Gece-gunduz, yaz-kış, guney-kuzey, doğu-batı, soğuk-sıcak, alt-ust, ic-dış, yakın-uzak, kadın-erkek, artı-eksi, doğru-yanlış, siyah-beyaz, nemli-kuru, helal-haram, dertli-dertsiz, olu-diri, genc-yaşlı, kibar-kaba, sorumlu-sorumsuz, duyarlı-duyarsız, konuşkan-suskun, sakin-telaşlı, paralı-parasız, zengin-fakir, mutlu-mutsuz, anlayışlı-anlayışsız, zeki-aptal, yeterli-yetersiz, bağımlı-bağımsız
Zıtlıklar, kutuplar. Cağlar ve asırlar oncesine dayanan doğu felsefelerinde bu konu yoğunlukla işlenmiş Buda, Lao-Tzu, Herakleitos, Mevlana Celaleddin-i Rumi, Abdulkadir Geylani ve daha bir cok isim zıtlık kavramına buyuk onem vermiştir.
Orneğin, Lao-Tzu, insanların iyi-kotu, alcak-yuksek, aydınlık-karanlık gibi kavramlara yuklediği anlamların istek ve hedefleri doğurduğunu ve insanın ancak bu anlamlardan sıyrılarak, hedefleri bırakarak eylemsizliğe gecebileceğini, ancak eylemsizliği icselleştirmeyi başaran kişinin uyumlu bir yaşama gecebileceğini savunmuştur. Bugun hepimizin kabul edeceği 'Gecmişin pişmanlıkları, geleceğin kaygılarıyla cedelleşen insanın icinde bulunduğu anı yakalamaya fırsat bulamayacağı' gerceğini, anda kalamayanların dengeli bir yaşam suremeyeceğini soylemiştir. Ona gore, dengeye oturmanın tek yolu uyumlu yaşama gecmek ve akışa teslim olmakla mumkundur.
Bir başka filozof Herakleitos ise, 'Karşıtlıklar arasında savaş olmasaydı hicbir şey olmazdı der.' O, karşıtların bir araya gelerek uzlaşmaz olandan en guzel uyumu doğduğunu savunur. Varlıkların ve evrenin meydana gelişini zıtların catışmasına bağlar. Bu zıtlıklar arkasında bir olanın yani Allah'ın durduğunu, Allah'ın kimini ozgur kimini kole, kimini erkek kimini dişi yarattığını soyler. Ona gore, inen ve cıkan yol aynıdır, iyi ve kotunun aynı olduğunu gibi. Sıcak soğur, soğuk ısınır, kuru nemlenir, nemli kurur. Ona gore, zıtlıklar sadece bir olanın ayrı yanlarıdır.
Mevlana Celalaeddin-i Rumi 'Gel, gel, ne olursan ol yine gel, İster kafir, ister mecusi, ister puta tapan ol yine gel, Bizim dergahımız, umitsizlik dergahı değildir. Yuz kere tovbeni bozmuş olsan da yine gel... Ben yaşadıkca Kur'an'ın bendesiyim, Ben Hz.Muhammed'in ayağının tozuyum, Biri benden bundan başkasını naklederse, Ondan da bizarım, o sozden de bizarım, şikayetciyim...' diyerek zıt sanılan şeylerin aslında nasıl bir olduğunu geniş hoşgorusuyle anlatmaktadır. 'Madem ki sen bensin, ben de senim, niceye şu senlik benlik...' deyişi ne zıtlığı her şey bir, her şey tek diye yankılanmaktadır.
Zıtlık ve zıtların butunleşmesi kavramama en buyuk katkı sağlayan kaynak Abdulkadir Geylani'nin Fethurrabbani adlı eseri oldu. Yalnız hala halledemediğim şeyler haletliklerimin yanında deniz gibi duruyor. Zıtlıkları anlamak, icselleştirmek, dengeyi bulmak kolay değilmiş, her gun bunun idrakine biraz daha fazla varıyorum; cunku her zıt kavram kumesine ait temel bilgileri edinmek, uygulamak, aslında ilimle amil olmak gerekiyor. Zaten bir gıdım yol gitmek kolay değilken temel bilgileri edinmeden ve onları uygulama alışkanlığı kazanmadan yurumek sanırım kumsalda iğne aramaya benziyor.
Abdulkadir Geylani, Lao-Tzu, Herakleitos, Mevlana, Buda, Platinos, Platon ve daha bircok kişi aynı şeyi farklı şekillerde anlatıyor o kadar, hepsinin ozu bir. Hepsinin ozu birlik, hepsinin ozu şimdide sabit kadem durmakta yatıyor. Hepsinin ozu zıtlıkları eriterek yokluğa yani birliğe ulaşmaktan geciyor.
Bizler, zıtlıklara yani kutuplara gore algılayan, kutuplara gore duşunen, kutuplara gore tepki veren varlıklarız. Bir insana mutsuz diyebilmemiz icin onun mutlu olmadığını, anlayışsız diyebilmemiz icin anlayışlı olmadığını, sorumsuz diyebilmemiz icin sorumluluk almadığını bir şekilde gozlemlemiş olmamız gerekiyor. Birine kelimenin hakkını vererek sorumsuz dediğimizde sorumluluk almıyor, onu sorumluluk alırken hic gormedim, kendini sorumlu boyutunda var etmiyor, demek istiyoruz. Oysa Sorumlu ve Sorumsuz aynı şeyin iki farklı ucları, farklı yuzleri sadece. Bir ozelliğin olması ya da olmaması hali.
Doğu felsefesinden temellerini alan Geştalt Terapi'de de kutuplara buyuk onem veriyor. Bu akım, kişilik ozelliklerini her iki ucunda zıtların bulunduğu doğrusal bir duzlemde değerlendirir. Akıma gore; Sorumsuz-Sorumlu uc noktalardır, bu uclar arasında iki kutbun dengede olduğu bir nokta bulunur, kişi bu noktada iki kutba da eşit mesafede durduğundan ihtiyacına uygun olan kutba doğru hareket etme şansına sahiptir. Aslında denge noktası kişiye secme ozgurluğu tanır. Bu bağlamda kutuplara iyi ya da kotu yakıştırması yapılmaz. Orneğin, kaba-kibar boyutunda kaba kotudur, kibar iyidir ya da kibar kotudur kaba iyidir denilemez, onemli olan kişinin kendi ihtiyacları doğrultusunda, cevresel koşulları goz onunde bulundurarak, nerede, ne zaman, kime karşı, ne olcude kaba ya da kibar davranacağına karar verebilmesidir. Yani kişi duruma gore kibar, duruma gore kaba olabilmelidir. Bu sebeple Geştalt Terapi insanların davranışlarını onların ihtiyaclarını ve cevresel koşullarını dikkate alarak değerlendirir.
Bizler ben dediğimiz vakit, ben olmayan yani sen olan ile aramıza bir duvar orerek kendimizi diğer kutba acmayız. Ben-sen ayrımı, bizi zıtlıklar dunyasından bağımsızlaştıramaz. Ben, benlik, ego yenilmedikce birliğe ulaşmak imkanı olmaz. Sen olanla butunleşmedikce, her şeyi zıtlığa gore algıladığımızı, aslında ben dediğimiz şeyde olmayana tepki gosterdiğimizi fark edemeyiz. Oysa sağlıklı insan her şeyi dengede olan insandır. Gerek fiziksel gerekse ruhsal hastalıkları atlatarak sağlığa yani dengeye kavuşmak icin kutuplaşmayı yenmek gerekir.
Bu yaklaşıma gore insanlar toplum tarafından kabul goren kişilik ozelliklerine sahip olmak isterken, diğer kutbu geliştirmezler. Arka planda kalan bu kutup ise yok olmaz aksine ilkel şekillerde ortaya cıkmaya calışır. Orneğin cok sessiz bir kişinin yuksek sesle bağırıp cağırmaya başlaması gibi. Cevresi tarafından sessiz olarak tanımlanan bu kişi, kendi verdiği tepkiye kendi de şaşırır. Cunku kendisini kutupların tekinde var etmeyi oğrenmiş, diğerini on plana getirmemiş, guduk bıraktığını fark etmemiştir.
Kendimizi başkalarına tanıtırken ne gibi ifadeler kullanıyoruz? Ya da başkalarının bize yapıştırdığı etiketlerin hangilerine onay veriyoruz. Kendimizi hangi kutupta var ediyoruz? Hangi kutbumuzu geliştirmiyoruz? Kendimizin ne kadar fakındayız? Kor noktalarımızı gorebiliyor muyuz? İcsel catışmalarımızın farkında mıyız?
Nihayetinde kabul gormeyen taraf her an patlama potansiyeline sahip. İnkar edilen guclenerek geri donuyor. Guduk bırakılan kendini gostermek icin ortam kolluyor. Bunu kimi zaman el surcmeleri, kimi zaman dil surcmeleri, kimi zaman unutkanlıklar, kimi zaman psikolojik ya da fiziksel rahatsızlıklar, kimi zamanda ciddi hastalıklarla ortaya koyuyor.
Hastalık denilen şey, cozulmemiş problemlerinin bedende ifade bulmasından başka bir şey değildir. İcsel catışmaların bedensel boyutta kendini gostermesidir. Problemlerin sembolik ifadesidir. Gercekte hasta veya sağlıklı diye nitelendirilen beden değildir, beden yalnızca icsel durumun sahnesidir. Ceset hicbir işe yaramaz varlığı icin ruh gerekir. Ruh ise maddesel olmadığından var olmak icin bedene ihtiyac duymaz. Beden yoksa da o varlığını devam ettirir. Normalde kalp atışı, hormonal duzen, nabız, boşaltım, nefes, ısı, sindirim, dolaşım
bir arada uyum icinde calışıyorlarsa sağlıktan, bu işlevlerden biri ya da birkacında sapma olmuşsa hastalıktan bahsedilir. Hastalık, bedensel işlevlerin dengesinde olan sapmadır. Bu doğru; fakat bu denge sapması once ruhsal boyutta kendini gosterir. Orneğin kendisini her zaman guclu olarak kabul eden kişinin gucsuzluğe tahammulu olamaz. Kendinde hissettiği bir guc kaybında yoğun korku ve icsel catışma yaşar. Ruhsal boyutta yaşanan bu sıkıntı bedensel boyutta ifade bulur. Bu yuzden hasta olan beden değildir, aynı şekilde zihinde hastalanmaz, hastalık sadece ruhsal boyutta yaşanan dengesizliklerin bedende ya da zihinde kendini gostermesidir.
O halde beden ya da zihinde beliren hastalık ibareleri, kişinin ruhunda yolunda gitmeyen şeyler olduğunun gosterir. Tum belirtiler bize bir şey anlatmaya calışır. Bu yuzden onlara eğilmek, onları dinlemek, anlamaya calışmak gerekir. Diyelim ensem ağrıyor, iki yolum var. Biri hemen ağrı kesici bir ilac aramak, diğeri sakin bir ortama cekilerek ağrıyı konuşturmaya, onun ne anlatmak istediğini bulmaya calışmak. İlk yol kolay gelen yol olduğu icin coğunlukla başvurulan yoldur; ağrı, enseden ilacın etki suresi dahilinde yok olur, ertesi zaman başka bir organda belirir, yine ilac, başka yere sirayet eder, yine ilac. Nihayetinde kronik ve ciddi hastalıklara kadar gitme tehlikesi. Bu tehlike ; ancak bedene eğilerek, onu anlamaya calışarak onlenebilir. Ensem ya da sırtım ağrıdığında kendime neyin ağır geldiğini, neyi kabul etmekte direndiğimi, neyin altında ezildiğimi, neyi taşıyamadığımı, ne de inatlaştığımı
sorma alışkanlığı edindim. Ağrı kesiciler, bana bu bilgileri veremediği gibi, almama da musaade etmez, belirtiyi yok etmekten başka işe yaramaz. Keşke hastalıklar ilaclarla yok edilebilseydi, bu mumkun değil. Oysa, vucudumuzdan gelen her sinyal bize bir şeylerin doğru gitmediğini zaten gosteriyorken, onu dert değil şifa olarak algılamak en sağlıklı yoldur. Sanırım Yunus'tu 'Derman aradım derdime, derdim bana derman imiş.' diyen.
Abdulkadir Geylani, Lao-Tzu, Herakleitos, Mevlana, Buda, Platinos, Platon'un da anlatmak istediği gibi, ancak bu durumu idrak eden insan hastalık belirtiyle savaşmayı bırakarak, hastalıkları cok sevilen eğitici bir misafir gelmiş gibi karşılar ve misafir gibi ağırlar. Her şey once kabulle başlar, tam teslimiyetle ilerler. Bu sebeple, gelen eğitici misafiri kabul etmek, ona teslim olmak, onun oğrettiklerini kayıtsız şartsız alarak misafiri yolcu etme sırrına ermeye teslim olmak gerekir. Eğiticinin soylediklerini almaz onu kovmaktan utanmazsak, daha sert usluplu eğitimcileri beklemek akıllıca olur. Coğu insan omru hayatı boyunca ders almadan gitmiştir. Oysa ders almak eksik olanın farkına varmamızı, onu davranış reperturamıza eklemeyi, boylece dengelenmeyi vaat eder. Orneğin, nefes bir ritim dahilinde alınır verilir alınır verilir. Almak ve vermek birbirine zıt kutuplardır. Eğer alma ve verme ritmi sekteye uğrarsa yaşamda sekteye uğrar. Vermezsek yeniden alamayız, almamız icin vermemiz gerekir. Eğer verme kutbunu yok edersek diğeri de yok olur. Pille calışan bir alete pilleri artı ve eksi yonlerine uygun olarak yerleştirmezsek alet calışmaz. Artı yonu yok sayarsak ya da diğer kutbu, aleti calıştıramayız. Kutuplar birbirine bağımlıdır, biri olmadan diğeri varlığını surduremez. Kutupsal duşunen zihnimiz bu paradoksu goremez. Bu yuzden aynı şeyin bir o yuzunu bir bu yuzunu algılar. Oysa onlar sadece aynı şeyin farklı yuzleridir.
Kutuplaşmanın ardındaki bu birlik, her şeyi kapsayan ve icinde zıt kutupların henuz ayrışmamış olarak bulunduğu bir'dir. Bu birin dışında hicbir şey yoktur. O zaman ve mekandan bağımsızdır. Orada sadece saf bir oluş hali vardır. Zaman, mekan, sınır, değişmek sadece dunyayı anlamlandırmak icin zihinlerimizin urettiği kavramlardır. Benliğimiz al der. Ev almak, araba almak, ceşit ceşit kıyafetlere, takılara, eşyalara, arkadaşlara
hep bir şeylere sahip olmak ister, oysa her şeyle bir olabilmek icin benliği donuşturmek gerekir. İnsan dengeye her şeye sahip olarak değil, sadece her şeyden vazgecip hicbir şey haline gelmeyi başardığında ulaşır.
[h=2]İstanbul Psikoloji uzmanlarına ulaşmak icin tıklayın![/h]
Kutuplaşma paradoksu ışığında fiziksel ve ruhsal hastalıklar
Sağlık0 Mesaj
●17 Görüntüleme
- ReadBull.net
- Kültür & Yaşam & Danışman
- Sağlık
- Kutuplaşma paradoksu ışığında fiziksel ve ruhsal hastalıklar