Var olmanın bedeli, bunaltı… Doğumla, gobek kordonu anneden ayrılan bebek ilk bunaltıyı yaşıyor. Ağlıyor, yırtınıyor. “Beni kim doyuracak, altımı temizleyecekler mi? Bana iyi bakacaklar mı?”. Anne sevgisi, bağlılığı ve korumacı yanı ile bebeğinin bu bunaltısını karşılıyor. İkinci onemli bunaltı, cocuk buyuyup evden ayrılırken, okula giderken yaşanıyor. Annenin sıcak kucağından ayrılmak, farklı kalabalık bir ortama dahil olmak gercekten de kaygı verici, burada hem cocuk hem de anne bunalıyor. Her ikisi icin de zor, ama “En iyi anne kuş yavrusuna ucmayı oğreten”.

Bireyleşen, aklı başında, hedefleri olan insanı sonrasında yaşam boyu kaygılar bekliyor. Acaba başarabilecek miyim? Cocuklarıma bakabilecek miyim, para kazanıp koruyabilecek miyim, mesleğimde iyi yerlere gelip orada tutunabilecek miyim, iyi bir evlilik yapıp mutlu olacak mıyım ve bunlar gibi yuzlerce, binlerce kaygı.

Bu ulkede sosyokulturel yapı yukseldikce kaygıların arttığını gormekteyiz. Cunku kişi bilgisi, gorgusu ve eğitimi doğrultusunda tehditleri daha fazla algılamakta ve bunlara onlem almaya calışmakta. Oysa cehalet her şeyi kaderleştiriyor.
İnsanı bunaltan en onemli gercek aslında olumun varlığı. Olum gerceği ile yaşamı bağdaştırmak oldukca zor, bu nedenle tum yaşam boyunca olumu inkar etmek durumunda kalıyoruz. Diğer bir bakış ile yok olduğumuzda bunaltı da kaygı da kalmıyor, o zaman var iken olumu inkar etmek durumundasınız.

Kaygı ve bunaltı asla hastalık belirtileri değil, olması gereken duygulardır, hastasını ameliyat ederken kaygılanmayan bir cerrah, oğrencilerini daha iyi yetiştirmeye calışırken bunalmayan bir oğretmen, kaygısız bir muhendis, ulkesi icin bunalmayan bir başbakan ne kadar tehlikelidir.

Tum oğretim hayatı boyunca genclere bir şeyler oğretirken farkında olarak yada olmayarak onlarda kaygı uyandırıyoruz. Cunku kaygı duymayan insan bir şey de depolayamıyor, oğrenemiyor. Aslında sınav kaygısı evlatlarımız icin oğretici, eğitici bir durum değil mi?

Bunaltı aynı zamanda insanın her şeyi kontrol altında tutmaya calışmasını da beraberinde getiriyor. Tehlikeleri hisseden, goren insan onlemler alarak kendi canına, cocuklarına, parasına, sağlığına zarar gelmesini onluyor.
Bunaltı ve kaygı bozukları “bozukluk” halini alınca psikiyatrinin alanına girmekte ve tedavi edilmesi gerekmekte.

Peki bunaltı bozuklukları nasıl oluşuyor?

Kişi yaşamı icinde kontrol edemeyeceği bir duruma şahit oluyor, nedir bunlar? Orneğin kalp krizinden olen yakını, felc geciren annesi, bir gunde fakirleşmesine neden olan ekonomik krizler, ani başlayan hastalıklar, deprem, eşi tarafından aldatılma yani her şekilde oluşan kayıplar. Tum bu ve benzeri travmalar insanın ne kadar dikkatli olsa da oluşmasına engel olamayacağı durumlar. Cocuğunu gunde 30 kez arayan anne, oğlunu yada kızını ne kadar buyuseler de “cocuk” gibi gorup korumaya calışan baba, gecirdiği panik nobetlerle hastane acillerini meşgul edip hem kendisinin hem de ulkenin ekonomik kayıplara uğramasını sağlayanlar, her an kotu bir şey olacak endişesi ile evden cıkamayanlar, duşecek – bayılacak gibi olduğundan tek başına evde oturanlar, ucağa binemeyenler, kopruleri gecemeyenler, asansore binemeyenler, kalabalık yollara giremeyenler sizlere bunaltı bozukluklarından bazı ornekler.

Bunaltı bozuklukları gunumuz psikiyatrisinin kolaylıkla tedavi ettiği rahatsızlıklar grubu. Cıldırma korkusu, elinizde olmadan bir şey yapma korkusu, aniden başlayan carpıntı, nefes almada gucluk, hava aclığı, uyuşma ve karıncalanmalar, titreme yada sarsılma insana gercekten de acı vermekte. Yukarıdaki her bir belirti kendi başına insanı sarsmaya yetiyor. Ve en onemlisi bu sorunları olan insan bazen bu durumun ruhsal olabileceğini kabullenmek dahi istemiyor. Tedavi gecikiyor, harcanan gereksiz paralar, gereksiz tıbbi incelemeler, bu arada coğunluğu 25-35 yaşlarında olan bu insanların uretkenliklerinin azalması. Ucağa binemeyen iş adamı, devamlı hastanelere yakın yaşamaya yada dolaşmaya ozen gosteren iş kadını. Akıllar başka yerde iken insan doğal olarak uretemiyor. Oysa kolaylıkla tedavi edilen bunaltı bozuklukları toplum icinde en fazla alkol – madde bağımlılığına, depresyona neden olan rahatsızlık grubu.

Şairin de dediğin gibi;

“Yaşamak değil, beni bu telaş oldurecek…
O telaşla bırakın Paris yolunda ılık ruzgarlara taratmayı sacımızı,
sevdiğimizle sohbet bile edemedik biz.
Gozumuz saatte soyleştik hep.
Koşuşur gibi seviştik, yarışır gibi calıştık.
Hep, hep yetişecek bir yerler vardı; aranacak adamlar, yapılacak işler. Ustelik her keresinde bir sonraki gunun telaşı, bir oncekine bulaştı. Ve her keresinde başkalarının hayatı bizimkini aştı. Kuşluk vakti kızaran ekmek kokusu veya yavuklu busesiyle uyanma duşlerini hababam erteledik durduk. 20’li yaşlardayken 30’lara kurduk saatin alarmını, 30’larda kırklara, belki sonra 50’lere, lakin oyle yanlış kurgulanmış ki hayat, kuşlukta uyanma fırsatı sunduğunda size, artık uyku girmez oluyor gozlerinize. Doyasıya sevişmek, telaşsız soyleşmek icin bol zamana kavuştuğumuzda soyleşecek sevişecek kimsecikler kalmıyor yanınızda, ozenle yarına sakladığımız bir sarı lira gibi omrumuz. Vakit gelip sandıktan cıkardığımızda, bir de bakıyorsunuz, tedavulden kalkmış.”


[h=2]İstanbul Psikiyatri uzmanlarına ulaşmak icin tıklayın![/h]