Bu gunun cok temiz dunyası acaba bizi hasta mı ediyor? Howard Huges 1976'da olmuş Amerikalı bir sanayicidir. 1958 yazında Howard'ın mikrop fobisi kendisini Bewerly Hills Oteli"nin bir odasına kapatmasına yol acar. Bu Teksaslı milyarder zamanının coğunu "'mikropsuz bolge" diye adlandırdığı odasının bir bolumunde gecirir. Hicbir şeye cıplak elle dokunmaz. Nesnelerle elinin arasını mutlaka bir mendil ayırır. Hatt bu şahıs bir konserveyi acmanın en hijyenik yollarını anlatan uc sayfalık bir not bile hazırlamıştır. Howard'ınki kadar olmasa da cevremizde boyle temizlik hastaları ile karşılaşırız.

Bu konuda en aşırıya gidenlerin tipik ozellikleri Howard gibi eşya ile teması kesmek, mecbur kalındığında ise mendil kullanmaktır. Yine bu tip kişiler hic kimseyle tokalaşmazlar, başkasının pişirdiği yemeği asla yemezler, camide başlarının geldiği yeri mendilleri ile orterler. Ayrıca bu insanlar bulundukları yerlerin su kaynaklarını dahi tehdit ederler, zira bunlar su ile yaptıkları temizliklerini nerede bitireceklerine bir turlu karar veremezler. Orneğin banyoda bir tanker civarında su kullansalar bile yine de tam temizlendiklerine kanaat getirmezler. Bu ceşit temizlik hastalığının bir başka versiyonu da ozellikle Turkiye'de ev hanımlarında karşımıza cıkmaktadır. Bunlar kendi kendilerince "mutlak doğrulaştırdıkları" periyotlarla belli ev temizliklerini yapmakla kendilerini mukellef sayarlar.

Mesel camlar her ay mutlaka silinmelidir, yerlerin ise uc-dort gun silinmemiş olması "evi pislik goturuyor" ile aynı anlamdadır. Kimileri de işi daha ileriye goturerek halıların her hafta balkonlarda havalandırılması gerektiğine inanırlar. Hele bir de eve misafir gelecekse ev temizliğinin yeniden gozden gecirilmesi derhal birinci iş hÂline geliverir.

Tabiî ki yaşadığımız ortamları mikropsuz hÂle getirmek, cıplak elle bir şeye dokunmamak, ev temizliğinde aşırıya kacmak gibi davranışlar, hayatı insanın kendisi ve cevresi icin yaşanılmaz bir hÂle getirmektedir. Ama gunumuzun modern toplumu hepimizi Âdeta kucuk birer Howard Huges yapıyor. Zira kullandığımız tuketim maddelerinin coğu artık dezenfekte edilerek uretiliyor. Sabundan carşafa, halıdan temizlik sungerine kadar pek cok urunun antimikrobik olanının kullanılması gerektiği reklamlar vasıtasıyla bilinc altımıza yerleştiriliyor. Deterjan reklamlarında "sıradan bir deterjanla" temizlenmiş bir mutfak bankosunun ustundeki bakteriler buyutec altında bizi yiyecek canavarlar olarak gosterilirken reklamı yapılan urunun, ortamı, Âdeta sterilize ettiği (zararlı ve zararsız tum mikroplardan arındırdığı) anlatılıyor.

Japonlar da bu konuda aşırıya giden toplumlardan biridir. Yaygın olarak kullandıkları antimikrobik banka cuzdanları ve direksiyon kılıfları basit birer ornek oluşturur. Ustun teknoloji urunu son marifetleri ise akıllı tuvaletleridir.

Peki tamamen mikropsuz ortamlarda yaşamanın bir sakıncası olur mu?

Bu sorunun cevabı kısaca "evet"tir. Bilim adamlarına gore temizlik ve hijyen konusundaki saplantılarımız ve yanlış bilgimiz araştırılması gereken bir konudur. Zira şimdiye kadar yapılan calışmalar ceşitli kirliliklerden ve mikroplardan tamamen izole bir hayat yaşamanın Amerika. Batı Avrupa, Japonya ve Avustralya'da astım hastalığını artırdığını ve aynı zamanda diğer alerjik hastalıkların da yaygınlaşmasına sebep olduğuna dair goruşler ileri suruluyor. Ayrıca temizlik hastalığı eklem romatizması ve şeker gibi daha ciddi otoimmun hastalıkların oluşmasına sebep olabilmektedir.

Her doğan bebek daha ilk cığlıkları ile beraber dunyanın maddî kirleri ve cok ceşitli mikropları ile temas hÂlindedir ve boylece bağışıklık sistemi karşılaştığı yeni yapılara karşı ne yapacağını oğrenir. Başka bir ornekle bunu acıklayacak olursak, bir bebeğin beyin hucreleri, eğer kendisine gerekli şefkat gosterilmezse ve cevresiyle sosyal temas kuramazsa, doğru bağlantıları yapamaz ve bebek aklen zayıf ve konuşma yeteneği azalmış bir hÂle gelir. Yetişkinlerde de doğru duygusal ve zihinsel uyanlar alınamazsa aklın tam kullanılamadığı gorulur. Bu orneğe benzer bir şekilde bağışıklık sistemimiz mikroptan arındırılmış veya azaltılmış bir cevrede calışmak zorunda bırakılırsa, fonksiyonunu normalin altında yerine getirebilecektir.

Cocuk felci ve tetanoz gibi olumcul hastalıklarda bizi koruyan aşılar bağışıklık sistemimizi uyarmaktadır. (Ancak coğu aşı alerjilere karşı korunmada yanlış uyarmada bulunurlar. Bağışıklık sisteminin sadece bir bolumunun aşırı uyarılması ise işlerin daha kotuye gitmesine yol acar.)

GELİŞEN DUNYA VE ALERJİK HASTALIKLAR

Aşırı temizliğin ve cocuklarımızı mikrop kaparlar duşuncesiyle tozla toprakla hic temas ettirmeden buyutmeye calışmanın gereksiz olduğu, hatt zararlı olabileceği duşuncesi artık bilimsel tabanı olmayan bir soylenti olmaktan cıkmış ve immunolojiye bağışıklık sistemi bilimi konu olmaya başlamıştır. Zira son yıllarda ozellikle Batı dunyasında etkili olan bağışıklık sistemi ile ilgili pek cok salgın hastalık vardır. Bunların başında astım gelmektedir. Astım belirtileri İngiltere ve A-vustralya gibi ulkelerde nufusun % 20'si ile % 30'unda gorulmeye başlanmıştır. Bunun belirtileri hırıltılı ses cıkarmak, nefes darlığı ve daha ileri vakalarda nefes yollarının Âdeta mengene ile sıkılıyormuşcasına kapanması şeklindedir.

Birleşik Devletler'de astım, iltihaplı akciğer dokusunu iyileştirecek ve hava kanallarını acacak ilacların bulunabilmesine rağmen her yıl 5.000 kişinin olumune yol acmaktadır. Astım'dan başka egzama ve saman nezlesi belirtileri de bu bağlamda duşunulebilir.

Daha kotu bir haber ise insulin bağımlı şeker hastalığının cocuklarda gorulmeye başlanmasıdır.

Alerjik hastalıklar dunya uzerinde refah ve modernleşmeye paralel bir artış gostermekte, ancak sebebi henuz tam olarak bilinmemektedir. Sucun bir kısmını genler yukleniyor; zira alerjik hastalıkların belli ailelerde devam etmesi bunu ispatlıyor. Ancak genler de astımın bu denli hızlı artışını acıklamaya yetmiyor. Bu artış ev tozları ve keneleri ile de tam olarak acıklanamamakta. Cunku gunumuzde artık duvardan duvara halılara, kumaş doşemeli mobilyalara ve ısınma sistemlerine rağmen ev kenelerinin sayısında herhangi bir artış kaydedilmiyor. Astım nobetlerine bağışıklık sisteminin ciğerlerdeki partikullere verdiği yanlış tepki yol acabilmektedir. Ama bu daha fazla parcacık daha fazla astım anlamına da gelmiyor; zira astım ve diğer alerjiler hava kirliliğinin daha az olduğu yerlerde kirliliğin daha fazla olduğu yerlere gore daha cok olabiliyor. Son olarak astıma benzeyen belirtilere yol acan RSV denen bir virus de keşfedilmiş bulunmaktadır.

Bu durumda astım ve alerjik hastalıkların artışını neyle izah edebiliriz? Mikropsuz ve tum kirlerden uzak yaşamanın bu artışın sebebi olabileceği ilk olarak 1989'da gundeme gelir. Londra Hijyen ve Tropik Tıp Okulu'ndan Epidemolojist (salgın hastalıklarla uğraşan tıp doktoru) David Strachan, buyuk ailelerde yaşayan ve ozellikle ağabey ve ablası olan cocukların, astım, saman nezlesi ve cocukluk egzaması gibi hastalıklara daha az yakalandıklarını saptamıştır. Strachan'a gore ustu başı kirli ve pek cok enfeksiyon taşıyan buyuk kardeşler bir şekilde daha genc olanların alerjilerden korunmasına yardımcı olmaktaydılar.

Bu ongoru bu konuda kabul goren inanışın tam aksine idi. Hakim goruş Strachan'ın soylediğinin tam aksine enfeksiyonların alerjilere sebep olduğu şeklindedir.

Batı Afrika gencleri ve genc yetişkinleri uzerinde yapılan bir calışmaya gore, 1979'da ulkeyi kasıp kavuran salgın sırasında kızamığa yakalananların hastalıktan kurtulanlara gore şu anda hemen hemen yarısı alerjiye sahiptirler. Butun Japon okul cocuklarına, ineklerde vereme sebep olan bakterinin zayıf bir versiyonunu iceren BCG aşısı yapılmış, ancak % 6O'ı hastalığa karşı bağışıklık geliştirebilmiştir. Bağışıklık kazanmış cocuklar alerjilere ve astıma karşı uc kez daha dayanıklı olmuşlardır.

Ancak enfeksiyonlarla alerjiler arasında doğrudan bir ilişki kurmak icin hic kimse yeterli bilgiye sahip değil. Hatt bazı aksi bulgular dahi var.

Orneğin kalabalık Amerikan şehirlerinde yaşayan ve hayatlarının daha ilk yıllarından itibaren pek cok enfeksiyonla karşılaşan cocuklar arasında astıma hÂl yuksek oranlarda rastlanmaktadır. Kimi araştırmacılar da kızamığa yakalanıp onu yenen ya da TBC'ye karşı direnc geliştiren cocukların bağışıklık sistemlerinin her şarta uyar hÂle geldiğini tartışıyorlar.

BAĞIŞIKLIK SİSTEMİ NASIL OĞRENİR?

Gectiğimiz birkac yıl icinde bağışıklık sistemi uzerine calışanlar, birkac mikrobun, immun sistemini zararsız ev kenesi dışkısı ve cicek tozuna karşı nasıl yanlış uyardığını da acıklayan Th hucreleri denen bağışıklık hucrelerine ait bir mekanizmayı ortaya cıkardılar.

İmmun sistemi doğru bir şekilde calıştığı zaman, Th1 hucreleri, cytokines denen ve bakteri veya viruslerce enfekte olmuş hucreleri enfeksiyonlarından kurtulmaları icin talimat veren elciler gonderir. Th2 hucreleri ise eytokines' leri farklı bir gorevde kullanmak uzere yayarlar:

Bu gorevlerden birisi; ana vazifesi parazitlerin bağırsak duvarından gecmesini engellemek olan ani bir tepki oluşturmaktır. Bu durumda Th2 hucreleri "IgE" antikorlarını yayarlar ve enfeksiyon bolgesine mast hucrelerini ve eosinophil'len cağırırlar. Daha sonra "antikor"lar immun hucrelerini ve parazitleri bir araya toplarken, eosinophil'ler parazitleri zehirlemek uzere toksik kimyasallar, mast hucreleri de histaminler yayarlar.

Histamin bağırsak duvarındaki olmuş parazitlerin dışarı atılmasına yardımcı olan mukusun oluşmasına sebep olur.

Alerji yapıcı maddeler, bağışıklık sisteminin hem Th1 hem de Th2 tepkisini vermesine sebep olabilirler. Ancak sadece Th2 tepkisi akan burunlara, kaşınan gozlere ve hırıltılı ses cıkarmaya yol acar. Cunku Th2 tepkisi alerji yapıcı maddeleri Âdeta tehlikeli parazitler gibi algılar. Peki bu durumda bağışıklık sistemi alerji yapıcı maddelere karşı Th2 tepkisini kullanmaya nasıl karar verir? İşte hijyen varsayımı tam da bu noktada devreye girer.

İmmun sistemin secimi bir yere kadar bu iki farklı hucresel casus Th1 ve Th2 arasındaki guc dengesine bağlıdır. Bunlardan hangisinin ustun geleceği cocuklukta ve yetişkinlikte bağışıklık sisteminin ne kadar bakteri ve viruslerle karşılaştığına bağlıdır. Bir yetişkinde coğu bakteri dengeyi alerjik bir tepki aleyhine bozan Th1 tepkisini başlatır. Bebekler ise daha cok yaşadıkları ortamın insafın-dadırlar. Bebeklerin Th hucrelerinin coğu

"tecrubesizdir" ve immunolojistler Th1 mi yoksa Th2 hucrelerinin mi etkin olacağının bebeğin hayatının ilk birkac ayında hangi enfeksiyonlarla karşılaştığına bağlı olduğunu duşunuyorlar. Cam bir kap icinde buyuyen Th hucreleri, bakteri ve viruslere karşı vucuttaki bağışıklık hucrelerinin yaydığı ile temasla interleukin 12Th1 hucreleri hÂline gelirler. Cocukluğumuzda pek cok bakteri ve virusle karşılaşırsak hucreler arası denge Th1 hucreleri lehine donecektir. Eğer bilhassa cocukluk doneminizden bu mikroplan cıkarırsanız, bağışıklık sistemi geri donulmez bir şekilde alerjiye sebep olan Th2 tepkisi oluşturmaya itilecektir. Bu durumda hijyen varsayımını savunanlar cok cok temiz ortamlarda yaşamanın bağışıklık sistemine zarar verdiğini ortaya cıkarmış oluyorlar.

Mantarlar toprakta, su birikintilerinde ve derelerde yaşarlar fakat vucudumuzda asla. Cevremizle ilişkilerimizin değişmesi, onlarla temasımızın değişmesine de yol acmıştır. Orneğin, gelişen ulkelerdeki su kaynaklan litrede 1 milyar civarında mantar icerirken, Batı'da ise bu miktar ihmal edilebilecek olcude azdır. Dahası, coğu mantar hastalığa yol acmamasına rağmen bağışıklık sistem fonksiyonlarının değişmesine sebep olurlar.

TOPRAĞA GERİ DONUŞ

Artık Batı'da coğu insan dışarıda daha az vakit geciriyor, daha az kirleniyor, Âdeta premature bir bebek gibi mikroplarla cok az temas ediyor.

Boylece, aşın hijyenik şartlarda yaşama bağışıklık sistemimizin doğru bir şekilde calışabilmesi icin gerekli olan oğrenme surecinin yaşanmaması anlamına geliyor. Kim bilir belki de, gunluk hayatta yeterli miktarda bakteri ile karşılaşmazsak bunları kendimize enjekte etmek zorunda kalacağımız gunler gelecek.