Temelde doğayı korumak icin mucadele etmeleri iyi bir şey olsa da son zamanlarda bazı aktivist grupların yaptıkları eylemler, insanların onları ciddiye almamalarına yol actı. Peki bu aktivistler, tepkilerini bu tip tepki ceken yollarla değil de daha makul bicimde gosterseler ne olurdu, gelin bir bakalım.
Not: Oncelikle bu yazıda iklim aktivistliğini eleştirmediğimizi bilmelisiniz. Bazı iklim aktivistlerinin son donemlerde sosyal medyayı ilginc eylemleriyle meşgul etmelerini eleştiriyoruz. Bu yazıyı okurken, sadece yapılan eylemleri eleştirdiğimizi goz onune alarak okumanızı isteriz.
Mona Lisa, Son Akşam Yemeği, Primavera derken şimdi de Van Gogh'un Aycicekleri tablosuna saldırdılar.

Tabii olaylar sadece bunlarla bitmedi. Ultima Generazione (Son Nesil) adlı aktivist grup ise sanat eserlerine saldırı geleneğini surdurdu ve Boticelli'nin Primavera tablosuna dadandı. Bunların hepsi bir yana, birkac gun once aktivistlerin Van Gogh'un eserine yaptıkları saldırı artık pes dedirtti.

Just Stop Oil grubundan iki uye, Aycicekleri adlı eserin uzerine hazır corba fırlattı. Bu kişiler daha sonra da kendilerini duvara yapıştırıp slogan atmaya başladılar. Bilmeyenler icin kısaca şoyle ozetleyelim: Bu aktivistler, ''sanat mı, yoksa insan hayatı mı onemli?'' temasında bir konuşma yaptı. Yani kısaca, ''İklim krizi yaratabilecek tum faaliyetleri durdurun. Daha surdurulebilir bir enerji uretimini devreye sokun'' demek istiyorlar. Fakat bunu demek icin bu tip tepki ceken negatif davranışlarda mı bulunmak lazım?
Oncelikle "Hedef olarak neden sanatı sectiniz?" sorusunu sormak gerekiyor. Cevre bilinci oluşturmak icin sanat eserlerine zarar vermek hic mantıklı değil. Ki zaten hepsini gectik, Van Gogh'un eserine niye corba fırlatıldığı gercekten merak ettiğimiz bir konu. Gogh icin yaşadığı yıllarda oldukca zor zamanlardan gecmiş, neredeyse sanatından hic yuzu gulmemiş birisi diyebiliriz.
Bu sanatcı, yaşadığı yıllarda yaptığı eserlerden doğru duzgun ucret bile alamamış, oldukten sonra populerleşmiş bir insan. Yani duşunun, şimdinin kapitalist sisteminde bu şekilde bir yaşam surmek demek, sistemin en alt tabakasından sayılmak anlamına geliyor. Velhasıl onun eserleri hedef alınacak en son şey olmalıydı.
Şimdi buraya kısa bir es verip, cevreyi koruma amacı taşıyan cevreci grupların, bu eylemlerden bağımsız olarak bizlere anlatmak istediklerine sosyolojik bir arka plan uzerinden bakalım:
İnsan ve doğa etkileşimi, doğanın insani faaliyetler nedeniyle zarar gormesine yol acıyor. Ki bu zarar, coğu zaman geri dondurulemez ekolojik kayıplar vermemiz anlamına geliyor. Evet, 17. yuzyıl Aydınlanma Donemi'nden, 19. yuzyıl'a kadar devam eden, doğanın kendi kendini yenileyebilen bir yapıda olduğu kabulu var, biliyoruz.
Ancak gunumuzun penceresinden baktığımızda, doğanın kendini yenileyebilecek durumda olduğunu soylemek biraz zor. Cunku insan eliyle doğanın uzerinde kurulan hakimiyetin boyutları artık cok ileri seviyede.

Aslında modern donemle birlikte ''kalkınma ve ilerleme'' mottosunu cıkaran Batı kulturu, ekonomik buyume icin doğal kaynakları kullanmaktan hicbir zaman cekinmeyen bir duşunce sistemine sahipti diyebiliriz. Hatta sosyolog, iktisatcı ve filozof Karl Marx'ın metinlerini analiz eden araştırmacı John Bellamy Foster, Marx'ın metabolik yarılma kavramını, ekonomik buyume ve uretim ilişkilerinin cevreye verdiği zararı ifade etmek icin kullandığını soyluyor.
Buna ornek olarak da burjuva toprak sahiplerinin, proleter ciftcilerle yapay gubreleme tekniği yuzunden girdikleri cıkar catışmalarının toprak verimliliğini bozması durumunu veriyor. İşte gorduğunuz gibi 'yapay' olanın doğal olana her daim bir zararı var.

Bu tip daha teorik bakış acılarıyla sizi fazla sıkmak istemiyorum. Ancak bu yazıda tartıştığımız aktivizm adı altındaki eylemlerin, aslında iklim aktivistliğine ters duşen yonlerini gorelim diye bu cerceveyi vermekte fayda var.
Şimdi, gunumuz kapitalist sisteminin bir diğer sorunu olan, aşırı uzmanlaşmaya (orn: bilimsel yenilik altında surekli ağacların, ceşitli bitkilerin denek olarak kullanılması, ceşitli uretim fabrikalarının doğal bir alana inşa edilmesi, termik santraller yapılması/bunların hepsi bizlere teknokratik akılcığın doğaya verdiği zararı gosterir) sonsuz bir guven duyulmasının, cevreye verdiği zararın boyutunu hesaplayalım.

Bu konuya sosyolog Ulrich Beck'in Risk Toplumu Teorisi uzerinden kısa bir ornek vereyim: Beck, gunumuzde artık demokratik siyasetin yerini, farklı cıkar gruplarının ve şirketlerin siyasetinin aldığını soyluyor. Bu grupların da devamlı fazla servet-mal birikimi anlayışına sahip olması, daha fazla kulturel, cevresel, sosyal ve bilimsel yozlaşmaya yol acıyor. Boylece ortaya doğal değil, 'uretilen' riskler cıkıyor.

Yani riskleri, bizler kendi ellerimizle ve kapitalist amaclarla uretiyoruz diyor teorisyen. Cıkarlarımız icin yaptığımız girişimler tekrardan boomerang gibi bize, salgın hastalıklar, goc, nufus problemleri, kimyasal hastalıklar, doğanın tahribatı ve olum gibi sorunlar olarak geri donuyor.
Mesela fabrikalardan sızan kimyasal atıklar, otomobil uretim fabrikalarının bacalarından sızan dumanlar, kuresel ısınmayı her gecen gun tetiklediği gibi soluduğumuz oksijenin kalitesini de duşuruyor. Yani doğal cevrenin tahribatı, insanların, hayvanların, bitkilerin ve daha nice canlıların da tahribatı demek.
Aslında yine aynı kapıya cıkıyoruz: Surekli ilerleme ve buyume arzusu, sonsuz sandığımız ancak sonlu olan doğal kaynakları yok etmemize yol acıyor.

E doğal olarak iklim aktivistleri de buna tepki gosteriyor. ''Doğayı koruyalım cunku biz de onun icinde yaşıyoruz'', diyorlar. Aktivistler, bizim doğaya zarar verme hakkımızın olmadığını, saygı duyacağımız yerde onu katletmeye calıştığımızı ve bu yuzden suclu olduğumuzu duşunuyor. Ki bu konuda haksız değiller.
Hatta bazı cevreci adalet grupları, doğaya verdiğimiz zararda ortaya cıkabilecek herhangi bir kıtlık, susuzluk vb. gibi durumlarda, bunlardan en olumsuz etkileneceklerin, yine kapitalist sistemin en dip konumunda yer alan yoksullar olacağını soyluyor. Duşunun, cevreciliğin arka planında kısaca boyle bir felsefe varken, cevreciyim diye gezenlerin, sanat eserlerine zarar veren eylemleri tercih etmeleri, akla mantığa sığmıyor.

Bir kere sanat, bir insanın veya grubun sesini duyurabilmesi icin en uygun faaliyetlerden biri. Bu aktivistler, sanata zarar vermek yerine sanat yaparak da bize doğayı korumamız gerektiği mesajını verebilirlerdi. Ustelik ilginc bicimde slogan atarken, sanatın insan hayatından veya dunyadan daha değersiz olduğunu da dile getirmekten cekinmiyorlar.
Eserlerine zarar verdikleri insanlar, yaptıkları sanatla kendilerini, felsefelerini ve hayat oykulerini dunyaya tanıtmış kişiler. Belki onlardan ilham almayı deneselerdi, eserlere pasta veya corba fırlatmadan once bir duşunurlerdi. Cunku boyle yapsalar, bu kadar cok olumsuz tepkiyle karşılaşmazlardı. Bu eylemleri yapanlar, maalesef ki iklim aktivistliğinin genel imajını zedeledi.

Yani karşı oldukları şeyi kendileri yaptılar. Doğayı, kullandığımız teknolojilerle katlettiğimizi duşunenler, ellerine yine fabrikasyon uretim olan bir corbayı alıp (bu corba gıda teknolojilerinin bir urunu oluyor neticede), kulturu, toplumsal ve cevresel değerleri korumanın en etkili yollarından biri olan sanata saldırdı. Mesela bu corba fırlatma eylemindeki iki aktivistin goruntulerine baktığınızda, onların en fazla liseli diyebileceğiniz bir yaş grubunda olduklarını tahmin edebiliyorsunuz.

Bu yaşların psikolojisini ele aldığımızda, herkesin de bildiği uzere durtusellik ve duşunmeden hareket etme gibi durumların sık yaşandığını soyleyebiliriz. O nedenle cevre bilinci oluşturacak kişiler, daha kendi kişisel gelişimlerini tamamlayamamış genclerden oluşmamalı. Cunku bu kişilerin hayatla ilgili duşunceleri daha tam oturmamışken, boyle girişimlerde bulunmaları yetişkinliklerinde pişmanlık duymalarına yol acabilir.
Evet, cocuk aktivistler de var. Ancak bircoğunun ebeveynleri tarafından yonlendirildiği aşikar. Tabii ''cocukların aktivist olarak yetiştirilmesi etik mi değil mi, bu durum onların cocukluklarını, diğer cocuklar gibi yaşamalarına engel oluyor mu olmuyor mu?'' şeklinde bir tartışma alanı acılıyor burada. Bu konuyu alanında uzman kişilerin de muhakkak ele almaları gerekiyor diye duşunuyorum.

Just Stop Oil aktivistlerine geri donecek olursak, onların yine rahat durmadıklarını ve sacmalamaya devam ettiklerini soyleyebiliriz. Aktivistler, Londra'daki Aston Martin adlı mağazaya boya attılar ve sokaktan gecen insanların yolunu kestiler. Bu ornek de toplumun, iklim aktivistliğine yoğun tepki vermesini haklı cıkarıyor diyebiliriz. İklim aktivistlerinin eylemlerinin; şiddeti veya zorbalığı cağrıştırmaması gerektiğini duşunuyorum. Tam tersine daha barışcıl ve nahif bir tutum sergilemeleri gerekiyor.


Cevreci aktivistlerden sonra bir de kendini vegan kimliğiyle tanımlayan bazı kişilerin yaptıkları sut dokme eylemleri, insanları iyice ofkelendirdi.

Ustelik belki de calışanın maaşından, dokulen sutlerin parası bile kesilebilir. Yani o eylem, doğayı ve hayvanları kendine tuketim nesnesi yapan kapitalist sistemi bitiren bir eylem olmuyor ne yazık ki. Aksine market sahibinin zarar etmesine yol acıyor. Ki bu zararı tahsis edeceği kişiler, az once de bahsettiğim gibi emekcilerden başkası olmayabilir. Velhasıl bu durum, kapitalizmin carkının donmesine yardım etmekten başka bir işe yaramıyor.
Aslında daha once de bir vegan grup marketlere girerek etlerin uzerine gul bırakmıştı. Mesela bu eylem insana ''vay be, ne kadar hoş'' dedirtiyor. Ancak hem hayvanların hem de doğanın katledilmesini istemeyen kesimlerin, saldırganca ve duşuncesizce protestolarda bulunmaları, insanları cevrecilikten de veganlıktan da soğutacak duruma getiriyor.
Veganlar ofansif (saldırgan) eylemlerde bulunmak yerine insanları daha barışcıl yollarla bilinclendirdiklerinde aslında faydalı olabiliyorlar. Cunku veganlığın temelinde, canlıların insanlar istiyor diye katledilmemeleri gerektiği duşuncesi yatıyor. Vegan olup olmamak herkesin kendi tercihidir. İnsanlara bu tip sert eylemlerle hayvansal gıda tuketmeyin demek ise yanlıştır.
Aycicekleri tablosuna corba fırlatan aktivistlere ve markette sut doken veganlara gelen Twitter tepkileri ise bu duşuncemizi doğruluyor. İşte o tepkilerden bazıları:




Peki siz bu konu hakkında ne duşunuyorsunuz? Goruşlerinizi yorumlarda bizimle paylaşabilirsiniz.
Gorsel Kaynakları: BBC, Grist, The Forbiz, The United Nations, Sky News, NBC News, The New Yorker, Sky News 2, Houston Chronicle, Grist