Ben de bir zamanlar cocuktum ve icimde cok ozel bir cocuk var!

Cocukları anlamak icin cocuk doğurmak gerekmiyor. İnsanın kendi cocukluğuna ve icindeki cocuğa bakması yeterli… O zaman anlar insan, nelerin yapılmamasını ya da bir şeylerin zorla yaptırılamayacağını…

Kendi ihtiyac ve isteklerinin farkında olan insan, kendi ruhunu beslemeyi oğrenir ve eğer o insan kendi ruhunu besleyebiliyorsa o miniklerin ruhunu da doyurmuş olur!..

O kucuk bedenlerin icinde daha kirlenmemiş, saf, masum, tertemiz sevgi yumağını gormek mumkundur. Cunku onlar sevgi yumağı olarak dunyaya gelir. Doğuştan sahip oldukları ama buyudukce koşullardan dolayı yon değiştiren bir yumak!…

Onlarda doğal olarak var olan bu sevgi yumağı, kendi sevgisizliğimizi yuzumuze vurduğu icin midir bilemem ama “Acaba onlardaki bu sevgi birilerini rahatsız mı ediyor?” diye de bazen duşunurum...

Cocukların icinden geldiği gibi davranmalarıyla ilgili bir sorunları yoktur ama biz buyukler, onların yaptıklarını sorun haline getiririz ve aslında sorun bizdedir! Cunku hala kendi sorunlarımızın altından kalkmayı oğrenememişizdir.

Bu kucuk dunyalara girmek, onları anlamak sandığımız kadar kolay değildir. Tıkanan yaratıcılıklarıyla, kalıplar arasında kalan bizler, onların kucuk ama buyuk dunyalarını aslında anlayamayız. Sadece anladığımızı sanırız. Bazen bıkkınlıkla soylenen, “Uffff yeter artık”…sozu de bunu anlatmaz mı?.. Ve sanırız ki onlar hic bir şeyden anlamazlar… Aslında onlar bircok şeyi anlar, anlamlandıramasa da… Ama bir tek şeyi, bizim surekli tekrar tekrar soylediklerimizi, yaptıklarımızı ve onlardan bir yetişkin gibi beklenilen davranışları hic anlamazlar!.. Biz bunları yaptıkca onlar, “Ben bir cocuğum!” der sessizce…

Benim icimdeki cocuk bazen bir şair, bazen bir yazar, bazen bir ressam, bazen bir heykeltraş… Bazen bir tiyatrocu, bazen bir aktor, bazen de sadece bir cocuktur…

Duyulmayan aşk ve doğa şiirleri soyler uzak ulkelere…
Hikayeleri ve kahramanları vardır anlatılmayan…
Fırcasını alabildiğine kullanır. Gokkuşağının dans ettiği rengarenk resimler yapar tuvaline…
Hayatında sevdiklerinin heykellerini diker kucuk ama buyuk dunyasına…
Bazen kahkahalarla guler bazen ağlayan surat olur hayata bakarken…
Kendi hayatını oynamak ister, başrolde!… Zorluklardan yılmaz, azimlidir… İyisiyle kotusuyle farklı olmaktan korkmaz. Kendini keşfetmek ve kendi olmaktan mutluluk duyar. Yaşadığı her şeye bir şeyler katarak kendini coğaltır ve daima inandığı yolu izler.

O, tum tohumları icinde barındıran bir meyve bahcesidir. Hatta o, bahcenin kendisidir… Ve bahcesindeki tum meyveleri, cevresine coşkusuyla ve ictenliğiyle dağıtır…

O, berrak bir su gibidir… Saydam ve şeffaf… Saf… Tertemiz… İci dışı bir… Şırıl şırıl akan… Derinlerden kendine yol bulan… Masumiyeti icinde barındıran… Nehir gibi coşan… Taşan… Kopuren… Okyanusa karışan… Ne kotuluk bilir ne de kirlenmiştir…

Meraklıdır her şeyi bilmek, oğrenmek ister. Neler yapabileceğini keşfetmek icin sorar, araştırır… -Mış gibi yapamaz, beceremez. İcinden geldiği gibi davranır… Her şeyi gozlerden, sozlerden, yapılanlardan anlar. Gozlemcidir…

Giydirileni değil kendi istediğini giymek, zorla verilen yemekleri değil, yeni tatlar tatmak ister. Başkalarının yaptıklarıyla oyalanmaz, kalıplar icine sığamaz, dar duşuncelerden sıkılır… Dışarı cıkıp ozgurleşmek ister.

Yeni oyunlar yaratıp hayal dunyasını zenginleştirir. Hikayelerinde kahramanlarıyla buluşur, bircok ulkeler, diyarlar gezer, oğrenir ama hoşlanmadıklarını yazar, cizer, soyler… Ve onlardan kendi hikayesini cıkarır.

Her yeni buluşla, bağıra cağıra şarkılar soyler, dans eder…

Eli gonlu boldur, paylaşır… Cunku diğerleri onun oyun arkadaşlarıdır. Onlarla guler, onlarla ağlar… Bazen birilerinin yaptıklarını bozar… Onlar ona kızsa da sadece yapmak istediği icin yapar. Sonucuna katlanır ama orada kalmaz, yola devam eder… Hep yeniden başlar…

Bazen gozlerini diker duyduğu yalanlara, sevemediği, hoşlanmadığı varsa oradan uzaklaşmak ister… Bazen saflığından dolayı cabuk inansa da kimin hangi niyetle geldiğini anlar…

Dikkatli ve sezgileri kuvvetlidir, her şeyi anlamlandıramasa da hisseder, bilir… Doğruyu ya da yanlışı sozlerden ve davranışlardan tanır.

Bazen bir ağac dalına, bazen de bir tepeye tırmanır… Koklerden daha yukseklere cıkmak ve gokyuzunun sonsuzluğuna dokunmak ister…

Cocuklar…

Onlar, tum hayallerini ve yaratıcılığını ortaya koyarak sadece hayat oyununu oynamak ister…

Adı uzerinde cocuktur ama oyle kendi koyduğumuz sınırlar icinde bir cocuk değildir onlar!..

Onların icinde tum yaratıcılığın kayıtları, hayatla ilgili tum bilgiler mevcuttur. Eğer gozlerine bakarsanız o gozlerde tum dunyayı gorebilirsiniz!

Cocukların en cok sevdiği şeydir oyun oynamak… Onlar oynadıkları oyunlarla kendilerini zenginleştirir! Butun nesnelerle konuşurlar sanki hepsi birer insanmış gibi… O nesnelerin kişilikleri, hayatları vardır ve bu oyunlarla onların dunyalarına dalarlar. Bazen oynarken, bunu nereden oğrendi desek de coğu kez soyledikleri bizim onlara soylediklerimizin kendilerince anlatımıdır. Cocuklar taklit ederek oğrenir ve gozlerinden bir şey kacmaz!

Ve bir deyiş vardır, “Cocuktan al haberi!” ... Biz onları konuşturmaya zorlayarak(!) istediğimiz bilgileri almaya calışsak da aslında buyuklere, “Kendi davranışlarınıza dikkat edin!” diye soylenmiş bir cumledir. Yani cocuğun ağzından laf almak değildir bu cumlenin altında yatan. Bu cumle, bir sure sonra yaşamımızdaki cocuğu, davranışlarımızla, sozlerimizle nasıl kendimize benzeyen bir kopya oluşturduğumuzu anlamak ve onu nasıl şekillendirdiğimizi gormek icin verilen bir uyarıdır!

Onların bizden oğreneceği bir şey yoktur ama onlar bize istemesek de oğretir!

Oğretir, cunku bizler gec oğrenen oğrencileriz!

Neden mi?..

Sıkı sıkıya tutunduğumuz kalıplarımız, hem kendimizi hem de onları gormemizi engeller. Bu yuzden de maskesiz olan cocuklar, aslında oğretmek icin caba harcamazlar. Sadece oğretmeye calıştığımız kalıpsal davranışlarımızın aynısını yaparak maskemizi duşurur. Yani ne ektiysek onu biceriz! Ama biz yine de onlara bir şey oğrettiğimizi sanarak kendimizi avuturuz ve onların bize bir şey oğrettiği yanılgısına duşeriz.

Onlar ne ozel bir goreve sahiptirler ne de bir zorunlulukları vardır! Onlar oldukları gibidirler!. Cocukların bir “gorevi” var diye duşunuyorsak kendimizi kandırırız. Gorev, bir mecburiyettir, yapmak zorunda olmaktır!

Cocuklar kimsenin kurtarıcısı ya da yardımcı oyuncusu değildir!

Eğer kendimizde goremediğimiz, farkına varamadığımız şeyleri acığa cıkarmaya hazırsak, onların yaptıklarını kendi davranışlarımız acısından bir ipucu sayabiliriz ama onların bunları ortaya cıkarmak gibi ozel bir cabaları yoktur!

Kendimizi gormek istersek, onlara yuklediğimiz mecburiyetlere bakmak yeterlidir ama bunun tam tersi mumkun değildir. Belki de bircok tekrarlardan sonra biz bir anda kendi kalıplarımızı goruruz! Onlar, “Bak, bunu oğrenme zamanın”…demez. Cunku onların boyle bir hedefleri, gorevleri yoktur!

Cocuklar, tum duygularını yaşayabilen bir hayat yelpazesidir. Onların dunyalarında sonsuz hayaller barınır ve sınır yoktur.

Bu hayat yelpazesinde, yaşamı ve tum doğallığıyla yaşanan “duyguları” bizlere gosteren kucuk canlılardır. Sloganları, “Hayat ve hayatı yaşamaktır!” Yani, “Hayat, yaşam benim, ben yaşamın kendisiyim. Ve ben hayatımı, yaşamımı, duygularımı yaşamak icin buradayım!” derler.

Onlar, hayatın coşan pınarlarıdır. Bu pınarlar, inadına ve doyasıya yaşar anları… Kah koşarak kah duşerek kah kalkarak… Bazen kahkahalarıyla, bazen gozyaşlarıyla, bazen ofkesiyle, bazen sevgisiyle…

Onların enerjileri asla tukenmez. Bizlere anlamsız gelse de kendi dunyalarında her şeyi yeniden yaratırlar. Kendilerini mutlu edecek yolları hep vardır. Bir an dursa bile, kaldığı yerden tekrar başlarlar. Tekrar tekrar, tekrar tekrar… Cunku onlarda bizim unuttuğumuz en doğal ozellik ve yetenek vardır…

Sezgi ve yaratıcılık!

Cocuklar sadece geleceğin anahtarıdır! Kendi geleceklerini yaratmak isterler! Ve gecmişle gelecek arasında sıkışan bizlere aynalık yaparlar. Sessizce, “Kendi geleceğinizi yaratın!” diyen kucuk ama buyuk aynalardır!

Bizler cocuklara bazı anlamlar, gorevler ve sorumluklar yuklesek de onların hayatta tek bir amacları, sorumlukları, hedefleri vardır. O da oldukları gibi OLMAK ve yaşamda BAŞROL oynamaktır!

Onların, kendi yaşamlarını yaşamaktan başka bir zorunluluğu yoktur! Onlara gorev ve sorumluluklar yukleyen bizler ise onların yaşamlarında sadece figuranlarız!

Eğer icimizdeki cocuğa gercekten bakabilirsek bunu daha net goruruz cunku bizlerde en sonunda icimizdeki cocuğun yapmak istediklerini yaparız ve o, daima başroldedir!

Her zaman başlangıc once kendi icimizdeki cocuktur, sonra dışımızdaki cocuk!… Cunku icimizdeki cocuğa nasıl davranıyorsak dışımızdaki cocuğa da oyle davranıyoruzdur! Bunu fark ettiğimiz anda da dışımızdaki cocukların -ister bizim ister başkalarının cocukları olsun- soylediklerini, yaptıklarını, sevincini, coşkusunu, heyecanını, yerinde duramazlığını, yaratıcılığını, aslında tum potansiyelini o zaman tam olarak fark eder ve anlarız. Yoksa her şeyi bildiğimizi sanmakla kalırız!

Geleceğimizin anahtarı olan meyvelerimizin, kendi hayatlarının başrollerini oynaması dileğiyle…

sevgiyle kalına.s.