İslam denge dinidir. Rahman Sure-i Celilesi'nde Cenab-ı Hak " Guneş ve ay bir hesap ile hareket ederler. Yıldızlar ve bitkiler hep secdededirler. Goğu bu ahenkle O yukseltti ve bu mîzanı koydu ki, siz de ders alıp olcu dışına taşmayasınız. Oyleyse siz de tartıyı adaletle yapın, sakın teraziyi, dengeyi aksatmayın." (Rahman, 55/5-9) ferman etmektedir. Gorulduğu gibi Allah (cc) kainatta koymuş olduğu o başdonduren nizam, ahenk ve dengeye dikkatleri cektikten sonra insanların da hak ve adalet cizgisinde hayatlarını surdurmelerini emir buyurmaktadır.
İşte İslam gokler otesinden gelen prensipler mecmuasıyla, kainattaki bu muthiş olcu ve dengenin, ferd ve toplum hayatında eksiksiz ve tam bir adalet, hakkaniyet ve muvazenenin tecellisinden ibarettir. Evet İslam getirmiş olduğu esas ve prensiplerle "altın oran" diye ifade edebileceğimiz mukemmel bir muvazene ile herşeyi yerli yerine oturtmuştur. Bu sebeple, İslam adına yapılan yorum ve değerlendirmelerde olcu ve dengeye riayet etmemek, aşırılıklara girmek İslam'ın ruhuna zıt, onun doğru anlaşılıp doğru yaşanmasına engel olacak bir tavırdır ve bu aşırılık derecesine gore kimi zaman İslam duşmanları kadar İslam'a zarar verecek bir noktaya gidip dayanabilir.
Maalesef, hoşgoru ve diyalog kavramları etrafında koparılan fırtınalar, ortaya konan saldırgan ve tahripkar uslup, dikkat cekmeye calıştığımız nokta acısından aşırılığın, sahibini alıp hangi noktalara savurabileceğini gosterme adına acı ve ibret dolu bir manzara halinde karşımıza cıkıverdi.
Elbette ki, aşırılık derken, bu mevzuda insaf olculerini elden bırakmadan tenkitte bulunanları, meselenin butunune değil de bazı tavır ve uygulamalarına karşı cıkıp bunları eleştiri konusu yapanları, mumin kardeşine ikaz ve tavsiyelerde bulunurken edeple, dinin koymuş olduğu olcu ve prensiplerle soyleyeceği şeyleri soyleyenleri kastetmiyorum. Ancak sanki yılların hıncını, kinini kusma adına bir fırsat kolluyormuş da o fırsatı kendince bulmuş gibi bir muminin başka bir mumin hakkında kesinlikle kullanmayacağı/kullanamayacağı, ne Kitap'ta, ne Sunnet'te, ne Selef-i Salihin'in ictihadlarında yeri olmayan, hicbir şekilde tecviz edilemeyecek bir uslupla dehşet-engiz isnad ve iftiralarda bulunanlar, zamanla, kibir ve enaniyet saikleriyle bu buhtan ve tohmetlerine daha bir sahip cıktı, bir kere ağızlarından cıkan o akıl almaz iddiaları guya ispat etme adına her bir kalem oynatışlarında, her yorum ve değerlendirmelerinde bir adım daha aşırılığa kactı ve boylece din adına din duşmanları kadar dinin ruhuna zarar verecek olcude tahribat ve yıkımlara, fitne ve tefrika ateşlerine sebebiyet verdiler.
Mesela, işin başında, belli bir şahıs ve harekete yonelik saygı sınırlarını zorlayan eleştiri ve tenkitler, gittikce şiddeti artan bir hızla hakarete, daha sonra da hakikaten gayretullaha dokunacak, Arş'ı ihtizaza getirecek, soyleyenini de isnad ettiği şeyle yuzyuze getirecek "tekfir" noktasına gidip dayandı. Tabii bir kere olcu kaybolduğundan, dengesizliğe girildiğinden artık "tekfir" mekanizması sadece bir şahıs ve onu sevenler icin işlemiyordu. Her kim hoşgoru ve diyalog mevzuunda olumlu bir kanaat bildiriyorsa o da hemen kuffar, dÂllîn ve hainler kategorisine dahil edilmeye başlandı.
Orneğin ulkemizde devletimizin resmi bir kurumu olan Diyanet Teşkilatı var. Bu teşkilat aklı başında herkesin de kabul ettiği uzere, ilim, duşunce ve hayatlarıyla cağımızdaki ehl-i sunnet cizgisinin mumessilleri diyebileceğimiz cok kıymetli alimleri ihtiva etmektedir. Aynı zamanda bu teşkilat, mevcut imkanlarla yurdumuzda dinimize, milletimize hizmet etmeye calışan on binlerce imam, muezzin… kadrosunu bunyesinde barındırmaktadır. Şimdi, gunumuzde Diyanet Teşkilatı'mız da, ilmin, fikrin, kalemin daha bir one cıktığı cağımız şartları icerisinde, değişik diyalog platformları oluşturmakta, boylece karşısındakinin inancına, konumuna saygı duymak suretiyle, saygın bir konumda dinimize, milletimize ait yuksek ahlak ve değerleri diğer din muntesiplerinin de bulunduğu bir ortamda hal ve lisan diliyle beyan etmektedir. Tabii boyle olunca diyalog eylemini kufur ve dalaletle eş tutan aşırılığa mubtela marjinal bir kesim, koskocaman bir camiayı da hemen aynı isnad ve tohmetlerle yaftalamaktan geri durmadı ve duracağa da benzememektedir.
Elbette ki, usûlsuz, prensipsiz, olcusuz hareket eden bu Haricî anlayış bununla da yetinmedi. Ulkemizde nice sıkıntı ve zahmetlere katlanarak bir omur boyu dinî ilimlerle meşgul olan, hayatını İslam'ın doğru anlaşılıp doğru yaşanması icin vakfeden, hocaların hocası, vb. vasıflarla anılan, herkes tarafından sevilip-sayılan ve sahasında otoriter olarak kabul edilen ilahiyat fakultelerindeki cok kıymetli tefsir, hukuk, hadis… profosuru hocalarımız da, sırf diyaloğa karşı cıkmadıkları, hatta diyaloğu dinimizi, milletimizi, ulkemizi gercek cehresiyle tanıtıp duyurma adına bir zaruret olarak gordukleri icin onları da sokak ağzı alaycı usluplarla dillerine doladı, bundan da ote kendi imanlarını tehlikeye atacak soz ve isnadları onlar hakkında da kullanmaktan cekinmediler.
Gorulduğu gibi, kıskanclıkları akıllarını, mantıklarını dumûra uğratmış, hasedleri imanlarının onunde, kendi mutlak doğruları (!) dışında hicbir şeyi doğru kabul etmeyen, kendileri gibi duşunmeyenleri hemen tekfire yeltenen bu bağnaz tipler, gozu donmuş bir halde milyonlarca mumini bir cırpıda tekfir edecek seviyede bir aşırılığa saplandı ve boylece her zamankinden daha fazla vifak ve ittifaka ihtiyac duyduğumuz şu donemde –tahribin kolaycılığını da yedeklerine alarak– yeni bir fitne ve tefrika sureci başlatmış oldular.
Bu noktada herhalde yapılması gereken bir taraftan, onların bulandırmaya calıştıkları hakikatleri bıkmadan-usanmadan tekrar ber tekrar anlatıp izah etmek, diğer taraftan da bu kuru gurultu ve boş yaygaralara pabuc bırakmadan hem muslumanların kendilerini kendileri olarak anlatmalarına imkan sağlayan, hem de kureselleşen, kuculen dunyamızda cihan sulhu adına hayatî bir yol ve metod olan hoşgoru ve diyalog surecini kararlı bir şekilde devam ettirmek olsa gerek. Bilinmelidir ki, gecici bir donem cıkardıkları gurultu-patırtı, yaptıkları aşırılıklarla prim toplayan haricî tayfası, cok gecmeden maşerî vicdandan alması gereken cevabı almış ve sadece ibretlik bir hadise olarak tarih kitaplarında inceleme konusu olmuştur. O sebeple marjinal kesim ve onları kullananlar da iyi bilmesi gerekir ki, uc-beş kendini bilmez nÂdÂn iftira ve tezvirde bulunuyor diye, inanan gonuller, inanclarının gereği ve emri olan bu faaliyetleri elbette ki terkedecek değillerdir...