Yetmiş dort yaşında olduğu tahmin edilen kadının tam on yıldır, ne kapısını calan olmuş, ne de, bir tane olan, evladı uğramış eve. Elektriği, suyu, kirası bankaya gelen aylığından kesildiği icin, bir alacaklısı olsun gelmemiş kapıya.Gectiğimiz cuma gunu, Hollanda’nın Rotterdam şehrinde bir evde, bir kadının olusu bulundu. 10 yıl once olmuş kadın.
On yıl boyunca binlerce insan gecmiş o kapının onunden.
O gun doğan cocuklar on yaşına basmış, on kez bahar gelmiş memlekete, 10x365 gun fırına ekmek almaya gitmiş komşuları. Bazıları taşınmış, yenileri gelmiş yerine ama kimse merak etmemiş o evin kapısının arkasında neler olduğunu, o kapının neden bir gun olsun acılmadığını. Hic kimse ilgilenmemiş boyle basit bir detay ile.
Herkes kendi işine gucune bakmış.
Sokağa su boruları doşeyen inşaatcıların o eve girmeleri gerekmeseydi eğer, birkac yıl daha fark edilmeyecekti belki de kadının olusu. Mahalleli ne koku duymuş ne de bir bortu bocek gormuş ortalıkta.
Ses cıkmayınca ev burosunu devreye koymuş adamlar.
Eve giren polis, evdeki yaşamın 2003’te bittiğini soyluyor.

Daha once de birinin olusu 3,5 yıl sonra fark edilmişti ama bu on yıl epeyce ciddi bir rakam. Bir insanın yaşamış olduğunun, oldukten on yıl sonra farkına varılması zaten başlı başına acınılası bir durum ve hele de bu farkındalık tamamen bir tesaduf sonucu ortaya cıkmışsa eğer, olay daha da acıklı bir hale geliyor.
Buyuk şehirlerde, ozellikle de Amsterdam’ da yalnızlık ceken cok insan var ve yetişkinlerin yuzde 11’i gibi bir rakam veriliyor hatta ve bunlara yabancı uyruklular da dahil ama yaşlıların yalnızlık oranı maalesef herkesten daha fazla.
Ara sıra, yahu bu yaşlılar cok yalnızlar, acaba ne yapsak ki, gibi şeyler soyleniyordu ama bu olay bugune kadar gormezlikten gelinen bircok şeyin ciddiyetini tekrar gundeme getirdi.
Olaya ekonomik olarak bakıldığında, şu an bircok kısıtlamalar olsa bile, aslında cok ta onemli bir sorun yok gibi gorunuyor. 65 yaşına gelince, emekliliğin dışında, bir yaşlılık aylığı veriyor devlet insanlara. Bakıcıya ihtiyacı olanların, odeyemeyecek durumdalarsa eğer, masraflarının bir kısmını da karşılıyor falan. Yaşantılarını pratik olarak surdurmeleri icin gerekli yardımlarda bulunuyorlar yani.
Hastalar bakımevine alınıyor, ac, acık kalmıyorlar ve bizde dedikleri gibi coluğun cocuğun eline de duşmuyorlar ama tum bunlara rağmen, her yerde olduğu gibi, burada da yaşlı olmak zor iş.
Kolay değil, cunku bir yerde yalnızlığa mahkum ediyorlar kendilerini ve işin en kotusu de yaş ortalamasının epeyce yuksek olması.
Kendilerini kimseye yuk olmadan yaşamaya hazırlamaları, hatta endekslemeleri onları bir sure sonra, maalesef neredeyse, toplumda gorunmez bir hale getiriyor. Yaşamlarını o kadar asgariye indiriyorlar ki, deyim yerindeyse eğer, kendi kabuklarına cekiliyorlar.
Herkesin kendisine gore işi gucu, bir duzeni, yaşaması gereken hayatı olduğu icin, zaten cok fazla olmayan cocukları da fazla gelmiyorlar ziyaretlerine.
Tum bunlara ragmen, bizdekinin tersine, bu durumdan şikayet etmiyorlar yaşlılar.
Herkesin kendi hayatı var, diyorlar.
Beklenti olmayınca daha az uzuleceklerini, daha az hayal kırıklığına uğrayacaklarını sanıyorlar belki de bilmiyorum. Sağlama alıyorlar bir yerde duygularını ama bunun karşılığı paylaşmaktan uzak, pencere onunde gecirilen bir yaşam oluyor genelde.
Kaderine razı, şukurcu, mutevazi ve duygusuz bir yaşam.
Zor durumlarda başvurabilecekleri bir de otenazi yasaları var zaten. Mis.

‘En buyuk yalnızlık insanın kendi icindeki yalnızlığıdır’ deseler de, yalnızlığın zorunlu olanı her kulturde koyar bence adama. En guzel anılarımız birleri ile paylaştığımız guzel anlardan oluşmaz mı?
Bizi ayakta tutan, o anlar değil midir?
Bir kenara cekilmenin bedeli bu kadar ağır mı olmalı, bilmiyorum. Kırlarda koşmak isterken, pencerenin ardinda, tekerlekli sandalyeden dışarıda yuruyen insanlara bakarak gecer mi ki gunler?
Gorulmediğini bilen insan, yaşar sayar mı kendisini?
Bir ses, bir nefes, iki cift laf, bir fincan kahve, bir kahkaha, bir tadı paylaşmak değil mi yaşam?
Gorunmek, ben de yaşıyorum, yaşadım, demek değil mi?
Unutmayın beni.


Unutulursam yok olurum, tut ellerimden gidene kadar demek değil mi...

radikal