İnsanoğlu inanılmaz karmaşık teknolojiler icat etme, şaşırtıcı derecede guzel tasarımlar yapma, ayrıntılı bilimsel teorileri anlayabilme ve devasa muzik eserleri ortaya cıkarma konusunda başarılıdır. Bir ırk olarak zihinsel ve yaratıcı kapasitemizi tum sınırları aşacak şekilde geliştirdik ve geliştirmeye de devam ediyoruz. Ancak bu anlama kabiliyetimizin tokezlediği tek bir alan vardır: kendimiz ve ozellikle de bedenimiz.
Uzayda dolaşabiliyor, evrenin nasıl oluştuğu konusunda fikir yurutebiliyoruz, ancak bedenimizin nasıl bir işleyiş gosterdiği konusunda fikir birliğine varabilmiş değiliz.
Batı’da bircok insan bedenin calışmak icin besin ve suya, gunun birinde durmaması icin egzersize gereksinim duyan bir makine olduğu duşuncesindedir. Bedenimizin bize sağladığı zevklerden sonuna dek yararlanır, duzgun gorunmesi icin cabalarız. Makinenin bir parcası arıza yapsa da onarılabilir. Zorlu arızalar ameliyatlarla, radyasyon terapisiyle ya da tehlike yaratan bolumu devre dışı bırakan ilaclarla giderilir ve hayat eskisi gibi surer gider.
Batı tıbbı (alopati) bu bağlamda harikalar yaratmıştır. Tıp tarihindeki donum noktaları duşunulduğunde sıra dışı bir gelişim gosterdiği ortadadır; penisilinin ve aşının geliştirilmesi, lazer cerrahisi, organ nakli sadece bunlardan birkacıdır. Tıp bilimi milyonlarca insanın hayatını kurtarmış, acılarını hafifletmiştir. Beden denen makine ve arıza yapabileceği noktalar konusundaki calışmalar tam anlamıyla etkileyicidir.
Ancak alopati her zaman işe yaramaz. Zaman zaman ilacların yan etkileri cok daha ağır hastalıklara yol acar; asıl sorunu tedavi ederken yeni yeni sorunlar yaratılır ve mesele tıp biliminin sınırlarını aşan bir hal alır tedavisi olmayabilir. Orneğin; strese bağlı cok sayıda hastalık var ve gorulme sıklığı da giderek artıyor. Migren, ulser, huzursuz bağırsak sendromu, yuksek tansiyon, astım, kas ağrıları, ve bitkinlik stresin doğrudan yol actığı hastalıklardan bazıları. Stres, kanser ve MS (multipl skleroz) hastalıklarının da nedenleri arasında. Alopati, strese karşı bir tedavi geliştirebilmiş değil. Modern tıp bilimi hastanın zihinsel ve duygusal durumunun fiziksel sağlığı uzerindeki etkisi uzerinde pek durmadığı icin, stresle bağlantılı bu hastalıklar da tedavi edilemiyor. Ustelik doktora başvuran hastaların %70’inin şikayeti stresle bağlantılı olduğu halde…
Hipokrat doneminde doktorlar sadece fiziksel belirtileri değil, bolgenin iklimini, hastanın ırkını, cinsiyetini, yaşam bicimini, genel toplumsal ve siyasi koşulları da hesaba katarlardı. İkinci dunya savaşı oncesine dek aile doktorları ailenin tum uyelerini tanır ve onları yeni ilacların yanı sıra geleneksel şifalı bitkileri, telkin yontemini de kullanarak tedavi ederdi. Savaş sonrası donemde teknoloji insan aklının sınırlarını aşacak şekilde gelişince, doktorlar belirli alanlarda uzmanlaşmaya başladı. Boylece aile doktorları psikoterapi ve telkin yontemini kullanmaz oldu. Bu artık başkasının işiydi.
Zamanla nufus ve talep arttıkca da, doktorların ancak recete yazacak zamanı kaldı. Modern tıp, kişisel ilişkileri bir yana bırakarak, makineyi onarmaya yonelik mesafeli etkileşimleri tercih eder oldu.
Bu mekanik yaklaşım, bedenimizle ilişki kurmamaya başlamamıza yol actı. Gunumuzde artık ters giden işleri duzeltmemizi sağlayacak yontemlerimiz var, ancak bu makinenin icindeki canlı ya da calışmasını sağlayacak enerji hakkında en ufak bir fikrimiz yok. Doğu’da, ozellikle Cin ve Japonya’da ise cok farklı bir yaklaşımla karşılaşırız. Orada insanlar bedeni bir makine değil, enerji sistemi olarak gorurler. Bu anlayış batı’da kullanılan yontemlerden cok daha eskidir –en az 5 bin yıl oncesine dayanır- ve hastalıkları tedavi konusunda cok başarılı olduğu kanıtlanmıştır. Doğu tıbbı bedende akan enerjinin ayrıntılı haritalarını kullanır. Bu haritalar, akan enerjinin turunun yanı sıra bu enerjiye ne şekilde ulaşacağımızı da gosterir.
Hastalıkların teşhisi, her birinin kendine ozgu hem olumlu, hem olumsuz ozellikleri olduğuna inanılan elementler; toprak, su, odun, metan ve hava aracılığıyla yapılır. Hastalık, kotu alışkanlıkların, stresin ya da karamsarlığın enerji akışında yol actığı dengesizlikler ve tıkanıklıklar olarak tanımlanır. Enerji akışı duzene sokularak denge sağlanmaya calışılır.
Alopati hastanın bir makine olduğunu soylerken, akupunktur (ve bağlantılı tedavi yontemleri) hastanın canlı ve surekli değişim icinde olan bir enerji sistemi olduğunu soyler. Bir şeyler ters gittiğinde dışsal etkenlerin yanı sıra hastanın yaşam koşullarına, duygu ve duşunceleri ile bunlar arasındaki etkileşime bakmamızı onerir. Alopatik doktorlar ‘Y’ye neden olan X nedir?’ diye sorarken, akupunkturcu doktor ‘Y ile X arasındaki ilişki nedir?’ sorusunun yanıtını arar…
Bedeni sırf bir makineden ibaret goren anlayış son donemde farklı bir boyut kazanmaya başladı. Son birkac yıl icerisinde bedenle zihin arasında doğrudan bağlantı olduğunu savunan psikonoroimmunoloji (psikoloji, noroloji ve bağışıklık sistemini bir arada inceleyen bilim dalı) anlayışı gelişmeye başladı. Bu anlayış, hastalıkların mikroplar, bakteriler ve mikroorganizmalar, toksik atıklar, rodon gazı ya da ırsi sorunlar gibi organik nedenlerini yok saymaz. Ancak bir grip salgını sırasında bir işyerindeki herkesin birden hastalanmadığını, hastalıkların her insanda farklı etkilere yol actığını da bilir. Duygusal ve psikolojik durumumuzun hastalığın ortaya cıkışını, gelişimini ve tedavisini onemli olcude etkilediği anlaşılmaya başlandı. Bu bağlamda hastalıkların kokenini belirleyebilmek icin hastanın yaşam bicimini, beslenme duzenini, sosyal cevresini ve en onemlisi duygusal durumunu hesaba katmak doğru teşhisler ve tedavi icin gerekliliğinin onemi de ortaya cıkmaya başladı.
Bu yazımızda zihinle bedenin birbirini nasıl etkilediğini ve her ikisini de kişisel gelişim amacıyla nasıl kullanabileceğimizi ele alacağız. Zihin-beden ilişkileri, her gun yeni bilgilerin ortaya cıktığı yeni bir keşif alanıdır. İnsan makinesini canlı, soluk alıp veren, iletişim kuran, cok yonlu bir butun olarak ele aldık.
Şimdi de maddenin otesindeki zihne bir goz atalım ve hastalıkların altında yatan psiko-duygusal durumları paylaşalım..
Maddenin otesindeki zihin
Beden ve zihin birbirlerinden bağımsız hareket eden iki ayrı sistem olarak değerlendirilir. Bedeni besler ve sular, egzersiz amacıyla yuruyuşe cıkarır ve algısal becerilerinin tadını cıkarırız.aynı şekilde zihnimizi de duşunceler, fikirler ve kavramlarla besler, entelektuel arayışlarla egzersiz yaptırır, ceşitli yontemlerle eğlendiririz. Orneğin kendimizi gergin ya da sinirli hissettiğimizde kaşınmaya başladığımızı ya da midemizin bulandığını, egzersiz yaptığımızda duygusal olarak rahatladığımızı biliriz. Ancak daha karmaşık duygular ya da hastalıklar soz konusu olduğunda, nedense bu bağlantının ne kadar onemli olduğunu aklımıza getirmeyiz. Hastalıkların gayet bariz fiziksel nedenleri varken, zihnin durumunun bununla bağlantısı yoktur ki…
Duygular sinirlerimizi etkiler, ama bunun gercek hastalıklarla ne ilgisi olabilir ki? Geoffrey Cowley, Newsweek dergisinde şunları yazmıştır:
İnsanlar utandıklarında yuzlerinin kızarmasına, korktuklarında kalplerinin hızla atmasına, kotu bir haber aldıklarında tum sistemlerinin bir sureliğine iptal olmasına şaşırmıyor. Yalnızlık ve uzuntu gibi zihinsel kavramların da bedenleri uzerinde etkileri olduğunu kabullenmeye hala yanaşmıyor.
Psikolojik/duygusal durumlar, bağışıklık sistemini etkilediği gibi, bedenin dolaşım, sindirim, sinir sistemi gibi diğer kısımlarını, dolayısıyla genel sağlık durumunu da etkiler.
Duyguların kendi enerjileri vardır. Ve bu enerji duyguları bastırmakla ya da yok saymakla ortadan kalkmaz. Duygularımız, dışa vurmadığımız surece daha derinlere iner ve gunun birinde fiziksel yollardan kendisini gosterir.
Varlığımızın bir parcasının diğerlerinden farkı olabilir mi? Olsa olsa kendini ifade etme bicimi farklıdır. Orneğin; H2O su, buhar, yağmur, deniz bulut ya da buz biciminde ortaya cıkabilir, ama yine de H2O dur. Aynı şekilde duygularımız da davranışlarımızla, sesimizle ya da bedenimizin farklı sistemleriyle ifade etsek de aynı duygudur. Varlığımızın bir parcasındaki hasarı bastırmamız ya da gormezden gelmemiz, varlığımızın diğer parcasında bir hasarın ortaya cıkmasına yol acar. Orneğin; sevdiğiniz insan tarafından reddedildiniz ve kapıyı carparak cıkarken elinizi incittiniz. Elinizdeki acı reddedilmenin yol actığı uzuntu ya da ofke hissinin ifadesi değil midir?
Stres faktoru
Zihnin beden uzerindeki en olumsuz etkileri stres yoluyla ortaya cıkar. Ağzı kapalı bir diş macununu sıktığınızı duşunun. Ne olur? Diş macunu dışarı cıkacak bir yer bulmak zorundadır. Dolayısıyla tupun alt kısmından ya da yanından bir yerden (en zayıf noktasından) fışkırır.
Şimdi soz konusu diş macunu tupunun kendiniz olduğunu duşunun. Baskı altındasınız ve psikolojik ya da duygusal stres yaşıyorsunuz. Ancak kapağınızı acmıyorsunuz. Yani olup bitenleri anlamaya, icsel catışmalarınızı cozmeye ve rahatlamaya gayret etmiyorsunuz. Peki, bu durumda icinizde buyuyen zihinsel ya da duygusal basınc ne olacak? Dışarı cıkmanın bir yolunu arayacak ve kapağınız kapalı olduğu icin başka bir yerlerden, en zayıf noktanızdan fışkıracak. Bu nokta sindirim sisteminiz de olabilir, bağışıklık sisteminiz de, uyku duzeniniz de. İcinizdeki bu duygular, bastırıldığı surece hastalıklara, depresyona, bağımlılıklara ve anksiyeteye donuşecek ve kendisini duşmanca duygular, suc, onyargılar ve saldırgan davranışlarla gosterecektir.
Stres tek başına iyi ya da kotu bir şey değildir. Bunu belirleyen bizim stres karşısındaki tepkimizdir. Stres bazı insanları heyecanlandırır, kararlılıklarını ve direnclerini artırır. Bazılarında ise panik, kargaşa, uyuşukluk, depresyon ve korku yaratır. Bazı insanlarda yaratıcılığı teşvik eder, bazılarını ise eylemsizliğe ve tepkisizliğe sevk eder. Bu ikinci tepki sağlığımızı da olumsuz yonde etkiler.
Bizi en derinden etkileyen şey, icsel gucumuzu ağır ağır tuketen gundelik strestir. Tehlike karşısında tehlike karşısında beliren ya savaş ya kac tepkisine sadece hayati meseleler neden olmaz. Korku ve gerginlik duşuncesi de buna yo acar. Arabanın calışmaması, bir randevuya gec kalmak, odenmemiş faturalar, sevgilinizle, cocuklarınızla ya da patronunuzla yaşadığınız sorunlar..vb hepsi strese neden olur. Ya savaş ya kac tepkisi, arabanın yuksek devirle kullanılması gibidir. Zaman zaman işe yarayabilir, ancak surekli olarak yuksek devirde kullanırsak bazı parcaların aşınmasına ve mekanik sorunların yaşanmasına neden oluruz. Bu sorunlar insanlarda genellikle stres ya da anksiyeteye bağlı bozukluklar olarak ortaya cıkar.
Beden gercek tehditlerle hayali tehditleri birbirinden ayıramayacağı icin, gorunuşte onemsiz olaylar bile strese yol acar. Olabilecek şeyler hakkındaki korkularımıza odaklanmamız, hormonlarımız ve kimyasal dengemiz uzerinde, karşımıza cıkan gercek tehlikeler ve tehditler kadar buyuk bir hasara yol acar. Orneğin; bir korku filmindeki dehşet verici bir sahneyi hatırlamaya calışın ve sırt, boyun, karın kaslarınızın ne hale geldiğine bakın.
Duygular, ozellikle bastırılmaları durumunda derin bir stres yaratır. Trafik sıkışıklığı, havanın surekli kotu olması, cocuğumuzun hastalanması ya da komşunuzla tartışmanız gibi durumlara yonelik tepkimizi bastırmak zorunda hissederiz kendimizi. Cunku toplum, bu durumlara bir cığlık atarak ya da bağırıp cağırarak tepki gostermemize izin vermez. Bu tepkiyi bastırmamız da, bedende ortaya cıkan kimyasal maddelerin dışarı cıkacak bir yer bulamamaları anlamına gelir. Peki, bu kimyasal maddeler nasıl dağıtılacak? Kendilerini nasıl ifade edecekler?
Aşırı stresin yol actığı fiziksel belirtilerden bazıları şunlardır: baş ağrısı, yuksek tansiyon, carpıntı, nefes almakta gucluk, uyku bozuklukları, iştahsızlık, mide bulantısı, ağız kuruluğu, ulser, ishal, sırt ağrısı, aşırı terleme, kaşıntı. Bunların yanı sıra depresyon, ofke, tutarsız ruh halleri ve anksiyete gibi psikolojik değişimlerde yaşanabilir. Dikkatsizlik, hafıza kaybı, kararsızlık, kafa karışıklığı, mantıksız korkular, guvensizlik, ailevi sorunlar da ortaya cıkabilir. Giyimimize dikkat etmemeye, yerimizde oturamamaya, aniden gozyaşlarına boğulmaya; icki, sigara gibi kotu alışkanlıklar, fobiler edinmeye başlayabilir, cinsel performansımızda duşme yaşayabiliriz. Bu liste boyle uzar gider ve bu belirtilerin bircoğu sağlığımızı ciddi şekilde bozar.
Psikolojik stresle fiziksel sorunlar arsındaki bağlantıyı ortaya koyan bir araştırma:
Araştırmaya gore pazartesi gunleri kalp krizi gecirme riski haftanın diğer gunlerine oranla cok daha yuksektir. Pazartesi gunleri de sabah 09:00 en tehlikeli saattir. İnsanlar dışında haftanın belirli gunleri ya da gunun belirli saatlerinde daha sık olen bir canlı yoktur. Zihinle beden arasında bağlantı olduğuna inanmamamız durumunda haftanın ilk iş gunu başladığı sıralarda ortaya cıkan kalp krizlerini nasıl acıklayabiliriz? Elbette ki sabahları, oğleden sonralarına oranla daha fazla olum meydana gelmesinde kalp atışlarının ve tansiyonun yukselmesi, adrenalin duzeyindeki artış gibi fiziksel nedenler vardır. Ancak pazartesileri olum oranının diğer gunlerden daha yuksek olmasının hicbir fiziksel acıklaması olamaz.
İşyerindeki huzursuzluk
1972 yılında Massachusetts eyaleti, sağlık eğitim ve sosyal guvenlik idaresi tarafından yapılan bir araştırma, kalp hastalıklarının en onemli nedeninin işyerindeki huzursuzluk olduğunu ortaya cıkarmıştır. Elbette ki işyerindeki huzursuzluk her zaman olumle sonuclanmaz! Ancak işyerindeki huzursuzlukla fiziksel sorunlar arasındaki bağlantıyı hafife almanın olanağı yoktur; stresin etkisiyle her yıl milyonlarca iş gunu kaybedilmektedir. Dr. Norman Beale tarafından ABD’de yapılan bir araştırma, işten cıkarılmanın (ya da işten cıkarılma riskinin), doktora gidenlerin %20, hastaneye gidenlerin ise %60 oranında artmasına neden olduğunu belirlemiştir.
Yaşam bicimindeki değişiklikler
Stres sadece işyerinde cıkmaz ortaya. Farklı zamanlarda farklı şekillerde de belirebilir. Ozellikle taşınmak, evlenmek ya da sevdiğimiz bir insanın olumu gibi yaşam biciminde meydana gelen buyuk değişiklikler de strese yol acar. Boyle zamanlarda belirsizlik ve korku hissine kapılabilir, buyuk heyecanlar, derin huzunler yaşayabiliriz. Bu duygular kasları ve damarları etkileyerek adrenalin gibi hormonların salgılanmasını artırabilir, sindirim ve solunum sistemlerini etkileyebilir, bağışıklık sistemini cokerterek bizi hastalıklara, krizlere karşı savunmasız bırakabilir.
Hastalıklar, sarsıntıların hemen ardından ortaya cıkabilir ancak insanların aynı olaya farklı tepkiler verebileceğini de hesaba katmak gerekir.orneğin; boşanma kimileri icin yalnızlık ve depresyon anlamına gelirken, kimileri icin ise kutlanacak bir olay olabilirdi. Benzer şekilde yeni eve taşınmak bazılarını mutlu edebilir, bazılarını ise guvensizlik hissine sevk edebilir. Travmalar illa ki hastalıklara yol acmaz. Ancak sarsıntıları cevreleyen korku ve anksiyetelerin ifade edilememesi fiziksel sorunlara neden olur. Elbette ki birtakım krizlerin onune gecemeyiz. Yapabileceğimiz tek şey duygularımızın farkında olmak ve bastırmamaya, inkar etmemeye calışmaktır. Duygularımızı ortaya cıktığı an ya da kısa zaman icinde dışa vurmamız hayat kurtarıcı olabilir.
İcimizdeki ordu
Stresin bağışıklık sistemi uzerinde doğrudan bir etkisi vardır. İşgalci viruslerle ve bakterilerle mucadele etmemizi gucleştirir. Stres ceşitli hormonların salgılanmasına yol acar. Bu hormonların coğu bize işgalcilerle başa cıkmakta gereksinim duyduğumuz enerjiyi sağlar. Ancak iki tanesi –adrenalin ve kortizol- bağışıklık sistemine ket vuran hormonlardır. Orneğin; sınav stresi bağışıklık sistemini zayıflatarak nezle, grip gibi hastalıklara yakalanma riskimizi artırır. Siz de benzer şeyler yaşamışsınızdır. Sevgilinizle ya da eşinizle ilişkinizde yaşadığınız sorunlar yuzunden uyku, beslenme duzeniniz bozulmuştur orneğin. Ardından işe gitmek icin mikrop soluyan insanlarla tıka basa dolu bir otobuse ya da trene biner ve birkac saat sonra da uşuttuğunuzu hissedersiniz. Bunun nendi otobuste, trende sizi kuşatan mikroplar mı, yoksa duygusal stresin birikmesi sonucu fiziksel direncinizin zayıflaması mı? Grip salgını yaşandığı donemlerde herkes hastalanmaz. Bazıları yatağa duşerken bazıları sağlıklı kalmayı başarır. Hastalığa yenik duşenleri mikroplar dışında etkileyen başka şeyler de olmasın? Orneğin; iş yerindeki stres, aşırı calışma, evdeki sorunlar ya da zihinsel yorgunluk etkili olmuş olabilir mi? Hastalandığınız donemlerde bağışıklık sisteminizi icten cokerten, enfeksiyonlarla mucadele gucunu zayıflatan şeyler olup olmadığını inceleyin. Kendinizi fiziksel ve duygusal acıdan zayıflamış, hastalıklara karşı savunmasız hissediyor muydunuz?
İki yonlu iletişim
Psikolojik ve duygusal durumumuz salgı bezlerimizin calışmasını da etkiler. Kimyasal dalgalar gibi yukselip alcalan hormonlar, bedensel aktivitelerimize, davranışlarımıza ve duygularımıza tesir eder.
Korku gibi temel duygular soyut bir his olarak değerlendirilebileceği gibi, adrenalin hormonunun somut birer molekulu olarak da gorulebilir. Bu his olmazsa hormon ortaya cıkmaz. Zihin-beden tıbbı adı verilen devrim, bu keşif uzerine kuruludur: duşunce bir yere gittiğinde, bir kimyasal madde de onunla gider.
Beden soylenen her soze inanır. Tıpkı telefon mesajlarının elektrik sinyalleri halinde kablolar uzerinden ilerlemesi gibi, duşunceler de sinirsel sinyaller halinde ilerleyerek kasları ve bezleri harekete gecirir. Bir parca stres urettiğiniz an ortaya cıkan zincirleme tepki bedenin tum parcalarına nufus eder. Beden ve zihin birbirlerinden bağımsız hareket eden iki ayrı sistem değil, hem icsel hem dışsal etkenlere tepki veren bir butundur. Duşuncelerimiz ve hislerimiz fiziksel sağlığımıza doğrudan etki eder. Aynı şekilde bedenimizde yaşananlar da zihinsel ve duygusal durumumuzu etkiler. Bu ikisini birbirinden ayırmamız, bir butun olarak varlığımızı anlayabilme fırsatını tepmemize yol acar.
Hastalıkların nedenleri
Sectiğimiz yaşam bicimimiz ve davranışlarımız sağlığımızı onemli olcude etkilemektedir.Bir kadın mutsuz evliliğinin getirdiği stresi yenebilmek icin sigaraya başlarsa, yakalanma olasılığı yuksek olan akciğer kanserinin nedeni ne olur? Genetik yatkınlık mı? Sigara mı? Evliliği mi? Kadının akciğeri alınır ancak evliliği ve uzun zamandır surup giden bu mutsuz yaşamı değiştirmesini engelleyen kişiliği aynı şekilde surerse, tedavi ne derece başarılı olur?
Kişinin kendi kendine bu tur sorgulamaya girmesi kolay değil. Coğumuz doğal olarak yakalandığımız hastalıkların kendi duygularımız, duşuncelerimiz ya da davranışlarımızdan değil, dışsal etkenlerden kaynaklandığına inanmayı tercih ederiz. Hastalığın ırsi olduğunu ya da hava kirliliği gibi nedenleri bulunduğunu duşunmek isteriz. Hastalıkta bizim hicbir payımız yoktur. Bizler caresiz, masum kurbanlarızdır.
Bunca zamandır bedenlerimizin icinde yaşıyor olduğumuz halde, işler ters gittiği andan itibaren, ona tamamen yabancıymışız gibi davranma eğilimine gireriz. İcinde yaşadığımız yabancının neden calışamaz hale geldiğine akıl erdiremeyiz.
Hastalıkları daha yakından ele aldığımızda, gorunurdeki fiziksel nedenlerin yanı sıra diplerde gizlenen psikolojik/duygusal bağlantıları da keşfetmeye başlarız.
Bu noktadan itibaren de farkındalık gelişmeye ve doğru yerlerde doğru cozumler uretmeye başlarız..
Farkındalıklı gunler dilerim.. Saygı ve sevgilerimle…
[h=2]Denizli Psikoloji uzmanlarına ulaşmak icin tıklayın![/h]
Psiko-duygusal durumumuz bedenimizi nasıl etkiliyor?
Sağlıklı Yaşam0 Mesaj
●29 Görüntüleme
- ReadBull.net
- Sağlık Forumları
- Sağlıklı Yaşam
- Psiko-duygusal durumumuz bedenimizi nasıl etkiliyor?