1957 yılında İstanbul Tıp Fakultesi'nden mezun olup ihtisas yapmak uzere ABD'ye giden doktor Omer Musluoğlu gorev yaptığı hastahanede başından gecen cok enteresan bir hadiseyi şoyle anlatıyor:

"Amerika 'ya gittiğim ilk yıllar ( 1957) lisanım pek o kadar iyi değil.newyork'da Medical Center Hospital adlı bir hastahanede gorev almıştım. Fakat vazifem kan almak,kan vermek,serum takmak,elektrokardiyoğrafi cekmek gibi işler.. Hastaya o kadar onem veriyorlar ki yeni doktorlar hemen direk olarak hasta muayenesine ,tedavisine verilmiyıor. Diğer zamanlarda da laboratuarda calışıyorum.

Bir hastaya gittim. Yaşlıca bir adam. Tahminen yetmiş beş yaşlarında tabii kendisi ile ingilizce konuşuyorum.

Kan vereceğim kolunuzu acar mısınız?

Cunku adamcağız kanser hastası olduğu halde ustelik kansızdı. Elimde kan torbası da var tabii ki.. pazusunu actım. Baktım pazusunda dovme şeklinde bir Turk bayrağı var. Cok ilgimi cekti benim. Kendisine sormadan edemedim.

Siz Turk musunuz?

Kaşlarını yukarıya kaldırarak " Hayır "manasına işaret yaptı. Ama ben hala merak ediyorum:

Peki bu kolunuzdaki Turk bayrağı nedir?

"Aldırma işte oylesine bir şey dedi. Ben yine ısrarla dedim ki:

Fakat benim icin bu bayrak cok onemli. Dikkatimi cekti. Cunku bu benim milletimin bayrağı,benim bayrağım...

Bu soz uzerine gozlerini actı. Derin derin yuzume baktı ve mırıltı halinde sordu:

Siz Turk musunuz?

Evet Turk'um....

İhtiyar gozlerime bakarak tanıdık bir goz arıyor gibiydi. Anlatmaya başladı:

Yıl 1915. Sen hatırlamasın o yılları. Canakkale diye bir yer var Turkiye'de .orada savaşmak uzere butun Hıristiyan devletlerden asker topluyorlardı. Ben Anzak'tım Avustralya Anzaklarından ...

İngilizler bizi toplayıp dediler ki: "Barbar Turkler Hıristiyan dunyasını yakıp yıkacaklar. Butun dunya o barbarlara karşı cephe acmış durumda . birlik olup uzerine gideceğiz. Bu savaş cok onemlidir." Biz de inandık sozlerine vaadetlerine... Savaşmak isteyenler arasına katıldık.

Avustralyalı Anzak ihtiyar anlatmaya devam ediyordu:

Bizim yıkayan İngilizler,Turklere karşı topladığı askerlerin tamamını Canakkale'ye sevkediyorlarmış. Bizi gemilere doldurup Mısır'a getirdiler o zaman . Mısır'da şoyle boyle birkac ay talim gorduk. Atış talimi . ondan sonra da bizi alıp Canakkale'ye getirdiler.

Savaşın şiddetini ben ilk orada gordum. Oyle ki denize duşen gulleler suları metrelerce yukarı fışkırtıyor,gokyuzunde havai fişekler ,geceyi gunduze ceviriyordu zaman zaman...

Her taaruzunda bizden de Turklerden de yuzlerce insan hayatının baharında can veriyordu. Fakat biz hepimiz Turklerdeki gayret ve cesareti uzaktan gordukce şaşırıyorduk. Teknolojik yonden cok cok ustun olduğumuz gibi sayı bakımından da fazlaydık. Peki onlara bu cesaret ve kuvveti veren şey neydi? İlk başlarda zannediyordum ki İngilizlerin bize anlattığı gibi Turkler barbarlıktan boyle saldırıyorlar. Meğer barbarlıktan değil,kalplerinde ki vatan sevgisinden kaynaklanıyormuş . bunu nereden anladığımı soyleyeyim.

Biz karaya cıktık. Taarruz edemiyoruz. Bizi puskurtuyorlar. Tekrar taaruz ediyoruz. Bizi tekrar puskurtuyorlar. Tekrar taaruz ediyoruz. Derken boyle bir taarruzda başımdan yediğim bir dipcik darbesiyle kendimden gecmişim.

Meraktan ağzım acık yaşlı Avustralyalıyı dinliyorum. Savaşın dehşetli anılarını anlatırken hastalığına rağmen tir tir titremeye başlamıştı. Devam etti:

Gozlerimi actığımda kendimin yabancı insanların arasında gordum. Nasıl korktuğumu anlatamam. Cunku İngilizler bize Turkleri barbar,vahşi kimseler olarak tanıttı ya...

Ama dikkat ettim. Yaralarımı sarmışlar. Bana hic de ofkeli bakmıyorlar. Kendime geldim iyice bu defa cantalarında bulunan yiyeceklerden ikram ettiler bana. İyi biliyorum ki onların yiyecekleri cok cok azdı. Bu haldeyken bile kendileri yemeyip bana ikram ediyorlardı. Şoke oldum doğrusu. Dedim ki; kendi kendime:

Bu adamlar isteseler şu anda beni oldurduler. Ama oldurmuyorlar... Veyahut isteseler onceden oldurebilirlerdi. Halbuki beni cephenin gerisine ¤¤¤urduler. Biz esirlere misafir gibi davranıyorlardı.

Bu duygularla "Yazıklar olsun bana" dedim. "Boyle asil insanlarla niye ben savaşıyorum ben . Niye savaşmaya gelmişim. Bu İngiliz milleti ne yalancıymış ne kadar Turk duşmanıymış"diyerek pişman oldum. Ama bu pişmanlığım fayda etmiyor ki... Bu iyiliğe karşı ne yapsam duşundum durdum gunlerce.....

Nihayet bize serbest bıraktılar. Memleketime dondum. İşte memlekette Turk milletini omur boyu unutmamak icin koluma bu dovme Turk bayrağını yaptırdım. Bu bayrağın esrarı bu işte.

Benim gozlerim dolu dolu ihtiyara bakarken o devam etti:

Talihin cilvesine bakın ki o zaman olmek uzere iken yaralarıma iyileştirerek ,sıhhate kavuşmama caba sarfeden Turkler idi. Şimdi de Amerika gibi bir yerde yıllar sonra yine iyileştirmeye caba sarfeden bir Turk...

Ne garip değil mi? Avustralya 'dan Amerika'ya gelirken bir Turkle karşılaşacağımı hic tahmin etmezdim. Size minnettarım. Siz Turkler gercekten cok merhametli insanlarsınız. Bizi hep kandırmışlar... Buna butun kalbimle inanıyorum.

Peşinden nemli gozlerle "Bana adınızı soyler misiniz? Dedi. "Omer" cevabını verdim. Gayet merakla tekrar sordu:

Peki nicin Omer ismin, vermişler sana ?

Babam muslumanların ikinci halifesi isminden ilham alarak bana Omer adını vermiş.

Yahu senin adın musluman adı mı ?

Ben "Evet, Musluman adı" deyince yuzume baktı baktı,birden doğrulmak istedi. Ban mani olmak istedim. Israr etti.

Ama niye ısrar ediyordu?

İhtiyarın ısrarına dayanamayıp yatakta oturmasına yardım ettim. Gozleri dolu soluydu. Yuzume bakarak dedi ki:

Senin adın guzelmiş. Benim adım şimdiye kadar Mr. Josef Miller idi. Şimdiden sonra "Anzaklı Omer" olsun.

Olsun

Peki doktor beni musluman eder misin?Musluman olmak zor mu ?

Şaşırdım. Nasıl da birdenbire Musluman olmaya karar gelmişti. Meğer o yaşa gelinceye kadar icten ice hep duşunuyormuş da kimseyle konuşamadığı icin ,soramadığı icin konuşamıyormuş..

Tabii dedim musluman olmak cok kolay.

Sonra kendisine imanın ve İslamın şartlarını anlatırım. Kabul etti. Hem kelime-i şahadet getiriliyor, hem de cocuklar gibi ağlıyordu.

Yaşlılık bir yandan,hastalık bir yandan b,ir de yıllardan beri icinde kavuşmak isteyip de bilemediği icin kavuşamadığı İslamiyet'e olan hasretin sona ermesi bir yandan bu yaşlı gonlu duygulanmıştı. ...Mırıldandı:

Siz muslumanlar tesbih cekersiniz bana da bir tesbih bulsan da ben de yattığım yerden tesbih cekerek Allah'ımı ansam olur mu?

Bu sozden de anladım ki dedelerimiz savaş esnasında Hakkı'ı zikretmeyi ihmal etmiyormuş. Neyse uzatmayayım hemen bir tesbih bulup kendisine getirdim.

Hasta yatağında tesbih cekiyor,biz de gerektiğinde tedavisiyle ilgileniyorduk. Fakat benim icin o daha bir başkalamıştı. Musluman olmuştu.

Bir gun yanına gittiğimde samimi bir şekilde rica ettim.

Beni yalnız bırakma olur mu?

Ne gibi Omer amca ?

Ara sıra gel de bana İslamiyeti anlat!sen cok guzel şeylerden bahsediyorsun. O sozleri duydukca kalbim ferahlıyor.

O gunden sonra her gun yanına gittim. Bildiğim kadarıyla dinimizi anlattım. Fakat gunden gune eriyip tukeniyordu.

Kac gun gecti tam hatırlamıyorum . hastanenin genel hoparlorunden bir anons duydum. "Doktor Omer! Lutfen 217 numaralı odaya gelin!"

Dedim ki icinden "Bizim Omer amca galiba yolcu?"hemen yukarı cıktım. Odasına vardığımda gorduğum manzara aynen şoyleydi:

Sağ elinde tesbih acık duran sol kolunun pazusunda dovme Turk bayrağı,goğsunde imanı ile ,koskoca Anzaklı Omer son anlarını yaşıyordu.

Hemen başucuna oturdum. Kendisine kelime-i şehadet soylettirdim. O şekilde kucağımda teslim-i ruh etti....

Bir Canakkale gazisi gormuştum. Yıllar sonra da olsa Musluman Turk milletine olan sevgisi sayesinde kendisine iman nasip olmuştu.

"Ne yalan soyleyeyim,ağladım."