yaşayan evliyalar konya evliyaları konyada yaşayan evliyalar konyadaki ruyada hızır aleyhisselamla konuşmak
Her Gorduğunu Hızır, Her Geceyi Kadir Bil

Bir gun annesi tarladan kaldırdığı buğdayları, biriyle Ubeydullah-ı AhrÂr'a gonderdi. Ubeydullah-ı AhrÂr buğdayları ambara koymakla meşgûlken, buğdayları getiren kimse, boş cuvallarını alıp gitti. Nereye gittiği ve hangi yoldan gittiği belli değildi. Ubeydullah-ı AhrÂr o anda neden bu zavallı ve garib kimseden du almadığına uzuldu. İcine garib bir ızdırap coktu.

Buğdayı olduğu gibi bırakıp koşarak o kimsenin peşine duştu. Yanına vararak tevÂzu ile kendisine du etmesini istedi ve;
-Beni gonlunuze alın. HÂlime biraz inÂyet nazarıyla bakın. Belki duÂnız ve himmetiniz bereketiyle Allahu teÂl beni bağışlar, merhÂmet eder de yolum acılır, dedi.

Onun yuzune şaşkın ve hayret dolu ifÂdelerle bakan zÂt;
-Zannediyorum ki Turk şeyhlerinin soyledikleri; "Her geleni Hızır bil, her geceyi Kadir bil" sozune gore hareket ediyorsun. Fakat ben hicbir ozelliği olmayan kendi hÂline yaşayan bir kimseyim. Elimi yuzumu bile lÂyıkı ile yıkamayı bilmem. Senin istediğin şeyden ben haberdÂr değilim. O bende yoktur." dedi.

Ubeydullah-ıAhrÂr du etmesi icin yalvarmaya devÂm etti. O kimse, Ubeydullah-ı AhrÂr'ın yalvarışına dayanamayarak ellerini kaldırdı ve;
-Allahu teÂl senin kalb gozunu acsın, diye du etti. Bu du bereketiyle Ubeydullah-ı AhrÂr'ın kalbinde acılmalar oldu

Hızır ve Gelin

1930'lu yıllar. Rize. Anzer, halkın kendi tabiri ile Ancer. Dunyaca balı ile meşhur olan Ancer. Binlerce poleni ve şifayı icinde barındıran balıyla meşhur Ancer. Kış. Yaylacılık yapan Ancerlilerin bir kısmı aşağıya Rize'ye şehre inmemiş, kışlamışlar. Yazdan yığdıkları otlarıyla, mallarını kışdan cıkarıp, bahara eriştirmenin cabası icindeler. Evet hepsinin mal tabir ettiği koyunları, sığırları var, tektuk birkac tanesinin de kara kovanı var. Şifa niyetine ilac niyetine kucuk bir kavanozu dolduracak kadar balları olurdu coğunun. O da kış bitmeden tukenir giderdi.

Meryem. Lezgilerin kızı Meryem. Yeni gelin, beyini gurbete Samsun'a gondermiş. O da o kış yaylada kışlamış. Sabaha kadar kar yağmıştır. Tam kurekle yolu acayım deyip, kapıya yonelmekte iken, kapısı calınır. Kapıyı acari. İhtiyar bir adam selam verir ve:
- Kızım, ben Aşağı Ancerdenim, gelinim aş eriyor, canı bal cekti, Allah rızası icin, bir iki kaşık bal verirmisin?
Meryem gelin duşunmez bile, Allah rızası değil mi der, dibinde uc dort kaşık bal kalmış olan kavonozu getirir , onun da yarısını ihtiyar'a verir. İhtiyar:
- Allah razı olsun kızım, artsın eksilmesin der.
Meryem, kavanozu koymak icin geri doner. Kavanozun ağzını kapatayım derken birde ne gorsun, kavanoz ağzına kadar bal ile dolu. Meseleyi anlar, kapıya koşar, kar ile dolu yaylanın ucsuzluklarına bakar. Ne bir insan vardır ne de kar da bir iz. Gelen Hızırdır.

Aradan uc dort ay gecer, her gun bal yediği halde kavanoz her seferinde ağzına kadar bal ile doludur. Sırrını hic kimseye acmaz. Yaza doğru beyi gurbetten gelir. Beyine her oğun bal verir. Bal bitmez, hem ancer balı olacak, butun kış kalacak birde her oğun kaşık kaşık yenecek, bal bitmeyecek. Beyini merak sarar, sorar, cevap alamaz. Beyi en sonunda:
- Ne olur beni seviyorsan soyle ne oluyor. bunda bir iş var.
Meryem dayanamaz ve ağzı kapalı kavonozu da alır ve olayı anlatır. Kavanozu acıp işte bak ağzına kadar dolu demek istediğinde bir de ne gorsun?
Kavonozun dibinde iki kaşık bal kalmış.

Evet, gercek yaşanmış bir olay... Belki sizin başınıza da geldi, belki gelebilir. Meryem'in kavonozundaki bal bitmeyecekti. Sizin de belki cebinizdeki araba parasını verdiğiniz bir ihtiyar ardından elinizi her cebinizdeki cuzdana attığınızda tukenmeyecek para... Ama sakın ha. Sakın ha. Hızır ile karşılaştığınızı ve sırrınızı kimseye soylemeyin....

Nasıl bir Hızır bekliyordun?

Akşehir Kaymakamı Ladikli Ahmed Ağa'ya:
- Ahmed Ağa, demiş siz hep goruşuyorsunuz, bir de bana goster Hızır AleyhisselÂmı!..
Ahmed Ağa, Kaymakamın talebine yuvarlak cerceveli bir cevap vermiş:
- Oğlum, nasibse gorursunuz inşallah! demiş.


Ahmed Ağa'nın hayranlarından olan Kaymakam, bir Ramazan gunu, iftara yakın, iftar sofrasına oturmuşlar, ailecek iftar topunu bekliyorlar... Kaymakam sigara tiryakisiymiş. Kaymakam tiryakiliğin verdiği ruh haliyetiyle beklerken, kapısı uc kez calınmış. Cıkmış bakmış Kaymakam, kapıda bir adam:
-Biseciii! Bise alırmısınız efendiii?
Arkasında da bir deve, geviş getiriyor geve geve.
Ne desin Kaymakam?
- Ne bisesi be adam? Biseyi ne yapayım ben?
- Peki efendi kızma! Bizden sorması, sanki ısmarlamış gibiydiniz de... Hadi iftar-ı şerifler hayrolsun! demiş, cekmiş devesinin yularını:
- Biseciii! Bise alan, katran alan...
Kaymakam kapıyı kapatıp da sofraya donerken, mırıldanıp kendi kendine icinden: Allah Allaaah! Bu saatte bise mi satılır be adam? Mubarek iftar vakti... Fesûbhanallah! cekmiş.

Bir muddet sonra tekrar Ladik'e gittiği zaman:
- Aşk olsun Ahmed Ağa, bize Hızır AleyhisselÂmı daha gostermeyecen mi Hacı Babam? diye sitem etmeye kalkınca, Ahmed Ağa:
- Size de aşk olsun hay guzum! Kapınıza gelen Hızır'ı kovarsınız, ondan sonra da gelir bize sitem yaparsınız! demiş.
Kaymakam şaşkınlık icinde:
- Ne demek o? Ne zaman geldi Hacı Babam? diye sorunca, Ahmed Ağa:
- Ramazanın son gunlerinde, siz sofrada beklerken kapınıza bir Biseci geldi mi?
- Geldi?
- Devesinin semerindeki katran kuplerine dikkat ettin mi, semere bağlı mıydı, değil miydi?
- Ben bu tiryaki kafasıyla nerden dikkat edecem ona Hacı Babam?
- İceceksen sen ic cigarayı oğlum! Cigara seni icmesin!... Hem sen nasıl bir Hızır bekliyordun? Yakası kartlı, kravatlı birini mi bekliyordun? Kolalı gomlekli, utulu pantolonlu birini mi bekliyordun? Neyse... Gordun işte gayrı... Gormedim diyemezsin! Kacırdın ammaa, gordun işte yine de... demiş ve teselli etmiş Kaymakamı, Ahmed Ağa, ama.... Kaymakam epey eyvah cekmiş tabiii..

Hızırı Gormek İstiyorum


Vaktiyle, saf-temiz bir adam, Hazreti Hızırı gormek derdine duşmuş. Ona birileri:
"- Filan cole gideceksin filan istikamete doğru yuruyeceksin, işte oralarda bir yerlerde Hızır'ı gorebilirsin, demiş.
O da inanmış, o cole gitmiş ve o istikamete doğru yuurmeye başlamış. Gariban adam colde epeyce yurumuş. Bir muddet sonra birisiyle karşılaşmış:
"- SelÂmun aleykum..."
"- Aleykum selÂm."
"- Hayırdır, yolculuk nereye kurban?" demiş karşılaştığı adam.
"- Ben Hızır'ı gormek istiyorum. bu colde bu istikamete gidersem gorebleceğimi soylediler.... Gidiyorum işte...."
"- Peki Hızır'ı gorunce tanıyabilecek misin?..
Saf adam:
"- Vallahi, o hic aklıma gelmedi demiş.
"- Uzulme... Ben sana tarif edeyim: Benim gibi kara kuru, seyrek sakallı bir adamdır.
"- Eyvallah kurban demişler ve birbirlerinin tersine yurumuşler.

Cok gecmeden aklı başına gelmiş, geri donmuş ama, kara kuru seyrek sakallı Hızır (a.s.) sır olup gitmiş.

Adamcağız kulağını kaşımış ve...
"- Hay Allah, kacırdık." demiş. Hızır'ı kacırdığına pişman olmuş.

Hızıra Soyle

Bediuzzaman Saidi Nursi Emirdağ veya Afyon hapishanesi'nde yatarken, bir gece Konya'nın Ladik kasabasına Ahmed Ağa'nın yanına geldi. Ahmed Ağa'nın yanında o anda sadece oğlu Zekeriya vardı.

Bediuzzaman tayy-i mekan ederek gelmişti. Ahmed Ağa'nın odasının eşiğinde, ellerindeki kelepceyi ve ayaklarındaki zincirleri cozdu, iceri girdi:
"- Bu cıksın, dedi,
Zekeriya'dan oturu, konuşacaklarım var..."
Ahmed Ağa:
"-Mahzuru yok kardeşim, yabancımız değildir, oda duysun ..." dedi.
Bediuzzaman:
"-Ahmed Ağa, ustada - Hızıra - soyle, tahammulum kalmadı, dedi.Ahmed Ağa:
"-Olur, soyleyelim kardeşim Said" dedi.

Bediuzzaman tekrar anında kelepceyi ellerine zincirleri ayaklarına takarak geri dondu.

Bir muddet sonra aynı şekilde Bediuzzaman yine geldi ve:
"-Soyledin mi Ahmed Ağa?... Ne oldu netice?", diye sordu.
Ahmed Ağa:
"- Soyledim kardeşim Said, soyledim" dedi.
Bediuzzaman:
"-Ne dedi Ustad? " diye sordu.
Ahmed Ağa:
"-Sabretmeni soyledi" dedi.

Bediuzzaman bu cevabı alınca, bu defa kapıdan değil, pencereden cıkıp gitti. Yine elleri kelepceli, ayakları zincirli idi.

Şimdi soyle bir sorulsa, hem tayy-i mekan edebiliyor, hapishaneye girip cıkabiliyor, kelepcelerini cozup takıyor. Hemde hapishaneden cıkmak icin Hazreti Hızır'dan yardım istiyor... Bu nasıl oluyor diye bir soru akla gelebilir.

Evliyalar bu guce sahiptirler. o kuvvet ve o tasarruf ellerinde var ama, izin almadan kullanamazlar. İşte Bediuzzamanda o tasarruf kendisinde olduğu halde ustadı Hızır'dan izin almadan kullanamamıştır.

Hızır Olduğunu Soylerim



Ramazan... Cuma gunu... Cuma vakti... Cami... Cemaat tek tuk camiye girmekte. İmam kursude... Girenlerin arasında... O... Hızır... Hızır a.s. da genc ihtiyar arasında onlardan biri gibi gidiyor bir koşeye oturuyor. Kursude imam sohbete başlıyor... Hızır'ın yanına kırklarında bir adam gelip oturuyor. Cami yavaş yavaş dolmakta...
Adam, bir muddet sonra uyuklar bir vaziyette sallanıyor, ha uyudu ha uyuyacak. Hızır a.s. adamı durtukluyor:
- Uyuyacaksın, der. Adam:
- Uyumam, beni rahat bırak.

Hızır a.s. ses etmez, ancak ezan okundu okunacak, adam ha uyudu ha uyuyacak, bir daha durtukleyerek:
- Uyuyacaksın dedim, der. Adam:
- Ben de sana uyumam, beni rahat bırak dedim. Rahat bırak beni. Rahat bırak yoksa, Hızır olduğunu soylerim. Buradan cıkamazsın. Bu kalabalık sakalında bir tel bırakmaz.

Hızır a.s. susar ve gozlerine kapar, boynunu buker Allah'a yonelerek:
- Ya Rabbim! Bu nasıl iştir. Bu kulun benim kim olduğumu bildi. Bu nasıl iştirki bendeki listede bunun ismi yok.
Cevap gelir:
- Sana verilen listede beni sevenlerin isimleri var. O ise benim sevdiklerimden...

Allah sevdiklerinden etsin... Sevmek, seviyorum demek bir iddia. İş sevilenlerden olmak...