Puslu Bir Ankara Manzarası Eşliğinde Normal Bir Doğum Hikayesi
Artık son haftaya girmiş bulunmaktayım. Doktorum erkek bebeklerin genellikle 40. haftadan sonra gelmek istediklerini soylediğinden pek bir rahatım. Hastane cantamı daha 1-2 gun once alelade hazırlamışım. Evde bebekle ilgili yalnızca yenidoğan setleri alındı. Ne portbebe, ne beşik, ne bebek arabası var. Anneme gore ilk bebeğe bu kadar hazırlık yapılmazmış. Anne sozu dinliyoruz elbette. Tabi daha 40’ı cıkmayan bebeğimi anneme bırakıp eksikleri tamamlamaya cıkmanın zorluğunu daha sonra oğreneceğimi bilmeden.
Son haftanın 4. gunu. Gunlerden pazartesi.Akşam kuzenimin 36 gunluk ikizlerini gormeye gidiyoruz. Cok sevimli bebekler. Acaba benimki neye benzeyecek? İkizleri kucağıma alıp sevmek istiyorum ama bana pek pas vermeyip huysuzlanıyorlar. Şimdi duşunuyorum da belki de 15-16 saat sonra bebeğin dunyaya geleceğini hissettiler.
İkizleri gorup akşamın gec saatlerinde eve donuyoruz. 11-12 gibi uyuyoruz. Gece 2’ye gelirken lavabo ihtiyacıyla uyanıyorum ve sonra ara sıra gelen kısa sureli sancılarla birlikte 5’e kadar uyuyamıyorum. İnternete giriyorum, Kaan kocatepe’nin sitesinden en az 3 kere okuduğum son hafta ozelliklerini bir daha okuyorum. Benimle aynı haftadaki gebelerin durumları falan. Peynir, ekmek yiyorum. 5 gibi artık sabah namazı ve ardından 6 gibi tekrar yatıyorum biraz uyumak istiyorum. Fakat ne mumkun! Doğumun olacağının belirtilerinden ilki olan sancılar zaten mevcutken, ikincisi ve ucuncusu de ortaya cıkıyor. Tekrar yatıyorum. Eşime “belki bugun akşama doğru bebek gelir belki de yarın” diyorum. O kadar rahat bir tonla soyluyorum ki fazla onemsemeden uyumaya devam ediyor. Hemen hastane cantamı kontrol ediyorum. Duşa girip, evi şoyle bir toparlıyorum. 7.30 civarı annemi arayıp durumu anlatıyorum. O da hazırlanıp 8.30 gibi babamla eve geliyor. Henuz doktorumu aramadım cunku sabahın bu saatinde uyanmamış olabilir, sabah sabah sinirlerini bozmak istemiyorum. Annem aceleci bir halde gidelim diyor. Doktorumu arayıp oyle gideceğimi soyleyip ikna ediyorum. Nihayet 9 gibi doktorumu aradık. Gidip, 9. kata cıkmamızı, Dr. Tunay veya Dr. Şule hanımı gorup yatış yapılmasını soyluyor. Eşimin duruşması olduğu icin nasılsa akşama kadar doğmaz duşuncesiyle, duruşma cıkışı oğlen gelmesini soyluyorum. O adliyeye, ben babam ve annemle Gazi Universitesi Tıp Fakultesi Hastanesine doğru yola cıkıyoruz. Benim sancım ve sıkıntım gitgide artıyor ama yine de cok rahatım. İlk doğumlar en az 16-20 saatte gercekleşir diye duyduğum icin hesaplıyorum, daha 7 saat falan oldu. Daha gelmez, dayanmalıyım. Cok sonraları aslında bunun herkesin bunyesine gore değiştiğini, yolda veya evde doğum yapıveren cok kişi olduğunu oğrendim. Bunu bilseydim bu kadar rahat olmazdım eminim.
Dikmenden Samsun yoluna cıkarken babamı 2 kere durdurdum ki sancılar hareket halinde biraz daha sıkıntı veriyor cunku. Samsun yoluna cıktığımzda aman Allah'ım o ne trafik! Eskişehir yol ayrımına kadar 10 dk.lık yolu 30 dk da katediyoruz. 2 gun sonraki 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı munasebetiyle kentte yapılacak olan etkinliklere hazırlık dolayısıyla yolu kapatmışlar. Sırası mı şimdi! Aracları ileriye bırakmayıp Eskişehir yoluna yonlendiriyorlar. Ben belli etmiyorum ama iyice bunalmaya başladım. Annem stresten ve telaştan babama catıp duruyor. “Şu polislere bir şey soyle yolu acsınlar, kızım doğuracak neredeyse de.” Ben "anne bir şey olmaz daha var" diyorum. Bendeki de ne rahatlıksa işte. Nihayet annem inip, aracların arasından polise gidip maruzatımızı bildiriyor. Yol tabiki hemen bize acılıyor. Oh boş boş yol! 5-6 dk sonra hastanedeyiz. Derken bir bakıyoruz ki Bahcelievler metro durağında tekrar yol kapalı. Annemi yine bir telaş kapladı. Bense ne kadar gec gidersek o kadar iyidir diye duşunuyorum. Hastane ortamını oldum olası sevmemişimdir zaten. Doğum son aşamasına gelsin, ben oyle gideyim diye aslında icten ice trafik durumuna seviniyorum bile. Nihayet hastaneye gelip, saat 10.30 gibi soğuk ve sevimsiz odalardan birine beni alıyorlar. Artık yalnızım. Anneciğim bile yok yanımda. Ara sıra gelen doktorlar, hastane dosyama bakıyorlar ve muayene bile etmeden gidiyorlar. Oh zaten istemiyorum muayene falan. Son aşama gelsin doğsun, kurtulayım. NST, nabız, tansiyon vs. Nihayet bir doktor, dosyadaki bilgilerin bir hafta onceki muayeneye ait olduğunu anlayıp muayene ediyor. Hemen telaşa kapılıp kıdemli asistanı cağırıyor. Bir koşturmaca hemen doğumhaneyi hazırlayın diyorlar. Ben icten ice cok erken gelmediğimiz icin hem seviniyor, hem de merak icerisinde nasıl olacağını duşunuyorum.
Doğum hane tek kişilik, tertemiz, sıcacık bir yer. Oyle anlattıkları gibi korkunc gelmedi bana. Kendine ait banyosu var. Orayı kullanıp doğum masasına yatıyorum. Manzara super. 9. kattan guzel ve puslu bir ekim gunu Ankara’yı seyretmek cok guzel. Doktorumun ameliyat gunu olduğu ve zaten normal doğum istediğim icin doğuma girmesini gerekli gormedim. Biraz sonra belki stresten belki de artık doğumun son aşaması olduğu icin sancılarım cok fazla olmaya başlıyor. Kolay ve sıkıntısız doğum icin Ayetul Kursi ve İnşirah surelerini okuyorum. Dr. Şule ara sıra gelerek gidişatı kontrol ediyor ve bir yandan doğum ekibini hazırlıyor. Ben artık inim inim inleyip sacımı başımı yolmaya başlıyorum. Tam karşımdaki saatte gozum. 11.30 gibi artık bebeğin cıkma vakti. Bir ara Dr. Şule benim performasımın cok iyi olduğunu duşunup kıdemli asistan Dr. Tunay’ı cağırıyor. İşi başından aşkın olan doktorumuz henuz vakit olmadığını soyleyip biraz cıkışıyor. E oyle kolay değil, biraz uğraştırıyorum onları. Yok doğmayacak bu. “Kızmayın bana cok zor cok zor” diyorum. 12.30 gibi “oğle tatili hadi artık doğur” diyorlar. “Tamam ben yemek ısmarlarım size” falan diyorum, guluyorlar. “Sizin cocuğunuz yoksa anlayamazsınız, insan başına gelmedikce anlamaz bu acıları” deyip, Emrah edebiyatı yapıyorum. Ama onlar da biraz nazik olsunlar. Artık doğmayacağı umutsuzluğu ve sancıların yorgunluğuyla 13.05’te bir anda nasıl olduğunu bile anlamadan Ahmet Kerem’in sesini duyuyorum. Allah’ım ne kadar guzel bir ses! Bir anda gercekten tum acılar silinip kayboluyor sanki. Oğlumu hemen alıp goturuyorlar. Dr. Şule beni tamir etmekle uğraşıyor. Nasıl bir yıpranmaysa artık 14.30’a kadar bu surec suruyor. Oğlumu 5 dk. Gordum o kadar. Sonradan oğrendiğime gore bu surecte doğum servisinde kuvez kalmadığından acık bir kuveze koymuşlar oğlumu, 1 saat bas bas bağırmış. Hic kimse ilgilenmemiş. Neden sonra annem gelip giydirmiş yavrucağızı. O anki kendime yonelik acılardan ve annelik hormonunun tesiri henuz az olduğundan cocuğu duşunecek pek vakit bulamadım. Şimdi ise o kadar kızgınım ki onlara. 2-3 gun boyunca uykusunda bile hıckırdı yavrucak. Şimdiki aklım olsaydı hemşireleri, doktorları ve annemi onceden planlayıp organize ederdim. Ama oğlumun bunu yaşaması gerekiyordu belki de. Sonraki gecelerse hep o anların vicdan azabıyla oğlumu kucağımdan hic indirmeden gunduzleri gerekirse hic oturmadan evin icerisinde bir o yana bir bu yana gezdirdim. Cok gazlı, cok yaygaracı ama bir o kadar duygusal olan oğlum 4-5 ay kendini kucakta gezdirtti. Allah’ım doğum ne ki bu yorgunlukla kıyaslanınca! Bana bebek bakmanın, anne sutu vermenin bu kadar zor olduğunu kimse anlatmamıştı. Ben bu kadar uykusuz geceler gecirip, anne sutu vermek icin canhıraş cabalayacağımı ve buna rağmen zır zır ağlayan bir bebekle haftalar aylar gecireceğimi bilmiyordum. Doğum şoyle zor boyle zor, normal şoyle sezeryan boyle dediklerinden kendimi doğum olayına o kadar hazırlamışım ki bebek bakımına hic hazırlamamışım. Cok hazırlıksız yakalandım. Cok yıprandım cok. Fakat tum bu yorgunluklara rağmen bir tanem, boncuğum, guzel ve duygusal oğlum, hayatımın en guzel amacı. Şu an 17 aylık. Henuz konuşamıyor ama her şeyi anlıyor. Bana sarıl deyince boynuma sarılıyor, op deyince yanağıma uzanıyor.Yalnızca bu bile her acıya değer

Paylaşmayı seviyorum: Puslu Bir Ankara Manzarası Eşliğinde Normal Bir Doğum Hikayesi