumuzdeki cağlar boyunca araştırılmaya devam edilecektir.
KAYNAKCA
Akarsu, P. (2010). Surrealizm ve ruya. Yuksek lisans tezi, Marmara Universitesi, İstanbul.
Akot, B. (2010). Freud’un ruya yorum metodu. Din Bilimleri Akademik Araştırma Dergisi, 10(1), 213-235.
Barut,Y., Başol, G., Genc, A. (2017). Ruyalarda bilinclilik olceği Turkce uyarlama, gecerlik ve guvenirlik calışması. Anadolu Psikiyatri Dergisi, 18(1), 43-50. doi: 10.5455/apd.205845
Cetin, O. (2010). Jung psikolojisinde ruya. Uludağ Universitesi İlahiyat Fakultesi Dergisi, 19(2), 249-269.
Cicek, A. (2013). Sinemada ruya temsili ve gerceklik ilişkisi: Jung’cu yaklaşımla ‘inception’ adlı filmin cozumlenmesi. Yuksek lisans tezi, Maltepe Universitesi, İstanbul.
Cimen, D. (2007). Ruyalar, duygudurum ve sorunlarla başetme stratejileri. Yuksek lisans tezi, Yuzuncu Yıl Universitesi, Van.
Freud, S. (1899). Die traumdeutung. (D.Muradoğlu, Cev.) İstanbul: Say Yayınları, 2014.
Guven, E. (2015, Aralık). Ruyaların dili: psikolojide ruya calışmaları. Turk Psikiyatri Yazıları, 18(36), 15-25.
Ormanlı, O. (2011). Başlangıc filminde psikanalitik oğeler ve ruya olgusu. Yedi, DEU GSF Dergisi, (6), 55-62.
Pehlivan, B. (2017). Kultur, kolektif bilincdışı ve semboller: miyazaki ve ‘ruhların kacışı’ uzerine bir inceleme. Erciyes İletişim Dergisi Akademia, 5(1), 362-378.

[h=2]Ankara Psikoloji uzmanlarına ulaşmak icin tıklayın![/h]