Koşuşturma kulturu, neredeyse hic dinlenmeyen, dinlenseler de akılları surekli işlerinde olan insanların psikolojilerini anlatan bir kavram diyebiliriz. Aslında bu kulturu benimseyen bireyler, halk tabiriyle işkolik olarak anılan kişilerdir. 7/24 iş duşunen, iş dışında başka bir hayatları olmayan bu insanların, surekli meşguliyet icerisinde olduklarını gorebiliriz. Cunku onlar hic durmaksızın calıştıkları zaman, gercek başarıyı elde edeceklerine inanıyor.
Keza dunya capındaki iş piyasalarında da calışanlara, hep daha hızlı olmaları/daha sorunsuz iş cıkarmaları ve her daim olduklarının ''dahası'' olmaları gerektiği algısı empoze ediliyor. Biz de bu yazımızda, surekli bir koşuşturmaca icerisinde olanların, aslında kendilerine nasıl buyuk zararlar verdiklerini tartışıyoruz.
Bu kişileri ele veren en buyuk ozellikleri, bir molaya cıktıklarında veya bir tatile gittiklerinde, calışmadıkları her saat icin pişmanlık duymalarıdır.
Bu ozellik genellikle kişinin genclik yıllarında ortaya cıkıyor. Cunku o donemlerde bireyler, cevrelerindeki yetişkinlerden ''hep daha iyisini yapmalısın'', ''her daim kendini ileriye taşımalısın'' oğutlerini alıp benimsemeye başlıyor. Bu da onların, hayatın tek amacının toplum tarafından onaylanan saygın bir konum elde etmek olduğunu duşunmelerine yol acıyor. Boylece maraton koşar gibi başarı adına koşmaya başlıyorlar.

Bu kişiler icin bir muddet sonra ara vermek veya dinlenmek, hicbir anlam ifade etmeyen kavramlar olmaya başlıyor. Ki coğu da calıştıkları şirketlerde, patronlarının bitmek tukenmek bilmeyen beklentilerini karşılamak icin durmadan mucadele veriyor. Boyle yaptıklarında, iş ortamında değer goreceklerini duşunuyorlar ancak sonuc hep husran oluyor.
Cunku bu insanları tanımlayan en belirgin ozelliklerinden biri de surekli calışmaktan ziyade, iş tanımlarına dahil olmayan işleri bile yapmaya calışmalarıdır. Bu da onların, diğerlerinin gozunde ''her şeyi, sorgusuzca yapan bir joker eleman'' olmalarına sebep oluyor. Boylece insanlar, bu kişileri verdikleri emekler icin takdir etmemeye, gormezden gelmeye başlıyor. Bu da koşuşturan bireylerin, bir sure sonra yaptıkları hicbir işten tatmin olmamalarına yol acabiliyor. Yani bu durum, aslında kişinin işinde başarılı olmasına yardımcı olmuyor aksine onun, tukenmişlik sendromu yaşamasına yol acabiliyor.
Aslında bu duruma neden olan en onemli iki etken: Toksik pozitifliğin arkasına sığınan mukemmelliyetci patronlar ve rekabetci iş arkadaşları...
Gunumuzun populer kulturu, hayatın tum zorluklarına karşı insanlara olumlu duşunmek gerektiğini aşılıyor. Hatta bu pollyannacılık derecesine varan olumlayıcı tutum yuzunden, insanlar artık gerceklerden kacarak bir hayal dunyasında bile yaşayabiliyor. Bir kere stresli durumlarda her zaman olumlu hissedemez ve duşunemeyiz. Her şeye olumluluk fetişizmi icerisinden bakan insan toplulukları, hayatta olumsuzlukların da olması gerektiğini kesinlikle anlamadıkları icin sizin iş hayatında yaşadığınız stresi de anlamayacaklardır.
Eğer iş hayatında patronlarınız ve iş arkadaşlarınız tarafından ''cabuk pes etme, herkes aynı durumu yaşıyor'', ''başkaları yapıyorsa sen de yapabilirsin'', ''şikayet etme, bak millet nasıl koşullarda calışıyor'' gibi soylemler duyuyorsanız, tebrikler, nur topu gibi toksik bir calışma ortamına sahipsiniz.

Ki zaten bu tutumlar, koşuşturma kulturunu de besliyor. Mesela birine bu şekilde yaklaşmak, onu daha fazla calışması icin motive etme amacı taşıyormuş gibi gorunse de aslında kişiye belki de hic taşıyamayacağı bir sorumluluk yukleyebiliyor.
Herkesin yeteneği ve kapasitesi birbirinden farklı. Fakat biz kapitalizmin tek tip başarı anlayışını oyle icselleştirmişiz ki bunu herkese indirgemeye calışıyoruz. Bu da kişinin, surekli iş arkadaşlarıyla yarış halinde olup daha fazla on plana cıkmaya ve daha fazla imtiyaz elde etmeye kendini adamasına yol acıyor. Cunku bu anlayışta başarıya giden yol, kişinin sadece kendini işine adamasından geciyormuş gibi bir algı oluşuyor. Duşunun, ozel hayat, hobiler, aile, arkadaşlar... Bunların hicbiri koşuşturma kulturu icerisinde onemsenmiyor.
Ancak tek mesele bu değil. Mesela eskiden insanlar işten eve geldiklerinde, iş ile ilgili tum iletişim kanallarıyla bağlantıları kesilirdi cunku yuz yuze iletişim hakimdi.
Ancak artık teknoloji ilerledi. Bu nedenle akıllı telefonlarımız sayesinde, surekli iş ortamıyla bağlantı icerisinde olabiliyoruz. Ki bu durum, kişinin uzerinde surekli network'leriyle iletişimde olması gerekiyormuş gibi bir baskı yaratıyor.
Yani bu durumda insana kendine ayıracak bir zaman zaten kalmıyor desek yalan olmaz. İnsanlar, iş gruplarında ne konuşulduğunu kacırmak istemiyor. Bu yuzden nerede olurlarsa olsunlar surekli iletişim kanallarını kontrol ediyorlar. E sonuc olarak evde bile bu kadar işle haşır neşir olmak, kişinin zihinsel olarak da yorulmasına yol acıyor diyebiliriz.
Koşuşturma kulturune gore ne kadar meşgulsen; o kadar yuksek maaş, o kadar yuksek statu, o kadar yuksek bir iş teklifi alma şansın var demektir. Kısacası bu duşunce bicimine gore işkolik olmak, kişinin kariyer konusunda hayatını kurtarıyor. Fakat bir onceki başlıkta ele aldığımız gibi durum hic de oyle değil.

Mesela yapılan bir araştırmada, Birleşik Krallık'ta yaşayan ve aktif iş hayatı olan vatandaşların neredeyse %15'inin, iş hayatında yaşadıkları stres nedeniyle psikolojik sorunları olduğu tespit ediliyor.
Yine Japonya'da yapılan başka bir calışmada da bu ulkede yaşayan ve psikolojik rahatsızlığı olan işcilerin sayısının, diğer ulkelerdeki işcilerden daha fazla olduğu goruluyor. Bir diğer araştırmada ise uzun calışma saatlerine tabi tutulan calışanların, daha sık depresyon ve uyku bozuklukları yaşadıkları soyleniyor. Ayrıca hayatının merkezindeki tek varlığı işi olan birisinin, takdir edersiniz ki sosyal hayatı da pek olmuyor. Kişi bu nedenle yalnızlaşmaya ve topluma yabancılaşmaya başlıyor.
Ayrıca ''cok calışırsan başarılı olursun'' gibi, basit ve tek değişkenli bir neden sonuc ilişkisi kurmak, hayatta her zaman işe yarıyor mu? Bu, kesinlikle tartışılması gereken bir konu.
Misal Tesla'nın CEO'su Elon Musk, kendisine bu kadar cok para kazandıran şeyin, koşuşturma kulturu olduğunu, ''dunyayı değiştirmek icin haftada en az 80 veya 100 saat calışmak gerekiyor'' şeklindeki sozleriyle onaylıyor.
Musk gibi başarılarıyla toplumda on plana cıkan insanların, bu tip soylemlerde bulunmaları, kendileriyle aynı konumda olmayan ve belki de hic olamayacak olan insanlara 'imkansız bir umut' aşılamaktan başka bir şey yapmıyor. Yani bireylere surekli durmaksızın calışın demek, onların sağlıklarından olmalarına yol acacak kadar tehlikeli sonuclar doğurabilir.
Hatta Dunya Sağlık Orgutu (DSO) bile haddinden fazla calışmanın tehlikeli olduğunu soyluyor. Mesela yaptıkları bir araştırmada, haftada en az 55 saat calışmanın, yılda 745.000'den fazla insanı oldurduğunu tespit ediyorlar. Araştırmanın raporuna gore cok calışmak, felc riskini %35, kalp hastalıkları riskini de %17 oranda artırıyor.
Sozun ozu, yarınlar yokmuşcasına calışmak her koşulda, her zaman ve herkes icin iyi bir davranış olmayabilir. Ayrıca bir yere yetişiyormuş gibi, surekli alelacele calışmanın kime ne faydası var? Bu durumdan muzdarip kişilerin, mental sağlıklarını korumak adına bir uzmandan yardım almalarında fayda olduğunu soyleyebiliriz. Cunku devamlı işiniz icin koşturuyor olmanız, bir muddet sonra psikolojinizi, fiziki sağlığınızı ve sosyal cevrenizi riske atmanıza yol acabilir.
Kaynaklar: BFI France, Monster Gorsel Kaynakları: Repeller, Typelish, Profesi UNM, The Concordian, Shondaland, The Swaddle, Fairygodboss