Sabahtan beri oyalıyorum kendimi, bir suru işim vardı zaten. Dağıttım kafamı, duşunmedim. Ama gece coktu, benim de icime huzun.
Dunyanın en iyi babası değildi belki ama babamdı benim. Şair ruhlu babam, takım elbisenin icine iclik giymeyen

Evlatlarını yanına toplayıp rakı sofrasını da kurdurtursa keyfine diyecek olmazdı. En buyuk zevki kadeh tokuşturmaktı bizlerle. Her ictiğim kadehi onun şerefine vuruyorum masaya dokuz aydır.
Son evladı, tekne kazıntısıydım ben onun. Belki kırkından sonra gercekten babalığı layıkıyla tadabildiği tek evladı. Sen bana benziyorsun derdi hep, beni anlıyorsun. Kızsam da, kırılsam da kıyamazdım hic. İnsan nasıl kıyar zaten babasına.
Bir hafta oncesine kadar yanındaydım. Arabanın on koltuğunda otururken yanaklarından optum en son, artık sen geleceksin, doneceksin evine dedim. İyileşecek, evine donecek diye geldim evi boyattım, mikrop kapmasın diye temizlettim. Odasını yatağını duzenledim. Bir hafta sonra, yanına gitmemi bile bekleyemeden, aniden bıraktı gitti. Gozleri acıkmış, oyle dediler. Beni mi bekledi? Niye gitmedim, neden neden neden? Ne durdurdu beni?
Gecmiyor acısı, normal değil sanki. Şimdiye kadar hafiflemez miydi? Normal hayatıma devam ediyorum, yiyorum, iciyorum, eğleniyorum, guluyorum ama bir yanım hep eksik, hep buruk. Onunla ilgili herhangi bir şeyi ağlamadan anlatamıyorum. Komik şeyleri anlatıp hem gulup hem ağlıyorum. Cok acayip bir ruh halindeyim sanki. Nasıl gececek, ne zaman gecek, gececek mi?