istanbul un gelenekleri ulkemizde ramazan hazırlıkları
En kutlu ay” Ramazan Ayı, asırlar boyu, Muslumanların gundelik hayatlarında muhim değişiklikler husule getiren bir ay olmuştur. Bu ayda maddi ve manevi hayatın ritmi artmış; yavaşlık hıza, durgunluk hareketliliğe donuşurken, bir huzur ve dinginlik havası hakim olagelmiştir. Bu sebeple Muslumanlar Ramazan Ayı’nı “On bir ayın sultanı” diye tavsif etmişler ve her yıl sevincle karşılamış, huzunle uğurlamışlardır.
Osmanlı toplumunda ve hususiyle İstanbul’da Ramazan Ayı’nın ifade ettiği mana ve guzellikleri anlatmaya kelimeler kifayet etmez.


Eski İstanbul’da Ramazan Ayı yalnızca dini vecheleri ile değil, toplumsal ve kulturel hayatın hemen her alanına nufuz eden etkisiyle yaşanmıştır. İbadetlerden yeme-icmeye, okuma-dinleme-oğrenme alışkanlıklarından gezme ve eğlenmeye kadar hemen her alanda bir Ramazan etkisi hissedilmiştir. Bu etki toplumun her kesiminde; en fakirinden en zenginine, Muslumanından gayrimuslimine imparatorluğun butun katmanlarınca hissedilen ve yaşanan bir etki idi.
Ramazan’a Girerken
Uc ayların girmesi ile beraber Ramazan’ın gelmesi beklenmeye başlanırdı. Kandil gecelerinde yukselen manevi coşku ile aydınlatılan cami, minare ve sokaklar adeta Ramazan’ın geleceğini haber verir, Ramazan hazırlıklarını başlatırdı.
Ramazan’a hazırlık once zihni bir hazırlık idi. Kandil geceleri de bu zihni hazırlığın tamamlanma fırsatları idi.
Ardından maddi hazırlıklar gelirdi. Ramazan’a girerken İstanbul evlerden sokaklara ve carşılara, oradan cami ve turbelere kadar hummalı bir temizlik faaliyetine şahit olurdu.
Ramazan hazırlıklarının bir başka yonu alışveriş idi. Bugun olduğu gibi, eski İstanbul’da da Ramazan Ayı carşı ve pazara hareketlilik getirirdi. Bu alışveriş hareketliliğinde fakirler ve ihtiyac sahipleri de unutulmaz, onlar da nasiplendirilirdi. Ramazan zengininden fakirine, cocuğundan ihtiyarına herkes icin bir bolluk ve bereket ayı idi.
Ramazan Aydınlığı
Eski İstanbul, hayatın gunduzleri yaşandığı, geceleri ise insanların evlerine cekildiği bir şehir idi. Geceleri şehir hemen tamamen karanlık idi. Hava karardığında dışarı cıkmak durumunda olanlar icin fener taşıma zorunluluğu vardı.
Ramazan Ayı ise şehrin bu genel goruntusunun butunuyle değiştiği bir zaman dilimi idi. Ramazan’da bu ayın maddi ve manevi hususiyetleri dolayısı ile gundelik hayatın hareketliliği gunduzden biraz daha geceye kayardı. Bu nedenle Ramazan Ayı’nda şehrin sokakları aydınlatılır, kadın-erkek, kucuk-buyuk herkes iftar sonrası camilere, teravih sonrası da Ramazan eğlencelerine iştirak ederdi.
Ramazan Ayı’nda İstanbul her zamankinden daha parıltılı idi. Ramazan aydınlığının en etkileyici kaynağı her halde cift minareli camilerde iki minare arasına asılan mahyalar idi. Mahya, harfleri ipe asılı kandillerden oluşan ışık yazıların adıdır. Bugun elektrik lambaları ile kurulan bu mahyaları eski devirde kandillerle kurmak hakikaten zor zanaat idi. Bugunun “aydınlatılmış” gecelerinde mahyalar hala guzeldir ama geceleri karanlığa burunen eski İstanbul’da bu mahyalar muthiş etkileyici şeylerdi.





İlk kez I. Ahmed zamanında Sultanahmet Camii minarelerine asılan mahya, insanlar uzerinde bıraktığı tesir ve karşılaştığı beğeni dolayısıyla giderek daha cok camiye asılır olmuştu. Suleymaniye, Yenicami, Atik Valide derken İstanbul’un cift minareli camilerinin hemen hepsine mahya asılır olmuş; eski İstanbul’da mahyacılık da gozde bir zanaat haline gelmişti.
Mahya tutkunluğu bazı ilgincliklere de vesile olmuştur. Fatih doneminden kalma minareleri kısa olduğundan mahya asılamayan Eyup Sultan Camii’nin minareleri yıkılmış, yerlerine ikişer şerefeli daha uzun minareler inşa edilmiş ve bu minarelere de mahya asılmıştı.
Bu tutkuya bir başka ilginc ornek de Uskudar’daki Mihrimah Sultan Camiidir. Bu cami tek minareli olmasına rağmen, halkın isteği uzerine buraya ikinci bir minare daha yapılmış ve buraya da mahya asılmaya başlanmıştı.
Mahyalardaki yazılar genellikle dini icerikli olur, zaman zaman donemin ruhunu yansıtan ifadelere de rastlanırdı. Yazı yerine kimi zaman resimler de asılırdı. En cok rastlanan yazı “Hoş Geldin Ya Şehr-i Ramazan” idi. Ramazan sona ererken de “el-Firak” ya da “Elveda” gibi yazılar yazılırdı. Balkan Harbi ve I. Dunya Savaşı yıllarında mahyalarda “Hilal-i Ahmeri Unutma”, “Hubbu’l Vatan Mine’l İman” gibi ifadelere rastlamak mumkundu.
Ramazan Ayı’nda Dini Hayat
Eski İstanbul’da da Ramazan, uhrevi havanın en cok hissedildiği bir zaman dilimi idi. Bu ay “oruc ayı” idi, “gufran ayı” idi. Sahurlar, iftarlar, teravihler, mukabeleler ve ay boyunca tutulan oruc Ramazan’a asli rengini veren unsurlar idi.
Bir cok seyyah, İstanbul ve Ramazan gozlemlerini aktarırken bu ayda camilerin dolup taştığına dikkat cekmektedir. Gunduzleri başta Eyup olmak uzere İstanbul’un belli başlı turbeleri, geceleri ve bilhassa teravih namazlarında camiler mahşeri kalabalıklara sahne olurdu.
Kalabalığın beraberinde tatsızlıklar da gelebilirdi tabii. Ramazan yazarları bilhassa ayakkabı hırsızlığının artmasından cokca muşteki olmuşlardır.
Ramazan Ayı’nda camiler her zamankinden farklı olarak sabaha dek acık kalırdı. Bazı Muslumanlar bu ayda, itikaf adı verilen cami icinde bir tur manevi inzivaya cekilme ibadetini gercekleştirirlerdi.
Ramazan Ayı’na has ibadetlerden bir diğeri de camilerde, buyuk konaklarda ve bazı evlerde mukabele okunmasıdır. Ay boyunca guzel sesli hafızların okuduğu Kur’an-ı Kerim Ramazan Ayı sonuna gelindiğinde hatmedilmiş olurdu.
Ramazan Eğlenceleri
Ramazan Ayı butun manevi ağırlığına rağmen aynı zamanda gezme ve eğlenme ayı idi. Camilerden sokaklara ve evlere yayılan uhrevi havaya herkesi etkisine alan bir neşe eşlik ederdi. Akşamları kahvehaneler dolar, Karagoz-Hacivat, meddah, ortaoyunu gibi eğlencelik faaliyetler sahuru beklerken insanları oyalardı.
Zamanın yazarları yılın on bir ayında Beyoğlu’nu merkez tutan eğlence hayatının Ramazan Ayı’nda İstanbul’a, Şehzadebaşı ve Direklerarası’na geldiğini yazmışlardır. Bunlardan birisi “Ramazan bitince İstanbul’da bir tiyatro topluluğunun para kazanmasına imkan yoktur” demektedir. Bir araştırmacı da İstanbul’da 1917-1924 yılları arasında oynanan 124 temsilin 89unun Ramazan Ayı’na rastladığını belirtmektedir.
Tiyatro kumpanyaları Ramazan eğlencelerinin kucuk bir kısmını teşkil ediyordu. Ramazan eğlencelerinin merkezinde geleneksel gosteri sanatlarımız olan Karagoz-meddah-ortaoyunu uclemesi vardı.[/size]





Karagoz sadece bir golge oyunu değil, aynı zamanda topluma tutulan bir ayna idi. Mevsimine gore kışın kahvehanelerde, yazın bahcelere kurulan perdelerde oynatılırdı.
Meddahlık ise bir tur tek kişilik gosteri idi. Meddahlara kıssahan da denilirdi. Bunlar omuzlarında mendilleri ve ellerinde sopaları ile sahneye cıkar, son derece etkileyici kıssa ve hikayeler anlatırlardı. Hikayelerini beden dilinin butun imkanlarını kullanarak anlatırlar ve seyirci hikayeyi anlatılanlara adeta şahit oluyormuş gibi dinlerdi.
Ortaoyunu ise bir tur canlı oyuncularla oynanan Karagoz idi. Burada Karagoz’un yerini Kavuklu, Hacivat’ın yerini Pişekar alırdı. Ortaoyunu da mevsimine gore kapalı mekanlarda veya acıkhavada oynanabilirdi.
Turk musikisi calınan calgılı kahveleri unutmayalım. Bunlar hem musikimizin guzel orneklerinin icra edildiği, yeni yeteneklerin yetiştiği okullardı; hem de sohbetin, muhabbetin demini aldığı yerlerdi.
İstanbul’un Bugunku Ramazanları
Eski Ramazanlar anlatılmakla bitmez. Ramazan manilerine, Ramazan davulcularına, gullaca, Ramazan pidesine gelemedik bile…
Eski Ramazanları hatırlamak, unutmamak guzel. Lakin Ramazan Ayı şimdi de, en az eskisi kadar guzel yaşanıyor İstanbul’da. İstanbul’un her yanında Ramazan cadırları kuruluyor, yuz binlerce insana iftar veriliyor. İftarı ve teravihi muteakip bu Ramazan cadırlarında turlu kultur-sanat faaliyetleri gercekleştiriliyor. İhtiyac sahipleri hatırlanıyor, toplumsal dayanışma ve yardımlaşmanın en guzel ornekleri veriliyor.