Anne babalara uyarı: “Cocuklarınıza kalitesiz cizgi filmler izlettirmeyin!”
Omer Baldık
BİZ BUYUDUK, eskisi gibi cizgi film izlemiyoruz. Ama cocuklarımız, yeni cıkan cocuk kanallarıyla birlikte sabah akşam cizgi film izliyorlar. Salt cizgilerden oluşması, nedense biz buyuklerde cizgi filmlerin masum olduklarına dair bir kanaat uyandırmaya yetiyor. Televizyona bakıyoruz, cizgi filmmiş deyip geciyoruz. Cizgi filmlerin birtakım zararları olabileceğine dair bilgimiz, yalnızca “Cizgi filmler cocuklara şiddeti oğretiyor” klişe haberleriyle sınırlı. Bu ise, işin ic yuzune dair biraz derince bir anlayış sahibi olmadığımız icin pratik yaşamda bize neyi nasıl yapmamız gerektiğine dair etraflıca fikir vermiyor.
Aslında, cizgi filmlerin cocuklara yonelik olumsuz yan etkilerini sadece şiddet bağlamında konuşmak bile, meseleye ne kadar sathî yaklaşıldığının bir kanıtı. Zira, cizgi film ile şiddet davranışı arasındaki ilişkiden once esas araştırılması gereken konu, cizgi filmlerin cocukların ruh ve his dunyalarında doğrudan ne tur etkilerde bulunduğudur.
MeselÂ, cocuklarımız seyrettikleri (bolca korku oğesi barındıran) cizgi filmlerden ne kadar korkuyorlar?
Bu, onların belli bir yaştan sonra gelişmeye başlayan bilincli korkularına ne gibi menfi etkilerde bulunuyor?
Acaba cocuklarımızın doğuştan beri varolan karanlık korkusu ile cizgi filmlerdeki kotu karakterler onun hayal dunyasında nasıl yeni ve bilincli korkulara donuşuyor?
Bunları bilmiyoruz. Bu konularda yeterli araştırma da yapılmıyor.
Korkuyu şiddet davranışının onune ozellikle koyuyorum, cunku cocuklar korkuyu ic dunyalarında doğrudan hissediyorlar. Oysa şiddet davranışı, cocuğun hareketlerinde gozlemlenebilen, korkuya nispetle daha dolaylı bir sebep sonuc ilişkisinin yansımasıdır. Biz yetişkinler ve maalesef uzmanlar, cocuğun ruhuna etki eden doğrudan etkiyi gormuyoruz da, daha dolaylı ilişkileri aydınlatma peşinde koşuyoruz.
Neden boyle oluyor?
Cunku bu tur araştırmalar, toplumdaki bazı bozulmalardan (şiddetin artışı) hareketle gundeme geliyor ve cocukluk yıllarında bu bozulmalara nelerin etki edebileceği sorusu uzerinden şekilleniyor. Dikkat ettiyseniz, burada cocuğun kendisinden hareket edilmiyor. Edilmediği icin de, belki cocuklar cizgi filmlerden cok daha başka nedenlerle (mesel korku ve dehşete kapılma) zarar gordukleri halde, bir tek şiddet faktoru uzerinde kilitleniyor mesele.
Bunları soylemekle, cizgi filmlerin cocuklarda şiddet davranışına yol actığıyla ilgili iddiaları onemsemediğimiz sanılmasın sakın. Elbette şiddet konusu da cok onemli ve uzerinde durulmayı yerden goğe kadar hak ediyor. Lakin, bilincli olarak meseleyi şu noktaya getirmeye calışıyorum:
BİZ BUYUKLER, cocukluktan cıkıp da yetişkin sınıfına dahil olduğumuz andan itibaren, cocukluğumuzu unutuyoruz. Cocukluğumuz bir “uzak ulke”ye donuşuyor.
O yıllarda kucucuk hareketlerin bile ic Âlemimizde ne buyuk depremlere, fırtınalara sebep olabildiğini hatırlamaz oluyoruz.
Bir nevi, cocukluk hatıralarına ilişkin “alzheimer hastalığı”na tutuluyoruz. Boyle olunca da, hayatı sadece elimizde kalan tek boyutlu yetişkin bakışıyla değerlendirmeye başlıyoruz. Bu, biz buyukler arasında sorun oluşturmuyor belki ama devreye cocuk girdiğinde tek kelimeyle cuvallıyoruz. Sanıyoruz ki, cocuklar da dunyaya biz yetişkinler gibi bakıyor ve olaylardan aynı şekilde ve aynı dozda etkileniyorlar.
İngiltere’de bir ana-baba okulunda bu “yetişkin ozru”nu tedavi etmek icin ilginc bir eğitim metoduna başvurulduğunu hatırlıyorum:
Ozel bir cocuk odası duzenlenmiş ve odadaki tum eşyalar uc dort kat buyuk yapılmıştı. Boylece anne baba adaylarına—en azından fiziksel olarak—cocuklarının gozunden dunyaya bakma alışkanlığı kazandırılmaya calışılıyordu.
Cocuk gunluk yaşantısında ne tur zorluklar yaşayabilir, emeklemeye başladığında neler onun icin bir engele donuşur, neler onu korkutabilir, vs.
İşte, başta işin uzmanları olmak uzere, tum anne babaların bu bakışı, fizikî cevreden ote, cocukların ruhsal yaşantılarını kavrama adına da kullanması gerekiyor. Ancak o zaman, cocuklar ile yetişkinler arasında buyuk bir “hassasiyet farkı” olduğunu ve cocukların biz buyukleri o kadar da etkilemeyen pek cok şeyden korumamız gerektiğini layıkınca idrak edeceğiz.
Gercekten, cocuklar ile buyukler arasında cevremizde yaşanan olaylara karşı cok onemli bir “hassasiyet farkı” soz konusudur. Bir papatya ciceği kadar temiz ve narin olan cocuğun ruhu, biraz sert esen bir ruzgarda başını one eğerken, artık koca bir cam ağacı olmuş biz yetişkinler icin fırtına bile bazen vız gelir.
Başka bir ifadeyle, bizde fiske etkisi yapan bir darbe, cocuğumuzda yumruk etkisi yapabilir. Ozellikle 2-6 yaş donemi, bu acıdan cok dikkat edilmesi gereken bir evredir.
ACI OLAN şu ki, burada bahsettiğimiz zaafiyetten en cok cizgi film yapımcıları istifade ediyor.
Nasıl olsa, anne babalar—daha kotusu, uzmanlar ve RTUK gibi duzenleyici kurumlar—cocuk hassasiyetine dair bir hassasiyet taşımadıkları icin, bu sektorde istedikleri gibi at oynatıyorlar.
Yani, cizgi film yapımcıları ile cocukların arasında, ne ebeveyn ne de kurumlar duzeyinde işleyen sağlıklı bir kontrol ve denetleme mekanizması bulunuyor.
Bunun en bariz delili, yapımcıların kendi ağızlarıyla itiraf ettikleri gibi, ucuz diye dışarıdan on bin dolara cuvalla, cantayla film alınabilmesi. “Bunu nereden aldın, hangi şartlarda aldın, kime izlettin?” diye soran yok. RTUK’e gelince, 2001 yılında Pokemon adındaki cizgi filmi yasaklamasının dışında bu konuda yaptığı bir icraatı ya da duzenlemesi yok.
O yuzden, iş geliyor, yine ebeveyne duşuyor. Anne babalar ne kadar bu konularda bilincli olurlarsa, o kadar cocuklarının faydasını gozetmiş olurlar. Basit, ama maalesef gercek bu.
Anne babalara uyarı: Cocuklarınıza kalitesiz cizgi filmler izlettirmeyin!
Çocuk Büyütme0 Mesaj
●5 Görüntüleme
- ReadBull.net
- Kültür & Yaşam & Danışman
- Hayatın İçinden
- Çocuk Büyütme
- Anne babalara uyarı: Cocuklarınıza kalitesiz cizgi filmler izlettirmeyin!