Kuantum fiziği, fizik ile fizik otesinin birbirine karıştığı bir noktanın adıdır. Gunluk konuşma dilimiz yardımıyla bu konuyu anlatmak ve fikir yurutmek, atom-atomaltılarıyla acıklamaya calışmak ve ustelikte şimdiye kadar oğrenilmiş ve alışagelmiş duşuncelerden farklı olarak, altust eden karşıtlıkların temelinde anlatmak ve de kuantum mekaniğiyle icsel yaşantılarımızı yorumlamak oldukca zor.

Geride bıraktığımız yirminci yuzyılda batı kulturunun ve bu kulturun etkisindeki toplumların bireylerine yapışıp kalan yabancılaşmayla başlamak istiyorum. Bu yabancılaşmanın nedenini sosyal araştırmacılara gore yuzyıllar hata bin yıllar icinde "oluşturulmuş yanılgılar"dır. İnsana ozgu bir ozellik olan bilincli zihnin, batılı kulturlerin gecmişinde, insanlığın pek de hayrına sayılamayacak bir şekilde değerlendirilmiş olduğunu kabul edenlerin sayısı gunumuzde giderek artmaktadır. Gecmişte etkisi altında kalınan duşunce bicimlerinden kaynaklanan koşullandırılmaların sonucu, bugun evrene yabancı yaratıklarmış gibi davranmamıza neden olduğunun fark edilmekte olmasıdır.

Batı kulturundeki yabancılaşmanın koklerini araştırdığımızda, başlangıc noktalarının Antik Yunan uygarlığına kadar gittiğini goruyoruz. Cunku, Platon felsefesindeki idealar dunyası ile yaşanan dunya arasında yaratılmış olan ayrımı gunumuzde de batı kulturundeki etkisinin hala surdurmekte olduğudur. Bunun en onemli uzantılarından biri, zihin-beden ayrımı şeklindeki ikili bolunun hala devam ediyor olmasıdır, ki bu durum gunumuz tıbbının en ciddi acmazlarından biri. Psikolojik ve biyolojik etmenler diye yapılan kategorileştirmeler artan itirazlara rağmen bilimsel duşuncede hala egemen. Buna ornek olarak; Psikodinamik psikiyatri alanında yazılanların kaynakcalarında biyolojik psikiyatri ile ilgili referanslara ya da klinik psikiyariyle ilgili yazıların kaynakcalarında davranışların dinamikleriyle ilgili referanslara neredeyse hic rastlanmaz.

Genel sistemler kuramı boyle ikili bir bolunun gecersizliğini acık secik ortaya koymuş olduğu halde, eski goruşlerin etkileri hala surdurulmektedir. Batı kulturunun insanı evrenden koparan duşunce bicimlerini anlayabilmek amacıyla donup baktığımızda, Kartezyen duşunceyi ve Newton'un geliştirdiği klasik fiziği bunun en carpıcı orneklerinden biri olarak goruyoruz. Klasik fizik, insanın evrenin bir parcası olduğunu inkar edercesine "yaşayan cosmos olgusunun" cansız bir makineye donuşturmuştur. Bu fiziğe gore, nesnelerin hareket ediyor olmalarının nedeni, belirli ve değişmez kuralları izliyor olmaları idi. Kopernik'in mekanik guneş sistemi modeli ise cansız bir yaşam taslağıydı.

İnsanın birey olarak yaşamının, klasik fiziğin tanımladığı bu evrensel makinenin calışmasıyla nasıl doğrudan bir ilişkisi olabileceği hususu ise yakın zamana kadar hic sorulmamıştır. Hakim olan kulturun etkisi altındaki toplumlarda pek cok değer ve ortak kanı sorgulanamaz durumlarını yitirdiğinden, giderek artan sayıda insan artık kendi kişisel değerlerinin yaratıcısı olmak durumunda. Eğer Descartes'ın dediği gibi, zihnimiz maddesel varlığımızdan tumden farklı olsaydı ya da Newton'un dediği gibi, insan zihninin evrende hicbir rolu yok idiyse, insan ve doğa arasında nasıl ilişki olabilirdi ki?

Newton'un dunya goruşu duşuncelerimizi ve gunluk yaşamımızı hala etkisi altında tutmakta olmasına rağmen, yaratıcı fiziksel duşuncenin on planında olma niteliğini artık kaybetmiş durumdadır. Artık dunyanın bazı gelişmiş ulkelerdeki universitelerde klasik fizik dersi verilmemektedir. Yeni fizik, fizik biliminin uygulanışını temelinde değiştirmiştir ve bu değişkenliğinin nedeni, izafiyet kuramı kuantum mekaniğidir.

Albert Einstein'in geliştirdiği izafiyet kuramı, fizik biliminin uygulanmasına onemli katkılarda bulunduğu halde, yeni bir dunya goruşune oncu olmamıştır. Cunku bu kuram, yuksek hız, cosmosdaki cok buyuk uzaklıklar fiziği ile ilgilidir ve gunluk yaşamımızda pek yeri yoktur. Buna karşılık kuantum mekaniği atom taneciklerinin icindeki mikro-dunyayı yani gorduğumuz ic işleyişini acıklar, Dolayısıyla imge yonunden, gunluk yaşama uyarlanabilecek zenginliktedir.

Entellektuel alışkanlıklar kolay değiştirilemez, Ancak, zihnimiz kendi yasalarını doğadan esinlenerek koyduğuna gore, bu yasaları algılayış tarzımızda doğanın kendi gercekliğini yansıtmak zorunda. Dolayısıyla, doğayı tanımak kendimizi tanımaktan gecer.

Kuantum fiziğinin temelinde dalga/parcacık ikiliği bulunur. Buna gore butun varlıklar, atom-altı duzeyde, bazen ufak parcacıklardan, bazende denizdekini andıran dalgalardan oluşurlar. Kuantum denen "şey" aynı anda hem dalga hem parcacıktır. Burada dalga ile kastedilen şey, su ya da ses dalgaları gibi uc boyutlu gercek dalgalar değil, olasalık dalgalarıdır. Varlığın dalga ya da parcacık olarak tanımlanan bu iki şeklinin her biri diğerinde olmayan bilgiyi icerir. Beynin sağ ve sol kurelerinde olduğu gibi. Hicbiri kendi icinde tamamlanmış değildir ve bu ikisi, ancak birlikte, bize bir gerceklik tablosu cizebilir. Boyle bir durum ise, ikisine birden aynı anda ve net bir bicimde bakamayacağımız anlamına gelir. Bu durum Heinsenberg'in tanımladığı belirsizlik ilkesinin ozudur. Kuantum mekaniğinin temelini oluşturan Heisenberg ilkesi, evrenin yapısının inderterministik, yani onceden belirlenemez olmasını tanımlar. Bir parcacığın hızıyla yerini aynı anda saptayamayız. Hızını bilirsek yeri belirsiz kalır, yerini bilirsek de hızı.

Atom-altı varlık, tam anlamıyla, ne parcacık ne de dalgadırlar. Onlar "dalga paketi" diye adlandırılan ikisinin muğlak br karışımıdır. Dalga ya da parcacık değerini tek tek olcmeye calıştığımızda, ulaşmak istediğimiz olcu, bu ikilinin ortak değeri nedeniyle her zaman gozden kacacaktır. Bu durum, yani hicbir şeyin sabit ve tam anlamıyla olculebilir olmadığı hususu, herşeyi belirsiz ve kolay anlaşılamayacak olma olgusunu, Newton'cu fizikteki herşeyin sabit ve olculebilir olma olgusunun yerine koymuştur. Newton'cu duşuncedeki "herhangi birşey nasıldır" sorusunun yerini, kuantum mekaniğinde "herhangi birşey nasıl varolmaktadır" sorusu almaktadır.

Yeni fizik, zaman, madde, nesne ve neden-sonuc ilişkisi gibi kavramların temelden değiştirilmesini icerir. Gunumuzde bilgi artık mekanik olmayan bir gercekliğe doğru yol almaktadır. Bunun sonucu olarak evrende artık buyuk bir makineden cok, buyuk bir duşunceyi andırmaktadır. Bir atomik parcacık cok dar bir alanda sıkışıp kaldığı zaman hapsedilmiş olmasına tepki gosterir ve hızla donmeye başlar. Buna kuantum etkisi denir ve atom-altı dunyanın karakteristiği olan kıpırtıyı ve huzursuzluğu anlatır. Dunyamızdaki maddesel şeylerin coğunda, atom-altı parcacıklar, molekuller, atomik ve nukleer yapıların icinde sıkışmış durumdadır, dolayısıyla surekli bir devinim halindedirler. Kuantum kuramına gore, madde surekli devinim halindedir ve hicbir zaman dingin değildir. Bize olu gorunen taş parcası bile. Dolayısıyla, doğada hicbir statik yapı yoktur ve herşey bir an bile duraksamayan bir dansı surdurmektedir.

Klasik fizik yasalarına boyun eğen hicbir beyin mekanizması, duşunce ya da irade ozgurluğune ve bunu izleyebilecek serbest eylem gosterme yeteneğine sahip değildir. Buna karşılık kuantum indeterminizmi, yaratıcı duşunceyi anlamamızda bizi aydınlatabiliyor. Cunku insan, potansiyel olarak bircok versiyonu aynı anda "gorur", ancak bunların hicbirini tamamıyla anlayamaz ve sonunda iclerinde biri, serbest secimin sonucu ortaya cıkarılır. O halde neden dunyayı algılayışımızda bir uyaran kargaşası yaşamıyoruz? Bunun cevabı şoyle; "Farkındalığın bir duzen işliyor oluşu, yani zaman icinde gorunur istikrarı, bize bircok duyumuzun cağrıştırdığı deneyim kargaşasında değil de bir dunyada yaşadığımız duygusunu verir.

Farkındalığın duzenli oluşunun ya da anlaşılabilir bir dunyada olduğumuz duygusunu yaratan secimlerin nasıl bir mekanizmayla oluştuğu Frohlich'in "pompalı sistemi" ile acıklanabilir. "Pompalı sistem", enerji pompalanan elektrik yuklu molekullerin titreşim yaydığını gostermiştir. Yapılan calışmalar, belli bir yoğunluğun uzerinde enerji pompalandığında, molekullerin bir "birlik icinde" titreşim yaymaya başladıklarını gostermiştir ve kendilerini olabilecek en duzenli yoğunluk konumuna sokana dek buna devam ederler. Bu olguya Bose-Einstein yoğunluğu denir. Bose-Einstein yoğunluğunun en onemli ozelliği, duzenli bir sistem oluşturan parcaların yalnızca bir butun olarak "davranmaları" değil, bir butun "oluşturmalarıdır." Her parcanın kimliği oyle bir birleşime uğrar ki kendi bireyselliklerini tamamen yitirirler. Polonya'lı bir biyofizikcinin goruşune gore, "bilincliyi bilincli olmayandan ayıran şey de noron bileşimleri arasındaki Bose-Einstein yoğunluğu farkıdır.

Zohar'a gore, beyin her uyarıldığında noronların sınırlarında oluşan elektriksel ateşlemeler, molekullerin hucre duvarlarına ulaşıp onların foton yaymalarına neden olan enerjiyi sağlıyor olabilirler, Boylesi sinyaller yoluyla binlerce molekul, hucre duvarlarında oluşan titreşimler, eşzamanlı bir dansta olduğu gibi birbirleriyle iletişime gecerler. Bir başka deyişle, bircok danscı tek bir danscı haline gelir ve bu durum, kişinin kendisini "ben" olarak algılamasını sağlar.

Coğumuz, icimizdeki birden fazla benliğin varlığını, ana bilincten kopmuş farkındalık kumeleri halinde gecici olarak yaşayabiliriz. Cocukluk travmalarının kumeleri, yaşamakta olduğumuz herhangi bir duruma egemen olacak kadar guclu bir bicimde ortaya cıkabilir. Ya da bazen bu anılar bizi gecmişe hapsedebilir. Uzlaşmacı yanımız cevreye uyumlu davranışlar sergilememize neden olurken, başkaldırıcı yanımız daha marjınal bir cizgi izler. Bir yanımız uretken ve calışkan iken bazen de tembel yanımız bize egemen olur. Bazen davranışlarımız sağduyulu duşunceyi izlerken, zaman zaman duygusallığımızın tutsağı olabiliriz.

Benlik ancak, ozunu yadsımadan ve bileşik doğası goz onunde bulundurularak anlaşılabilir. Konuya kuantum acısında bakarsak, aslında alt-benlikler de, temel parcacık birimleri gibi, bireyler icinde bireylerdir.

Alt-benlik sistemlerinin bileşen birimleri de hem dalga hem parcacık ozelliği taşırlar. Parcacık yonleriyle onlar, ayrıntıları araştırılabilir bir kapasiteye sahiptirler. dalga yonleriyle ise, dalga fonksiyonlarının kısmen ust uste gelmeleri nedeniyle, diğer bireylerle ilişkiye girme kapasiteleri vardır. Bir ilişki oluşurken, dalga fonksiyonlarının birbiriyle ic ice gecişmesi nedeniyle, ilişkiye katılan benliklerin bazı ozellikleri birbiriyle birleşir ve yeni bir butun oluştururlar. Bu yeni butunun oluşturduğu ozellikler, ilişkiyi oluşturan bireylerin ozelliklerinin etkisi altındadır. Bu butun, her yonden ve kendi adına, kendi dalgasal yonu ve kendi şartlarında daha başka ilişkilere gebe kapasitesiyle yepyeni bir varlık olarak davranır. Kuantum ilişkisiyle yaratılan butun, onu oluşturan parcaların miktarından daha buyuk ve kendi icinde yeni bir şeydir. Gunumuz ilişkilerinde en onemli sorun, giderek artan sayıda insanın, kendilerini ve birbirlerini parcacıklar olarak algılamaları ve yeterince dalgalanamamalarıdır.

Benliklerimiz, tıpkı parcacık sistemleri gibi, diğer alt-benliklerle kısmen butunleşmiş olsalar da zaman zaman kendi kimliklerini dile getirirler. Bu kimliklerin sınırları, Bose-Einstein yoğunluğu icindeki muhtevanın sınırlarına paralel olarak değişir ve kaybolur. Daha butunleşmiş bir benlik, alt-benlikleri birbirine daha iyi bağlar ve boyle durumlarda daha huzurlu oluruz. Yani, herbir alt-benlik birer kuantum dalga fonksiyonudur. Birbirlerinin icine gectikleri bolge o anda "ben" diye tanımlanır. "Ben" benim benliklerim arasındaki diyaloğun tek urunudur ve benim cok sayıdaki alt-birliklerimin en yuksek birliğidir. Kuantum benliği birliği, kendi icinde kendi adına varolan "ozlu" bir birliktir.

Farklı olculerde hepimizin bazı celişkileri vardır. Ancak celişkileri fazla olan insanlar zayıf butunleşmiş alt-benliklere sahiptirler ve bu insanların ana kişiliklerini besleyen enerji, daha butunleşmiş insanlarınkinden daha azdır. Bir şeye dikkat etme eylemi zihinsel enerjimizin odaklanmasını sağlar, dolayısıyla benliğin belli bazı yonlerine daha fazla enerji verir, ve o alanı aydınlatırız. Bazen de yaşadığımız bir sorun nedeniyle alt-benliklerimizin etki alanına girebiliriz.

Belleğimiz yaşamımızın neresinde olduğumuzu kaydetmeye yarayan bir aractır ve onu beraberimizde geleceğe taşırız. Gecmişte olduğumuz benliklerle bugunku benliklerimiz arasında bellek olmadan bağlantı kuramayız. Bizlere, zaman icinde sabit kişisel kimliği veren şey kişisel tarihimiz midir, yoksa bu, gecmişteki, şimdiki ve gelecekteki benlikler arasında anlamlı bir ilişki olduğuna bizi inandıran bir yanılsama mıdır sorusunu cevabını şimdilik bilmiyoruz.

Kuantum benlğe gore "şimdi", halihazırda var olan ama duzensiz değişen alt-benlikler, şimdiden once olduğumuz benlikler ve dış dunyadan gelen ceşitli girdilerin bileşimidir. Burada ceşitli girdilerle kastedilen şey, herbiri kendi dalga desenini oluşturan deneyimlerdir. "Şimdi" gecmiş icinde yok olup giderken, o zamanda ben olan benlik beynin bellek sistemine "gecmişte bir anı" olarak kaydedilir. Kuantum yaklaşımına gore, ben olan her bir benlik, an be an bir sonraki ana alınıp orada, hem belleğin anılarıyla, hemde yeni deneyimlerle birbirine bağlanır. Benliğin gecmiş benliklerin dalga fonksiyonlarıyla şimdiki benliğin dalga fonksiyonunun an be an cakışarak orulmesi kuantum belleği tanımlar. Boylece, bizi zaman icinde bize sabit kılan kişisel kimlik mekanizmasını sağlar. Dolayısıyla ben, kısmen dun olduğum kişiyim. Cunku o kişi şu anki beni oluşturan şeyin icine katılmıştır. Aslında psikoterapistler hastalarının gecmiş deneyimlerini "şimdi" yaşamalarını sağlayarak, kuantum belleğin işleyişinin tanıklarıdır. Dolayısıyla psikoterapistlerin yaptığı, gecmiş benliklerle şimdiki benliğin dalga fonksiyonlarını kısmen ic ice gecirmeye calışırlar. Boylece bir yanda gecmişle yenilleşmiş bir hayat, bir yandan da kendini her an yeniden yaratabilmenin yolunu acar.

Kabul etmemiz gerekir ki gunumuz psikolojisi de onemli olcude benliğin yalıtılmış bir şekilde varolan birşey olduğu modeline dayanmaktadır. Boyle bir model, kaynaklarının coğunu, onyedinci yuzyıl sonrası batılı entelektuel akımlardan alır. Dolayısıyla , Freud'un kuramlarının kavramsal ozu de,dunyanın, temelde varolan ayrılıktan oturu, birbirine yabancı benliklerden ve nesnelerden oluştuğu duşuncesi uzerine oturtulmuştu. Bugun kendimizi algılayışımızı Freud'un bakış acısının cercevesinnden soyutlamak neredeyse mumkun değildir.

Kuantum benlik bakış acısıyla, hem benliğin doğası, hem de kişiler arası bağlar temelden farklıdır. Kuantum kişiliğin tanımında, her ilişki ben olan benliği değiştirir ve kısmen yeniden tanımlar. Yaratıcı ilişkiye girme ve otekilerle guclu bir bağ kurma insanın kendisini tanımlamasının temel ozelliğidir. Benim varlığımın diğer varlıklarla (doğayla) birbiriyle ortuşmuş olarak varolurlar. İnsan, temelde, diğer ilişkisel butunler gibi, kendi varlığı icinde ilişki yaratma eğilimindedir. Bu eğilimlerini yaşayabildiğinde, yalnızlık, boşluk, yabacılaşma ya da kendinden başka birşeyle meşgul olmama eğilimlerine yer kalmayabilir.

[h=2]İstanbul Psikiyatri uzmanlarına ulaşmak icin tıklayın![/h]