“Şuraya otur anne sen benim kapımsın” dedi kucuk cocuk. Ne cok şey soylemişti kucucuk kalbi ile “Sen benim kapımsın anne”
Sen kapıları actın ve dunya ile buluştum ben. Senin kapının arkası ana rahmim cennetimdi benim. Bazen korkuyorum anne, kapının arkasındaki yaşam korku dolduruyor icimi. Korktuğumda yanına geliyorum, bacaklarına dolanıyorum, kolunu cekiştiriyorum, bazen hırcınlaşıyorum ya kapını kapat biraz daha kalayım o guvenli yerde diyorum aslında.
Bebekleşme diyorlar bazı buyukler sen demiyorsun ya anne, acıyorsun ya her seferinde kapılarını işte o zaman gucleniyorum ben anne.
Dunya bazen cok karmaşık geliyor bana ne yapacağımı hic bilmiyorum anne, anlayabilmek icin biraz sakin bir yerde korunmaya ihtiyac duyuyorum işte o zaman calıyorum kapını, acıyorsun ve yuce kalbinle buyur ediyorsun ya iceri ben yeniden cennetime donuyorum anne… Buyudum diye kapatma kapılarını anne, izin ver ne zaman dayanamam sansam gelip gucleneyim biraz…
Anne cocuğun yaşama acılan kapısıdır. Anne-cocuk arasındaki ilişki ilerdeki yetişkinin yaşama tutunması ile ilgili duruşunu da belirler. Cocuğun anne ile bağlanma bicimi, ilerdeki yetişkinin ilişkilerine ve kendi gercekliğine bağlanma bicimimi de oluşturur.
Mahler, yenidoğanın anne ile “psikolojik erime” halinde olduğunu söyler. Ona göre, bu birliğin kopması ve bireyselleşme kişilik gelişiminin ta kendisini oluşturmaktadır. Fakat Mahler burada çok önemli bir çelişkiden söz eder; ayrılma-birleşme çelişkisi. Bağımsız bir benlik geliştirme arzusu, anne tarafından korunma arzusu ile sürekli bir çatışma halindedir ve çocukluktaki bu temel çelişki, insanlar üzerinde hayat boyu etkisini sürdürecektir. Bu etkinin varlığını sürdüreceği düzlem ise, büyük çoğunluğu hayatın ilk altı yılında oluşan öz benlik algısıdır. Annenin çocuğa davranışlarının, yani bağımsızlaştırma ve koruma davranışlarının miktarı, çocuğun kendisi hakkında yorumlar yapmasına ve bunları içselleştirmesine yol açacaktır.
Ayrılma-birleşme karmaşası yaşamın temelini oluşturan en onemli karmaşalardan biridir. Erkeğin yumurtasından ayrılan spermin kadının yumurtası ile birleşmesi ile başlayan yaşam seruveni, cocuğun cenneti ana rahmiyle buluşması ile devam eder.
Rahimden ayrılan bebek dunya ile buluşur. Dunyanın korkutucu karmaşasından annesinin memesine, memenin huzurlu kokusundan yaşamın zorlu yokuşlarına savrulur.
Doğumdan, bebekliğe, cocukluğa, yetişkinliğe, yaşama, ilişkilere, duygulara, eylemlere, cinselliğe, aşka, yaşlılığa, emekliliğe, bilgeliğe ve nihayetinde olume uzanan yolculuğun tamamı başlı başına ayrılma-birleşme sırrını yani aslında anne-bebek ilişkisini icinde taşımaktadır.
Üç yaş civarında oluşturulan anne imgesi, yalnız kendimizi değil, hayatın geri kalanında karşımıza çıkan tüm “ötekileri” anlamamız için de bir alan oluşturur. Öyle ki, Mahler’e göre, çocuk diğer insanlara bakarken anne imajının yarattığı mercekleri kullanır. Yani anne cocuğun gozluğudur aslında.
Gozluğunuz ne kadar net ise gorduğunuz de o kadar nettir. Gozluğunuz ne kadar sağlamsa yaşam karşısındaki tavrınız da o kadar sağlam olmaktadır.
Anne cocuk arasındaki bu ozel ilişki yaşamsal onem taşımaktadır. Bağlanma olarak acıklanan bu ilişkinin bicimi kişinin ruhsal yapısının da anahtarı niteliğinde olmaktadır.
Bowlby’e göre bağlanmanın çocuk açısından yaşamsal bir değeri vardır. Hayvanlarla yaptığı gözlemlerden anneye yapışmanın veya takip etmenin bebeğin yaşama şansını arttırdığı sonucuna varan Bowlby, insanlarda bağlanmanın bunun ötesinde bir işleve sahip olduğunu vurgular.
İnsan hayatıi çin bağlanmanın üç temel işlevi vardır; dünyayı keşfederken geri dönülebilecek güvenli bir liman olma, fiziksel gereksinimleri karşılama, hayata dair bir güvenlik duygusu geliştirebilme şansı.
Bowlby, bu gereksinimler yeterli düzeyde karşılanmadığı takdirde, çocukta oluşan özbenlik algısıyla bağlantılı olarak patoloji gelişebileceğini öne sürer.
Bu süreci ise, “çalışma modelleri” olarak adlandırdığı ilkeye dayandırır. Bu ilke aslında, Mahler, Kohut ya da Horney’nin vurguladığı süreçlerden farklı değildir, buna göre; anne tarafından bir ölçüde karşılanan güvenlik duygusu çocuğun dünyayı algılayışını belirler.
Anne cocuk ilişkisi bu denli yaşamsal onem taşırken, cocuk dilini oğrenmek ciddi bir emek, deneyim, bilgi ve cabanın sonucudur.
Cocuk dilini oğrenmek herhangi bir yabancı dil oğrenmekten daha zor, daha karmaşık ve zorlu bir iştir. Cocuğu anlamanın en guzel yolu onunla oyun oynamak, cocuğun ana rahminden itibaren yanlış giden oğrenmelerinden ve travmalarından kurtarmanın yolu ise oyun terapisidir.
Cok değil 10 yıldır cocukların ruhuna dokunmaktayım, her biri cok şey oğretti bana, her birinin teropatik anneliğini yapma işlevim var.
Cocuklardan oğrendiklerim tum yaşamımda tum terapist kimliklerime cok fazla şey oğretti, tum danışanlarımın cocukluklarına bakmayı oğretti. Her birine teşekkur ederim…
Tum annelere dileğim
Bağınıza kuvvet…
Sevgilerimle

[h=2]Corum Psikoloji uzmanlarına ulaşmak icin tıklayın![/h]