ruyada evliyanın elini opmek ruyada evliya eli opmek peygamber efendimizin elini
SIBGATULLAH ARVÂSÎ (K.S.)
Osmanlı Ă‚lim ve velîlerinden. Buyuk Ă‚lim ve evliyĂ‚ Seyyid TĂ‚hĂ‚-i HakkĂ‚rî hazretlerinin talebelerindendir. İsmi Sıbgatullah olup "Gavsu'l-Âzam", "Gavsu HizĂ‚nî" veya "Gavs" lakablarıyla meşhûr olmuştur. "ArvĂ‚sî" nisbesiyle bilinir. Peygamber efendimizin neslinden olup seyyiddir. Babası, Seyyid LutfullahEfendi, dedesi SeyyidAbdurrahmĂ‚n Kutub'dur. Doğum tĂ‚rihi bilinmemektedir. 1870 (H.1287) senesinde vefĂ‚t etti. Kabri, HizĂ‚n'ın Gayda koyundedir.

Seyyid TĂ‚hĂ‚ hazretlerinin "AbdurrahmĂ‚n Nîgûnam= AbdurrahmĂ‚n iyi isimli, yuce şanlıdır", yĂ‚hut "Kutb-ı ArvĂ‚sî" buyurarak medhettiği AbdurrahmĂ‚n Kutub'un torunu olan SıbgatullahArvĂ‚sî kucuk yaştan îtibĂ‚ren ilim tahsîline başladı. Babası Seyyid Lutfullah Efendi onun yetişmesi icin husûsî gayret sarf etti. Cok zekî olan SeyyidSıbgatullah ArvĂ‚sî, kısa zamanda kelĂ‚m, tefsîr, hadîs, fıkıh gibi zĂ‚hirî ilimleri tahsil etti. ZamĂ‚nının fen bilgilerinde de mutehassıs oldu. Bid'atten uzak olup, Peygamber efendimizin sunnetine uygun bir hayat yaşamaya calıştı.Tasavvufa karşı buyuk alĂ‚ka duydu. Bircok Ă‚lim ve velî zĂ‚tın ilim meclislerinde ve sohbetinde bulundu. Van'a giderek Seyyid Muhyiddîn Efendinin hizmetine girdi. Seyyid Sıbgatullah, hocasının verdiği vazîfeleri yapmak icin canla başla calıştı. Ağır riyĂ‚zetler ve mucĂ‚hedeler cekti. YĂ‚ni nefsinin istediklerini yapmayıp, istemediklerini yaparak nefsini terbiye etti. Uzun yıllar hocasının hizmet ve sohbetiyle şereflendi. NihĂ‚yet bir gun hocası ona; "VefĂ‚t etmiş velîlerden istifĂ‚de edecek, faydalanacak makĂ‚ma geldin." buyurdu. Seyyid Muhyiddîn vefĂ‚t edince, Şeyh HĂ‚lid-i Cezrî'ye gitti. Bu mubĂ‚rek zĂ‚tın vefĂ‚tına kadar sohbetleriyle şereflendi. Sonra Seyyid TĂ‚hĂ‚'nın, Molla MurĂ‚d Hurûsî'yle gonderdiği; "Kendi yuvana don!" haberiyle, TĂ‚hĂ‚-i HakkĂ‚rî'nin şerefli hizmetine koşup, hakîkî ve esas yuvaya kavuştu. Onun paha bicilmez sohbetlerini, colde susuz kalmış kimseler gibi ruhuna hayĂ‚t verici buldu. Seyyid TĂ‚hĂ‚ hazretleri,Resûlullah efendimizden murşidleri vĂ‚sıtası ile gelen feyz ve bereketleri onun kalbine akıttı. Kalb gozu acılıp yuksek makamlara kavuştu. Oyle ki, Hızır aleyhisselĂ‚m ile goruşur, sohbet ederdi. Murşidi Seyyid TĂ‚hĂ‚ hazretleri vefĂ‚t edince, onun yerine gecen Seyyid SĂ‚lih hazretlerinin sohbetine devĂ‚m etti. Seyyid TĂ‚hĂ‚'nın huzûrunda kemĂ‚l ve ikmĂ‚l mertebelerine ulaşan Seyyid Sıbgatullah, HizĂ‚n ve Gayda'da halkı irşad eyledi ve insanlara İslĂ‚miyetin emir ve yasaklarını anlattı. Sohbetinde bulunup bir teveccuhune mazhar olanın kalbinde, Allahu teĂ‚lĂ‚nın muhabbeti yerleşirdi. Dînin emirlerine son derece uyar, yasaklarından sakınırdı.

Seyyid Sıbgatullah hazretleri, geceleri hep ibĂ‚detle gecirirdi. Uykusunu, oğleye yakın kısa bir muddet kaylûle yaparak telĂ‚fi ederdi. Hep kıbleye donerek otururdu; buna son hastalığında dahî cok dikkat etti. Dostlarıyla sohbetinden sonra murĂ‚kabe hĂ‚linde olur, Allahu teĂ‚lĂ‚nın mahlûkĂ‚tı hakkında tefekkur ederdi.

Yakın talebelerinden biri anlattı: "AbdurrahmĂ‚n TĂ‚hî (TĂ‚g&#238, henuz hocamıza bağlanıp talebesi olmak şerefine kavuşmamıştı. Hocamızın, zamĂ‚nın gavsı olup olmadığı hakkında tereddudu vardı. Bir gun gavslık alĂ‚metlerini kitaptan okuyarak huzûruna gitmeyi, bu alĂ‚metlerin uzerinde olup olmadığını gormeyi arzu etti. Kitapta; "Gavs olanın uzerine yağmur yağmaz." ibĂ‚resi vardı. O, kitaplarla meşgûl iken evine bir talebe geldi ve; "Hocam Sıbgatullah hazretlerinin selĂ‚mı var; "MisĂ‚firlerimin kalabalık olması sebebiyle ziyĂ‚retine gelemiyorum. Lutfen kendisi buraya kadar zahmet etsin." buyurdu." dedi. AbdurrahmĂ‚n TĂ‚hî de; "Ben de onu ziyĂ‚ret etmeyi duşunuyordum. Bugun bizde misĂ‚fir ol da yarın berĂ‚ber gideriz." dedi. Sabahleyin yola cıktılar. Seyyid Sıbgatullah, onların gelmekte olduklarını haber alınca, talebeleriyle kasabanın dışına cıkıp, bir tepenin başında beklemeye başladılar. Mevsim ilkbahardı, gokyuzunde hic bulut yoktu. NihĂ‚yet beklenen misĂ‚firler geldiler. Tepenin başında guzel bir sohbet başladı. Bu sırada masmĂ‚vi olan gokyuzunde bulutlar birikmeye, şimşekler cakıp gok gurlemeğe başladı. Derken sağnak halinde şiddetli bir yağmur başladı. AbdurrahmĂ‚n TĂ‚hî, kitaptan okuduğu gavs olanın alĂ‚metlerini hatırladı ve dikkatle Sıbgatullah hazretlerini tĂ‚kib etmeye başladı. SemĂ‚dan inen yağmur tĂ‚neleri mubĂ‚rek Seyyid'in uzerine inmeden etrĂ‚fına meylederek yere duşuyor, hic uzerine yağmıyordu. Herkes sırılsıklam ıslandığı hĂ‚lde onun uzeri kupkuru idi. AbdurrahmĂ‚n TĂ‚hî, bu hĂ‚li gorunce bir anda kendini kaybederek bayıldı. Oradakiler telĂ‚şa kapıldılar ve; "HerhĂ‚lde oldu." diyorlardı. Seyyid Sıbgatullah ise; "Korkmayın, telĂ‚şa kapılmayın, Allahu teĂ‚lĂ‚nın sevdiği velî kullarının himmeti bereketli, yardımı kuvvetlidir." buyurdu. Biraz sonraAbdurrahmĂ‚n TĂ‚hî kendine geldi ve hocamın buyukluğunu kabûl ederek, en onde gelen talebelerinden oldu.

Seyyid Sıbgatullah'ın talebelerine teveccuhu, sohbetinden daha ziyĂ‚de ve faydalı idi. Onun icin sohbet suresi cok az olurdu. Talebeleriyle sessiz otururken talebelerinden pek coğu cezbeye kapılır, kendinden gecerdi. Bir defĂ‚sında oğlu BehĂ‚eddîn, babasından izin alarak vĂ‚za başladı. İki saat kadar kalpleri aydınlatan guzel sozler soyledi. Fakat hic kimsede muhabbet ve cezbe eseri yoktu. Sohbet bittikten sonra, Seyyid Sıbgatullah; "Haydi kalkınız, ikĂ‚met getiriniz de namazımızı kılalım." der demez, cemĂ‚at cereyĂ‚na kapılmış gibi cezbeye tutuldu.

Sevdiği talebelerinden biri anlattı: "Hocamız bir gun murĂ‚kabe hĂ‚linde otururken tebessum ettiler. Bu hĂ‚li daha once hic gormediğimiz icin merak ettik ve; "Tebessum etmenizin hikmeti ne idi efendim?" diye suĂ‚l ettik. Buyurdular ki: "Bir talebemiz Botan Cayı'nda başını yıkamış, sacını tararken, tarak sacına takıldı. Canı acıyınca bizden yardım istedi. Onun icin tebessum ettim."

Talebelerinden biri anlattı: "Molla Abdulgafûr isminde, hocamızın buyukluğune inanmayan biri vardı ki, değil kendisiyle, bizimle bile namaz kılmaya tahammul edemezdi. CumĂ‚ gunleri namazını kılar kılmaz cĂ‚miden hemen cıkıp giderdi. Bir gun cĂ‚minin kapısında Seyyid Sıbgatullah ile karşılaştı. Seyyid Sıbgatullah ona; "Molla Abdulgafûr! Sen bizden ne kotuluk gordun ki, arkamızdan konuşup gıybetimizi yaparsın?" buyurdu. O da Seyyid Sıbgatullah'ın kolundan tutarak itti ve; "Bunca insanı aldatıp peşinde koşturduğun yetmez mi ki, beni de onların arasına katmak istersin." diyerek itmeye devĂ‚m etti. Kolunu onun elinden kurtaran Seyyid Sıbgatullah, ona oyle bir celĂ‚l ile baktı ki, Abdulgafûr, yıldırım isĂ‚bet etmiş cınar ağacı gibi yere yıkıldı. Sonra da kalkıp hocamın elini opmeye başladı. Bir taraftan da; "Ne olur efendim beni affediniz. Kotu ve yalancı benim. Yaptıklarıma pişmĂ‚n oldum. Sizin buyukluğunuzu anlayamadım, beni affediniz." diyordu. Sonra Abdulgafûr'a; "Ne gordun ki, boyle birdenbire değiştin?" diye sordular. O da; "Gavs bana oyle celĂ‚lli bakınca, yemîn ederim ki, başım tĂ‚ Arşa kadar yukseldi, sonra tekrar yere duştum. Gavs'ın buyuk kerĂ‚metini gordukten sonra, nasıl pişmĂ‚n olmam?" dedi.

Seyyid Sıbgatullah hazretleri bir gun talebelerine; "FilĂ‚n tepeye cıkalım, orada sohbet edelim." buyurdular. O gun talebeleriyle yola cıktılar. Tepenin eteklerine gelince, talebelerden bĂ‚zıları onden yuruyup, oturulacak yerleri, hocaları tepeye cıkıncaya kadar duzeltmek istediler. Seyyid Sıbgatullah, oğlu ve yakın talebesi AbdurrahmĂ‚n TĂ‚hî, en arkada ve aşağıda idi. Onden giden talebelerin birinin ayağının altından koca bir taş yuvarlandı. Gittikce hızlanıyor, hocaları Seyyid hazretlerinin uzerine doğru geliyordu. Butun talebeler korkuya kapıldılar. AbdurrahmĂ‚n TĂ‚hî ise birden hocasının onune gecerek, taşın Seyyid hazretlerine değmesine engel olmak istedi. Taş, hikmet-i ilĂ‚hî tam onlerindeki bir kayaya carparak arkasında kaldı. HĂ‚diseyi seyretmekte olan Seyyid Sıbgatullah, AbdurrahmĂ‚n TĂ‚hî'nin, canı pahasına yaptığı bu hareketten son derece memnun oldu.

Seyyid Sıbgatullah hazretleri, Allahu teĂ‚lĂ‚nın butun mahlûkĂ‚tı uzerine cok merhĂ‚metliydi. Sıla-i rahm yapardı. Dostları vefĂ‚t ettiğinde onların cocuklarını arar, gozetir ve tĂ‚ziyede bulunurdu. Sohbetlerinde kendisine karşı cıkanlara cok şefkatli ve nĂ‚zik davranırdı. Kendisine kotuluk yapanlara iyilik yapardı. Yemekte kendisinden evvel kimsenin sofradan kalkmamasını emrederdi. Kalkan olursa onu men ederdi. Allahu teĂ‚lĂ‚nın emirlerine ve sevgili Peygamberimizin sunnetine tam olarak uyardı. HattĂ‚ bir gun coraplarını giyerken unutarak once sol ayağından başlayan bir talebesini şiddetle azarlamıştı. İslĂ‚miyetin emirlerini okumadın veya duymadın mı da boyle yaparsın. Bir şey giyerken once sağ taraftan başlanılacağını ve cıkarırken de sol taraftan başlanılacağını bilmez misin? buyurdu. Teheccud ve EvvĂ‚bin namazlarına devĂ‚m ederdi.

Gavs hazretleri talebeleriyle olan sohbeti sırasında; "Bizim yolumuzun esĂ‚sı sohbet ve muhabbettir. Sohbet muhakkak lĂ‚zımdır." buyurdu.

"Sohbet, dunyĂ‚ bağlılıklarını keser ve hakîkî îmĂ‚nı kazandırır. EshĂ‚b-ı kirĂ‚mdan bĂ‚zılarının; "Gelin bir saat îmĂ‚n edelim." sozlerindeki îmĂ‚ndan maksat, sohbettir. (YĂ‚ni bir saat sohbet edelim de îmĂ‚nımız yenilensin, kuvvetlensin.)"

"Talebe, tavus gibi olmalıdır. Guzel kanatlarına, renk renk tuylerine değil, siyah bacaklarına bakmalıdır. Nefsini son derece kusurlu gormedikce istikĂ‚met ele gecmez. Bu şekilde gormemek buyuk gunĂ‚htır. Muhabbet, ihlĂ‚slı amel ve gayret talebeliğin şartıdır. Bunlardan birinin eksik olması mĂ‚nevî felĂ‚ket alĂ‚metidir."

"Nefsin katli ve olumu, musluman olmasından ve kotu sıfatlarının değişmesinden ibĂ‚rettir."

Komşu kasabadaki talebelerinden biri hastalanmıştı. Olum doşeğinde iken; "Himmetinizi istirham ediyorum, yĂ‚ mubĂ‚rek hocam!" diyerek yardım istedi. Seyyid Sıbgatullah, o anda talebeleriyle sohbet ediyorlardı. Bir ara sohbeti yarıda keserek, AbdurrahmĂ‚n TĂ‚hî'yi o talebesine gonderdi. Hemen yola cıkan AbdurrahmĂ‚n, kısa bir zaman sonra hasta talebenin evine vardı, onu iyileşmiş oturuyor gordu.

BĂ‚zı sohbetlerinde uzun zaman konuşmazdı. Bu yuksek zumrenin hĂ‚llerini bilmeyen bĂ‚zı zĂ‚hir Ă‚limleri, acabĂ‚ Şeyh nicin bize bir şeyler anlatmıyor dediklerinde; "Sukûtumuzdan istifĂ‚de edemeyen, konuşmamızdan da edemez." buyururdu.

"Bu zamanda diğer yollardan istifĂ‚de edilememesi, kĂ‚mil velîlerin kalmamasından mı, yoksa bid'atler sebebiyle midir?" suĂ‚line, şu cevĂ‚bı verdiler:"Bid'atler karışması sebebiyledir. ZîrĂ‚ bu zamanda bid'atler coğaldı. Bu bid'atlere karşı koyabilecek bir yol, ancak fayda verir."

Kabir azĂ‚bıyla ilgili olarak buyurdu ki:

Kabir azĂ‚bı, dunyĂ‚ sevgisini Ă‚hiret sevgisine tercih edenlere olur. İkisinin sevgisi musĂ‚vî, yĂ‚hut Ă‚hireti dunyĂ‚dan cok sevene kabir azĂ‚bı yoktur."

Bid'atlerden ve kotuluklerden sakınmak husûsunda buyurdu ki:
"Bid'atlerin hepsi karanlıktır. Onlarda guzellik yoktur. Bizim yolumuzun ustunluğu, bid'at karışmamış olmasıdır. Ortadan kalkan her yol, bid'at yuzunden kalkmıştır. Farzlarla yetinip, bid'atlerden kacınan kimse, bir bid'at işleyip, bircok tĂ‚atler yapıp hĂ‚l ve mevĂ‚cide kavuşandan ustundur."

"Bu son zamanlarda sunnet, bid'atler arasında, gece karanlığında ışık sacan inci gibidir. Zaman, dînin garîb olduğu zamandır. Bunun icin bu zamanda talebeye az bir gayretle, orta zamanlardaki cetin mucĂ‚hedelerle elde edilenden daha cok sevĂ‚b verilir."

"Bir şey icin olan hırs ve gayret, ona olan sevginin netîcesidir."

"Muminin kabrinde yuzunun kıbleden cevrilmiş gorunmesi, dunyĂ‚ sevgisi uzerine olmesindendir."

"Hasedden zararlı kalb hastalığı yoktur. Âlimlerin Ă‚feti de ondandır."

EvliyĂ‚nın hallerini anlatmak ve dinlemek husûsunda buyurdu ki:

"EvliyĂ‚nın menkıbelerini dinlemek, muhabbeti artırır, EshĂ‚b-ı kirĂ‚mın menkıbeleri îmĂ‚nı kuvvetlendirir, gunahları mahveder."

SeyyidSıbgatullah'ın hocası TĂ‚hĂ‚-i HakkĂ‚rî hazretleri kendisine; "Ne kendin sesli zikret, ne de başkasına ettir." buyurdu. O da ona uydu. Oyle ki, insanlar sesle olan butun zikirleri mezmûm (kotulenmiş) sandılar. Seyyid Sıbgatullah hazretleri gonullerinden geceni anlayıp şoyle buyurdu: "Butun zikirler mezmûm değildir. Teşrik tekbirleri, oluye telkin, aksırıp "elhamdulillah" diyene, "yerhamukellah" demek derin vĂ‚diye inerken, yukseğe cıkarken okunacak tesbihler ve benzerlerini sesli soylemek sevĂ‚b olup, eserde gelmemiş ve sĂ‚bit olmamış olanlar mezmûmdur."

Seyyid TĂ‚hĂ‚ hazretleri kendisine yazdığı mektûbda; "Talebenin hocasına ihlĂ‚s ve muhabbeti tam, tĂ‚biliği durust olup, hĂ‚l sĂ‚hibi olmasa zararı yoktur. Bu ucunden birinde noksanlık olup, hĂ‚l var ise Allah korusun istidractır. ŞekĂ‚vet alĂ‚metidir." diye yazdı. Bu mektûbdaki mĂ‚nĂ‚ o kadar buyuktur ki, bir sene sohbete bu sozlerle başlamıştır.

Gavs hazretleri, omru boyunca İslĂ‚miyeti oğrendi, oğretti. İnsanlara anlatarak onların iki cihĂ‚n saĂ‚detine kavuşmaları icin calıştı. Bir gun talebelerine şoyle anlattı: "Sırrî-yi Sekatî buyurdu ki: "Korku, kufurden başka kalb hastalıklarını giderir. Muhabbet bunu da siler." Bunun icin biz yolumuzda muhabbeti esas aldık. Talebelerinden AbdurrahmĂ‚n TĂ‚hî; "Muhabbet ve ihlĂ‚stan hangisi ustundur?" diye sorunca; "Bu ikisi yemek ve su gibidir. YĂ‚ni bu ikisi olmadan tasavvuf yolculuğu olmaz." buyurdu.AbdurrahmĂ‚n TĂ‚hî; "Hangisi asıldır?" dedi. Ona cevĂ‚ben; "İhlĂ‚s" buyurdu.

Tasavvuf yolcusunun durumuyla ilgili olarak buyurdu ki: "Fıkıhta bir mezhebe uyup amel edenin ictihĂ‚d derecesine varmadıkca, imĂ‚mından ayrılıp nasslara uyması doğru olmadığı gibi, tasavvuf yoluna intisĂ‚b eden bir kimsenin de, hocasının ve hocasının halîfelerinin koyduğu usûl ve edeplerden dışarı cıkması uygun değildir. Bununla meclisinde bulunan ve ayağını opmek isteyen bir talebesine mĂ‚ni olmak istedi. AbdurrahmĂ‚n TĂ‚hî; "Bu hususta hadîs-i şerîf vardır. Birisi Resûlullah'tan elini opmek icin izin istedi, musĂ‚de buyurdu. Ayağını opmek istedi, musĂ‚de buyurdu.Secde icin izin istedi, musĂ‚de etmedi." dedi. Bunun uzerine Gavs buyurdu ki: "Bu yolun gecmiş buyuklerinin birinden ve kendi hocası Seyyid TĂ‚hĂ‚-i HakkĂ‚rî hazretlerinden bahs edip; "Bu işe mĂ‚ni olurlardı. Şoyle ki, Muhammed PĂ‚risĂ‚ hazretleri vefĂ‚t edince, oğlu babasının ayağını opmek icin eğildiğinde, opturmemek icin ayağını cekmiştir." buyurdu.

VefĂ‚t etmeden once; "Amel ediniz?" buyurdu. "Amel nedir?" diye sordular. "Amelden maksĂ‚d rĂ‚bıtadır, yĂ‚ni murşidini duşunup ona bağlanmaktır." buyurdu. DevĂ‚m ederek; "Maksad, İslĂ‚miyet'in bildirdiği yonde istikĂ‚met uzere olmaktır. Bid'atten ve İslĂ‚miyet'e aykırı olarak yapılan amellerden feyz alınmaz. Tasavvuf, İslĂ‚miyete uymak demektir. Molla Yûsuf Ali; "EvliyĂ‚lık, İslĂ‚miyetin emirlerini yapmakla kazanılır." buyurdu. Fakat kalb hastalıklarının izĂ‚lesi icin hocasıyla sohbet de şarttır. İslĂ‚miyete uymadan vilĂ‚yete, yĂ‚ni velîliğe kavuşulur diyen sapıktır, zındıktır. Namazlardan hemen sonra istigfĂ‚r ediniz. İslĂ‚miyetin bildirdiği hususlara uymayan ve sunneti terk eden murşid, yol gosterici olamaz." buyurdu.

HalîfelerindenAbdurrahmĂ‚n TĂ‚hî'ye vasiyet ederken; "Buyuklerin yolunu değiştirme. Ben hocamın bana emrettiği gibi değiştirmedim. O da hocasından aldığı gibi hic değiştirmedi. RuyĂ‚da hocam Seyyid TĂ‚hĂ‚ hazretlerini gordum, buyurdu ki: "Talebenin hocasına saygılı olmasının faydası, onun buyukluğunun ortaya cıkması ve olabilecek edepsizliklerden kurtulmasıdır."

Seyyid Sıbgatullah hazretleri Bitlis'de bulunduğu sırada bir gun sabah namazından sonra; "Olumum sonbaharın sonuna doğru olacak." Başka bir zaman AbdurrahmĂ‚n TĂ‚hî'nin de bulunduğu bir sırada oturduğu odanın boşaltılmasını emir buyurdu ve vasiyetini yazdıracağını bildirdi. AbdurrahmĂ‚n TĂ‚hî; "Efendim bu vasiyet de ne oluyor?" dedi. "Bana ilhĂ‚m yoluyla yaşamayı veya olmeyi tercih etmem istendi. Rûhum Ă‚hireti diledi." buyurdu. AbdurrahmĂ‚n TĂ‚hî hazretleri; "Efendimiz sizin hayatta olmanız insanların hayrını coğaltır. Sadaka veriniz, zîrĂ‚ sadaka kaderin hukmunu onler. Kaderin hukmunun kesin olmayıp, sadaka verip vermemeye bağlı olması muhtemeldir." dedi. Bunun uzerine Sıbgatullah ArvĂ‚sî hazretleri emir verip cokca sadaka dağıttırdı. Fakat ertesi gun sĂ‚lihĂ‚ bir kadın gelip; "EyvĂ‚h! EyvĂ‚h! Gavs-ı Âzam şu alcak dunyĂ‚dan ayrılıp, Hakk'a kavuşma yolculuğunun eşiğindedir." dedi. "Bunu nereden biliyorsun?" diye sordular. Kadın; "Gavs bana dedi ki: Daha once hastalanınca sadaka veriliyor ve ecel tehir ediliyordu. Halbuki bu sefer ecelim kesindir. ZîrĂ‚ KazĂ‚-i mubremdir. Ona hicbir şey engel olamaz, buyurdu." dedi.

Hazret-i Gavs'a halîfesi AbdurrahmĂ‚n TĂ‚gî, Teşrin-i sĂ‚nînin (Kasım ayının) dokuzunda; "Daha once belirttiğiniz ecelinizin vakti gecti." dedi. "Hayır gecmedi. Cunku KĂ‚nun-ı evvelin (Aralık ayının) ilk on gunu de sonbahardan sayılır." buyurdu. Bir gun; "CumĂ‚ gunu, olum icin guzel bir gundur. Fakat Peygamberimiz sallallahu aleyhi ve sellem Pazartesi gunu vefĂ‚t etmiştir. Şeyhim Seyyid TĂ‚hĂ‚ iseCumartesi gunu vefĂ‚t etti." buyurdu. "Cumartesi gunu" sozunu bir kac kere tekrar etti. Kendisinin bu gunde vefĂ‚t edeceğini tahmin etti.

Olum oncesi hastalığı sırasında kendisini ziyĂ‚rete gelen kimselere hastalığının şiddetinden bahsetmediği gibi, aksine iyi olduğundan bahsederdi. HattĂ‚ vefĂ‚t ettiği gun, akrabĂ‚ları izin isteyip koylerine gittiler. Cunku sıhhatinin yerinde olduğunu gorduler. O gunlerde corba suyundan başka bir şey yemiyordu. Hastalığı sırasında hic uyumuyor, sĂ‚dece kıbleye karşı oturuyor, bĂ‚zan sağına, bĂ‚zan sol tarafına yaslanarak murĂ‚kabede bulunuyordu. Olum hastalığı sırasında hic inlemedi. SekerĂ‚t-ı mevtinden once yerine halîfe bıraktığı oğlu SeyyidBehĂ‚eddîn'i yanına cağırdı. "EvlĂ‚dım! Talebelerim sana emĂ‚net. Onları buyuk bir îtinĂ‚ ile yetiştir. Gozun gibi koru. Sohbet ve teveccuhlerini uzerlerinden esirgeme. Sakın şohret isteme. Allahu teĂ‚lĂ‚nın emirlerini yap, yasaklarından kacın. Dîne muhĂ‚lif iş yapma. Seni yetiştiren hocanı ve Allahu teĂ‚lĂ‚nın dostlarını incitme, onların her zaman gonullerini almayı ihmĂ‚l etme." buyurdu. Dostlarıyla vedĂ‚laştıktan sonra da; "Ben olunce arkamdan ağlamayınız." buyurdu. Sonra bir muddet murĂ‚kabe hĂ‚linde kaldı.

İki kucuk oğlunu Seyyid Nûr Muhammed ve Seyyid Burhan'ı zĂ‚hirî ve mĂ‚nevî terbiyeleri icin Molla AbdurrahmĂ‚n-ı Meczûb'a teslim etti. Seyyid TĂ‚hĂ‚ hazretlerinden naklederek; "Kılıc kınından cıkmadıkca, bir şey kesemez." buyurdu. VefĂ‚t ettiği Cumartesi gunu oğleden sonra SekerĂ‚t-ı mevt hĂ‚line girdi. Bu hĂ‚linde yanına giren AbdurrahmĂ‚n TĂ‚gî ve MollaAbdurrahmĂ‚n Meczûb, sessizce "YĂ‚sîn" sûresini okudular. "Beni doğrultun." buyurdu. Doğrulttular. Tekrar; "Beni yatağıma uzatın." buyurdu. Birkac defĂ‚ doğrulttular ve tekrar yatağa uzattılar. Olum hastalığının ızdırabı fazlalaşınca, AbdurrahmĂ‚n TĂ‚gî'ye bakarak; "Boyle olsun bakalım." dedi ve olumu tercih ettiğini belirtti. Sarığını cıkardı. Goğsune buz koydular. YĂ‚sîn-i şerîf sûresini yuksek sesle okumalarını tavsiye buyurdu. Rabbine bir an evvel kavuşması ve ecelinin cabuk son bulması icin duĂ‚ edilmesini ve bunun icin, oğluna sadaka vermesini emretti. Bu sırada yanına girenlere oturmalarını soyledi. Ağır sekerĂ‚ta girip rûhunu teslim edeceği zaman, sekerĂ‚tın şiddet ve ağır hallerinden hic şikĂ‚yetci olmadı. Kendisini yatağına koymalarını isteyince, kollarından tuttular. LĂ‚kin yatağa kadar yuruyerek gitti. Yuksekliği bir dirsek boyu olan sedirine kendisi cıktı. Sağ yanına yaslandıktan sonra tebessum eder bir vaziyette Kelime-i şehĂ‚det getirerek rûhunu teslim etti. O anda odanın icine bir guzel koku yayıldı. Bu kokuyu odanın dışında duran diğer talebeleri de duydular. Bu koku defin esnĂ‚sına kadar devĂ‚m etti.

Oğlu CelĂ‚leddîn Efendi, cenĂ‚zesini yıkadı. Yıkama esnĂ‚sında yakın hizmetcisi Ali Efendi ve AbdurrahmĂ‚n TĂ‚gî ona yardım ettiler. Techiz ve kefenlenmesi yapıldıktan sonra talebeleri ve sevenleri tarafından cenĂ‚ze namazı kılındı ve Gayda'da defnedildi.MubĂ‚rek kabri sevenleri tarafından ziyĂ‚ret edilmekte feyz ve bereketlerinden istifĂ‚de edilmektedir.

Seyyid Sıbgatullah ArvĂ‚sî hazretlerinin yolu, başta halîfesi ve oğlu Seyyid BehĂ‚eddîn hazretleri, diğer halîfeleri AbdurrahmĂ‚n TĂ‚gî, Şeyh HĂ‚lid-i ŞirvĂ‚nî, Şeyh AbdurrahmĂ‚n BehtĂ‚nî, Sofî Mustafa KûlĂ‚tî, Ali Can Kulpikî gibi zĂ‚tlar tarafından devĂ‚m ettirildi.

Seyyid Sıbgatullah hazretlerinin on kardeşi vardı. Bunlardan birisi; zĂ‚hid yĂ‚ni dunyĂ‚ya ehemmiyet vermeyen, comert ve velî bir zĂ‚t olan Seyyid Molla Resûl Zeki idi. Diğerleri; Seyyid CemĂ‚leddîn, Seyyid Nûreddîn, Seyyid Abdulmelik, Seyyid AbdulkahhĂ‚r, Seyyid AbdulgaffĂ‚r, Seyyid Muhammed, Seyyid Âbid, Seyyid Abdulganî, Seyyid MevlĂ‚nĂ‚'dır. Bunların hepsi Ă‚lim ve zĂ‚hid olup, zamanlarını medreselerde gecirirlerdi.

Seyyid Sıbgatullah hazretlerinin, Seyyid CelĂ‚leddîn, Seyyid BehĂ‚eddîn, Seyyid HamzĂ‚, Seyyid Nûr Muhammed ve Seyyid Hasan adlı oğulları vardı. Ayrıca Seyyid Bahrî, Sultan Veled ve BurhĂ‚neddîn adlı uc oğlu ise kucuk yaşta vefĂ‚t etmişlerdir.