Osmanlı İmparatorluğu’nda da Rumeli topraklarında yaşayan Cingeneler ayrı yonetim sayılmışlardı. Cingene Sancağı olarak adlandırılan bu yonetim biriminde, Cingenelerin yonetsel, mali ve askeri işleri duzenlenirdi.


Hukuki vaziyetleri. XVI. asrın başlarından itibaren, Rumeli'deki Cingeneleri, askeri maksatlar ile vucuda getirilen diğer bazı teşekkuller gibi, bir teşkilata bağlı goruyoruz. Mekezi Kırkkilise olan ve Eski Hisar-ı Zağra, Hayrabolu, Malkara, Doğenci-Eli, İncugez, Gumulcune, Yanbolu, Pınar-Hisar, Pravadi, Dimetoka, Ferecik, İpsala, Keşan ve Corlu mıntıkalarını ihtiva eden bir Cingene livası ihdas eedilmiş ve Cingeneler vaktiyle anadolu'da vucuda getirilip, sonradan Rumeli'ye de naklonunan musellem teşkilatına sokulmuştu. Yine Rumeli'de mevcut Cirmen, Kızılca ve Vize musellemlerinden ayrı bir liva olan Cingene musellemleri de 938 (1531)'de, diğerleri gibi, 3-4 musellem ile 9-12 yamaktan murekkep ocaklar halinde tahrir edilmişti ki, musellemleri, seferlerde yamaklarından avarız-ı divaniye karşılığı olarak, 50'şer akce harclık alıp, nobetle iştirak ederlerdi. Sefer olmadığı zaman, hic bir şey almazlar ve hizmete alınan nobetli musellem de o senenin agnam vergisini (adet) vermezdi. Musellemlere ayrıca birer ciftlik mikdarı yer tahsis edilmişti. Ciftliğin hasılatını sefere giden alır, nobetli olmayanlar da, yamaklar gibi 50'şer akce harclığı ve oşurlerini "eşen muselleme" verirlerdi. Bazan zaruret halinde, ucu veya dordu de hizmete alındığı takdirde, ciftlik hasılatını ve yamakların 50'şer akce harclığını aralarında mutesaviyen taksim ederlerdi. Cingene musellemlerinin de vazifesi seferde top cekip yol yapmak ve askere erzak taşımak gibi, geri hizmetleri idi. Musellemlerin başında ceribaşıları (seraskeran) olan tımarlı sipahileri bulunuyordu ki, tahrir defterlerinde bunların statuleri (kanun-i seraskeran-ı liva-i cingane) ayrıca tesbit edilmişti. Buna gore, timarlarında olan gocebelerin resimleri "resm-i haymane" olarak, kendilerinindir. Buna mukabil sancak beyinin haslarında sakin olan gocebelerin vergileri cingane livasının sancak beyine aitti. Ceribaşı, timarındaki curum ve cinayet resmi ile 'arus (gerdek) resminin yarı hasılatını alır, yarısı ise, sancak beyine verilirdi. Fakat badihava resimleri tabir olunan vergiler (yuva, kackon v.s. resimleri) tamamen ceribaşınındı. Boyle bir timarda Boyle bir timarda bulunup da yuruk, tatar, canbaz gibi askeri ve yağcı, kureci gibi mali ve iktisadi sınıflara mensup olanlardan ziraat ile meşgul ve ciftlik tutan kimseler, birinciler 12, ikinciler 20 akce olmak uzere, resm-i ciftlerini ceribaşıya verirlerdi.

Bu livanın ceribaşıları Cingene olmayıp, bilakis oteden beri timarlu sipahileri sınıfına mensup beyzade ve sipahizadedir. Bunların timarları livanın muhtelıf mıntakalarında olup, kendileri de bir veya birkac nahiyenin musellemlerini sefere sevkederdi. Mesela 938'de cingane livasının bir timarlu sipahisi Yanbolu'da muhtelif koylerde 11.463 akce varidatlı bir timara ve kızılağac Yenice'sinde bir koyde 1555 akce varidatlı ayrı bir timara sahiptir ve kendisi seferde bu iki yerden başka Keşan, Malkara, Gumulcune v.s. gibi yerlerin musellemlerini de idaresi altına almaktadır. Diger taraftan cingane livası timarlıları arasında dergah-ı ali cavuşlarından ve serkurekcilerinden bazılarının da bulunduğu gorulmektedir. Hatta bu tarihte Rumeli kethudası Husam Bey�in, 963/1555'te Rustem paşanın ve serhazinedar Piri Ağa'nın bu sancak teşkilatı arasında hasları vardı.

Cingane livası sancak beyine gelince, bazen cingane musellemleri zabiti, bazen Kırkkilise sancağı musellemleri beyi denilen bu,, mirliva-i cingane", aynı zamanda, Vize yurukleri subaşı ve Vize musellemleri zabitidir ve ekseriya, cingane sancağını yazan defter eminleri bunları Vize musellemleri ve bazan da Vize yurukleri ile birlikte kaydetmişlerdir. Gerek sancak beyi, gerek cericibaşıları, has ve timarlarından, yukarıya bahsettiğimizden maada diğer bazı aynı ve nakdi vergilerde alırlardı. Mahallin hususiyetine gore, ceşit ve miktarları değişen bu vergiler arasında, mesela, buğday, arpa, yulaf, burcak, nohud, bakla gibileri bulunduğu gibi, oşr-i kovan (bal vergisi), oşr-i bağ, oşr-i bostan, oşr-i ketan, resm-i asiyabi (değirmen vergisi), resm-i ağıl v. b. nevinden olanları vardır.

Musellenlere tahsis edilen ciftlikler veya bu ciftliklerin bir kısmını teşkil eden zeminler, mezraalar bazen, muhtelif tahrirlerde başka başka musellemlere ocak yazıldıkları icin, bir ihtilaf mevzuu olmakta ve meselenin halli ait olduğu mıntaka kadısına bırakıldığı gibi, ceribaşılara tımar olarak verilen koylerede mudahale yapıldığı vaki idi.

Murad III. devrinden itibaren, diğer askeri teşkilat gibi, Cingene teşkilatı da bozulmağa başladı. 987/1579 da, İran harbi sırasında, Bender tarafına hizmete memur edilen Cingane musellemleri, defterin teslim edilmediğini bahane eden yamakların harclık vermemeleri yuzunden, vazifelerine gidememiş ve Cingeneleri yola getirmek hususunda Kırkkilise, Hayrabolu ve Babaeski kadılarına emir ve hukumler gonderilmesine mecburiyet hasıl olmuştu. Diğer taraftan devlet ve saray ricalinin yolsuzlukları cumlesinden olarak, sipahi tımarları ve hatta zeametler Cingenelere tevcih edilmeğe başlandı. Nihayet, XVII. asır başında, umumiyetle yayalar ve musellemler gibi, cingane musellemleri de kaldırılmış ve mukataaya bağlanmıştır. 1032 (1622)'de Rumeli Cingenelerinin cizye ve ispenclerinin (bir nevi şahsi vergi) kıptiyan nezareti muhasebesi kaleminden iltizam suretiyle ve mukataa şeklinde Sipahi-zadelerden İbrahim Bey'e tevcih edildiğini goruyoruz ki, 1555'teki cingane livası hasları, timarları ve ocakları hasılatı yekunu (6.244.462 akce) bu tarihteki mukataa icmalidir. Bu mikdardan ne kadarının hangi vazife sahiplerine saliyane, mevacip veya ocaklık olarak verildiğini bildiğimiz gibi ne kadarının Sultan Ahmed camiine, Edirne'deki Sultan Beyazıd evkafına veya Edirne'deki hassa cerrahları ile Hassa suyolcularına v.s.ye tahsis olunduğunu tesbit edebilmekteyiz.

Rumeli cinganeleri, mukataaya bağlandıktan sonra da, hususi durumlarını muhafaza etmişlerdi. Diğer reayanın odediği avarız-ı divaniye ve diğer resimlerden muaf (taife-i kıptiyan kadimden mafruz al- kalem ve maktu al-kıdem serbest) tutuluyor, buna karşılık maktu olarak senede musellem olanlarından 655'er akce alınıyor, fakat cizye talep olunmuyordu. Hıristiyan olanlardan ise 730 akce alınıyordu. XVII. asrın sonlarına doğru kıptiyan mukataasına serhad Cingenelerinin de (kıptiyan-ı serhadluyan) 830.000 akce maktu'a ve cizye ile dahil oldukları gorulmekte ve Serez, Ohri, Filibe, Niğbolu, Silistre ve Prezerin gibi yerlerdekilere de teşmil olunmaktadır. Bu sırada cizye veren Cingenelere, Balkan yarım adasının her tarafında, bilhassa, Elbasan ve Avlonya gibi Arnavutluk taraflarında ve Uskup, Vulcetrin, Preştine havalisinde, Mora, İnebahtı ve Karlıeli'nde, Ege adalarından bir coğunda rastlanmakta idi. Cingane mukataasına, bu sırada, Anadolu'da İzmit ve Bursa'nın da dahil olduğunu goruyoruz. D'Ohsson'un, Anadolu'daki kıptiler hakkında sarih olmayan kaydı buna telmih olsa gerektir.

Cingenelerin vergisi, Avusturya harpleri yuzunden devletin fazlaca para sıkıntısı cektiği bir sırada, Mustafa II.'nın ilk saltanat senesinde (1106=1695) hayli arttırıldı. O zamana kadar 45.000 kuruşa toptan verilen bu mukataanın, bundan sonra, hıristiyanlara tatbik edildiği şekilde, evrak ile cibayet olunmasında miriye cok fayda te'mini duşunulerek, Rumeli ve Anadolu'daki Cingenelerin yekunu 45.000 kişi (erkek ve buyuk) ve bunlardan 10.000'i islam ve 35.000'i hıristiyan olduğu tahmin edilmiş, muslumanlarına 5, hıristiyanlarına 6 kuruş tayin olunarak, hasıl olan 260.000 kuruşun parca parca, diğer havass-ı humayun mukataaları gibi, talibine satılması ferman olunmuştu (krş. Raşid, Tarih, II, 328 v.d.). Buna gore XVIII. asrın birinci yarısında, cizye ve maktuaların cibayeti yer yer muhtelif şahıslara havale edilmekte olduğu icin bundan sonra Cingenelerin mali mukellefiyetleri, bazan da suistimaller ile, artmış, bunun neticesi olarak, Cingenelerin birer suretle cizye ve maktua resmi odemekten kacındıkları ve bazı kimselerin de bunları himaye ettikleri gorulmuştur (krş. Başvekalet arşivi, İbnulemin, dahiliye, tarih 1116, 1136, nr. 2516, 2622). Muhtelif yer ve zamanlarda devam eden bu gibi hallerin onune gecmek maksadı ile, 1155 (1742)'te, padişahın yıllık masrafına tahsisen hassa bazirgan başısına ocaklık tayin edilen İstanbul, Edirne, Cirmen ve Kocaeli sancakları dahilindeki Cingenelerin cizye ve maktuaları ile miri mallarının tahsiline kadı, mutesellim, voyvoda, selatin evkafı zabitleri v.s. taraflarından mumaneat gosterilmemesi hakkında alakadarlara divan tarafından emir ve hukumler gonderilmesine mecburiyet gorulmuştu. Bazı yerlerdeki cingane cizye ve maktualarının saray mensuplarına ocaklık suretiyle verilmesi keyfiyeti XIX. asır başlarında da henuz cari bir usuldu. Halbuki, vukua gelen harpler dolayısiyle, Cingeneler, yaşayışları itibariyle de kolaylık gorerek, sık sık yer değiştiriyor ve mukataa multezimleri ile ocaklık sahiplerini muşkul mevkie ve ehemmiyetli zarara sokuyorlardı. Boyle bir zaruretin de sevki iledir ki, tanzimattan sonra bir taraftan Cingenelerin tahrirleri ile iskanları cihetine gidilmiş, diğer taraftan da vergilerinin cibayetinde daha başka esaslar aranmıştır. Oyle gorunuyor ki, Cingenelerin tesbit ve ve tahrirleri yolunda yapılan teşebbusler, imparatorluğun en uzak mıntıkalarında bile başarı ile neticelenmiş, mesela doğu Anadolu'da, Diyarbekir, Beşiri, Capakcur, Midyat, Mardin havalisindeki musluman Cingeneler ayrı ayrı tesbit edildiği gibi, Bosna'da da iskan şekilleri ile kimseye zarar ve ziyanları olmamak uzere, murur nizamına tevfikan vakit ve mevsiminde gocup gitmeleri te'min olunmuştur.


İşleri, yaşayış ve adetleri. Cingenelerin XV. asırda Anadolu'da ve Rumeli'de nerelerde ve nasıl bulunduğunu tayine yarayacak elimizde, şimdilik, tarihi kayıtlar yoktur. Ancak Selim I.'in Caldıran seferi esnasında Erzurum'dan sonra konakladığı yer, Kara-Cingene adlı bir koy olduğuna gore Cingenelerin, her halde XV. asır nihayetlerinden itibaren Anadolu'da yerleşmiş bir halde de bulundukları anlaşılmaktadır. Anadolu'nun bir cok yerlerinde Abdal adını taşıyan fakat halk arasında -kendileri bu isnadı asla kabul etmemekle beraber- Cingene addolunan zumreler vardı ki, bunlar da hemen umumiyetle Cingenelerin gorunuşunde idiler ve meşguliyetleri aynı idi. Ahmed Vefik Paşa'ya gore, Hasan Abdallu taifesi de Ankara civarında ve Kızanlık'da yaşayan bir Cingene taifesi idi. XVI. asrın ikinci yarısına ait diğer kayıtlardan hususiyle garbi Anadolu'da Cingene taifesinin kalabalık bir halde bulunduğunu gormekteyiz. 975/1567'te Beyşehir beyine, 977/1569'de Antalya, Aydın ve Saruhan kadılarına verilen emirlerden oğreniyoruz ki, Cingeneler, gurbet adı verilen yine gocebe bir taife ile birlikte, o mıntıkalarda huzursuzluk amili olmakta, yolları keserek adam soymak, tarla ve harmanlardaki mahsulu yağma etmek, hatta mescidlerin kilim v.b. eşyasını kaldırarak "şer'e dahi itaat" gostermemek suretiyle ahaliyi ve devlet otoritelerini kendilerine karşı mucadeleye mecbur etmektedirler. Cingenelerin Rumeli'de de daima at besleyerek bu gibi yolsuzluklara teşebbus ettiği gorulduğu icindir ki, gurbeet ve Cingene taifesinin ata binmemesi, zaruret halinde, eşeğe ve arabaya binmesi, at ve kısrak beslememesi, hatta İstanbul'da at canbazlığı yapmaması muteaddit emirlerde ve Rumeli'deki sancak beylerine, Kırkkilise ve İstanbul kadılarına bildirilmiştir.

Kendilerine İstanbul'da Edirnekapısı dahilinde, oteden beri, bir yer gosterilmişken sonra bir yolunu bularak, XVIII. asrın ortalarında, şehrin ic mahallelerine kadar sokulmuş, Fatih camii civarında buyuk Karaman ve Dulger-zade mahallelerindeki odalara yerleşmiş ve murtekib-i nevahi ("suc işler") olarak tanındıkları icin, vuku bulan şikayetler uzerine eski yerlerine, şehrin kenarlarına cıkarılmalarına mecburiyet gorulmuştu. Zaten daha evvel de, Cingenelerin daha başka turlu yolsuz hareketlerinin onune gecmek uzere zaman zaman şiddetli hukumler cıkarılmıştı. Cingenelerin İstanbul'a Gumulcene'den ve Menteşe sancağından Fatih tarafından getirilip yerleştirildiklerini Evliya Celebi kaydeder. Mamafih Yenibahce, Sulukule, Ayvansaray, Uskudar, Kasımpaşa semtlerine de bilahare yerleşmişlerdi. XIX. asrın ikinci yarısında, Paspati'ye gore, İstanbul'da 140 Cingene ailesi vardı. Silivri, Corlu, Catalca, Buyukcekmece ve Tekirdağ kasaba ve şehirlerinde yerleşmiş Cingeneleri de tesbit eden (123 aile) ve bilhassa Osmanlı imparatorluğundaki Cingenelerin dillerini inceleyen bu muellif Rumeli'nin diğer yerlerinde de yerleşenlerin gocebelere nazaran cok az olduğunu tasrih ve bu hususta yanlış rakam ve malumat veren Ami Boué'yi tenkit etmektedir.

Gocebe ve yerleşmiş Cingeneler arasında gerek dil, gerek yaşayış ve adet bakımından ehemmiyetli farklar meydana gelmiştir. Gocebeler, kendilerine mahsus vasıfları ve dillerinin hususiyetlerini muhafaza ettikleri halde, yerleşenler yerli halk ile karışmalarından dolayı, hem dillerine Turkce ve rumca kelimeler girmiş, hem de gocebe Cingene adet ve yaşayışını terk etmişlerdi. Yerleşmiş Cingeneler gocebeler ile temastan cekinir ve onları cail ve kaba bulurlar. Buna mukabil gocebeler de onları hakir gorur ve "kalp Cingene, kalpazan Cingene, reaya Cingenesi ve Lakhos" adları ile tesmiye ederdi. Gocebeler dillerine Cingenece romanes demektedirler. Paspati'ye gore, Rumeli Cingenelerinin dili Avrupa ve Amerika'da dağılmış butun Cingene dilinin anasıdır. Cingeneler Turklere ve umumiyetle muslumanlara khorakhai adını verirler. Rumlara verdikleri umumi isim Balamo'dur. Hıristiyan Cingenenin adı da balamorom'dur. Bulgarlara das, arnavudlara da cibano adını vermişlerdir.

İstanbul'da yerleşenler, ekseriyetle Macaristan ve Romanya'daki cigan orkestraları derecesinde olmamakla beraber, musikişinas olurlar. Fakat Cingenelerin asıl gorulecek hayatı harman yerlerinde, cergilerde, sepetler, maşalar, sacayaklar, ayılar, fal cıkınları arasındadır. İlk baharda kışlaktan cıktıkları zaman İstanbul civarındakiler ya Buyukdere'de veya Cırpıcı ile Corekci arasında, dere kenarında cadır kurar, kakkava tesmiye ettikleri ve tencere bayramı demek olan 3 gunluk hususi bayramlarını kutlar, bu muddet zarfında mutemadiyen şarkı soyler, oynar, birbirlerine ziyafet vererek eğlenirlerdi. Bayram sonunda ceribaşı senelik vergisini toplar, sonra dağılırlardı; rumi 23 nisana (6 mayıs) tesaduf eden ve Paspati'nin devrinde Rumeli'nin bir cok yerlerinde tatbik edilen bu bayram, bazılarına gore, aidatını kolaylıkla toplayabilmesi icin ceribaşılar tarafından adet olarak konmuş ve Cingeneler vergilerini başka usuller ile vermeğe başladıktan sonra artık bundan vazgecmişlerdir.

İstanbul'da ayı oynatanlar bu Cingenelerdendi. Bunların hususi adları Orsar'dır. Evliya Celebi, esnaf-i ayıciyandan bahsederken, Balat'ta sakin "pirsiz kıptiler" olduklarını, avcı başılara mensup bulunup, alaylarda 70 kadarının resm-i gecide iştirak ile Alay koşku onunden gectiklerini, o devirdeki meşhur ayıcı Cingenelerden Kar-yağdı, Bin-bereket, Bazu-oğlu v.s. gibi kimseler bulunduğunu kaydetmektedir.

Cingenelere ait dilimizde "Cingene duğunu, Cingene kavgası, Cingene borcu, Cingene cergesi gibi oradan oraya surer, Cingene calar Kurt oynar, Cingene evinde musandıra" gibi tabir ve darb-ı meseller kalmıştır. Diğer taraftan Ahmed Mithat Efendi'nin Kağıthane'deki bir Cingene kızının kendisine karşı alaka gosteren bir İstanbul'lu tarafından tebiye ve tahsil ettirilerek olgunlaştığını gosteren bir romanı ile Osman Cemal Kaygılı'nın, Topcular'da ve Erenkoyu ile Camlıca'da Cingeneler arasında hayatı tasvir eden, aynı zamanda İstanbul'un muhtelif yerlerinde yerleşmiş meşhur calgıcı Cingeneleri anlatan orijinal romanını, cinganalarin romancılığımıza da mevzu teşkil eden birer misali olarak zikretmek lazımdır.





Doc. Dr.M. Tayyip GOKBİLGİN