İlişki oruntulerini gozden gecirme farkındalığı olan her insan gibi, ben de zaman zaman hem de bu konunun artık uzmanı olduğum icin bu soruları kendime sorarım: Neden bazı kişilere diğerlerinden daha fazla ilgi ve yakınlık duyarız? Romantik ilişkinin yoğunluğunu oluşturan nedir? Nedir ilişkiler bittiğinde harap edip yıkan? Neden bir başkasını bulmak varken bu aynı kişide takılı kalmak?
Harville Hendrix (1988)’e gore eş secimimizde bilincaltımızın onemli rolu vardır ki bu da bilincli olarak oturup da yukarıda bahsettiğim soruları sorup duşunmekten oldukca farklı bir şey. Hendrix, ilkel beyni modern beyinden ayırır ve odak noktası yapar. İlkel beynimizle diğer insanlarda dikkat ettiğimiz ya da algıladığımız şeyler “bu kişi bana iyi bakabilir mi?”, “ekonomik acıdan beklentilerimi karşılayabilir mi?” gibi ilkel sorulardır. Etrafımıza bir bakarsak, coğu kişide kolaylıkla gozlemleyebileceğimiz bir durum aslında. Bu imkÂnlar yoksa, belki de bir coğumuz potansiyel eş ile oyalanmıyoruz bile artık vakit kaybetmemek icin. Ne de olsa iki gonul bir olunca samanlık seyran olmuyor artık. İlkel beynimizin bir diğer fonksiyonu da oruntuleri fark etmek. Orneğin, limbik sistemimizdeki amigdalanın korku ile (ve daha başka duygularla) ilgili deneyimleri vardır. Bu oruntu haline gelmiş eşleştirmeyi de oğreniriz serebral korteks aracılığı ile. Sevgi ve onemsenmeyi de aynı şekilde fark ederiz. Kısacası ilkel beynimiz, limbik sistemimiz ve otonom sinir sistemimiz ailemizde olan nitelikleri tanır ve bunu aşk ilişkilerimizle de eşleştirir.
Yani Hendrix’e (1988) gore bilincaltımızda yaptığımız şey aşık olduğumuz kişide ya da eş olarak sececeğimiz kişide ebeveynlerimizin (kadınlar baba- erkekler anne ya da belki de abla ile) hem pozitif hem de negatif nitelikleri aramaktır. Eğer sıcak, ilgili, şefkatli kardeşler arasında hakkaniyetli, esprili, becerikli bir ebeveyn ile yetişmişseniz kuvvetle muhtemel alışık olduğunuz bu tarz sizin boyle bir eş veya partnere kaymanızda etkili olacaktır. Fakat aynı şekilde, ebeveynlerimizin negatif nitelikleri de eş ve partner secimimizde etkilidir. Ciddi, soğuk, sevgisiz, ilgisiz, duygularınızı onemsememiş, eleştiren bir baba duşunun. O zaman da bu şekilde bir partner veya eş adayı mı bize cazip gelecek deneyimlediğimiz ebeveyn modeli yuzunden? Ne dersiniz?
Freud’a gore bizi en cok ceken, cozulmemiş olan ebeveyn ilişkilerimizi cozebileceğimiz ilişkilere kayma eğilimimizdir. Zaten buna cok aşina olduğumuzdan da icinde oldukca rahat edeceğimiz ilişki bicimidir bu. Peki bu denli acı veren, acıtan bir şeyin (ilişkinin) icinde nasıl rahat ederiz? Neden aynı alışkanlık ve aşinalığı yaratmaya meylederiz? Neden farklı olana karşı bu ilgisizliğimiz ya da guvensizliğimiz?
Ebeveynlerimizin olumlu niteliklerinden ziyade olumsuz niteliklerini bulduğumuz partnerlerde takılıp kalmamızın altında yatan fikir, Hendrix’e gore, cocukluk yaralarımızı tekrar sahnelemek istememizdir. Orneğin asla ulaşılmayan, duygusal olarak mesafeli, acımasız, sizi sevmek zorunda olmadığını soyleyen bir babanız varsa, muhtemelen mesafeli, ciddi, sevgisini oyle ulu orta gostermeyen bir erkeğe ilgi duyarsınız yaralarınızı sarmasını bekleyerek. Sonra da tıpkı cocukluğunuzda yaptığınız gibi surekli olarak kendinizi suclarsınız: “her şey ben boyle olduğum icin, her şey benim yuzumden. Bu sefer farklı davranacağım ve o artık beni cok sevecek. Artık onun istediği gibi birisi olacağım. O zaman belki onu kontrol altında tutabilirim ve beni terk edip gitmesine, bana mesafeli davranmasına engel olabilirim, beni daha cok sevmesini sağlayabilirim”.
Cocukluğumuzdan gelen en yerleşik yaralardan biri bağlanma ihtiyaclarımızın karşılanmamış olmasıdır. Guvende hissetmek, sevildiğimizi ve koşulsuz kabul edileceğimizi hissetmek ebeveynlerimizden bize aktarılabilecek en buyuk mirastır. Diğeri ise ozerkliğe olan gereksinimimizdir ki ne yazık ki kulturumuzde en sık gorulen eksiklik. Fazla icice gecmiş ilişkiler veya fazla kopuk ilişkiler icinde olmak bunu dengede tutmaktan daha kolay ve başarılabilir gozukuyor. İlginc olan ne biliyor musunuz? Bunu partnerimizle olan ilişkimize de taşıyoruz. İlişkilerini bu iki ucta yaşayan bireyler birbirine son derece ilgi cekici geliyor ve “boşluk dansını” başlatıyorlar. Birbirleri ile duygusal bir bağlantı kurmaya calışıyorlar fakat soğuk ve mesafeli duran fazla yakınlaştığını hissetiği anda bilincaltında bir kaygı yaşıyor ve boğuluyormuş gibi hissediyor. Sonraki adımı ise hissettiği yakınlığı sabote etmek ve partnerini kendinden uzaklaştırmak ve aniden eleştirel olmaya başlamak. Uzun lafın kısası, var olan bir mesafede, eğer partnerlerden biri birkac adım atarsa diğeri kendini guvende hissetmek icin aniden geri adım atıyor ve sonradan geri adım atan yeniden birkac adım yaklaştığında bu sefer diğeri kacıyor. Bir ceşit dans başlıyor. Buna “boşluk dansı” deniyor. Ciftlere duşen bunları fark ederek ilişkilerinde aktif bir rol almak. Danslarını yaparken ilişkilerindeki farkındalıkların ne kadar yuksek olduğunu değerlendirmek yoksa birbirlerine farkında olmadan, bilincaltından gelen sesle “ tum cocukluk yaralarımdan sen sorumlusun, beni mutlu etmekten de sen sorumlusun ve burada her şey sana duşuyor mu” diyorlar? Ki bunlar cok buyuk ve gercekcilikten de oldukca uzak beklentiler oluyor.
Herkesin bunun otesine gecmeyi başarması ve ilişkisini bilincli ve farkındalığı yuksek bir şekilde yaşaması dileğiyle…
[h=2]Muğla Pedagog uzmanlarına ulaşmak icin tıklayın![/h]
Cocukluk yaralarımızı kim iyileştirecek?
Sağlıklı Yaşam0 Mesaj
●23 Görüntüleme
- ReadBull.net
- Sağlık Forumları
- Sağlıklı Yaşam
- Cocukluk yaralarımızı kim iyileştirecek?