Oysa gercek olan şu ki, hepimiz doğanın bir parcasıyız. Ancak ne yazık ki, bu gerceğin farkına vardığımız zamanlar genellikle hasta olduğumuz ya da bir yakınımızı kaybettiğimiz zamanlar. Dikkatlice baktığımızda, yaptığımız bir cok şeyin, doğal yapımız gereği olduğunu fark ederiz: Yemek ve icmek, sevgi ve cinsellik, bir şeye sahip olma gudusu, cevremizi kendi gereksinimlerimize gore duzenlemek gibi.
Doğanın bizim ustumuzde bu kadar buyuk bir guce sahip olmasına rağmen, insanoğlu cevreyi kendi gereksinimlerine gore duzenleme işini biraz abartmış gorunmektedir. Yapılan araştırmalar, insanın yaşamının %95’ini kendi oluşturduğu, bir anlamda “yapay” ortamlarda gecirdiğini gostermektedir. Bu nedenle de, insan doğayla ancak dolaylı olarak bir ilişki kurabilmektedir, orneğin pencereden dışarıyı seyretmek veya televizyonda bir doğa belgeseli seyretmek coğumuzun doğayla kurduğu tek iletişim şekli olmaktadır. Bu şekilde kişi, varoluşunun koklerinden uzaklaşmakta, doğanın icinde kendini bir misafir gibi algılamaktadır. Ozellikle yeni yetişen neslin doğayla ilgili sorulara verdikleri yanıtlar, bu durumun boyutlarını iyice belirginleştirmektedir. Cocuk ve genclerin yalnızca ucte biri beş değişik ot ismi sayabilmekte, yalnızca yedide biri beş kuş ceşidini soyleyebilmektedir. Birinci sınıfa giden cocukların %70’i ordeğin rengini sarı zannetmektedir. Gencler, diğer yaş grupları ile karşılaştırıldığında, doğa ile en az ilgilenen gruptur. Bu gruptan doğa ile ilgili, cok hoşlarına giden bir yaşantılarını anlatmaları istendiğinde, yalnızca %50’si anlatacak bir yaşantı bulabilmişlerdir.
İnsanın doğadan uzaklaşması daha ne kadar surebilir? Boyle bir uzaklaşma insana neler kaybettirir? Gunumuzde, kendi kendine bu soruyu soran insanların sayısı giderek artmakta. Belli bir yaşın ustundeki insanlar, doğayla ic ice olmayı, hayat tercihleri icinde giderek daha ust sıralara koymaktalar. Doğanın icinde olmanın şekli, birkac saksı ile uğraşmaktan, trekking yapmaya, şehir icinde dah cok yeşil alan talep etmeye kadar uzanmakta.
Gunumuz insanı, kendi koklerini aramanın ve keşfetmenin onemini kavrayıp bu yonde adımlar atmaya başladıkca, sadece oturup doğayı dolaylı olarak seyretmek de ona yetmez olmaktadır. Artık insanlar doğayla daha aktif olarak ilgilenmek istemektedirler. Bunun icin de yeniden keşfedilen, gittikce daha fazla rağbet goren yontem yuruyuş yapmaktır. Bu konuda yapılan araştırmalar, yuruyuş sırasında doğanın cok daha fazla icselleştirildiğini, kişinin cevresini incelerken, bir sure sonra kendi icini incelemeye başladığını ve kendi doğasını, bedensel ve duyusal ozelliklerini fark etmeye başladığını gostermektedir. 90’lı yılların başından itibaren yurumenin Avrupa ulkelerinde cok talep goren ve sevilen bir faaliyet olması da bundandır. Avrupalıların yuruyuşe gosterdikleri ilgi ekonomik olarak bile kendini gostermekte, bu sporla ilgili urunlerin satışlarından buyuk karlar elde edilmektedir.
Ozellikle 40 yaş ve ustu insanları, ama aynı zamanda bir cok genci doğanın kucağına iten yuruyuş yapma arzusunun altında ne gibi motifler var? Hangi hedefler insanları doğada yuruyuş yapmaya itiyor? İnsanları doğaya yonelten hedeflerin başında doğanın tadını cıkarmak yer alıyor. Ancak insanlar, bir yandan el değmemiş doğanın icinde yer alırken, bir taraftan da, yuruyuş parkurlarında hoş lokantaların, lokallerin bulunmasını da istiyorlar. Artık, uzun mesafeleri belli surelerde kat etmek, cok planlı yuruyuşlere cıkmak yerine doğanın keyfini cıkarmak on planda.
Doğanın icinde olmanın, yuruyuşler yapmanın insana bir cok acıdan yararı var. Bu yararlardan bir tanesi, insanın metabolizmasını normalleştirmesi ve bağışıklık sistemini guclendirmesi. Eğer vucudun bir haftada fazladan 2000 kalori yakması sağlanırsa, vucut bu duruma şehir yaşamının getirdiği bazı hastalıklara direnerek ve yaşam suresini uzatarak karşılık veriyor.
Guzel bir doğa icinde yapılacak sakin ve uzun yuruyuşlerin insanın ruhsal dengeleri uzerinde de cok olumlu etkileri olduğu bildiriliyor. Şehir icindeki gri binalar, bunların birbirleriyle uyumsuz bir şekilde bir araya gelmeleri, duzensiz kesişimleri , insanın algılama yeteneğini olumsuz olarak etkiliyor. Buna karşılık, doğa icindeki bir sıradağ silueti veya, ağaclarla dolu bur vadi insanın kendini cok daha ozgurleşmiş hissetmesini sağlıyor. Burada insanın her şeyi uc boyutlu olarak algılayabilme şansının da buyuk onemi var. Doğa icinde yalnızca gorme duyusu değil, diğer bircok duyu da, gerektiği şekilde doyuruluyor. Bunlar arsında işitme duyusu da var. Şehir icinde, gun boyunca korna, yer kazısı, fren, siren gibi sesler bizim cok da bilincli olarak algılamadığımız, ama surekli işittiğimiz sesler. Keyfimizi kacıran seslerden kurtulmak icin coğunlukla yaptığımız şey ise, muziğin sesini de daha cok acmak. İnsanların coğu “sessizliğin sesi”ni duymak istiyor ve doğa bu isteğe de cevap veriyor. Doğadaki sesler kuş cıvıltıları, su sesi gibi insan beyninin cok daha barışık olduğu sesler. Doğadaki bu dinginlik, insanın kendisini daha huzurlu hissetmesinde, ic temposunun yavaşlamasında buyuk bir etken oluşturabiliyor. Telaş, stres gibi gitgide icselleştirdiğimiz, bizi rahatsız eden, ancak bir parcamızmış gibi duran olumsuz durumlar ise etkilerini yavaş yavaş yitirebiliyorlar.
Yuksek teknolojinin hakim olduğu dunyamızda, gecerli kavramlar “mesafe”, “mantık” ve “nesne”ler olurken, doğada bu kavramlar “yakınlık”, “duygular” ve “canlı”lar oluyor. Doğa icinde yapılan kısa bir yuruyuş bile, doğa icinde yer alan varlıklar ile insanın vucudunun uyumunu sağlayabiliyor. Bir sure sonra, kişi vucudunun icindeki organların uyum icinde calıştıklarını hissedebilir, kendini doğanın bir parcası gibi hissedebilir. Duzenli bir yuruyuş, ayak masajı gorevi de goreceğinden, bir meditasyon etkisi de yaratır.
İnsanın kendisini doğanın icinde iken cok rahatlamış hissetmesinin kanıtları, yalnızca bu deneyimi yaşamış olan kişilerin anlattıklarıyla sınırlı değildir. Yapılan bazı psikolojik deneyler de, kişilerin doğa resimlerine baktıklarında, şehir resimlerine baktıklarındakinden cok daha az yorulduklarını gostermektedir. Şehir resimleri olumsuz duygular uyandırırken, guzel doğa resimleri kişilerin keyfini yerine getirmekte, nabzı ve tansiyonu duşurmekte ve beyin alfa dalgaları uretmeye başlamaktadır. Bir hastanede, odası yeşilliğe bakan hastalar, odası betona bakan hastalara oranla, cok daha az bakım ihtiyacı duymakta, daha az ağrı kesici kullanmakta ve daha cabuk iyileşmektedirler. Acık havada koşan kişiler, yurume bandında koşan kişilere oranla, cok daha duşuk miktarda stres hormonuna sahiptirler. Doğanın insanı cok daha yaratıcı kıldığı da, doğayla ilgili bir diğer bulgu. Masa başında bir konuya cozum uretmekte zorlanan bir cok yonetici doğa icinde cok değişik cozumler uretebilmişlerdir.
Modern iletişim yontemleri, yuksek teknolojiye sahip ortamlar bizim daha cok iki algı kanalımıza yonelik olarak calışırlar:Gorme ve duyma. Tad ve koku alma, dokunma , cok geri planda kalmaktadır. Oysa, doğa, butun duyularımıza hitap edebilmektedir, ciceklerin kokusu, derenin şırıltısı, yolun ayağın altında yarattığı his, yeşilin tonları, cok uyumlu bir uyaran ceşitliliği yaratmaktadır. Butun duyularımız aynı anda uyarıldıklarında, kendimizi cok daha “ butun” olarak algılamaktayız. Bunun dışında, kişinin yon bulma ve hareket etme ozellikleri, mekan icinde hareket etme yeteneği de, doğa icindeki yuruyuşlerle yeniden keşfedilebilmekte veya cilalanabilmektedir.
İnsanın doğa ile ilişkisini yoğunlaştırmasında, bir birey olarak kazanabileceği cok şey olduğu şuphesiz. Ote yandan, doğa icinde yapılan, başta yuruyuş olmak uzere bir cok faaliyetin, yalnız yapılmadığı, bir grup halinde yapıldığı duşunulurse , kişinin sosyal gereksinimlerinin de karşılandığı ortaya cıkmaktadır.
Butun bunların yanında, uzun yuruyuşlerin cok sembolik anlamları da bulunmakta ve bu anlamlar kişinin yaşam icindeki temalarına karşılık gelmektedir: Uzaklaşmak ve Varmak, Keşfetmek ve Tadını Cıkarmak, Merak ve Korunma. Uzaklaşma, gunluk hayatın butun sıkıntılarından uzaklaşmak anlamına gelmekte, sadece bulunulan ortam değil, hayata bakış acısı da değişmekte. Yuruyuş, aynı zamanda, insanın iyiyi, guzeli surekli aramasının da bir simgesi olmakta. Bilinenden uzaklaşmak ve daha sonra yeni bir noktaya ulaşmak, burası bir lokanta ya da bir dinlenme yeri olabilir. Burada kişi, daha kalıcıdır, dinlenmeyi istemektedir. Burada alacağı keyfi hak ettiğini duşunmek ise, kişinin keyfini iki katına cıkarır.
İnsanın doğa icinde bir butunluğe kavuşması, doğanın insan icin ne kadar buyuk bir gereksinim olduğunu gosteriyor. Bu nedenle, fırsat buldukca, doğanın icinde yer almak ve bunu mumkun olduğunca uzun yuruyuşlerle gercekleştirmek, insanın ruh sağlığı uzerinde olumlu bir etki yaratıyor: Butun algı kanallarının uyarılması, hayatla ilgili temaların sembolik olarak yaşanması, başka bireylerle bir arada olma fırsatı, insanın kendini bir butun olarak algılaması, doğanın insana sunduğu olanakların sonucları.
Eğer, kişinin uzun yuruyuşler yapma fırsatı yoksa ne olacak? Uzmanlar, doğayla ic ice olmayı yalnızca yuruyuşle sınırlamıyorlar. Bitki yetiştirmek de insan ruhu uzerinde cok olumlu etkileri olan bir diğer uğraş. Son donemlerde “Bahce Terapisi” olarak adlandırılan bir akım, bahce ile uğraşmanın insan uzerindeki olumlu etkilerini saptayıp, bu etkinliği bir terapi formatına donuşturmuş durumda.
Bahce ile uğraşmak, ozellikle konsantrasyon bozukluğu, motivasyon eksikliği yaşanan durumlarda cok olumlu etkiler yaratabiliyor. Bitkiler, kişilere bir anlamda ornek oluşturuyorlar. Bitkiler, insanlara yaşmalarını surdurebilmek icin nelere gereksinim duyduklarını hatırlatıyorlar: Yayılma, ceşitlenme, buyume ve olgunlaşma, bunların yanında, gucten duşme ve olme.
Bitkilerle uğraşmak, kişiye kendi davranışlarının onemli ve etkili olduğunu hatırlatıyor, kişiye adımlarını planlamayı oğretiyor, yaptıklarının sonucunu beklemek ise kişinin hayatına bir anlam katıyor. Bahce ile uğraşmanın, bu olumlu psikolojik etkilerinin yanında tansiyonu duşurme, stresi azaltmak ve kasları gevşetmek gibi etkileri de bulunmakta.
Doğa,insana aslının ne olduğunu ceşitli şekillerde hatırlatabiliyor. İnsanın bu farkındalığı kazanması, onun koklerini hatırlamasını da sağlıyor. İnsan, doğa icindeki olayları gozledikce, karşılaştığı olaylara verdiği tepkilerde daha olgun olabiliyor., surprizlere daha acık olabiliyor, kendisiyle daha barışık olabiliyor. İnsan doğa ile ic iceyken kendini cok daha iyi tanıyor ve bir butun olarak algılayabiliyor.
Sonuc olarak ister birkac saksı cicek ile uğraşmak şeklinde olsun, ister kucuk bir bahce oluşturmak olsun, ister doğa icinde uzun yuruyuşlere cıkmak olsun, hayatımıza doğayı sokmak mutlaka gerekiyor.
Doğa Insan Psikolojisini Nasil Etkiliyor?
Psikoloji, Ruh Sağlığı0 Mesaj
●2 Görüntüleme
- ReadBull.net
- Kültür & Yaşam & Danışman
- Sağlık
- Psikoloji, Ruh Sağlığı
- Doğa Insan Psikolojisini Nasil Etkiliyor?