Gunumuz insanı karşılaştığı sorunlara bağlı olarak ceşitli duygular yaşamaktadır. Kimi zaman duygulan ile bahşedebilmekte, kimi zaman ise baş edemeyerek adeta duygularının esiri olmakta ve bu nedenle de gunluk yayımını surduremez hale gelmektedir. İnsanları boylesine etki altına alan duygulardan birisi de kaygıdır. Son yıllarda yaşanan sorunlara bağlı olarak artış gostermesi nedeniyle kaygı sıklıkla gundeme gelmekte ve ruh sağlığı ile ilgilenen uzmanların calışma alanlarından birisini, belki de en onemlisini oluşturmaktadır
Gunluk yaşam dilinde sıklıkla kullanılan kaygı ruh sağlığı ile ilgilenen uzmanlar tarafından anksiyete surecini tanımlamak icin kullanılmaktadır. Cok sayıda kaygı tanımı yapılmıştır. Ancak genelde “tehlikeyle baş etmek icin uyumu sağlayıcı bir mekanizma, temel bir insan duygusu ve cok yonlu bir duygu durumu” olarak tanımlanabilir Kaygı konusuna ilişkin acıklamalara buyuk katkı Freud tarafından yapılmıştır.
Bir insanın yaşayabileceği en acılı duygu olarak tanımlanabilen kaygı, psikanalizin ilk doneminde biyolojik kokenli bir olgu olarak kabul edilmiştir. Kaygı kavramının yorumuna da bir değişiklik getiren Freud, kaygıyı egonun bir işlevi olarak tanımlayarak bu duygunun psikolojik bir olgu olduğunu orta­ya koymuştur
Freud’a gore kaygı fiziksel ya da toplumsal cevreden gelen tehlikelere karşı bireyi uyarma, gerekli uyumu sağlama ve yaşamı surdurebilme işlevlerine katkıda bulunur. Ne var ki kaygı nevrotik kaygıda olduğu gibi gercek dişi ve mantığa aykırı bir nitelik alırsa, uyum işlevini yitirir ve normal dışı davra­nışların kokeni olur
Freud’a gore normal insanın yaşadığı kaygı, nevrotik kaygıdan yalnız yoğunluğu bakımından değil, niteliği yonunden de farklıdır. Gunluk yaşamda herkesin bildiği kaygı ” gercekci” kaygıdır. Dış dunyadaki gercek nesnelerden kaynaklanan bu duygu” korku “duygusuyla eş anlam taşır. Gercekci kaygı mantıklı ve anlaşılır olmasıyla nevrotik kaygıdan ayrılır. Bu tur kaygı beklenen ya da karşılaşılan bir tehlikenin algılanması sonucu geliştirilen bir tepkidir. Coğu kez kacma refleksi ile birlikte oluşan bu tepki, yaşamı surdurme ve korunma icgudulerinin bir belirtisi de sayılır.
Psikanalitik kurama gore kaygının gelişimsel olarak belirlenen iki donemi vardır. Birincil kaygılar ve sonraki kaygılar. Birincil kaygının ilk orneği doğum olayıdır. Freud’un kendi deyişiyle ” kaygı doğum surecinde orneklenir’. Organizma kapasitesini aşan nicelikte uyaranlar karşısında kaldığında bir sarsıntı gecirir Doğum anında bebek, yeterli savunması olmaksızın cok sayıda uyaranlarla karşılaşır ve bu durumun yarattığı kaygı sonraki yaşamdaki kaygılara ilk ornek olur.
Birincil kaygıdan sonraki yaşam kaygısına geciş, ruhsal aygıtın id, ego, super ego, sureclerine ayrımlaşarak olgunlaşmasıyla ilgilidir. Bu olgunlaşma, ozellikle egonun belirlenmesi, insan kendini ic ve dış tehlikelere karşı savunabileceği bazı yetenekler geliştirmiş olduğu anlamını taşır.
Ego surekli olarak uc ayrı tehlike karşısındır:
(1) Engellenmelerde dış dunyadan gelebilecek saldırılar,
(2) İd’in icgudusel ve gercek dışı istemleri,
(3) Super egonun cezalandırılması. Kaygı egonun tehlikeden kacış yollarını bir anlatımı olduğundan yukarıda tanımlanan uc ayrı tur tehlikeye karşı uc ayrı tur kaygı geliştirilir.
Gerceklik Kaygısı “korku” ile eş anlam taşır. Dış dunyadaki tehlikeli bir durumun varlığının algılanmasından doğan can sıkıcı bir duygudur. Freud organizma icin tehlike yaratan tehlikelerin algılan­ması sonucu oluşan korku duygusunun doğuştan var olabileceğine soz etmişse de, bazı gerceklik kaygılarının oğrenme sureclerinin sonucu edinildiğini de kabul etmiştir. Freud bircok korkuların oluşumunda kalıtım ve yaşantının birlikte etkileşiminin rol oynadığı goruşunde idi.
2- Torel kaygı Ego’da sucluluk yÂda utanc duygusu yaratır. Ozellikle super egonun vicdan diye bilinen yonu tarafından yaklaşan tehli­kelere algılaması sonucu ortaya cıkar. Torel kaygının kokeninde cezalandırıcı ana baba ile simgelenen nesnel bir korku bulunur.
3-Nevrotik Kaygı icgudulerden gelen tehlikenin algılanması ile ortaya cıkar. Bu bir bakıma egonun icgudusel tepkisel bir eylemle boşalma istemlerini engelleyemediğinde, sonucun ne olabileceğine ilişkin korkusudur.
Freud’a gore nevrotik kaygı uc ayrı bicimde kendini gosterebilir:
1) Bağlantısız kaygı, o anda ortaya cıkabilecek herhangi bir duruma bağlanmaya hazır genel bir kaygı durumudur.
2) Fobik kaygı, belirli bir nesneye ya da duruma karşı duyulan yoğun bir korku ile belirlenir. Dışarıdan gozleyen biri icin tepkinin yo­ğunluğu, tehlikeli olduğu varsayılan durumla orantısızdır.
3) Nevrotik kaygının ucuncu bicimi olan panik yÂda kaygı nobetinde, korku yaratan tehlikeli durumda gosterilen tepki arasında hicbir bağlantı yoktur. Kimi vakit ozgul belirtilerle birlikte, bazen da ba­ğımsız olarak nobetci bicimde gorulur Kaygı kavramının anlaşılabilmesinde en onemli katkılarından biri de kuşkusuz Karen Horney’den gelmiştir. Freud kaygıyı daha cok icgudusel olarak acıklarken Horney toplumsal ve kulturel etmenlere de yer vermiştir.
Ortalama İnsan kaygının yaşamındaki oneminin pek az farkındadır. Bu konuda daha cok, bazı cocukluk kaygılarının, kaygılı ruyalarını ya da gunluk yaşamının dışında kalan orneğin; onemli bir kişiyle goruşmeden ya da sınav­lardan once yaşadığı duyguyu anımsayabilir. Oysa nevrotik insanların coğu kaygılarının farkındadır. Ancak belirtileri bir kişiden diğerine oldukca değişir. Kaygı yaygın olabilir yÂda nobetler biciminde belirebilir. Yuksek yerler yÂda toplum karşısında konuşma gibi belirli durumlar ve etkinliklere ilişkin olarak ortaya cıkabilir.
Nevrotik insanların coğu, arada bir beliren kaygı duygularının farkında olmalarına rağmen bunun uzerinde pek durmazlar. Kimi ise yalnızca yetersizlik duyguları, cokuntu, cinsel yaşamda aksaklıklar vb. duyguların farkındadır ve kaygı duygularını doğrudan yaşamaz. Ancak yakından araştırıldığında, bu belirtilerin altında kaygıların varlığı her zaman ortaya cıkabilir. İnsanın bilinci dışında da kaygı duygusu yaşayabilir. Ve bu yaşamın en onemli belirleyicisi etmenlerinden bir olarak surekli etkinlik gosterirler.
İnsanlar kaygıdan kacabilmek icin her turlu yola başvururlar. Bunun nedeni, kaygının insanın yaşayabileceği en katlanılmaz duygulardan biri olmasıdır. Yoğun kaygı nobetleri geciren insanlar, coğu kez olumu bile boyle bir yaşantıya yeğlediklerinden soz ederler. Ayrıca kaygının iceriğinde kişi icin gercekten dayanılması guc, bazı oğelerde bulabilir. Bunların en onemlileri caresizlik duyguları, kaygının mantık dışı oluşudur.
Kaygı konusundaki acıklamalarıyla Sullivan da dikkat cekmektedir. Sullivan normal dışı davranışları, kaygı kavramının cevresinde ve iki aşamalı olarak acıklar: Kaygının oluşumunu neden olan etmenler ve kaygının yarattığı sonuclar.
Kaygının oluşumuna neden olan etmenlerin başında kişinin yetişmesin­de etkin olan ilişkiler gelir. Bu ilişkiler, cocuğun ana- babası ve oğretmenleri gibi yetişkinlerin yanı sıra, evin dışındaki yaşantıları da icerir.
Aşırı kaygı ozellikle, cocuğun yakın cevresinde kaygılı insanların varlığı ile gelişir. Bulaşıcı bir nitelik gosteren kaygı, anneden yada onun yerini almış olan kişilerden cocuğa empati yoluyla gecer. Toplum temsilcisi olarak cocu­ğun cevresinde bulunan kotu ve yıkıcı kişiler de cocukta kaygı duygusunu oluşumunda neden olabilir. Anne yada bakıcının surekli olarak iniltici davranışlarda bulunması, cocukta korku duygusunu yerleşmesiyle sonuclanabilir, reddedici ve kucuk duşurucu tutumlar cocukta kaygı ve guvensizlik duyguları geliştirir Sullıvan’a gore, ozellikle ergenlik doneminde ana- babaya da diğer yetişkinlerin alaycı ve kucuk duşurucu tutumları cocuk uzerinde yıkıcı etkiler yaratır.
Sullivan, kaygı yaratan etmenler arasında, cocuğun giriştiği ilk toplum sallaşma deneyimlerinin de yer alabileceğinden soz. eder. Cocuk kendi yaşıtlarıyla da baş edebilmek icin bazı yontemler geliştirmek zorundadır. arkadaş ilişkilerinde karşılaştığı itici ve kucuk duşurucu davranışlar, ozellikle eğer evde de benzer tepkilerle karşılaşıyorsa, cocukta yıkıcı izler bırakabilir. Kaygının yoğunluğu oranında davranışlar da aksar, algılama ve dikkat bozukluklu ortaya cıkar
Kaygı kavramına Freud, Horney, Sullivan dışında ışık tutmuş yazar ve araştırmacılar arasında Kirkegaard (1849), Goldstein (1940), Cannon (193/1) sayılabilir, “olume dek suren hastalık” diye tanımladığı kaygıyı Kirkegaard, bit insanın benliğini yitirmesi biciminde yorumlamıştır. Kirkegaard kaygıyı yaş. mm kacınılmaz bir parcası olarak bulmuş, nevrotik kaygının ise benliğin dağılmasında ve anlamsızlıktan doğduğu goruşleriyle cağdaş kavramlara bir temel hazırlamıştır. Goldestein’e gore turlu olaylar sonucu olabilirse de tum kaygıların ortak oğesi bireyin yeteneği ile ondan beklentiler arasındaki uyuşmazlıktır bu durum ise oz gercekleştiğini olanaksız kılar. Cannon dengele^ me konusu uzerinde yaptığı calışmalarında kaygıyı, bedensel duzeyde dengeleşimi bozacak tehlikelere karşı bir tepki yada bozulan dengelerini yeniden duzenleme cabalarım başarısızlığa uğraması sonucu ortaya cıkan durum olarak yorumlamıştır
Kaygının Belirtileri
Son yıllarda ruhsal ve fizyolojik pek cok rahatsızlığın temelinde kaygının yattığı belirtilmekte ve kaygının fizyolojik belirtileri arasında nefes darlığı, mide ağrısı, terleme, ishal ya da kabızlık, nefes alıp vermede duzensizlik, aşırı tepkide bulunma, kesik kesik nefes alma, titreme, gerginlik, el ve ayak parmak­larının soğukluğu, kalp carpıntısı, surekli yorgunluk, aniden sinirlenme, surekli baş ağrısı, bel ağrısı ve boyun kaslarının gergin olması yer almaktadır.
Yukarıda sayılan belirtilere rağmen kaygının her zaman olumsuz olduğu soylenemez. Zek duzeyi normal olan bireylerde yuksek kaygının etkisi başlangıcta olumsuz; sınama yanılma yoluyla kazanılan doğru alışkanlıklar sonucu da yani oğrenmenin daha sonraki evrelerinde olumludur. Zek duzeyi yuksek olan bireylerde kaygının etkisi olumlu, zek duzeyi duşuk olanlarda ise olumsuzdur. O halde kaygıyı her zaman zararlı bir duygu olarak değerlendirmek yanlış olacaktır. Ustelik cağdaş yaşam oylesine tehdit ve tehlikelerle doludur ki korku ve kaygı insani bunlar karşısında uyanık tutma işlevini yuklenmiştir
Kaygının Yerleşmesi Ve Oluşumuna Neden Olan Etmenler
Kaygıya neden olan fizyolojik etmen beyindeki sinirler arasındaki iletiyi sağlayan maddelerden biri olan noradrenejik sistemin aşın etkinliği olarak acıklanmaktadır.
Kaygının yerleşmesi ve oluşumuna neden olan ruhsal etmenler cocukluk ile ergenlik ve yetişkinlik donemi olarak ikiye ayrılarak acıklanmaya calışılmıştır.
Cocukluk Donemindeki Kaygı Uzerinde Etkili Olan Etmenler
Kaygıyı etkileyen etmenler ceşitli araştırmaların konusu olmuştur (Alisinoğlu ve Ulutaş) 2002 araştırmalar sonucunda kaygıyı etkileyen başlıca etmenleri yaş, cinsiyet, anne-baba tutumları, anne baba eğitim durumu, sosyoekonomik durumu, kardeş sayısı ve cocuğun başarı durumu olduğunu belirtmektedir.
Yaş kaygıyı etkileyen onemli bir faktordur. Cocuğun gelişiminde her ya­şın kendine ozgu gelişimsel ozellikler vardır. Cocuğun kaygıları, icinde bulun­dukları yaşın ozelliklerine gore farklılıklar gostermektedir. İlk yıllarda anneye bağımlı olan cocuğun en buyuk kaygısı annesinden ayrılmasıdır. 3-4 yaşlarda erkeklerde iğdiş edilme, kızların baba sevgisini kazanma, erkeklerin ise an­nelerinin sevgisini kazanma kaygısı, ilkokul yıllarında ise arkadaş edinememe derslerinde başarılı olamama kaygısı ve ergenlik yıllarında ise yakın arkadaş­lar edinme, bir grubun uyesi olma, karşı cinse hoş gorunme ve bedenindeki değişiklere karşı duyulan kaygılar gorulur.
Cinsiyet kaygıyı etkileyen bir diğer etkendir. Alisinoğlu ve Ulutaş (2002) bazı araştırmalardan yola cıkarak kızların kaygı duzeyinin erkeklerin kaygı duzeyinden daha yuksek olduğunu belirtmekte ve nedeni olarak da kızların daha duygusal bir yapıya sahip olmalarını gostermektedir. Anne baba tu­tumlarında kaygı ise bulaşıcı bir duygu olması nedeniyle cocuğun cevresinde­ki kaygılı anne baba (hatta ileri yaşlarda oğretmen) varlığı ve bunların cocuk tarafından algılanması veya ozdeşim kurmasıyla gelişebilmektedir. Ayrıca kusurlu anne baba tutumları da cocuklarda kaygıya neden olmaktadır.
Anne baba eğitim durumunun kaygıya etkisi ebeveynlerin sahip olduk­larını eğitim duzeyinin cocuklarına karşı tutumlarını etkileyeceği goruşuyle acıklanmaktadır.
Kardeş sayısını ailenin tutum ve davranışlarına ve ekonomik durumuna bağlı olarak kaygıyı etkileyebilir, kardeş sayısı arttıkca cocuk sadece anne ba­basına ilgisini değil odasını, eşyalarını, kitaplığını, harclığını paylaşmak zorunda kalmaktadır. Bu koşullar da onun kaygı seviyesin yukselmesine yol acabilir.
Okul başarı durumunun kaygıyı etkileyen bir başka etmen olarak acık laması ise cocuğun ailesi tarafından okulda derslerinde başarılı olmaya doğrudan ve dolaylı olarak zorlanmasıyla acıklanmaktadır.
b) Genc ve Yetişkinlerde Kaygıya Neden Olan Etmenler
Ekşi (1982) Ulkemizdeki genclerde kaygının oluşmasına neden olan etmenleri şoyle acıklamıştır: Turkiye’de cocuklar ve gencler otoriteye bağımlı olarak yetiştirilmektedir. Genclerin bağımsız davranışlar, ana babalarca ken­dilerine karşı gelme gibi algılanmakta ve sert disiplin onlemlerine başvurul­maktadır. Aynı durum icin bazen ağır cezalar verilir ki, bazen hic tepki goste­rilmemekte, ceza verirken gerekcesi acıklanmamaktadır. calışmalarını kendi ilgi ve isteklerine gore değil de yetişkinlerin isteklerine gore yapmak zorunda oldukları icin genclere, bu calışmalar yuk gibi gelmektedir. Bu nedenlerden dolayı aşırı boyun eğen, utangac, cekingen, şupheci, bağımlı, engellere karşı hoşgoru gosteremeyen, cesaretsiz, sebatsız, kendi kendine karar veremeyen gencler; sınavlar, karşı cinsle konuşma kalabalık karşısında konuşma duru­munda paniğe kapılmakta, utangac, guvensizlik, sucluluk, aşağılık duyguları on plan gecmektedir.
Cuceloğlu’ya gore kaygının nedenleri ise şoyledir;
Hangi ortamın hangi tur kaygı yaratacağı bir kulturden diğerine farklı olabilir. Ancak tum toplumlar icin gecerli bazı genellemeler yapmak olanağı vardır. Bu genellemeler, kaygı duygusunun ortaya cıkmasına yol acan or­tamlardaki bazı ortak yonleri belirtir.
(1) Desteğin cekilmesi: Fatih’in annesi, babası, kardeşi, evdeki odası, calışma masası, komşuları, arkadaşları, evdeki kopek, kedi onun yaşamının bir parcasıyken, birden bire kendisini yabancı bir şehirde, yabancı bir evde, aile, arka­daş, akraba ve tanıdıklarının hepsinden uzakta bulur. Yeni cevresinde şimdi­ye kadar alışılagelmiş olduğu “destekler” yoktur. Alışılagelmiş cevrenin orta­dan kalktığı boyle durumlarda insanlar kaygı duyar.
(2) Olumsuz bir sonucu beklemek: Pek hazırlanmadan sınava girme, trafik cezasının belirleneceği trafik mahkemesinde duruşmayı bekleme gibi olumsuz sonucların ortaya cıkacağı durumlarda kaygı duyarız.
(3) İc celişki: İnandığımız ve onem verdiğimiz bir fikirle, yaptığımız davranış arasında bir celişki ortaya cıktığı zaman kaygı turunden bir gerginlik duyarız. Bilişsel celişki onemli bir gudu ve heyecan kaynağıdır. Celişkiyi giderecek bir cozum yoluna ulaşıncaya kadar bir derece kaygı duyarız. Orneğin, nukleer silahların insanlığı yok edecek gucte tehlikeli bir gelişme icinde olduğuna inanan birey, bu silahların geliştirildiği bir laboratuvarda calışmak zorunda kalır­sa, kendisini surekli bir gerginlik ve kaygı icinde bulur.
(4) Belirsizlik: Gelecekte ne olacağını bilememek insanlar icin en belli başlı kaygı nedenlerinden biridir. İleride olumsuz turden olayların olacağını bilmek, ne olacağını hic bilmemeye yeğlenir.
Korku ve Kavramlarının Acıklanması
Karen, Horney de yazılarında korku ile kaygıyı sık sık eş anlamda kullanarak iki kavram arasındaki yakınlığı belirtmiştir. Gercekten de her ikisi de tehlikeye karşı geliştirilmiş duygusal tepkilerdir. Her iki duygu da titreme, terleme olum korkusu yaratabilecek denli hızlı kalp atışları gibi bedensel belirtilerle birlikte yaşanır. Ancak ikisi arasında onemli farklar bulunur.
Bir anne sivilce cıkaran ya da nezle olan cocuğunun oleceği korkusuna kapılırsa bu duygu kaygıdır. Buna karşılık cocuk eğer onemli bir hastalık gecirmekte ise annenin tepkisi gercek bir korku olur. Eğer bir insan yuksek İm yerden bakarken yada cok İyi bildiği bir konuyu tartışırken korku duyarsa İm tepki kaygı olarak nitelendirilir, ote yandan kar fırtınasında yolunu yitiren İm insanın duygusu korkudur. Dolayısıyla bu İki duygu arasında yalın ve kesin bir ayrım yapılabilir.
Korku İle Kaygı Kavramları Karşılaştırıldığında Aşağıda
Belirtilen Farklar Ortaya Cıkmaktadır
Korkuda tehlike nesneldir, kaygıda tehlike gizli ve ozneldir.
Korku dışarıdaki tehlike İle orantılı, kaygıda ise durumla orantısız bir tehlike vardır.
Dış tehlike ortadan kalktığında korku duygusu kaybolur, korku gecici bir duygudur. Kaygı da icsel tehlikeler sureklidir,
Korkunun nedeni, kişinin o anki yaşantısındaki var olan tehlikedir. Kaygının nedeni ise kişinin daha onceki yaşantılarından kaynaklanmaktadır.
Korku duygusu yaratan tehlike karşısında gosterilen tepki, başkalarınca olağan karşılanır ve anlaşılır; kaygıda ise gosterilen tepki ile var olan durum arasındaki ilişki başkalarına gore olağan dışıdır ve anlaşılmaz.
Korku karşısında birey kendisini savunmak icin bilincli olarak bazı onlemler alırken, kaygıda ise kişiliğini korumak icin bilinc dışı savunma mekanizmalarına başvurur.
Korku ve kaygı sonucu ortaya cıkan bedensel belirtiler aynıdır.
Oner ve Le Compte (1983) korkuya durumluk kaygı, kaygıya da kaygı demiş ve aralarındaki benzerlik ve farklılıkları fiziksel bir ornekle acıklamışlardır
Durumluk kaygı kinetik enerjiye surekli kaygı potansiyel enerjiye benzer Kinetik enerji gibi durumluk kaygı belirli bir zaman icerisinde ortaya cıkan olay yada reaksiyondur. Surekli kaygı ise potansiyel enerji gibi bir tepkiyi gosterme yatkınlığıdır
[h=2]Ankara Psikoloji uzmanlarına ulaşmak icin tıklayın![/h]
Kaygı nedir? Kaygının belirtileri nelerdir?
Sağlık0 Mesaj
●29 Görüntüleme
- ReadBull.net
- Kültür & Yaşam & Danışman
- Sağlık
- Kaygı nedir? Kaygının belirtileri nelerdir?