Hz.Mevlana Hakkında Makaleler
Hazret-i Pîr'in kıyamete kadar değeri duşmeyecek eseri Mesnevi-i Şerif'i "Dinle Neyden" diye başlar. "Ney'"den murad kÂmil insandır. KÂmil insan her yonuyle ornek insan demektir. Hak yolunda yuruyen insanları dort kısma ayırırlar. Birinci kısım; mahcub (perdeli) insanlardır ki bunlar yaratıcının zatını bilemezler. Sıfatlarının zuhuru olan eserlere bakarak Allah (c. c.) hakkında bilgi edinebilirler. İkinci kısım insanlar "arif" tabir edilen insanlardır. Bunlar sıfatı zatıyla kaim ve zatı, sıfatı ile zahir muşahede ederler. Ucuncu kısım insanlar "mustağrak" denilen insanlardır. Bunlar Allah'ın sıfatlarını da, eserlerini de gormezler. Birlik makamında mahvu mustağraktır. Dorduncu kısım insanlar "KÂmil insanlar" dır. Sıfatları zatı ile ve zatı sıfatları ile gorurler.
Ney (KÂmil insan-Veliler-Şeyh) dinin ozudur. Bunlar Peygamber varisleri olup, dinimizle alakalı hakikatleri bu insanların dukkanlarında bulabiliriz. Peygamberlik (Nubuvvet) Efendimiz (s.a.v.) ile sona erdi ve dinî kurallar (şeriat) en mukemmel surette kitap halinde belirlendi. Hak tealanın ilmi sadece Kur'an-ı kerim değildir. Cunku "denizler murekkep olsa, ağaclar kalem olsa Allah (c.c.)'ın ilmini yazmakla bitiremez denmektedir. Kur'an-ı Kerim birkac şişe murekkeple yazıp bitirilebilir. O halde Hakk'ın ilmini sadece Kur'an ile sınırlandırmak doğru değildir. Musa (a.s.) azim Peygamber iken Hızır (a.s.)'ın yaptığı işlerin hikmetine vakıf olamamıştır. Bu hadise Hz. Musa icin eksiklik veya Hızır (a.s.) icin ustunluk şeklinde telakki edilmemelidir. Cenab-ı Hakk (c.c.) insanları uyarmak, bilgilendirmek amacıyla surekli Peygamberler gondermiştir. Peygamber kimdir? İnsan cinsinden bir varlıktır. Ancak ozel olarak yetiştirilmiştir. Peygamber makamına varis olan veliler ve Şeyh Efendiler de ozel olarak hazırlanmış insanlardır. Bu noktada şu kelam-ı kibar soylenebilir: "Muhammed (s.a.v.) de bir beşerdir. Ama diğer beşerler gibi değil. Belki O, taşlar arasında yakut (elmas) taşı gibidir." Değerli olan (elmas-yakut vs.) gibi maddelere de "taş" derler. Değersiz olan cakıllara vs. de "taş" tabir ederler. Soylenişte ikisini de aynı kelimede ifade ederler ama kıymette hic aynı olur mu? Olmaz.
Hz. MevlÂna "Allah adamı" diye tabir edeceğimiz murşidi- şeyhi kÂmil insanı anlatırken, insanların yanılgıya duşmemeleri icin ornekler verir. "Şîr" Arapca'da iki manaya gelir. Aslan ve Sut. Yazıda aynı olan bu iki şey manada aynı mıdır? Değil. Aynı cicekten beslenen iki cins arı aynı gıdayı alırlar ama biri bu gıdayı bal haline getirir diğeri ise zehir. Aynı bataklıktan beslenen iki cins kamış, buyuyunce birisi şeker kamışı olur diğerinin ici boş kalır. * Bu nedenle veliler ile diğer insanlar aynı değildir. Aynı goren goz şaşıdır. Gerceği goremez. Peki mademki Allah adamları farklıdır, nicin insan cinsinden gelmiştir? Sorusunu cahiliye arapları da sormuştur. Cenab-ı Peygamber icin "Bunun yerine bir melek gonderilseydi ya" demişlerdir. Buna cevap olarak ceşitli şeyler soylenebilir. Ancak her cins ancak kendi cinsiyle ulfet eder. Hz. Ali (r.a.) zamanında bir kadın koşarak huzura gelir ve feryat eder. "gitti ciğer parem ey Emir, gitti" der. Ağlayan kadını susturup ne olduğunu sorarlar. Kadın, Hz. Ali (r.a)'a emekleme cağındaki cocuğunun bir evin catısına cıktığını ve catının ucuna kadar gittiğini, ve cağırmalarına rağmen gelmediğini soyleyince, Hz. Ali (r.a) o evin bulunduğu yere gelir ve durumu gorur. Hz. Emir aynı yaşta başka bir cocuğu alır evin uzerine cıkarır. Catı ucundaki cocuk, kendisiyle aynı yaştaki cocuğu gorunce hemen emekleyerek onun yanına gelir ve cocuğu kurtarırlar. Bu hikayeden maksat, insan ancak kendi cinsiyle mutlu olur. Bu nedenle Yuce yaratanımız bize lutfetmiş ve merhameten Peygamberini insan cinsinden gondermiştir. İnsan ancak kendi cinsini dinler.
İnsanlar velileri kendi nefisleri ile kıyas ettikleri icin yoldan cıkmışlardır. Bu sebeple, Allah'ın seckin kullarından pek az kimse haberdar olabildi. Allah yerin ve goğun nurudur. Ay ve yıldızlar ışığını guneşten alırlar. Onlar mustakilen ışık kaynağı değildirler. Ancak guneşin yansımasıdırlar. İşte ancak Peygamberler Hakk'ın nurunu yansıtma kabiliyetine sahiptir. Peygamber (s.a.v)'den bu ışığı (Nur'u) ancak veliler alabilir. İnsanlar da bu Nur'u velilerden alabilir. Kalbinde ışık sahibi olan insan ancak hakikati gorebilir. Bunun icin ayet, insanlara değil de iman etmiş olanlara hitap etmektedir. "Ey, İman edenler, salihlerle beraber olunuz" "salih" kimdir? Hz. Mevlana Efendimizin bahsettiği "Ney" gibi olan murşittir. Murşidin bedeni Hakk nurunun lambasının konulduğu yer (mişkattir) Bu bedende bulunan kalpte Hakk'ın nuru ışıldar.
KÂmil insanın varlık nedeni nedir?
Ceşitli yonlerden izah etmek gerekirse:
1-) İnsanın ve alemin yaratılması ile alakalı olan bir hadis-i kutsîdir. "Ben gizli bir hazine idim, bilinmeyi istedim, insanları seyredilmeyi istedim alemleri yarattım." Cenab-ı Hakk en guzel varlıktır. Dunyadaki guzellikler onun guzelliğinin zerre ile ifade edilemeyecek bir yansımasıdır. Guzel olanlar guzelliğini aynadan seyretmekten haz duyarlar ve "guzel" olduğunun yuzlerine ifade edilmesinden hoşlanırlar. Bu iki duygudan daha fazla zevk veren duygu yoktur. Bu nedenle yaratıcımız guzelliğinin bilinmesini farkedilmesini ve ovulmesini istemektedir.
İşte yaratıcıyı hakiki manada bilen, onu layıkıyla ovebilecek olan, kÂmil insandır.
2-) Cenab-ı Hakk, en guzel ahlakların sahibidir. Bir usta sanatının devamını ister. Veya bir baba evladının da kendi gibi guzel huylu, kaabiliyetli olmasını ister. Yani kendinde var olanı evladında veya yetiştirdiklerinde gorduğu vakit, bundan sevinc duyar. Yaratıcımız bu duyguyu da istemiştir. Yarattığı eserinde, (insanda) sahip olduğu guzel ahlakın izlerini gormek ister. İşte kÂmil insan, Allah (c.c.) ahlakını en fazla taşıyan insandır.
KÂmil insanın iki yuzu vardır. Allah'a donmuş olan yuzu ile insanlara donmuş olan yuzu. Diğer bir tabirle Hakk ile ve halk ile munasebetleri vardır.
"Sağ elimi kaldırdım
Sol elimi daldırdım
Dilim kalbe indirdim
Dondum mevlana gibi"
Dizlerde olduğu gibi, kÂmil insan bir elini Hakk'a kaldırır ve yaratıcıdan ister, Hakk'ın kendisine lutfettiği feyzi, bereket, ışık v.s. diğer eli ile halka dağıtır. KÂmil insan mum gibidir. Etrafı aydınlatırken kendini bitirir.
3-) KÂmil insan, insandaki manevi hastalıkları gideren bir tabibdir. Manevi hastalıklar kalbîdir. (Hırs, şohret, şehvet, hased, kin, garaz, hiddet, cimrilik v.s.) gibi menfi duygular gercekte beden şehrimize hakim olabilecek duygulardır. Bu hastalıklar kalbimzide olduğu muddetce bizim hakikati gormemiz mumkun değildir. Perde olan bu engellerin, yakılması veya yırtılması gerekir. Bu noktada kÂmil insan yardıma yetişir. Hakk'ın kendisine verdiği manevi imkanla (sohbet, nazar, gonlune girme, v.s.) bu hastalıklar tedavi edilir. "Nefs-i emmareyi" de pîr'in murşidin golgesinden başka hicbir şey oldurmez. Ey Hakk talibi; o nefsi oldurenin eteğini sıkı tut. Murşidin eteğini sıkı tutmak, ondan ayrılmamak, Allah'ın sana manevi bir lûtfu, bir yardımıdır. Sana ne guc, ne kuvvet gelirse onun cekişinden gelir. Kendine velilerin kalbinde yer edin ki; sırları belirtmek icin onlar sana Utarit yıldızı gibi gonul defterini acsınlar.
4-) Nerede manen cıplak bir yoksul gorursen bil ki; o zavallı kÂmil insandan kacmış, ondan uzak duşmuştur. Şunu iyi bil ki; bu kirli dunyada iken kim kendisine yol gosterecek kÂmil insandan kacarsa o; devletten, mutluluktan kacmış demektir. Meşhur bir alim, duzenlenecek bir sempozyuma konuşmacı olarak cağrılır. Bastırılan davet evrakında sempozyuma katılacak konuşmacıların listesine bakar ki; kendi ismi listenin en sonuna yazılmış. Feryadı basar: "Ben en sona yazılacak adam mıyım ?"
Bu davranışı nasıl izah edelim ? Eğer "Âlimlik" bilgi yuklenmesi ise Kur'an'da belirtilen "kitap yuklu merkepler" tarifine uygun gelir. Oğrendiği dinî ilimlerin hic biri kendi nefsini alcaltma duygusunu verememiş bir adam "Âdem" olabilme yolunda değildir. Belki bu sohbetten once "şeriat nedir, Kur'an nedir, Hakk'ı bilme ve bulma noktasında nereye kadar gelebilirler ?" konuları konuşulsa olay biraz daha netleşirdi. Malum; gıda cocuğun gelişmesine gore verilir. Sut cocuğu sut icer, emekleme cağındaki mama yer ve sonra buyuklerin gıdasına gecilir. Yetişkinin gıdası sut cocuğuna yedirilirse cocuk zarar gorur. Eksiklikler bize ait olmak uzere soz hem az hem oz olmak gerektir vesselam.
*Bu yer yediği posa olarak kendisinden ayrılır. Oburu yer, yedikleri butun ilahî nûr olur. Başka birisi yer, yediği şeyler cimrilik, cekemezlik huylarını meydana getirir. Başka birisi yer, yediklerinden Hakk'ın, hakikatin nûru husûle gelir. İmanlı kişi feyizli, ekime musait tertemiz bir tarlaya benzer. İmansız ise, corak hicbir şey bitirmeyen kotu bir arazidir. İmanlı melek gibi masumdur. İmansız ise, şeytan ve canavar misalidir. Acı suyun da, tatlı suyun da berraklığı, duruluğu aynıdır. Şunu iyi bil ki, tatlı suyu acı sudan ayırt edecek kişi ancak zavk sahibi olan, onu tadabilen kişidir.
Şemsettin KESER
Tasavvuf hareketi, İslam tarihi boyunca, tarihin cereyan ettiği geniş coğrafyada derin izler bırakmıştır. Tasavvuf hareketinin; bugun yaşanan şekliyle İslamî hayatın bicimlenmesindeki etkileyici gucunun gozden kacırılmaması icabeder.
Tasavvuf hareketinin menşei, tanımı, muhtevası ve mevzusu İslam alimlerinin olduğu kadar batılı islamiyatcıların da haklı ilgilerine mazhar olmuştur. Yapılan araştırmalar, art niyet ve onyargı zaafı taşımayan butun calışmalar bizi şu gerceğe ulaştırır: Tasavvuf; temel islamî esaslara bağlıdır. Kur'an ve sunnet cizgisine sadıktır. Dayanağı; Allah Rasulu ve onun guzide ashabının zahidane yaşayışında bulunmaktadır.
İslam tasavvufunu Hint mistisizmine, Hıristiyan ruhbanlığına, yeni Eflatunculuğa dayandıran, koklerinin İslam dışı olduğunu iddia eden goruşler yuzeysel ve keyfî yaklaşımlardır. Hicbir haklı delil ve dayanakları yoktur.
İslam bunyesinde; "Rasulullah devrinde boyle bir şeye rastlanmamıştır, sûfilik sonradan ortaya cıkmıştır. Dolayısıyla bidattir." Şeklindeki goruşler ise sakat bir mantık yurutmeden ibarettir. Bu sakat mantık, tefsir, hadis, kelam gibi temel islamî ilimlerin de aynı şekilde bidat sayılması gerekeceği celişkisini getirecektir. İslami ilimler hicri II. Asırdan itibaren usul ve esaslarıyla şekillenmiştir. İslam tasavvufu da, sosyal hayatla ilgili bir gelişmedir. Zahidane yaşayışın zaman icinde gelişen yeni durumların kazandırdığı ivme ve buna bağlı olarak yeni bir karakter kazanmasından ibaret bir gelişmedir.
İslam tasavvufun doğru anlaşılabilmesi, varılacak yargıların sıhhatli olabilmesi, onun ilk tezahuru olan zahidlik ve zuht telakkisinin mahiyetinin bilinmesine bağlıdır. O halde "zuhd" nedir ? Zuht; lugat manasıyla, bir şeyi kucumsemeyi, gunah saymayı veya azlığından dolayı terk etmeyi , ondan yuz cevirmeyi ifade eder. Bu terk etmede veya yuz cevirmede dinî bir huviyet vardır. Cunku "zuhd" "rağbet" kelimesinin aksine yalnız dinî manada kullanılır. Bir ıstılah olarak bu kelimeyle, dinî gayeler gozeterek dunyanın gecici zevklerine ehemmiyet vermemeyi, nefsin dunyevî isteklerine gem vurarak kesif bir ibadet hayatı yaşamayı kast ediyoruz.
Kur'an-ı Kerim'in dunya hayatı ile ilgili sarih beyanları zuhd telakkisinin en sağlam temelidir. "Dunya hayatı sadece oyun ve oyalanmadır" (Enam-32, Ankebut-64, Muhammed-36) "Dunya hayatı ancak aranızda bir ovunme, daha cok mal ve cocuk sahibi olma davasından ibarettir." (Hadid-20) "Dunyadaki hayat, ahiret hayatı yanında pek az bir gecimlikten ibarettir."( Rad-26) "hem de aldatır" (Ali İmran- 185) "ve ahirete gore pek az bir gecimlik" (Tevbe-38, Nisa-77) "Buna rağmen insanoğlu bu dunya hayatının gecici menfaatine goz dikmektedir."(Nisa-94, Enfal-67) "Halbuki Allah kulları hakkında ahiret hayatını dilemektedir."(Enfal-67) Butun bunların yanında, Allah'ı zikre, O'na ibadete, O'nun yolunda mucahedeye, namaza, zekata, oruca, takvaya, ihlasa teşvik eden ayetleri duşunursekKur'an'ın ongorduğu hayat tarzını anlayabiliriz. Bu ideal zuhd hayatıdır. Yani Allah'a kul olma dışında butun kotuluklerden kurtulma cabası. Nefsani arzuların, makam ve mevki hırsının, kısaca butun dunyevî putların tasallutundan ruhu arındırma ve koruma gayreti. Bu dunyaya ve ona ait şeylere tamamen sırt cevirme manasına gelmez. "insan dunyadaki payını da unutmamalıdır." (Kasas-77)
Rasulullah'ın hadislerinde zuhd telakkisinin hem en acık numuneleri hem de sarih teşvikkar beyanlarını buluruz. Buyuruyorlar ki : "Allah'ı goruyormuşsun gibi O'na ibadet et ve kendini oluler icinde say"(Feyz'ul-Kadir" "Yarım hurma ile de olsa ateşten korunmaya bak"(Buharî, Muslim-zekat) "Dunyada sanki garip bir yolcu gibi ol" (Tirmizi-Zuhd, İbn-i Mace-Zuhd) "Mal mulk edinmeyin, sonra dunyaya meyl edersiniz" (Tirmizi-Zudh) Resulullah'ın hayatı, tasavvufun en temel esaslarından biri olan dunyada ona kıymet vermeyip gecmek anlayışının apacık bir delilidir. Resulullah'ın, "mal sevgisinden dolayı pek katı" (Adiyat-8) "cok cimri" (İsra-100) olan insanı dunyanın ve onun cazibesinin esaretinden kurtarıp Allah'ın kulluğuna tevcih ederken manastırlarda yaşanan ruhbanlık hayatını onermiyordu. Zaten Kur'an ruhbanlığı apacık takbih etmişken (Hadid-27) bu O'ndan beklenemezdi. Buyuruyorlar ki; "İnsanlarla haşır neşir olup ezalarına katlanan Musluman, insanlar arasına karışmayan munzevi Musluman'dan daha hayırlıdır." (Tirmizi-Kıyame) Ashab-ı Kiram'ın hayatında pek vazıh bir şekilde izlerini bulacağımız zuhd anlayışının calib-i dikkat numuneleri olarak Osman b. Afvan ve Abdurrahman b. Avf'in olanca zenginliklerine rağmen gerektiğinde mallarının tamamını Allah yolunda infak etmelerini zikredebiliriz. İslam tasavvufu ve zahidane hayatın hakikati; rahiplik, keşişlik, surekli inziva, fakirlik edebiyatı değildir. Hayatın icindedir ve hayata malik bir telakkidir. Tasavvuf erbabının veciz ifadesiyle; "halvet der encumen" Halk icinde ama ona akarsuya kapılmaktan kacarcasına yalnız. İslam tasavvufu Hicri III. Asra kadar zuhd esasına dayalı temel karakteriyle devam etmiştir. Sonraki donemlerde sûfilerin hakimane soyleyişleri, farklı "varlık goruşleri" ile daha sistematik hale gelmiştir. Ozellikle birbirinden farklı gibi gorulen bu varlık goruşleri konusunda cokca eleştiriye konu edilmiştir. Bu tartışmalar; gunumuz itibariyle artık sadece tarihi bir malzeme değeri taşımaktadır. Bu tartışmaların gelişme seyri ve gelip dayandığı en son nokta şudur: Sûfilerin bu farklı varlık telakkileri bilgi midir? Onlar bu bilgileri nereden ve nasıl almışlardır? Bu bilgiler diğer İslamî ilimlerin değerler manzumesiyle nasıl uzlaştırabilir? En nihayet sûfiler bu farklı soyleyişlerini genel İslamî (zahirî

Sûfiler ve tasavvufun, yaşayışları, ibadete duşkunlukleri, toplum hayatının İslamî değerlerle bezenmesinde ki muessir tavırları, İslam dininin cok geniş coğrafyalara taşınmasındaki gayretleri goz onunde tutulmadan doğru anlaşılamaz. Ayrıca ilk donem temsilcilerinden, Hasan Basrî, Alkame b. Kay, Abdullah b. Mubarek, Ahmed b. Hanbel gibi zahid ve sûfîlerin devirlerinin en onemli bilginleri oldukları mutlaka goz onunde bulundurulması icabeder. Daha sonraki donem sûfilerinin en meşhurlarından, Cuneyd-i Bağdadî, İmam Gazzalî, İbn-i Arabî'ninde tefsir, hadis, fıkıhda ehl-i ilim oluşları nazar-ı dikkate alınmadan yapılacak tartışmalar doğru bir zemine oturmuş olmaz. Tasavvufu, sadece vahdet-i vucud tartışmasının icine sıkıştırmak da onun bu gune taşıdığı islamî hayatın renklerine duşmanlıktır.