ALABİLİRSEN AL


Hacı Bayram-ı Velî'nin doğduğu Zulfadl (Sol-Fasol) koyunden bir genc askere cağrılmıştı. Yetim olan bu temiz genc, babasından kalma birkac altınını, annesinden kalan hÂtıra bilezik ve kupleri emÂnet edecek bir kimse bulamadı. Hepsini kucuk bir cekmeceye koyup, Hacı Bayram-ı Velî'nin turbesine getirdi. Turbeyi ziyÂret edip;
"Y hazret-i Hacı Bayram-ı Velî! Beni vatanî vazifemi yapmak icin cağırdılar. Annemden ve babamdan kalma şu hÂtıraları emÂnet edecek bir kimse bulamadım. Bu kucuk cekmeceyi zÂtı Âlinize emÂnet bırakıyorum. Eğer askerden donersem, gelir alırım. ŞÃ‚yet donemezsem, istediğiniz bir kimseye verebilirsiniz!" diye munÂcaat etti.
Sonra cekmeceyi sandukanın kenarına koyarak ayrıldı.
Aradan yıllar gecti. Gencin askerliği bitti ve emÂnetini almak uzere Hacı Bayram-ı Velî'ye geldi. ZiyÂretini yapıktan sonra, cekmeceyi koyduğu yerde buldu. Hic dokunulmamıştı.
Orada turbeyi bekleyen turbedÂra;
"Bu cekmece benimdir. Askere gitmeden once emÂnet bırakmıştım. Şimdi alıyorum." dedi.
TurbedÂr;
"Tabi, alabilirsen al. Cunku ben, bir defÂsında bu cekmecenin yerini değiştirmek istedim. Fakat butun uğraşmalarıma rağmen yerinden bile oynatamadım. Bunda bir hikmet olduğunu duşunerek, bir daha elimi bile surmedim."

Genc, cekmecenin yanına gelip, Hacı Bayram-ı Velî'ye teşekkur etti ve emÂnetini alarak koyune dondu.

ALAY ETMENİN CEZÂSI

Gavs-ul-Memdûh hazretleri, bir gun dergÂhın onunde otururken Abdurrahîm Efendiyi huzûr-ı şerîflerine cağırdı. Şam'a gidip gitmediğini sordu. O da;
"Gitmedim efendim" deyince;
"Şu tarafa bak bakalım ne goreceksin?" buyurdu.
İşÃ‚ret ettiği yone baktığında, yemyeşil bahceleriyle, Şam'ın karşısında durduğunu hayretle gordu. Şam'ı merakla seyrettiğini goren Gavs-ul-Memdûh;
"Abdurrahîm! Boşi koyu buradan uzakta mıdır gorulebilir mi?" buyurunca, ruyÂdan uyanır gibi Şam gozlerinden silindi ve hocasına;
"O koy buraya uzaktır, gorunmez efendim." diye cevap verdi.
Bunun uzerine;
"Doğu tarafına bak!" buyurdu.
O anda kucuk bir tepenin yamacında kurulmuş olan Boşi koyu gozunun onune geldi. O anda koyun bir kenarında, Gavs-ul-Memdûh'un talebelerinden birkac tÂnesi oturmuş sohbet ediyorlardı. Koy bekcisi de yanlarında sırt ustu uzanmış yatıyor, talebelerle alay ediyordu.
Gavs-ul-Memdûh;
"Abdurrahîm! Bekcinin arkadaşlarınla alay ettiğini goruyor musun?" diye sordu.
O da;
"Goruyorum efendim. Eğer musÂade buyurursanız hemen hakkından geleyim." diye sordu.
Hocasının hic cevap vermemesinden cesÂretlenerek ayağını hızla bekciye doğru salladı. Allahu teÂlÂnın izniyle, ayağı bekcinin tam karnına isÂbet etmiş ki, birden karnını tutmaya ve feryÂd etmeye başladı. Bir daha vuracaktı, fakat Gavs-ul-Memdûh;
"Yeter y Abdurrahîm!" buyurunca, durdu.
Boşi koyu de gozunden kayboldu. Hocasının bu kerÂmetlerine hayran kalmıştı.

Aradan on gun gecmişti. Boşi koyunun bekcisi, yuzu sarılı bir hÂlde Gavs-ul-Memdûh'un huzûruna cıkarıldı. Ağzı sol kulağına kadar eğilmişti. Eğilen taraf kırış kırış olmuş, diğer tarafı da davul zarı kadar gerginleşmişti. Bu sebeple ne ağladığı ne gulduğu, ne de konuştuğu anlaşılıyordu. Zor konuşabilen bekci;
"Aman y Hocam! Allahu teÂlÂyı zikreden talebelerinle alay ederken, birisi şiddetle karnıma vurdu. O anda butun vucûdum hareketsiz kaldı. Ağzım da bu hÂle geldi. Bundan boyle hatÂmı anladım ve tovbe ettim. Ne olur beni affediniz ve ağzımın eski hÂle gelmesi icin du ediniz." diyerek ağladı.
Gavs-ul-Memdûh onun bu durumuna cok uzuldu. Merhamet edip ellerini kaldırarak du etmeye başladı. Sonra mubÂrek elini bekcinin yuzune surdu. O anda bekcinin ağzı, Allahu teÂlÂnın izniyle eski hÂline geldi.

Kaynak: Evliyalar Ansiklopedisi, İhlas Yayınları