Bircoğumuzun dilinden zaman zaman şoyle bir cumle cıkmaz mı? “_Ah keşke cocuk olsam, _O gunlere geri donsem, _Bir sihirli değnek olsa da şu cocukluğuma bir geri donsem” gibi sozlerle ifade ettiğimiz duygularımızı ahlar vahlar icinde sıralarız. Cocuk olmanın dayanılmaz cekiciliğini zaman ilerledikce anlamaya ve kavramaya başlarız.
Cocuk olmanın en buyuk keyfi sınırsız bir hayal dunyasına sahip olmaktır. Sınırsız bir ozgurluk alanı hissidir bizde uyandırdığı duygu. Cocukların cıkarsız ve umarsız hayata bakışı bizleri keşkelerin icine hapseder. Bu duyguları bugun biz yaşadığımız gibi babalarımız, dedelerimiz, anneanne ve ninelerimizde de yaşamıştır. Bazen yaşlılarımızdan duyduğumuz kucuk yaşlarda yaşadıkları yokluklara rağmen o gunlere geri donme arzusu bu duygunun insanda yaş ilerledikce ayrılmaz bir parcası haline geldiğini goruruz.
Cocuk kavramı biz insanlara ozgudur. Ama bazen “yavru” kavramını da kullanırız aslında bu bize değil diğer canlılara ait bir kavramdır. Bazen cocuklarımızı o canlılarla ozdeşleştiririz, hÂlbuki mukemmel olan insan değil midir? Kendi yavrumuzla bir kuzuyu ozdeşleştirebiliyoruz bazen değil mi? Cunku diğer canlıların yavrularına bakarken, tıpkı cocuklarımız gibi bicare ve acziyet icerisinde olduklarını anneye olan gereksinimin hemen hemen butun canlılarda ortak olduğunu muşahede ederiz. Ancak insanoğlu bu yaratılmışlar icerisinde annesine, ebeveynine en cok muhtac olan ve en cok gereksinim duyan varlık olduğunu ve acziyet icerisinde debelenen bir yapısının olduğunu da goruyoruz. Bir hayvanın yavrusu yumurtadan ya da annesinin karnından cıkar cıkmaz birkac dakika icerisinde ayağa kalktığını hepimiz gormuşuzdur. Ama insanın ayağa kalması bir surece bağlı olarak yaklaşık bir bucuk yılı bulmaktadır. Aradaki muazzam farkı goruyor muyuz? Bu durum fizyolojik bir varlık olarak aslında ne kadar aciz bir durumda olduğumuzun gostergesidir.
İnsanoğlunun evlenmek ya da yaşamını karşı cinsle birlikte surdurmek istemesindeki en onemli gerekcelerinden bir tanesi, belki de en onemlisi neslin devamı arzusudur. Neslin devamı duşuncesinin altında aslında olumu reddetme duşuncesi yatar. Yaşama duygusunu ve arzusunu cocuklarına aktararak insanoğlu aslında icinde barındırdığı olumsuzluk arzusunu kendi genetik kodlarına sahip cocuğuna aktararak bu duygusunu bastırmış olur. Bu insanda var olma ve varlığını devam ettirme arzusunun bilincaltına itilmiş ve cocuk yapmayla dışavurulmuş bir tezahurudur.
İnsanı diğer varlıklardan ayrı tutan duşunce ve idrak kabiliyeti kişiye ona yaşamı şekillendirmeyi ve anlamlandırmayı, icini doldurma gereksinimini de verir. Bunu yaparken kendinden olan yeni varlığa yani cocuğuna ayrı bir hassasiyetle bakmasına da vesile olur. İlk atamızdan gunumuze cocuklara atfedilen anlam, yaşama kendinden bir parcanın dÂhil olması ve onu kendinde bulunan eksiklerini tamamlayan bir tamamlayıcı rolunun de verilmesidir. İnsanoğlu zamanla oğrenen bir varlıktır. Oğrendikce bilgiye ulaştıkca kendi eksiklerini gorme ve onu tamamlama ihtiyacı hisseder. Ancak bazen geriye donme şansı yoktur. Bıraktığı yere donememe gercekliği, genetik kodlarıyla kendisinden bir parca olan cocuğuna tamamlayamadığı eksik parcalarını tamamlaması icin bir rol bicmesine neden olur. Bircok ebeveynden duyduğumuz klişe ifadeler vardır ya; “_ Ben okumadım cocuğum okusun, _ Doktor olmayı cok istemiştim Onun icin cocuğumun doktor olmasını cok istiyorum.” Gibi ifadeleri cok duymuşuzdur. İşte bu ifadeler aslında kişide yaşa arzusunun, varolma, yok olmama arzusunun cocuğuna tamamlayıcı rolunu de vererek olumsuzluk isteğinin bir ifade ediş şeklidir. Tarihsel surec icerisinde cocuğu verilen onem aslında kişinin yaşamla bir bağlantısının kopmama arzusunun bilincaltına itilmiş olumsuzluk duygusuyla ilintili olduğunu soyleyebiliriz.
Modernite, Avrupa'da yaklaşık olarak 17. yuzyıl civarında ortaya cıkan, zamanla tum dunyaya yayılan toplumsal değerler sistemine ve organizasyonuna verilen isimdir. Genel anlamda gelenek ile karşıtlık ve ondan kopuşun; bireysel, toplumsal ve politik yaşam alanlarının tamamındaki donuşumu ya da değişimidir. Bu değişim oncelikli olarak yaşanmaya başladı. Bu nedenle gunumuzde her alanda meydana gelene değişimlere en cabuk adapte olan toplumlar genelde batıda sanayileşmiş, sosyo-kulturel değişimlerini gercekleştirmiş toplumlar olmaktadır. Ancak değişime direnc gosteren bizim gibi toplumlar halen bu değişimlerin sancısını ozellikle sosyo–kulturel alanda ciddi olarak yaşamaya devam etmekteler.
Komun yaşamadan gunumuz yaşam standartlarına kadar gecen insanlık tarihi Soy-sop birlikteliğinin hukum surduğu geniş aile modellerini hep diri tutmuştur. Kırsal bolgelerde sosyal ve ekonomik bir birlikteliği surduren bu aileler 20.YY’ın son ceyreğine kadar da ağırlıkta bir yapıyı barındırmaktaydı. Ozellikle sosyo-ekonomik gelişmeler insanların yavaş yavaş bu geniş aile modelinden uzaklaşmasına neden oldu. Ve koyden kente bir akışla birlikte yavaş yavaş kendi icine kapanan apartmanlarda yan komşunun varlığından bile bi-haber, kendi icinde izole olmuş, bir aile profiliyle gunumuz toplumu şekillenmeye başladı.
Geniş ailenin icinde barındırdığı gelenek-gorenek ve sosyal otokontrol mekanizması, yalnızlaşan ve cekirdek aile modeline donuşen gunumuz ailesinde yavaş yavaş ortadan kalkmaya yuz tuttu. Bu aile modelinde dunyaya gelen cocuklar yapayalnız dort duvar arasında oksijenden, topraktan, ağactan uzak sadece duvarlarla ve eline tutuşturulan cin malı oyuncaklar, tabletler, bilgisayarlar ve tv’lerle modern cağa uygun nesiller olarak hazırlanmaya başlandı. Bunun yanında calışan ebeveyn figuru bu cocukların anne babayla da birlikte zaman gecirilememesine neden oldu. Artık cocukları bakıcı anneler veya omurlerinin son demini yaşayan dedeler ve nineler buyutmeye başladı. Yoğun iş saatleri cocukların anne babalarını gunlerce bazen de haftalarca bir arada gormemelerine neden oldu.
Cocuklarıyla zaman geciremeyen anne ve babalar iclerinde yaşadıkları sucluluk psikolojisini bastırmanın yolunu cocuklarını hediyelerle, bir dediklerini iki etmemelerle, onlara anne babalık yapmanın yegÂne yolunun ihtiyaclarını karşılamayla bitebileceği yanılsamalarını yaşamalarına neden oldu. Cocuklarıyla problem yaşayan bircok ailenin klişeleşen cumleleri artık “- ne istediyse yaptık, - bir dediğini iki etmedik, - odasını evin en guzel yeri haline getirdik” olmaya başladı. Ebeveynler, Cocuklarını bilgisayarda bir zamanlar fenomen hale gelen acıkınca ses cıkaran, ağlayan oyun bebekleri oldukları yanılgısını yaşamaya başladılar. Cunku cocuk kavramını dahi tam olarak algılama yetisinden uzak bir ebeveynler ordusu etrafımızda var artık. Cocuk kavramına bakışımız; evlen, cocuk yap, dedeye-neneye ver onlar yoksa bakıcıya ver. E ondan sonra, ondan sonra cocuklar okula başlar. İşte o zaman anne baba tutuşmaya başlar. Cocuk hayatının en onemli evresini ebeveynlerden uzak gecirdikten sonra ebeveynlerin cocuklar uzerindeki otorite kaybı, duygusal iletişimsizlik gibi sorunlar karşımıza cıkmaya başlar. İşte modern cağın cocuklarıyla mucadele bu merhaleden sonra devreye girer.
Surpriz yumurtalarından cıkan surpriz oyuncaklar gibi ne cıkarsa hesabından cocuklar dunyaya getirilmemeli ama ne yazık ki artık yeni nesil ebeveynleri hayata dÂhil etmek istedikleri yeni yavrulara bu şekilde bakmaya başladılar. Bir cocuğun Surpriz yumurtasını bekleme heyecanı ve sonrasında ondan cıkan oyuncakla gecirdiği sure ile ebeveynlerin cocuk bekleme heyecanıyla cocuk doğduktan sonra onlarla gecirdikleri zaman neredeyse eşit gibi. O nedenle modern cağın cocukları bircok ebeveyn icin bir surpriz nesli olmaktan oteye gecmiyor.
[h=2]Tekirdağ Psikoloji uzmanlarına ulaşmak icin tıklayın![/h]
Modern cağın cocukları ve kaygılı ebeveynler
Sağlık0 Mesaj
●22 Görüntüleme
- ReadBull.net
- Kültür & Yaşam & Danışman
- Sağlık
- Modern cağın cocukları ve kaygılı ebeveynler