kurtuluş'ta bir evdeyim. istanbulun alışıldık, eski, dokuk, eşyaları birbirinden uyumsuz az rutubet kokulu bir bekar evinde misafirim.
normalde bu evde misafir olmam ben cunku kendi evime en yakın arkadaş evi bu mekandır. bende anahtarı vardır. evde kahve kalmaz gelir alır giderim. bilmukabil, benim evden de gecenin uclerinde ne cukulatalar kacar bu eve.

ben lazım oldu diye mavi fularımı geri almaya girdim eve.
yerini de telefonla sorup oğrendim.
kapıyı acmamla icerdeki adam irkildi. ben irkilmeyi gecin bir kalemde cığlığı bastım. evsahibinin babası yok ve bu adam sevgili olmak icin fazlasıyla olgun.
o halde iyiniyetli bir secenek kalmadı geriye sandım.

şık bir takım elbise adamın uzerinde. alışılmış baba figurunden bağımsız, dumduz bir karın.
elli kusur yıllık saclarını jolelemiş, butun salon traş kolonyası kokuyor.

neyse atlattım ben paniği. ziyadesi ile kibar bir beyfendi. aile dostları imiş.
telefonla teyit aldırdı bana guvenebilmem icin.arkadaşımı aradım. -gelmiş mi?- dedi.-iyi bir insan, ileride sık sık karşılaşırsın umarım- dedi. guluyor da şırfıntı icten ice. anlamadım ama adam guvenilir duruyor.

beyefendi (bizim kız adamın adını da soylemedi bana kim olduğunu da) - cok korktunuz siz, bir kahve ikram edeyim acaleniz yoksa-

ne acelem olacak beyfendi, acelem olsa mavi fularları kafaya takıp terliklerle yollara duşer miyim? kahve ise en zayıf olduğum nokta.

ben diyorum ki adama; siz tam olarak nesi oluyorsunuz?
o bir anda tum mantığını mutfakta bırakmış gibi yerdeki kenarları puskullu turuncu mindere bakıyor.

başlıyor, başlıyoruz:

yıllardan 1975.
ben o zamanlar harp okulundayım. ferikoy'de bir guzel restoran var dolapdere'ye inen yokuşun başında.
aslında yasaktır bize alkollu ortamlar ama, hergun denize bakıp da bir rakıya dilini değirememek zor iş.
kacıp ayarladık birşeyler arkadaşlarla..

kırmızı kadife sandalyeleri var lokantanın. lokanta diyorum ama şimdiki tabiri ile restaurant.

mezeleri taze, etleri taa erzurumdan geliyor.
iyi biliyorum cunku yıllarca her hafta gittim sonraları.
neyse, dun gibi aklımda tam su servisi yapıyordum rızanın bardağına, bir sarılık gordum lokantanın sutunları arkasında. kafamı iyice eğdim ki bu nedir goreyim.
dedim ki- bana deseler, hayalindeki kızı resmet, boyle guzel cizemezdim.-
oyle bir duruluk, hic boyasız dudakları, hem şuh hem hanımefendi kahkahaları, zaten ses de cizilemez ve anlatılamaz değil mi ya?
bir sacları vardı, dedim ya ilk gorduğumde ışıklı birşeyler sandım.

uc kadehi yarım saatte hicbirşey duymadan konuşmadan tatmadan ictim.
masadaki vazodan tek gulu aldım, yanına vardım.
sacmaladım sanki, ne dedim hatırlamıyorum. sadece -zahmet etmişsiniz, muesseseden birşey demesinler- dediğini hatırlıyorum. bunu soylerkenki guluşunu cizebilmek icin resim kurslarına gittim sonraları. ama olmadı.

o bana guldu ya, ben hergun ferikoy yollarını arşınladım. tam 42 gun sonra, başında kara bir yemeni, gozleri ağlamaktan şişmişken gordum onu.
bir ev kadarlık mahalle camisinde gordum.

kalakaldım cami kapısında, en sona o kaldı. kollarında iki kadın, ayakta duramıyor.
ama tanıdı sanki beni. kapıdan cıkarken yuzume baktı -cok gulen gercekten cok ağlıyormuş- dedi.

doğumgununde ilk kez gorduğum kadınımı, bir de ailesinin cenazesinde gordum.
sonra soruşturdum cenaze sahibini, oğrendim.
teyzesinin yanında kalmaya başlamış.
iki ay daha bekledim, sonra bir salı gunu izin aldım, teyzesinin evinin orada beklemeye başladım. salıları pazar kurulurdu. bir umudum pazara gider diye..

hakikaten cıktı evden. ben gizli gizli takip ettim. hic unutmam portakal seciyordu. pardesusunun cebine
10 sayfalık mektubumu bıraktım.

gene de haftada iki gun gittim ferikoy'e gorurum umuduyla.
hic beklemediğim bir gun geldi yanıtı.

sonra 3 ay hayatımın en guzel donemini yaşadım.
hep film karesi gibiydi buluştuğumuz zamanlar.
her cay bahcesine geri donerdim onu eve bıraktıktan sonra.
tum konuştuklarımızı hatırlatırdım kendime.

biraz durgundu.
baba ocağı gibi olmuyor diyordu. her ne kadar teyze, anne yarısı olsa da..

istetecektim ki tayinim cıktı.
taa batman'a.
onu goturemezdim. tam bir istanbul hanımefendisiydi.
ben zaten aldırırım tayinimi diyordum.

ağlaşa ağlaşa vedalaştık.
tam da kartpostallardaki gibi vedalaştık garda.
sacından tutam aldım, o zamanlar adet oyleydi.
kendi goğsunde uc gun gezdirdiği bir mendil verdi.

dayanamadım batmanda. zaten denizi olmayan memleket denize alışanı daraltır.
kahverengiden başka birşey kalmamış aklımda. hicbirşey umurumda değildi. istifamı verdim. babadan kalan parayla dukkan acarım dedim.
sevdiğim yanımda olur. kabul ettirene kadar istifamı, bir yığın işler geldi başıma. ankarada askeri mahkemeye cıktım. ama sonunda kurtardım yakamı.

ankaradan mevlana şekeri aldım. batmandan gumuş bilezikler, ipek şallar aldım. istanbula kadar hic uyumadan geldim.

teyzesinin kapısını caldım. durumu izah ettim. hayırlı bir iş icin de ziyaret edeceğim inşallah dedim.
kadın boynunu buktu.
-size yazdı ama haber alamayınca biz ısrar ettik, nazdır sandık, yalan soyluyor sandık, nişanladık. dedi.

hayatımda ilk kez bir kadına kin duydum. kapısında ağladım yine de yalvardım. o adamla oturacağı evi temizliyormuş.
adresini istedim.
vermedi. ben cağırtayım dedi.

elimde hediye paketlerim, yoluk yoluk olmuş cicekler merdiven basamağında uc saat bekledim.

geldi, gozleri kan canağı gibiydi.
-neden yazmadın? - dedi. imdat demiş son mektubunda, canımdan can kopuyor demiş.

-gelmedi ki mektup, dedim. ordudan ilişiğimi kestiğime dair yazı vardı elimde onu bıraktım avucuna.
-daha nikah yok ki- dedim.
-alayım gideyim seni-

kurana el bastırmışlar, kayınvalidesi salmamış geri gelmez diye, oğlum oldurur kendini demiş.
ağlamış, yalvarmış gitme diye.
sonra da kurana el bastırmış.

evlendi..
ben oldum. ne işlerde calıştım o zamanlar, hic anlamadım, surundum oradan oraya. illaki istanbula dondum her seferinde
anlamsız insanlarla dost oldum belki bir haberini alırım diye..

adam sustu. ben mutfaktan pecete getirdim. kendimi yokladım mutfakta. ilac almadım, uyuşturucu ile alakam yok. sarhoş değilim. kim bu adam? neden dinliyorum, neden ağlıyorum onunla beraber? başıma neler geliyor benim?

pecetesini uzattım.

sustuk. on beş saat suren beş dakikalık bir sessizlik oldu..

ben dayanamadım;

-sonra bir daha gordun mu abi o kızı?- dedim. bir saattir o anlatmıştı ben dinlemiştim. hem konuşmamaktan hem de boğazıma oturan birşeylerden sesim acınacak halde cıktı. hem de abi dedim babam yaşındaki adama.
o kadar cocukca, o kadar saf ve derindi ki acısı, oğlum desem yeriydi.

-gordum dedi. beykoz'da oturuyormuş. haberini aldım sonra. beykoz, paşabahce, goksu arşınladım aylarca.
gittim camcı dukkanı actım oralarda. onu da batırdım sokaklarda surtmekten.
sonra buldum onu. evini gordum uzaktan. saklambac oynadım kendi kendime oralarda.
bebeği vardı ilk gorduğumde. benim gibiydi sanki cocuk.
aynı guzelim sarıdan saclar. hep uzaktan seyrettim.
koluna girerdi kocasının, ciğerimden boğazıma kadar ateş basardı. daha otuzlarımdaydım ama bembeyazdı saclarım o elini bir adam kolunda gormekten.
gulerken gorunce hem sevinirdim mutlu olduğuna hem de nefret ederdim herşeyinden, benim mutsuzluğumla karşılaştırınca.

zaten imanı bıraktım bir kenara, kurana el bastığı icindi tum bu acılarım. her akşam icerdim. hicbir icki onu gorduğumdeki kadar yakamazdı midemi, genzimi.

tek tesellim, kocası iyi bir adammış. hani şakadan, eğlenceden anlamazmış ama bir dediğini de iki etmezmiş. tuccarmış, hali vakti yerindeymiş.
koşe minderi gibi adam derlerdi. ne hayır demeyi bilir, ne sesini yukseltir.

bir gun sahile gidiyorlardı yine, cocuk o zamanlar yuruyordu. uc yaşında falan. onlerinden koşuyor. o da kocasıyla o kabusum olan eli kolunda haliyle arkadan geliyor.
duştu yavrum. ama nasıl duşmek. etimden et koptu sanki.

tutamadım kendimi fırladım. o da fırladı, kocası rahmetli, ağır adamdı herhalde, arkada kaldı.
cocuğu kaldırırken yerden, eli elime değdi.
-sağolun beyfendi- dedi, sonra kafasını kaldırdı.

sen hic yuzu değişmeden ağlayan insan gordun mu? ben gordum.
oylece olanca guzelliği ile resim gibi duruyordu yuzu, ne kaşı oynadı ne gozu, sicim sicim ağladı.

ben sadece;- benim kızım olabilirdi, olsaydı-
diyebildim..

taşıdım evi barkı sonra.. dayanamadım.
kocası vefat etmiş. cook sonraları duydum.
keşke kalsaymışım, kacmasaymışım.

ağlıyorum ben de. mavi fular diye cıktım evden.şimdi hungur hungur ağlıyorum.
tanımıyorum adamı. nedir derdi? kafası mı guzel bilmiyorum.
aşıkla aşık olmuşum, sarsıla sarsıla ağlıyorum.
pecetenin de sonuncusunu ona vermişim.

hıckırığım bitmiyor ki nefes alıp soramıyorum; -peki siz kimsiniz? diyemiyorum.

20 yaşındayım o zaman, zehir gibi kafam ama ağzımdan sadece mahallenin sokakta cekirdek citleyen, cama minder koyup karşı komşuyla dedikodu yapan teyzeleri gibi yayvan bir -eeeee?- kopuyor dilimden.

-e' si, - diyor adam,

buldum izini. yemeğe gotureceğim akşama. yuzuk de aldım, bak bakalım beğenecek mi?

ben yuzuğe bakıyorum, cok guzel, dunyanın en guzel yuzuğu. kutusunda - naim kuyumculuk/batman- yazıyor.

o eve bakıyor, gulumsuyor.
bir minder daha koyuyor sırtına;

-hala kızımmış gibi-, diyor. -kızımın evi gibi rahatım.

arkadaşımın annesi, asiye sultan evleniyor.