Knight Online Trailer :

You do not have permission to view link Giriş yapın veya uye olun.




Knight Online Hikayesi :


Carnac Dunyası
Milenya donemi oncesinde, zamansız enerjiler maddeleşmeye başladı ve kilden bir yapılanma oluşturarak, onu hayata gecirecek sihirli sozu bekleyerek uzayın sonsuz boşluğunda dalgalanmaya başladı.
Bu yapılanmanın dış tarafındaki, kucucuk bir guc yumağı cozuldu ve tek başına bilinc kazandı.

Amacsızca etrafta dolaşan bu kutle, cozulmeden sonra bir yıldız haline gelmişti; bilincli Logos, hayat yaratmak icin onu kendine aldı. Gunlerce ona şekil verdi ve Canac ’ı oluşturmak icin derin vadiler, yuksek dağlar ve masmavi gokyuzu yaptı.

49 gun icerisinde kayaları yararak akan su yarattı, vadileri onunla doldurdu ve okyanusları yarattı. Kısa surede Carnac Turkuaz renkli mucevhere benzeyen gorkemli bir dunyaya donuştu. Her halukarda Logos fark etti ki, gorkemli nehirler, okyanuslar ve goller canlı gibi hareket edebiliyordu fakat taşlar, kayalar, dağlar cansızdı.

Logos, kil kumesinden kalan enerji ile, dağlara şekil vererek hayatı yarattı. Yarattığı balıkların suda yuzmesi cok hoşuna gitti ve ağaclar onun favorisi olan nemli ortamı sağladı. Ve sonunda kendisine benzeyen insanlar yaratmak istedi ve cok fazla guc harcayarak Carnac ’ı onların ihtiyacına cevap verecek şekile getirdi ve daha sonra muhteşem nehirlerin kenarına insanlığı oluşturacak tohumlar bıraktı. Orada istedikleri herşeyi bulmakta başarılı olacaklardı.

Bir sure icin herşey yolundaydı. Logos artık hoşnut bir tanrıydı. Yarattıkları ise mutlu ve onlara bağışlanan topraklarda başarılıydı.

Oysa cozulmenin başlangıcı cok yakındaydı

Hayalindeki insanlığı yaratmanın telaşı icerisinde bir parca kili kullanmayı unutmuştu. Unutulmuş kil parcası guzel bir şeye donuşturulmeyi duşleyerek karanlık vadilerin kuytuluklarında asırlarca bekledi.

Başlangıcta cok sabırlıydı.

“Logos ’un benim icin ozel planları olmalı” diye duşunuyordu. Belkide beni neye donuştureceğine henuz karar vermedi".

Ancak her bilincli varlık gibi onun da sabrı gun gectikce tukendi ve her tukenişte bir parca buyudu. Dunyanın geniş catısı altında, Logosunkinden cok farklı olmayan bir bilinc verilerek yaratılmıştı ve o kil parcası kendisinin de mevcut olan yaşamın icerisine katılmasını istiyordu. Unutulmuş olmanın verdiği ofke ile her gecen gun parca parca biraz daha buyudu ve şekillenerek gelişti.

Zaman icerisinde Logos unuttuğu o parcayı hatırladı ve kendisine cağırdı ancak cok gecti cunku kendisini Patos olarak isimlendiren bağımsız bir varlık oluşmuştu. Bu bağımsız varlık kendisini Patos olarak isimlendirdi ve kendisinin hissettiği terk edilmişliği ve acıyı Logosun da yaşamasını istedi.

Artık Logosa rakip olmuştu ancak Logosun dikkatlice yarattıklarının tam tersine icerisinde aşk, arzu ve merhamet duygularından yoksundu. Patos ilk intikam olarak Logosun ilk başlangıcta yarattığı doğal oluşumu değiştirdi.

Patos ’un bu ilk intikamı nedeni ile 4 mevsim, gece ve gunduz, yaşam ve olum gercekleşti. Patos icin bu yeterli değildi. Bir avuc dolusu kum alarak bunları icgudu, his ve gunah duyguları ile doldurarak Logos ’un yarattığı dunyaya doğru savurdu ve savurduğu her bir zerre insanların icerisinde tohumlandı. Bunun sonucunda insanlar Logos ’a yuz cevirerek ondan uzaklaşmaya başladı. Gunahı, şehveti oğrendiler ve yok etme ve hukmetme duyguları ile doldular.

Logos ’un Patosu durduracak gucu kalmadı

Bolum I : Kaosun başlangıcı

Patosun dunyayı değiştirmesinden bir sure sonra, iki tanrı arasındaki bu oyun nedeniyle Logosun başta arzuladığının dışında olum ve yaşamın başlaması olumsuz bir ortam geliştirdi cunku olum yokken Logosun yeni yaşamlar yaratmasına gerek yoktu. Bu Logosun yaratıcılığının, sonsuzluğunun ve gorkeminin kabul edilmesiydi. Ancak bu gidişatın kotu bir şekilde değişmesi sonucunda, kaybolan hayatların yerine yenisinin getirilmesi gibi bir iş cıkmıştı. Halbuki Logos yaşamı yaratırken bunu kontrol altına almamıştı. O nedenle butun bu gorevleri yerine getirmesi icin yeni bir tanrı, hayat Tanrıcası Akara ’yı yarattı.

Birbirinden iki farklı ve birbiri ile cekişen tanrı Logos ve Patos ’un aksine, Akara sakin, kararlı ve yaşayan her canlı ile ilgilenen bir tanrıcaydı. Yaşlanıp yok olanların yerine yenilerinin gelmesini ve buyuyup onların yerini almasını sağladı. Onların yeryuzunde yaşamaları gerektiğini anladı, gercek yaratıcıları kendisi olmadığı ve yarattıkları kendisine saygı gostermediği halde onları sevmeyi oğrendi.

Akara bu gorevi ustlendikten bir sure sonra Logosun eski keder ve uzuntusunden uzaklaştığını, yarattıkları uzerindeki sorumluluk ve gorevlerini savsaklamaya başladığını fark etti. Halbuki yaratıcının rehberliği olmadan yaşamın başarılı olması mumkun gorunmuyordu oysa Akara canlıları cok sevmişti. “Belkide” dedi kendi kendisine “Bunların hepsini kendi cocuklarım gibi benimsemeliyim.”

Akaranın, Alın yazısı gibi butun yaratıkların varlığını koruma niyeti karşısında Logos yarattıklarını tamamen kaybedeceği korkusuna kapıldı ve Akaraya, yaratıcı olarak kendi gorev ve sorumluluklarını tekrar yerine getirmeye başlayacağına dair soz verdi. Tanrıca bu soz karşısında gecmişte yaşadığı zorluk ve sorunları unuttu. Logos tekrar her şeyle ilgilenmeye ve yaratıcı gorevlerini yerine getirmeye başladı. Akara kendisini yardımcı dadı gibi hissetmesine rağmen, dunyadaki yaşamın devam ettirilmesi icin ustlendiği rolun onurunu icinde hissediyordu.

Fakat Logosun gorevlerini yapmaya başlaması ile birlikte, Patos yeniden ortaya cıktı.

Bu defa, Logosun ruzgarlarını ve ağaclarını cok sevdiği, bulutlarına dokunduğu ve ilk yarattıklarından olan dağların yapısını bozmaya karar verdi.

Carnac ’ın cekirdeğindeki deliklerden alevleri cağırdı. Hapsedilmiş ateş, o guzelim dağların zirvesinden alevli kraterler acarak erimiş lavlar şeklinde yeryuzune doğru puskurmeye başladı.

Cok sevdiği dağlarının ve ormanlarının korkunc bir şekilde yok edilişi esnasında ,Logos lavların etrafını guclu bir ruzgar ile cevirip soğutmak ve cevresinde yarıklar oluşturup icerisine hapsetmek icin cok gec kalmıştı. Butun ormanlar ve yerleşim yerleri yok oldu, nehirler kaynadı ve insanlar hayatlarını kaybetmeden once korkudan donakaldılar.

Kuşaklar sonra, akara yok edilen ormanların yerine yenilerini yeşertti. Hayvanlar yeniden yeryuzunde dolaşmaya, nehirler tekrar kaynaklarından akmaya başladı. Onceki atalarının başlarına neler geldiğini bilen insanlar da kayıplarını telafi ederek yeniden coğaldılar. Sessiz dağlar sık, sık lavlar puskurtmeye devam ettiler ancak insanlar onu yeryuzundeki değişik bir guzellik olarak algılamaya başlamıştı.

Halbuki onların coğu bir dağın zirvesine cıkıp, Logosun daha once yaptığı gibi oradan yeryuzune bakıp dunyanın guzelliğini zirveden seyretmemişti.

Buna karşılık Logos tekrar o umutsuzluğuna geri cekildi ve sanki kendisinin yarattığı dunya değilmiş gibi hic ilgilenmedi. Bu defa Akara, Logosun sorumluluklarını kendi uzerine almaya karar verdi fakat Logosun bunu kendisine kolaylıkla vermeyeceğini de biliyordu. O nedenle yureksiz Logos ve Bolucu Patos ’tan dunyayı kurtarıp temizlemek icin plan yaptı.

Diğerlerinin bilmediği ve tanımadığı başka bir tanrı biliyordu. Tanrı Cypher ’i. Cypher bilgisizin tekiydi ancak yok etme ve duzenbazlık tanrısıydı. Carnac ’a bilinen veya bilinmeyen her turlu yok edici belanın gelmesine Cypher in yol actığı inancı vardı. Aslında onun yokediciliğine, Patosun neden olduğu konusunda tarihciler cok tartışmıştır.

Cypher ’in ortaya cıkması konuşulmaya başlayınca, Logos temkinli davranarak Akaraya bu yeni tanrının kimliğini sordu.
Akara dedi ki “Cypher ’i bende tanımıyorum ancak tanrı olmadığı kesin ayrıca yaratıcılık gucu olmadığını da biliyorum. Yağmuru kara ceviremez, insana can veremez, ruzgarı estiremez. Onun tek yapabileceği dağları aşındırmak, karları buhara cevirmek ve canlılara darbe vurmak. Sadece yok etme, zarar verme gucu var ne daha fazla, ne daha az. Biz onu kullanarak gucunu Patostan kurtulmak icin kullanabiliriz.”

Bunu duyan Logos, dunyasının ilk yarattığı gunlere doneceğinin hayali ile mutlu bir şekilde bu yeni tanrı Cypher ’i aramaya giderken Tanrıcanın yuzundeki hafif gulumsemeyi fark etmedi bile.

Logos, Cypheri bulduğunda duşunduğu gibi bir tanrı bulmadı, sanki azametin anti tezi gibi zayıf, bitkin, yıpranmış ve tukenmiş gibi duruyordu. Diğer tanrıların yapısından cok uzaktaydı. Buna rağmen Hayat Tanrıcasına hurmeten de olsa, Cypherden destek istemeye karar verdi.

Ancak onun bilmediği şey, Akaranın ondan once geldiği ve Cypher ’e fırsatını bulduğu zaman atalarını yok etmesini istediği idi. “Once Patosu oldurmelisin” demişti Akara, “Logos ise idealist ve zayıf, onu daha sonra boş bir zamanında oldurebilirsin”.
Cypher hic şeytanca duşunmeden saflıkla inanmıştı, hayatın yoneticisi Tanrıcaya.

Patos ile karşılaşmasından once, Logos, Patosun gormesini engellemek icin Cypherin etrafını bulutlarla cevirerek ona olumulluğunu gizleyen cok guzel bir kılıc verdi ve Patosun hukum surduğu derin vadiye doğru yola cıktılar.

Vadinin tam ağzındaki buyuk ağaclarca oluşmuş ormana bakınca, değişikliğin tanrısının orada bulunduğuna dair en ufak bir tahmin bile yurutmek mumkun olamazdı. Ancak onlar iyice yanaştıklarında, Patos golgelerden dışarıya cıktı. Elinde sağa sola savurduğu yeşil renkli, en iyi ağactan yapılma bir mızrak vardı. Mızrak sanki barış dolu yeşil ormanlardaki huzurun ve hayatın ışığını yansıtıyor gibiydi.

Bu silahı sadece bir tek kişi yapabilirdi. O kişi ise diğerlerinin gelişini Patosa onceden haber veren kişiden başkası değildi. Tanrıca Akara. Gizli bir koşede Logos, Patos ve Cypherin kacınılmaz sonlarının gelmesini sabırla bekliyordu.

Savaş hızlı ve ofke doluydu. Cypher ’ın yukarıda tuttuğu ışıltılı kılıc ile yaptığı atağı goren savaşcılar soyleyecek hicbir soz bulamazdı. Patos sadece ust uste gelen darbelerden elindeki mızrak ile korunmaya calışıyordu. Logos ise yalnızca onunde suregelen dovuşu seyrediyor ve Patos'un hak ettiği sonu bulması icin dua ediyordu.

Sonunda dovuş tanrıların savaşına donuştu. Patos, guneşi kapatarak dunyayı karanlık hale getirdi. Cypher kendisini derin ve karanlık vadinin icerisinde kor olmuş gibi hissetti. Patos mızrağı ile saldırarak rakibinin omuzunda bir sıyrık actı. Bunun uzerine ofkelenen yaralı tanrı yokedici gucunu vadinin uzerine yağdırdı. Kayalar alevlenerek yurumeye başladı ve Patos'u cepecevre kuşattılar, Cypher kılıcını savurdu ve Patos ’un sol elini kopardı. Patos acı icerisinde gokgurultusu gibi haykırırken kanı dışarıya puskuruyordu.

Cypher ve Logos zafer sevinci ile onu seyrederken birşeyler oldu. Patos ve Cypher'ın bedenleri değişmedi ama zihinleri yer değiştirdi. Sanki Patos, Cypher'ın bedeni icerisine girmişti ve Cypher de az once olumcul yara actığı bedene hapsolmuş gibiydi.

Acı icerisindeki Cypher'ın ruhu olmeyi reddederek, refleks bir hareketle elindeki mızrağı kendisinden calınan ve icine Patosun ruhunun girdiği bedene fırlattı. Cypher/Lord of Destruction tarafından fırlatılan bu mızrağı Patos savuşturamadı.

Patos artık olu vaziyette yerde uzanıyordu, Cypher'da neredeyse ona katılmak uzere idi. Zorlukla yerden doğruldu ve biraz once kendi bedeni icerisindeki iken cağırdığı yok edici alevden taşların yanına giderek, ke*** kolunu dağladı ve kanamayı durdurdu, daha sonra sahip olduğu guc ile ke*** parcayı eski yerine koyduğunda, kolu sanki hic kesilmemiş gibi oldu.

Tamamen duzeldikten sonra yenilenen gucu ve enerjisi ile herkesin duyabileceği şekilde haykırdı.

“Yeniden doğdum, benden korkun, artık rakipsizim”

Bir guc gosterisi olarak vadiyi darmadağın ederek taş yığınlarından, taşa benzeyen ancak camdan bir anıt yarattı. Her yone uzanan kesitleri ile anıt guzel değildi ancak muhteşem gorunuyordu. İnsanlar anıtın yapımındaki mucizevi şekli gormek ve onun yapıcısı tanrı Cypher'a saygı gostermek icin uşuştuler

Bolum II : Pianna Savaşcıları
Yıllar sonra insanlık altı buyuk krallığa bolundu.. Collerin akıncıları Hellsgarem, Celikten gemileri ve limanları ile Buegrant, Arrdeam'ın beyaz şehri, Muhteşem ormancıları ile Planisad Ticaretin merkezi Brisbia ve Batı sahilinde El Morad.

Yaratılış, kırılgan bir seydi. Patos ve yeni Patos-Cypher mevcudiyeti arasında yaşananlardan sonra Carnacta kademe kademe değişiklikler olmaya başladı. Başlangıctaki değişiklikler onemsizdi, cicekler yavaşca soluyorlardı, mevsimler onceden tahmin edilemiyordu ve sular bazen paslanmış gibi kahverengiye donuşuyordu.

Bu tur ufak tefek şeyleri insanlar sadece gozlemliyordu ancak “Olay” diye ilan edecek bir durum yoktu.Bunları Cypher'da yapmıyordu zaten, o kendisi ile ilgili yeni konuları incelemekle meşguldu.

Acaba Patos yeniden mi canlanmıştı?

Bu defa Carnac ’ın her yerinde tuhaf yaratıklar dolaşmaya başlamıştı. Başlangıcta bunları zarar verebilecek vahşi kurtlar, ayılar olarak duşunduler fakat değillerdi, değişik yaratıklardı ve yıllar gectikce değişiklikler buyudu de buyudu. Bazılarının taşa donuştuğu goruldu, bunlardan kotusu arkadaşlarına buyu yapılanlar oldu ve şimdi bildikleri ve anladıkları olum seviyesinin otesinde canlanmış cesetler ortaya cıktı.

Bu cehennemi yaratıklar sayıca oyle coğaldılarki, insan şehirleri ve onların etrafına cevrilen yuksek kale duvarları ve surlar bile yaratıkları geri puskurtmeye yetersiz kalmaya başladı.

Yiyecek stokları tukendiği icin ilk yıkılan krallık Planised oldu. Kısa sure icerisinde Brisbia ve Arrdeam devrildi. Kanlı Barbarların krallığı Hellsgarem bile duvarların yıkılarak krallığın yok olmasını engelleyemedi. Canlı kurtulan azınlık, kendi krallıklarından sağ kurtulmayı başaran Buegrants ’ların gemileri ile deniz uzerinden El Morad ’a kactı.

El Moradın yoneticisi Kral Manes, gocmenleri hicbir on yargı gostermeksizin kabul etti ve orduda gorev almalarını sağladı. Henuz saldırı yaşamayan şehrin etrafını desteklemek ve kuvvetlendirmek icin yeni siperler ve mazgallar inşa ettirdi. Saldırganlar gelmeden once ihtiyaclar temin edilerek stoklandı, silahlar guclendirildi, zırhlar cilalandı. Eğer El Morad yıkılırsa, yeni duzen oluşturmak icin, krallığa ve El Morada bağlı sadakatli siviller tespit edilerek kacış yonleri ve planları hazrılandı.

Olaylar oyle gelişmişti ki, El Morad artık insan neslinin en son kalesi durumuna gelmişti. Eğer o da yıkılırsa, insan soyunun yeniden turemesinin onu kesilmiş olacaktı.

Cok gecmeden yaratıkların saldırıları başladı. Başlangıctaki dağınık ve duzensiz ataklar, savunmacıların başarılı defansı sayesinde geri puskurtuluyordu ancak saldırılar her gecen gun artıyor ve surekli yineleniyordu. Bu saldırılar yedi yıl boyunca surdu. Kral Manes, yedi yıl boyunca halkının cektiği acı ve sıkıntılara karşı kor ve sağır duran tanrılara surekli dua etti.

Eğer ilk iki yıllık saldırılara alışan ve savaştaki tarz ve yontemleri ile başarılı olan El Moradlılar, cesaret edip surların altında tuneller acarak dağların arasına giden yollar yapmasalardı, bu hikaye cok kısa surecekti.

Dağlara kazdıkları tuneller boyunca ++++l madenleri buldular ve bunlarla daha fazla silah yapıp, mevcut silahlarını geliştirdiler. Yiyecek buyuk sorun olmaya başlamıştı ancak tunellerden dağların arasındaki ormana bant yaparak, ağacları işlediler ve El Morada getirdiler, kazanılan arazide yeterince urun ekip yetiştirmeyi başardılar.

Ucuncu yılda, tecrubeli askerler bu yaratıkları avlayıp oldurmeye başladılar. Kucuk gruplar halinde partiler oluşturarak, ana gurubun dışında gezinen nispeten zayıf yaratıklara arkadan saldırıyor ve olduruyorlardı. Bu savaşcılar geri donduklerinde bircok zafer ve macera hikayeleri de getiriyorlardı.

Kısa sure icerisinde birbirinden bağımsız hareket eden bu partiler, kendi iclerinde organize oldular ve Pianna Şovalyeleri ortaya cıktı. El Morad'dan bağımsız yaşayan bu şovalyeler hayatlarını işlerine adamışlardı. Bazıları buyu sanatlarını ve guc vermeyi bile oğrendiler.

Yedinci yılın son gununde, hic beklenmedik tuhaf bir şey oldu. El Moradın her yanına kırmızı bir yağmur yağdı. Uzaktan koyu bir yeşil sis perdesi gittikce yaklaşıyordu. Bir uyarı yankılandı ve yıllardan sonra ilk defa herkes kacmak icin kapılara koştu ve ilk defa bu kadar korkmuşlardı.

Kral Manes, kendisini duyacak herhangi bir tanrı icin yine dua ediyordu ve bu defa Cypher'ın goruntusundeki Patos yanıt verdi.

Manes “Uzun yıllardır surekli sana yalvarıyorum, neden şimdiye kadar bekledin?” diye bağırdı.
“Gerek yoktu” diye cevap geldi.
“Hergun insanlarım oluyor bundan daha gerekli ne olabilirdi ki?” dedi Manes.
Yine “Gerek yoktu” yanıtı geldi.
Kral kurtarıcıya yalvarması gerektiğine karar vererek “ Senin gucun var, sadece kullanman yeterli biz senin alcakgonullu hizmetkarlarınız. Tam şimdi bizi kurtarabilirsin”
“Bugun hizmetcilerin akıbeti yok artık. Sonun yaklaştığı anda kendimi gostermek istedim. İsteseydim gururlandığım bu yıkımı sahip olduğum gucle ta başlangıcında durdurabilirdim.”
Kral ofke ile doğrularak kılıcını sesin geldiği yone doğrulttu ve haykırdı “ Sen bir tanrı olabilirsin Cypher ancak kolayca yıkıp gecemeyeceksin. Eğer bize yardım etmeyeceksen, sende bizimle aynı sona katlanacaksın.”.
Fakat Patos coktan gitmişti bile.

"Konsul uyelerinden birisi, alnından akan teri silerken “ Yapabileceğimiz bir şeyler olmalı diyordu”.
Onun hemen yanındaki diğer bir uye esnemesini gizlemeye calışıyordu. Vakit oğleden sonra olmuştu. Lordlar ve liderler Cypher ’ın gorunduğu gece yarısından bu yana tartışıyorlardı.

Bir Planisadian lordu ayağa kalkarak, yaklaşan koyu yeşil sisten kacmak icin yaptığı planı tekrarladı. Sisi keşfe gidenlerden hicbiri donmemişti ve ona gore koşulları yeniden değerlendirebilmek icin oncelikle kacıp uzaklaşmaları gerektiği idi. Sis hızla yaklaşıyordu ve herkesin kacıp uzaklaşması gunler alacaktı.

“Hayır, kalacağız ve direneceğiz, sonrada Cypher ’ı oldureceğiz boylece her şey yoluna girecek” diye gurledi elleri ile okunu okşamakta olan yan taraftaki Erenion lideri, “Yeterince kactık”.

Konsul gurultu ve yaygaraya boğuldu, daha once de bircok ucuk oneriler getirenler olmuştu ancak boyle bir cozum herkesi hayrete duşurmuştu.

Birisi haykırdı “Sen delimisin? Cyhper bir tanrı. “ “Gerekirse burada kalacağız ancak Cypher'a karşı savaşmayacağız”

Oda birden sessizliğe burundu. Kalmak ancak savaşmamak ? Sonra ne olacaktı ? Sadece olum ?

Kral Manes sukunetle konuştu “ Pianna Şovalyelerini cağırın”.

Bazıları Kralın aklını yitirdiğini duşundu, bazıları da aslında Cypher ’ın kralla konuştuğuna inanmamaya başladı.

Pianna Şovalyeleri butun populerlikleri ile kale kapısının onune doğru at surduler. İşte herkesi koruyacak efsanevi kahramanlar buradaydı. Yeni dizayn edilmiş zırhları ve parlak silahları icerisinde, eski kahramanlık kitaplarından canlanıp gelmiş gibi gorunuyorlardı. Hic kimse onların kaybedeceğini duşunmuyordu.

Yaklaşık ikiyuz guclu asker, efsane haline gelen Camdan Abidenin bulunduğu yone doğru Cypher'ı bulmak icin at surduler. Onlerinde hicbir rehber olmadan, insan yerleşimi kalmamış cılgın topraklarda at surduler. Ormanların icerlerinde onlerine cıkan her yaratığı oldurerek ilerlediler. İclerinden tek bir tanesi bile kacamadı. Gece karanlığında gelip zarar vermesinler diye uyku bile uyumadılar.Fakat bir gece aşırı bir yorgunluk dalgası hepsini kapladı ve derin bir uykuya daldılar.

Ruyalarında bir vadinin kenarındaki bir alanda bir suru insan gorduler. Başlangıcta insanların gorunuşleri mutlu gibi geldi ancak yanlarına yaklaştıkca o insanların yuzundeki umutsuzluğu, yorgun bakışları ve ruhlarındaki mutsuzluğu gorduler. Halbuki ruyalarındaki bolge gayet huzurlu ve abidenin camından yansıyan gokkuşağını yansıtan ışıklar sayesinde apaydınlıktı. Tan yeri ağarırken gercekler ortaya cıktı, Cypher ’ın ini de oradaydı ve butun o insanlar ona tapmaya gelmemişlerdi, onun esiri olmuşlardı. Abide ise, onların bilincini yutan siyah bir taşa benziyordu. Yapıya yaklaşınca kendilerini insanlara bakarken hissettiklerinden daha kotu hissettiler ve birden bir kol uzanarak goruşlerini kapattı.

Ruya sona ermişti ancak gun doğana kadar yattıkları yerden kıpırdayamadılar.Gordukleri ruya yuzunden etkilenseler dahi, kararlarından en ufak bir eksilme olmadan ve kendilerini neyin beklediğini bilerek batıya doğru at surmeye devam ettiler. Akıllarında ve kalplerindeki ayetten bir dua ile;

Uzun sure Unutulmuş
Biz senin cocuklarınız
Uzun sure Unutulmuş olsan dahi
Bizi Terk etme

Daha once hic hissetmedikleri gibi bir şevkle ruzgar gibi batıya doğru at surmeye devam ettiler. Gunlerce hic durmadan ilerlediler, ne onlar nede atları aclık veya yorgunluk hissetmediler. Gozleri bir işaret yakalayana kadar hic durmadılar.

Elmas gibi ışıklar sacan Devasa bir Abide millerce otede duruyordu. Daha once gordukleri ruya bile onları boyle bir manzara ile karşılaşınca duştukleri hayrete hazırlamamıştı. Atlardan birinin kişneyerek bağırması, onları bu hayretten uyandırdı ve tekrar devam ettiler. Ertesi gun şafak vakti abideye ulaştılar ancak sanki onlerinde gecilemez bir bariyer vardı. Gorunurde hic bir şey yoktu ancak atlar gorunmez bir cizgiden oteye gitmeyi reddediyorlardı. Binicileri aşağı inip cektikleri halde ilerlemeyi reddediyorlardı. Sonunda atları bırakarak ilerlemeye karar verdiler fakat onlar da ilerleyemediler. Oğlene kadar uğraşmalarına rağmen hicbiri o gorunmez engeli gecemedi fakat arazinin yapısı gittikce değişiyordu.

Ağaclar ve cimenler kapanan zarflar gibi goz onunde katlanarak yok olmaya başladılar, zemin birden kurudu ve ve toprakta catlaklar oluşmaya başladı ve birden catlaklardan birisi genişce bir yarığa donuşerek şovalyeleri icine cekti.

Bircoğu yaralandı, bazıları ise hayatını kaybetti fakat coğu kurtuldu ve kurtulanlar kendilerini etrafında daha once hic karşılaşmadıkları turden yaratıkların cevirdiği buyuk bir mağaranın ortasında buldular. Onlerindeki uzun ve kol yuksekliğindeki sarkıtların altında ise Cypher'ın ta kendisi duruyordu. Onu tanımıyorlardı ancak karşılaştıklarının kim olduğunu tahmin ediyorlardı.

Bir baş hareketi ile, Pianna şovalyeleri her yana saldırdılar. Guc veren buyuculerini, sihirbazlarını ve yaralıları ortalarına alacak gibi bir halka oluşturdular. Savaşcılar dovuş sanatında ustaydılar ve 7 yıl boyunca hayvanlara karşı verdikleri onlarca savaşta sadece bir kardeşlerini kaybetmişlerdi fakat savaş alanındaki sayıdan daha azdılar ve gorunduğu kadarı ile duşmanları yorulmak bilmeyecekti.

Elliden daha az sayıya duştuklerinde, yaratıklar saldırmayı bıraktı ve geriye cekilerek Cypherin şovalyelere doğru ilerlemesine olanak sağladılar.

Şovalyeler Cypher'ın gercek yuzunu ilk defa gorduler. Devasa yapısı dışında yaşlı bir adama benziyordu. Rivayetlerdeki gibi acımasız bir savaşcı goruntusunden cok uzaktaydı.

”Hoşgeldiniz, Pianna Şovalyeleri, yorulmuş olmalısınız” diye alay ederek konuştu.

Şovalyeler cevap vermek yerine kılıclarını sıkıca tutarak sectikleri hedeflere doğru kaldırdılar ve dosdoğru uzerlerine saldırdılar. Sihirbazlar onlara ateş ve yıldırım ile eşlik etti ve bu saldırının odulu olarak birkac yuz yaratığı oldurduler.

Cypher sadece yaratıklarının acımasızca olduruluşunu seyretti.

Şovalyeler coğu adamlarını kaybettiler ancak her şey sona ermişti. Tek bir yaratık bile ayakta kalmamıştı. Mağaranın zemininde, kendi kanlarından oluşan bir golde yatıyorlardı. Hemen Cypher'ın etrafını cevirdiler.

Fakat bir tanrıyı basit buyuler ve fiziki guc ile yenmeyi duşunmek saf aptallık demekti. Cypher de bunu bildiği icin sakin ve korkusuzdu.

Hali hazırda, arkadaşlarının cesetleri kıpırdamaya başlamıştı. Yakında tekrar ayağa kalkacaklardı fakat karşısındaki kişi arkadaşımı veya kardeşimi anlayamayacaktı.

İlk zombinin elleri kılıcı kavradığı anda, hayattaki şovalyelerin aklına birden o dua geldi. Sebebini bilmeden duayı haykırmaya başladılar

Biz senin cocuklarınız
Uzun sure Unutulmuş olsa dahi
Bizi Terk etme

Olen arkadaşları dirilip ayağa kalktıkca ve silahlandıkca, Pianna şovalyeleri daha once hic hissetmedikleri bir korkuya kapıldılar, buna rağmen haykırmaya devam ettiler.

Biz senin cocuklarınız
Uzun sure unutulmuş olsan dahi
Bizi Terk etme

Gittikce guclenen haykırdıkları bu cumleler mağara boyunca ilerledi ve tarih oncesi duvarlarda yankılanarak sarkıtları titretti. Daha fazla ayet dokuldu ağızlarından

Seninle birlikte olan yine biziz
Sen bizi duyabilirsin
Yalvarışlarımızı duy