Bağışıklık sisteminin ne kadar onemli olduğu artık cok iyi biliniyor. Onun korunmasının, guclendirilmesinin ve dengeli calışmasının gerekliliği ceşitli yayınlarla topluma anlatıldı.
Hastalıklar ile savaşırken bağışıklık sisteminin silahşorları olan akyuvarlar yani lokositler bizim icin en onemli hucrelerdir. Bunların yeterli sayıda ve fonksiyonlarının sağlıklı olması bizi hastalıklardan korur veya hastalıkları kolaylıkla atlatmamızı sağlar. Akyuvarların bircok alt kolları vardır. Makrofajlar, dentritik hucreler, natural killer (doğal oldurucu hucreler) , B ve T lenfositler, monositler ve bu hucrelerden salınan binlerce faktor, enzim vb. bağışıklığımızı oluşturan, dengede tutan faktorlerdir. Bağışıklığımız neden bozuluyor da biz hastalanıyoruz? İşte bu tum bilim adamlarının yıllar yılı araştırdığı ve hastalıklarla mucadelede odaklandığı konu budur! Bircok mikrobik hastalıklara karşı antibiyotiklerin, antivirallerin keşfi, aşıların ortaya cıkarılması bu yolla sağlanmıştır.
Gunumuzde İmmunoloji ve bağlantılı bilim dallarının yeterli onemi kazanmadığını duşunmekteyim. Sağlam bir bağışık sistemi, oluşan her kanser hucresini her an fark eder ve aynen mikropları ve yabancı cisimleri temizlediği gibi yok eder. Peki, bu neden herkeste calışmaz? Aslında herkeste calışabilir. İmmunoterapi burada devreye girer. Biz bağışıklığımızı tam olarak sağlıklı hale getirirsek kanseri yenebiliriz!
Oncelikle bağışıklığımız neden bozulmuş olabilir gelin bir goz atalım.
Gece uykusu: Bağışıklığımızın en onemli belirteclerinin başında gece uykusunu vaktinde, cok duzgun uyumak ve sabah dinc kalkmak gelir. Bunu sağlayabiliyor muyuz? Sağlayamıyorsak nedenlerini bulup duzeltmeliyiz.
Vucut sıcaklığımız: Sabah yataktan kalmadan uyanır uyanmaz olcumleyeceğimiz beden sıcaklığımız bağışıklık ve metabolizmamızın en onemli gostergelerindendir. Aynı zamanda tiroid bezimizin de calışıp, calışmadığını bize gosterir. 36,5ºC civarı bir sıcaklığımız olmalıdır.
Beslenme: Bu konuda sayfalarca yazı yazılabilir, ancak en onemli faktorler; tedavi esnasında şeker, rafine gıda, unlu mamullerin tumu, her tur ekmek asla tuketilmemelidir. Şekere donuşen alkol ve benzeri gıdalar da derhal terkedilmelidir!
Guneş ve D vitamini: Guneşten gerektiği kadar faydalanılmalıdır. D vitamin seviyesinin uygun duzeyde (80-120 ng/ml) olması icin her gun en az 20 dakika guneş gorulmelidir.
B12 ve folat (Folik asit): B12 seviyesinin 500pg/ml uzerinde, folik asit seviyesinin de 15 ng/ml uzerinde olması uygundur. Boylece vucutta DNA sentezi duzgun yuruyecek, lokositler sağlıklı uretilecek, kemik iliği doğru calışacak ve bağışık sistemi guclenecektir.
Bağırsak flora dengesi: Tiroid fonksiyonları, kortizol seviyesi, pankreasın calışması, insulin direnci, kolesterol, karaciğerin dengesi gibi bircok ana faktoru etkileyen en onemli husus bağırsak flora dengesidir. Alerjilerin tumu, anjiyo-odem, urtiker, egzama, sedef, vitiligo gibi cildi etkileyen tum hastalıklar yine bağırsakların bozukluğunun değişik nedenler ile oluşması sonucu gelişmektedir.
Gıda duyarlılıkları: Gluten hassasiyeti ve laktoz in-toleransı en onemlileridir. Yapılan araştırmalar, gluten hassasiyeti olduğunu duşunen bircok hastanın aslında colyak-dışı gluten hassasiyetine (CDGH ) sahip olabileceğini ve glutenden de fazlasına hassasiyet geliştirmiş olabileceklerini gostermiştir. (New York Times "Well" adlı blogunda kaleme alan Jane Brody). Gluten, buğday, arpa ve cavdarda bulunur. Colyak hastalarında bu protein oto- immun tepkisine yol acıp, bağırsaklara zarar vermesine sebep olur. Ulusal Colyak Farkındalık Kurumuna gore, Amerika'da iki ila uc milyon insan colyak hastasıyken, 18 milyon insanda ise gluten hassasiyeti saptanmıştır. Wallstreet Journal soruyor: "Glutensiz bir diyet daha mı sağlıklıdır?" Yapılan son araştırmalara gore, bahsi gecen 18 milyon gluten hassasiyeti bulunan Amerikalının bir kısmının CDGS hastası olabileceği tahmin ediliyor. 2011'de yapılan bir araştırmada, Monash Universitesinde gorevli olan gastroenterolog Peter Gibson, 34 tane IBS (irritabl bağırsak sendromu) hastasını muayene ediyor ve bu hastaların colyak olmadığı halde glutene kotu tepki verdiklerini saptıyor. Araştırmalarının sonucunda CDGS nin var olabileceğini savunuyor. Daha da onemlisi, başka araştırmalar CDGS hastalarının sadece glutene değil, bazı karbonhidratlara da hassasiyetleri olabileceğini gostermektedir. Bu karbonhidratlar fermente olabilen oligosakkaritler, disakkaritler, monosakkaritler ve polyollardır. (Sorbitol, xylitol, maltitol ve isomalt gibi şeker turu alkol ve tatlandırıcılarda bulunan, birden fazla hidroksil grubu barındıran alkol turleri iceren karbonhidratlar). Araştırmacılar henuz sorunun colyak hastalarında olduğu gibi oto-immun bir tepkiden mi, yoksa glutenin salınım yaptığı kimyasallardan oturu mu oluştuğundan emin değiller. Başka bir araştırmada Gibson, incelediği 37 tane IBS ve CDGS hastalığına sahip kişilerin sadece %8'inde glutene ozellikle tepki verildiğini saptıyor. Bu sonuc araştırmacıları semptomlarda esas sorumlu olan Fodmap (Polyol) karbonhidratlarına yonlendirdi.
Yeni 'Glutensiz' amblemler ne anlama geliyor? IBS'den şikÂyetci hastalar, Fodmap (polyol) karbonhidratlarını altı ila sekiz hafta tuketmediklerinde, sıkıntılarının azaldığını ve hatta kaybolduklarını gormekteler. Uzmanlar bu tur hastaların Fodmap'ları tamamen diyetlerinden cıkarmalarını ve sorunların ortadan kalktıktan sonra tekrar yavaş ve azar azar diyetlerine katıp hassasiyetlerini kendi kendilerine olcmelerini oneriyorlar. CDGS tanısını yuzeysel olarak koymak icin, Mayo Clinic'te Gorevli olan Joseph Murray, colyak hastalığı kan testinin negatif olması, bağırsak biyopsisinin, bağırsakta bir zararın olmadığını gostermesi, semptomların başka hicbir acıklamasının olmaması, glutensiz bir diyette semptomların kaybolması, gluteni tekrar diyete dahil ettiğinizde semptomların geri donmesine dikkat edilmesini oneriyor.(Brody, "Well," New York Times, 10/6).
Bu gun bir cok bağırsak şikayeti olan hastanın; kabızlık, şişkinlik, aşırı ishal atakları gibi altında yatan ana nedenlerinin gıda intoleransları ve bağırsak flora bozuklukları ile bunlara bağlı gelişmiş metabolik hormonal bozukluklar ve yetmezlikler, emilim bozukluklarına bağlı gelişmiş demir, B12, folat, D vitamin, cinko selenyum magnezyum eksiklikleri ve sonucları kaynaklı olduğunu biliyoruz. Bir kişinin kolesterolu cok yuksek ise bağırsak florası cok bozuk demektir. Bir kişinin urtikeri varsa bağırsak ve midesinde kotu huylu bir bakteri ve/veya mantar mutlaka araştırılmalıdır. Eğer bunlar cok once tespit edilir ve onlenirse kanser dÂhil bircok hastalığa karşı korunmuş oluruz. Kanserde İmmunoterapi tum bağışıklığı bozan nedenleri tek tek ele aldığı icin cok onemli bir tedavi şeklidir. Bağışıklığı onaran, guclendiren bir tedavidir. Kemoterapi ve radyoterapiden cok farklıdır. Bağışıklıktaki bozukluğu gidererek, hedefe yonelik tedavi uygular. Bu da tedavide yanıtı guclendirir, yan etkiyi minimalize eder.
CEA seviyesinin onemini onceki makalelerimde de anlatmıştım. Bağışıklığımızın en onemli belirteclerindendir. Yeni belirteclerden biri de bağırsakta salgılanan kalprotektin miktarı, bağırsaktaki inflamasyon ve permeabilitenin yani gecirgenliğin gostergesidir. Bir de bağırsaktaki mukozal bağışıklık seviyesidir. Gunumuzde bunların hepsini olcumleyebiliyoruz. Gluten duyarlılığının olması kişide kanser riskini 5 kat arttırmaktadır. Gluten duyarlılığı olan kişinin glutenden fakir beslenmesi bu riski normalize edebilmektedir. Aynı durum laktoz duyarlılığı icin de mumkundur. 18 yaşından buyuk, ve buyume, gelişme cağını tamamlamış tum erişkinlerde laktoz duyarlılığı olsun olmasın sut icilmesini onermiyoruz. Cunku sut tuketiminin vucutta bir cok growth hormon -IGF -1(buyume hormonları) ve benzeri yolakları uyardığını ve bağışıklığı kotu yonde etkilediğini artık biliyoruz. Bu hormonların uyarılması en cok kanser hucrelerinin beslenip buyumesi ve vucuda kolayca yerleşmelerine yol acmaktadır.
Bağırsak florasının bozulmaması icin, yetiştirme kumes hayvanları, bunların yumurtaları, yetiştirme buyuk ve kucukbaş hayvanlar, yetiştirme balık ve turevleri tuketilmemelidir. Bunlar aynı şeker gibi bağırsağımızın curumesine, bağışıklığımızın bozulmasına yol acar. Alfatoksin iceren karabiber, pulbiber, yerfıstığı gibi gıdalardan da mumkun olduğunca uzak durulmalıdır. Kızartmaları, margarinleri, toksik yağları saymama gerek yok sanırım.
Peki ne yemeliyiz? İyi koşullarda hazırlanmış soğuk sıkım corekotu yağı, uzum cekirdeği yağı, EPA DHA sı yuksek omega 3’ler hindistancevizi yağı ozutu MCT, zerdecal, spiruluna gibi yosunlar, koenzim Q10, alfa lipoik asit, C vitamini, antioksidanların tumu ve beta glukan bağışıklığı destekleyen etkinliği kanıtlanmış gıdalardır.
Kanserde immunoterapi bağışıklıkta oluşmuş arızaların tamiri ile meşgul olduğu icin başarılıdır. Gunumuzde bilim dunyası bu tedaviden uzak kalınamayacağını, hatta daha fazla yakınlaşması gerektiğini anlamıştır. Bugune dek binlerce antibiyotik uretildi ama mikroplar hep galip geldi ve direnc geliştirdiler, bizi yenmeyi başardılar. Bunun cozumunun vucudumuzun doğal savunma sisteminin guclendirilmesi olduğu yeni yeni anlaşılmaktadır.
Zararın neresinden donsek kardır diyerek, daha bilincli beslenerek, bağışıklığımızı guclendirelim. Bunu bir yaşam şekli haline getirelim.
Sağlıcakla kalın.
[h=2]İstanbul Dahiliye uzmanlarına ulaşmak icin tıklayın![/h]
Kanserde immunoterapi ve bağışıklık sistemi
Sağlıklı Yaşam0 Mesaj
●19 Görüntüleme
- ReadBull.net
- Sağlık Forumları
- Sağlıklı Yaşam
- Kanserde immunoterapi ve bağışıklık sistemi