Jul Sezar (MO 100? - 44): Buyuk fatih, acıkca gorulen sac dokulme sorunundan nefret ediyordu. Bu, onun icin buyuk bir sorundu. Başındaki azıcık sacıyla gulunc cozumlere başvuruyordu. Zafer kazanmış bir general olur olmaz, defne tacı takmaya başladı. Yapraklarla kelliğini gizliyordu. Oyle bir sac tarama bicimi vardı ki, sacları bozulmasın diye kafasını tek parmağıyla kaşıyordu.

Sezar'ın cinsel tercihleri ustune cok şey yazıldı: Yaptıklarını gozlerden gizlemiyor, her iki cinsten arkadaşlarıyla ilişkiye giriyordu. Oyle ki, lejyonerler generalleri hakkında şu şen şarkıları soyluyorlardı: "Sezar Galyalıları yola getirdi, ama Nikhomedes'in (Bitinya kralı, Turkiye'nin Karadeniz'e bakan yuzundeki bir bolge) altına yattı!" ya da "Yurttaşlar, karılarınıza sahip cıkın! Yetişkin dazlak geldi! Galya'yı altına boğdu, ama burada istediğini bedavaya kapıyor!"


Sezar Octavianus Augustus (MO 63-MS 14): Augustus ilk Roma imparatoru olmasının yanı sıra, belki en unlusu ve oykunuleniydi. Antik ve modern tarih, Jul Sezar'ın bu evlatlığından buyuk politik başarıları olan, devlet orgutunu bilgece ıslah eden, sanatların comert koruyucusu olarak soz eder. Ortalamaya gore cok kısa olan Octavianus'un uzun boylu gorunmek icin topuklu ayakkabı giydiğinden ise pek bahsedilmez. Cabuk soğuk alır, yazın bile kapalı yerlerde durur ve evde bile yun başlık takarmış: Sırf, kendisini uzun sure yatağa bağlayan korkunc soğuk algınlığından korunmak icin.


Augustus (M.O. 27-MS 14)
İmparator zar atmaya bayılıyor; ama kahvaltı ya da akşam yemeği sofrasına oturmaktan nefret ediyor ve dışarıda atıştırıyordu. Aslında, Augustus aslan kalpli değildi. Ne askeri alanda ne de ozel hayatta uvey babasının taktik, stratejik yeteneklerini sergiliyordu (coğu savaşta, uyumak icin cadırına cekiliyordu). "Roma'nın Efendisi" tıpkı kucuk cocuklar gibi, şimşek ve gokgurultusunden korkar, dehşete kapılarak, derhal cok korunaklı bir yer bulmaya calışırdı. Roma ahlakının katı reformcusu olarak kızı Giulia'yla mahrem ilişkiye girmiş ve buna tanıklık eden şair Ovidius'u surgune gondermişti. Bazı kaynaklara gore, ucuncu karısı Livia onu yatakta genc bakirelerle basmıştı

Justinianus (482-565): Bizans imparatoru, Roma'ya gucunu yeniden kazandırdı. Yonetsel ve mali reformlarıyla buyuk hukukcu olarak tanınan onun iki buyuk takıntısı vardı: Birincisi, Konstantinopolis sirkindeki araba yarışları ki, bir tekini bile kacırmazdı. Hatta, onemli diplomatik randevularını atlatma pahasına. Gunumuzdeki gibi bir "Maviler" takımı kurup idareciliğini ustlenmişti. İmparator olmasına karşın, tribunlere takımının renginde bir kazak giyerek cıkıyor, cılgınca aaaahurat yapıyordu.
İkincisi, striptiz gosterilerinin sergilendiği meyhanelerin mudavimiydi. Striptiz yapanları seyrediyordu ve tutkusu oyle buyuktu ki iclerinden biriyle evlendi: Theodora kotu şohretli, ama cok zeki bir kadındı. Eğitilmiş kazlarla sahneye cıkıp insanın kanını kaynatan gosteriler sunardı.

Kutsal Roma-Germen İmparatorluğu'nun kurucusu olan Frank asıllı Charlemagne (742-814): O, 1,92 boyunda bir insan azmanıydı. Değerli savaşcı ve politika ustası, yalnız kalmaktan nefret ediyordu. Mukellef sofralara aşıktı ve gorkemli şolenlerde en buyuk zaafı ortaya cıkıyordu. Kendini overek saatlerce ve hic durmadan konuşuyor, konuklarını sıkıyordu. Onu dinlemek zorunda kalan cakıraaaif ya da sarhoş konuklar sonunda sızıp kalıyorlardı.
Butun gun uzun uzun kestiriyor, oğleden sonra uc saat uyuyor; ama geceleyin dort saatten fazla uyumuyordu. Onemli kararları gece alma huyu olduğundan, butun saraylıları ayağa kaldırıyordu. Bir "asker" olduğu icin, kadınlar dahil, kimseden şiddeti esirgemiyordu. Bir piskoposu, karısının akrabasının sesini eleştirdi diye yumruklamıştı. Alındığı zamanlarda, tam bir kanlı intikamcı kesiliyordu. Hıristiyanlığın koruyucusu ve papanın yardımcısı, aynı zamanda tam bir kadın avcısıydı. Her turlu sosyal tabakadan evli-bekÂr bircok kadınla ilişkisi olmuştu.


Tum zamanların en buyuk sanatcılarından Michelangelo Merisi Caravaggio (1573-1610): Sanat urunlerine ters duşen bir şekilde şiddet yanlısıydı. Alkış topladığı kadar, 16.-17. yuzyıllarda Roma'dan kacan nice hayat kadını ve hatta erkekle beraber olmuştu. Meyhanelere gitmeye ve barbuta bayılırdı. 15 gun boyunca ara vermeden calışır, ertesi ay aaaif catardı. Caravaggio, bir silah koleksiyoncusuydu; ozellikle kılıc ve hancer toplardı. En iyi kaliteden en az yuz orneği vardı. Silahları kullanmayı da iyi bilirdi. Bu tutku yaşamında kalıcı bir iz bıraktı. 1606'da ustune yuklu miktarda bahis yatırdığı tenis karşılaşmasındaki bir oyuncuyu kavga ederken oldurdu. Boylece Napoli'ye kacmak zorunda kaldı.

Wolfgang Amadeus Mozart (1756-1791): Tam bir aaaa delisiydi. Gunde birkac kez, o da nerede bulursa yaşadığı deneyimlerdi bunlar. Gizli ve karanlık bilgilerin aşığı olarak, yaşamının son yıllarında onu takip eden ve Requiem'i sipariş veren gizemli kişiyi, yaklaşan olumunun habercisi olarak yorumlamıştı. Ceşitli soz oyunları ve bilmecelere bayılıyor, uzun kufur dizileri yazabildiği bulmacaları seviyordu. Bunları dostları ve tanıdıklarına yollayıp skandalın yayılmasını sağlıyordu. Ancak, uygunsuz soz dizelerini ozellikle yazdığı bir "ayrıcalıklı" kişi vardı: kız kardeşi.


Napolyon Bonapart (1769-1821): Surekli taşkınlıklar yapmasının otesinde, kaba bir insandı. Sık sık bakanları ve askerlerine İtalyanca kufrediyor, emirlerine ve aaafine uysunlar diye tekmeyi basıyordu. Bir de, savaş meydanını catışmadan once enine boyuna inceleme takıntısı vardı. Yere serilmiş dev bir kartonun ustune diz coker, oraya buraya raptiyeler mıhlardı. "Fransızların İmparatoru" genellikle lekeli giysilerle dolaşır, cunku ustune yemek ya da murekkep dokerdi. Berberlere guvenmediğinden sakalını kendi keser ve beceremediğinden cirkin olurdu. Hele aşk ilişkisine girecekse, pek temiz olmayan kadınlara bayılırdı. Karısı Josephine, eşinin isteklerine boyun eğmek zorundaydı. Askeri seferlerden ne zaman doneceğini onceden haber veren Napolyon, kadının gunlerce sudan sabundan uzak kalmasını emrediyordu.


Winston Churchill (1874 - 1964)
İkinci Dunya Savaşı'nı kazananlardan biri olan "mukemmel devlet adamı", Nobel Edebiyat Odulu sahibi Winston Churchill, alkolikti ve sigara tiryakisiydi. Sabahın gec saatlerine kadar uyurdu. Genellikle oğleden once uyanırdı. Duzensiz biriydi ve yatakta kahvaltı ederdi. Sık sık ve akşama kadar yatakta otururdu. Ote yandan temizlik hastasıydı. Bazen arka arkaya iki banyo yapar, ilkinde temizlenmediğini duşunurdu. Diplomasiden anlamaz, Charles de Gaulle'e katlanamaz, kıyasıya nefret ederdi. Fransız lider kendisini Jean d'Arc'la karşılaştırınca, Orleans'daki İngilizlerin onu yakılarak idama mahkûm etmek icin bir dini mahkeme kurduğunu anımsatmıştı.

Pablo Picasso (1881/1973)
Pablo Picasso ise parayı cok seviyor, servetini evde bırakmak fikrine katlanamıyordu. Bu yuzden ceketinin ic tarafına guvenlik zinciriyle bağladığı buyuk bir para cuzdanı satın almıştı. Aslında para takıntısı en buyuk zaafı değildi, buyuk eserlerini para kazanmak icin sattığında, coğu zaman depresyona girerdi. Haftalarca bunalımda kalır, calışamaz hale gelirdi. Bu, son yıllarındaki buyuk caplı uretimi icin gecerli değildi. Bir yaşamoykusu yazarının yazdığı gibi: "Picasso coğu zaman, şoyle bir dokunduğu altın olan Kral Midas'a benzetilir."