İnsan da diğer varlıklar gibi, tabiatın parcasıdır ve ona bağlıdır. Ancak insan, zekası ile "gelişme yasaları"nı kavrayarak, kendi amacları doğrultusunda kullanma imkanına sahiptir. Bu imkan insanı, diğer canlılardan ayırmakta ve ona, tabiatı değiştirip donuşturme gucu vermektedir. Bu yolla insan, tabiattan bağımsız olmasa da, ozerkleşebilmektedir. İnsanın tabiat karşısında ozerkleşmesi, onu değiştirip donuşturme gucune bağlıdır.
İnsanın ozerkliği (tabiattan tamamen bağımsız olma imkanı bulunmadığından, "ozgurluk" yerine "ozerklik" kavramı kullanılmaktadır) tabiatı donuşturme-değiştirme gucu ile doğru orantılıdır. Bu gucu en ust seviyede kullanmanın yolu ise diğer insanlarla işbolumu yapmak, elbirliği ile hareket etmektir. İşbolumu ne olcude ust seviyede kurulabiliyor ise gelişme o kadar ust seviyededir. Gelişme ne kadar ust seviyede ise uretim o kadar bol, refah o kadar yuksek, imkanlar o kadar geniştir.
Bu nedenle, toplumun gelişmişlik seviyesi, insan ozerkliğinin sınırlarını belirlemektedir. Cunku bireyler, mensubu oldukları toplumun gelişmişliği ve imkanları olcusunde hak ve ozgurluklere sahip olabileceklerdir. Orneğin, bilim ve teknolojideki gelişmeye paralel olarak uretilen taşıma aracları, seyahat ozgurluğunun kullanılabilmesini kolaylaştırmaktadır. Teknolojik gelişmenin inşaat maliyetlerini duşurmesi, mesken edinme hakkının kullanılabilmesini mumkun kılmaktadır. Kısaca, uretim guclerinin gelişmesi, insanlığın ozerkliğinin gelişmesi icin zorunludur.
Bu nedenle toplumsal zeka (ortak akıl), toplumsal gelişme imkanlarını surekli olarak acık tutmanın, bunu engelleyen her turlu faktorle mucadele etmenin araclarını uretip yaratmakla gorevlidir. Bu amacla bir cok kural koyar, bu kurallar vasıtasıyla, tum toplumun uyum icinde yaşamasını, en ust seviyede işbolumunun gercekleşmesini sağlamaya calışır. Oyle ki, iş bolumu seviyesinin yukselebilmesi icin, toplumlar birbirleriyle butunleşmektedir. Bu butunleşmenin kurallarını belirleyen de yine toplumsal zekadır. Toplumsal zekanın (ortak aklın) geliştirdiği kurallar ceşit ceşittir. Bunların bir kısmı nezaket kuralıdır; bir kısmı ahlÂk kuralıdır; diğer bir bolumu gelenek-gorenektir. Ancak toplumsal uyum, barış, huzur ve gelişme icin daha onemli olan kurallar, hukuk kurallarıdır. Hukuk kuralları da diğerleri gibi, toplumsal zekanın, toplumsal gelişmeyi devam ettirebilmek icin oluşturduğu normlardır.
Toplumsal gelişme imkanlarını surekli olarak acık tutabilmek icin, bu gelişme ve uyumu engelleyen, yavaşlatan, durduran her turlu olgunun onlenmesi, onlenememişse, sonuclarının bertaraf edilmesi zorunludur. İşte bu olgulardan en onemlileri, ceza hukukunun konusunu oluşturmaktadır. Bunlar o kadar onemli olgulardır ki, varlıkları toplumsal gelişme ve huzuru en ciddi şekilde etkilemektedir. Bu sebeple toplumsal zeka, bu olgularla ve onların failleriyle ozel olarak ilgilenmeyi gerekli bulmuştur: Diğer hukuk kuralları da, bunlara aykırılık halleriyle ilgili yaptırımlar duzenlemektedir. Ancak bu olgulardan en onemlileri meydana geldiğinde, toplumun faili karşısına alıp, onunla birebir ilgilenmesi zorunluluğu doğmaktadır. Cunku bunlar, toplumsal gelişme ve huzura en ciddi darbeyi vurabilecek olgulardır ve bu sebeple ozel bir oneme sahiptir.
İşte ceza hukukunun nihai amacı, insanlığın azami ozerkliğe-ozgurluğe kavuşabilmesi icin, toplumsal gelişme imkanlarını surekli olarak acık tutabilmektir. Bu nihai amaca ulaşmak icin, toplumsal gelişmeyi engelleyecek onemdeki olguları tespit edip, bu olgulardan doğan olumsuzlukları ortadan kaldırmak da gorevleri ve hedefleri arasındadır. Ancak asıl ve nihai amac, her bir bireyin tanımlanmış hak ve ozgurlukler alanının, toplumsal gelişme neticesinde olabildiğince genişlemesini sağlamaktır: Bir dış cemberin icinde ic ice bircok cember olduğunu ve bunların birbirine teğet bulunduğunu duşunelim. Dış cemberi ne kadar genişletirsek, icteki cemberlerin alanı da o olcude genişleyecektir. İşte, dıştaki cember toplumun gelişmişlik seviyesi, icteki cemberler ise bireylerin hak ve ozgurluk alanlarıdır. Bu sebeple, ic cemberlerin genişlemesi, dış cemberin buyumesine bağlıdır. Diğer acıdan ise, dış cemberin genişlemesi, ic cemberleri genişletmek icin aractır. Burada anlatılmak istenen, toplumun kendisinin değil, bireyin ozgurlukler alanını genişletmek uzere, gelişme imkanlarının korunması gerektiğidir. Cunku insanı diğer varlıklardan farklı kılan, iş bolumu ile tabiatı donuşturmesidir ve toplum bunun aracıdır. Bu sebeple, toplumu bireyden koruma amacıyla kurallar koymak, eşyanın tabiatına aykırıdır. Amac bireyin ozgurluklerini genişletebilmektir ve bu amaca ulaşabilmek icin, toplumsal gelişme imkanları acık tutulmalıdır. Oysa, ceza hukukunun amacını, toplumsal savunma olarak acıklayan pozitivist goruş , toplumu, varlığının temel unsuru olan bireyden korumaya kalkışmaktadır. Boyle olunca da, bireyin varlığı bile kabul edilmemekte, onun tanımlanmış hak ve ozgurlukler dairesine onem verilmemektedir. Bu durumda ise ceza hukuku, birey uzerinde baskı kurma aracı olarak kullanılmaktadır. Nitekim totaliter rejimlerin esas aldıkları felsefi goruş, pozitivist okulun goruşudur. Diğer yandan, bireysel hak ve ozgurlukler acısından, toplumsal barış ve huzurun zorunluluğu da asla goz ardı edilmemelidir. Eğer bireysel ozgurlukler, toplumsal huzur ve barışın uzerinde tutulursa, bu kez de korunmak istenen ozgurluklerin alanının daralması kacınılmazdır. Cunku toplumsal huzur ve barışın korunamaması, gelişme imkanlarını sınırlı bırakacaktır. Bu durumda ise ozgurlukler korunmak istendiği halde, toplumsal gelişme engellendiğinden, ozgurluklerin sınırlı kalmasına sebebiyet verilmiş olacaktır. Yani amac, ulaşılması imkansız hale gelecektir. Bu sebeple, her iki yondeki aşırılıktan da kacınarak, toplumun bireye karşı korunması değil; bireyin ozgurlukler alanını geliştirmek uzere, toplumsal gelişme imkanlarının acık tutulması amaclanmalıdır.
İşte bu nihai amaca ulaşabilmek icin, ceza hukukunun kullanması gereken araclar vardır. Bu araclardan bazısı, donem donem, ikincil amaclar olarak ortaya konmaktadır. Bu da doğaldır, cunku toplumun somut gelişmişlik seviyesine ve bireylerin somut algılayış ve inanışlarına gore, toplumsal huzuru bozan olgular farklılık gosterebileceği gibi, bunu ortadan kaldırmak icin kullanılan araclar da farklılık taşıyabilecektir. Bu nedenle toplumun somut gelişmişlik seviyesine gore, ceza hukukundan, kamunun ceza verme hakkından beklenen amaclar farklılıklar taşımıştır: Bir donem, cezanın bir tek amacının, adaleti sağlama olduğu duşunulmuştur . Ceza sorumluluğuna sahip birey madem ki bu sorumluluğu ihlal ederek diğer bireylere zarar vermiştir; bu haksız davranışın kefaretini, karşılığını odemek, cezasını cekmek zorundadır. Bu anlayışta ceza, kefaret aracıdır ve iceriğinde, suc işleyen şahsa acı cektirmek de vardır. Bir donem ise cezanın tek amacının, suc işlenmesini onleme olduğu duşunulmuştur . Yaptığı eylemin karşılığında yaptırıma uğrayacağından cekinen bireylerin, suc işlemekten kacınacağı kabul edilmiştir. Daha sonra bu iki amac birleştirilmiş, cezanın her iki amaca birden hizmet edecek bir arac olduğu varsayılmıştır. Bu arada pozitivist goruş, iradenin ozgur olmadığı tezinden yola cıkarak, cezanın toplumsal savunma aracı olduğu, bu nedenle de iceriğinin, bu araca uygun olarak, tedavi, rehabilitasyon ya da tasfiye şeklinde duzenlenmesi gerektiğini ileri surmuştur.
Kanımca, insan iradesi, ne pozitivist goruşun ileri surduğu gibi tamamen bağlı, ne de klasik goruşun iddia ettiği gibi tamamen ozgurdur; insan, tabiatın parcasıdır ve ondan tamamen bağımsız olması mumkun değildir. Dolayısıyla, her insan davranışı, mutlaka bir cok faktorun etkisiyle şekillenmektedir. Bunda, insanın yetiştiği aile ortamı ve sosyal cevre, bundan etkilenerek oluşan bireysel inanc ve anlayışı, gorduğu eğitim ve oğretim, genetik ve fiziksel ozellikleri, tum bu sayılanlardan etkilenerek oluşan psikolojik durumu, o an icin karşılaştığı diğer insanların davranışları gibi, bir cok faktor, farklı farklı oranlarda etkili olmaktadır.
Ancak tum bu faktorler, her ne olursa olsun, her hangi bir dış uyaran alan insanın zihninde, birden fazla tepki seceneği oluşmasına engel teşkil etmemektedir. Bazen bu seceneklerin sayısı cok fazla, bazen ise cok daha azdır. Ancak her ne olursa olsun, hicbir zaman bu secenekler sonsuz değildir. Cunku, belirtilen tum etkenler, belli dış uyaranlar karşısında kalan insanın verebileceği tepki seceneklerinin sınırlanmasına yol acar. Bu sebeple de irade ozgurluğunden soz etmek mumkun değildir. Diğer acıdan bakıldığında ise istisnai bazı durumların dışında bu secenekler hicbir zaman tumden ortadan kalkmamaktadır. Bu sebeple iradenin tamamen bağlı olduğunu iddia etmek de mumkun değildir. O halde insan iradesi ozerktir. Bu sebeple de bireysel ceza sorumluluğu mevcuttur ve bu sorumluluk, insanın icinde bulunduğu şartlara gore oluşabilecek secenek sayısı ne kadar fazla ise o kadar ağır, ne kadar az ise o kadar hafiftir. Seceneklerin tumuyle ortadan kalktığı durumlarda ise ceza sorumluluğu yoktur.
Ceza sorumluluğu bu şekilde acıklanınca, ceza hukukunun, bu sorumluluğu doğuran, ağırlaştıran ve hafifleten olguları da inceleme alanı icine alması ve buna gore duzenlemeler yapması gerekmektedir. Orneğin insanın zihninde oluşabilecek secenek sayısını sınırlandıran bir ofke ya da uzuntuye sebep olan davranışları, ceza sorumluluğunu azaltan sebepler olarak dikkate almalıdır. Keza bu secenekleri tamamen ortadan kaldırabilecek nitelikte genetik yada ruhi-fiziki sebepleri ayrıca dikkate almalı ve duzenlemelidir. Bunun gibi ceza hukuku, bireyin, toplumun genel kabulune aykırı inanc ve anlayışa sahip olmasının sebebini teşkil eden cevresel koşulları da dikkate almak zorundadır. Orneğin, icinde yaşadığı kapalı cevrenin meşru saydığı ya da zorunlu kıldığı davranışlarda bulunan bireyin ceza sorumluluğu duzenlenirken, bunda toplumsal sorumluluğun da cok ağır olduğu dikkate alınarak, ceza iceriği bunu telafi edecek şekilde donatılmalıdır. Bu nedenle ceza, sucluya acı veren bir arac olmaktan cok, arızi davranışlarda bulunmuş bireyi, yeniden topluma kazandıran, rehabilite eden, eğitim noksanlığı varsa bunu tamamlayan, fiziki-psikolojik-genetik faktorler mevcut ise bunları gideren bir arac olarak duzenlenmelidir. Yargıc, bireyin ceza sorumluluğunu tespit ederken, once eylemde hangi faktorun ne olcude etkili olduğunu belirlemelidir. Cunku, bireyi bu davranışa iten, onun zihninde oluşan secenekleri sınırlandıran etkenler her ne ise bunlarla ayrı ayrı ilgilenilmesi, bu etkenlerden bertaraf edilebileceklerin ayrı ayrı ortadan kaldırılması gerekmektedir.
Gercekten de, mademki cezanın nihai amacı, toplumsal gelişme imkanlarını acık tutmaktır; bunun icin, hem gelişmeyi etkileyecek olgular dikkatle tespit edilmeli, hem de bu olgular meydana geldiğinde, bunun sonucunda ortaya cıkan gerginlikler ortadan kaldırılmalıdır. Ancak bu da yeterli değildir. Bireyi bu davranışa iten sebepler belirlenerek, bunları ortadan kaldıracak onlemler alınmalı, boylece gelişme imkanı ve toplumsal barışın surekliliği sağlanmalıdır. Orneğin, yetiştiği dar cevrenin yaygın ve ortak akla aykırı inanışının, bireyin eyleminde ne olcude etkisi olduğu belirlenmeli, bu etkenin, diğer etkenlere oranı bulunmalı ve toplam cezanın bu orana tekabul eden kısmı, salt eğitimle, dar cevrenin yanlış eğilimlerinden oluşan izlerin silinmesi ile gecirilmelidir. Burada, cezanın bu bolumunun, kefaret cektirme amacıyla, acı verme iceriğiyle duzenlenmesi adil olmayacaktır. Cunku toplum, diğer bir cok bireyine tanıdığı imkanı faile sunamadığı, eğitim imkanlarından yeterince yararlandırmadığı icin, onun ortak akla aykırı eğilimler edinmesine, dar cevrenin geleneklerinden etkilenmesine engel olamamıştır. Bu yanlış eğilimlerin kefareti, sadece failin sırtına yuklenemez. Cunku fail, hic değilse icinde yaşadığı dar cevre acısından, hukuka aykırılık bilincine sahip değildir. Yani ortak akıl, failin yaşadığı dar cevrenin yanlış eğilimlerine engel olacak imkanları sunamadığı, faili de bu bağlamda eğitemediği icin, onun bu yanlış eğilimin etkisinde kalmasına sebebiyet vermiştir. O halde cezanın bu etkene karşılık gelen bolumunun, kefaret değil; rehabilitasyon amacıyla duzenlenmesi gerekmektedir. O ana kadar faille birebir ilgilenememiş olan toplum, artık onun eğilimlerini de ayrıntılı olarak incelemek, o ana kadar sunamadığı eğitim imkanlarını, bundan sora ozel olarak yaratmak zorundadır. Bu işi de cezanın bir bolumunu buna ayırarak yapmak mecburiyetindedir. Ancak burada, kişisel ozgurluğun de kaldırılması suretiyle verilecek eğitimden soz edilmemektedir. Cunku cezaevinde verilen eğitim, kefaret amacıyla ve acı verme iceriğiyle ilgili olarak duzenlenmektedir. Burada rehabilitasyon ikinci plandadır. Oysa, cezanın toplumun sorumluluğuna karşılık gelen bolumunun, sadece (ozgur) eğitime ayrılması gerekmektedir.
Bunun yanında, faili eylemde bulunmaya iten diğer faktorlerin de ağırlığı ayrı ayrı belirlenmeli ve cezanın iceriği tespit edilirken, her birinin izlerinin silinmesi icin gereken tedbirler dikkate alınmalıdır. Orneğin, eyleme iten sebepler arasında, genetik ya da psikolojik etkenlerin payı da varsa, cezanın bunlara karşılık gelen bolumu, tedavi iceriğiyle duzenlenmeli ve burada da kişisel ozgurluğun sınırlandırılması (yani kefaretin sağlanması) amacı gudulmemelidir.
Keza haksız tahrik gibi bir olgu mevcut ise bu kez cezanın miktarında indirim yapılmalıdır. Yukarıda acıklanan yontemde, eylemin yaptırımı olarak belirlenen tum tedbirler, ceza adı altında anılmıştır. Burada asıl istenen, yaptırımın, toplumsal gelişme imkanlarının acık tutulması acısından ongorulen tedbirler olarak duzenlenmesidir. Adına ceza denmesi, toplumun somut gelişmişlik seviyesinde, suctan doğrudan zarar goren bireylerin tatmin edilebilmesi ve bu amacla da hic değilse yaptırımın bir kısmının, acı verecek tarzda duzenlenmesi isteğinden kaynaklanmaktadır. Gelişmişlik seviyesi ilerlediğinde, belki de, kefaret amacı tamamen ortadan kalkacak ve acı verme iceriği tarihe gomulecektir. Ancak bu gunku gelişmişlik seviyesinde, kefaret amacından vazgecmek mumkun değildir.
Ozetle ceza yargıcı, ortak aklın tespit ettiği ağırlıkta davranış ihlalinde bulunan şahısla, yani bu eylemin failiyle, toplum adına ozel olarak ilgilenmeli ve onun zihninde eylemden once oluşan seceneklerin neler olabileceğini tespit etmelidir. Bu seceneklerin sayısını azaltan sebepler arasında, failin alanında kalıp da giderilmesi mumkun olanlar ayrı ayrı ve butune olan oranıyla birlikte belirlenmeli, yaptırımın bunların her birine karşılık gelen bolumu, sadece bu sebebin izalesi icin uygun olan araclarla donatılmalıdır. Failin alanı dışında kalan sebepler ise yaptırımın suresinin azaltılması amacıyla değerlendirilmelidir.
Bu goruşe gore, ceza hukukunun -ikincil- amacı, toplumsal gelişmişlik seviyesine gore surekli olarak değişecektir. Değişen amaclar doğrultusunda, gerek sucların tespiti, gerekse yaptırımın belirlenmesi acısından, surekli bir devinim, gelişme olacaktır. Boylece ceza hukuku, statik, kalıplaşmış bir hukuk alanı olmaktan cıkarak, dinamik, toplumsal gelişmeyle birlikte ortaya cıkan ihtiyacları, vakit gecirmeden cevaplandırabilen bir alan haline donuşecektir. Ustelik ceza hukuku, toplumsal zekÂnın, toplumun onune koyacağı hedefleri gercekleştirmenin de aracı olacaktır. Bu bağlamda, toplumun somut gelişmişlik seviyesine gore belirlenen, somut ve ulaşılabilir hedefler dikkate alınarak, ceza hukukunun ikincil amacları da değişecek, boylece hukuk, toplumu, gelişmiş geleceğe taşıyan kopru olarak kullanılacaktır. Ancak burada dikkat edilmesi gereken husus, "humanist doktrin"in ileri surduğu gibi , soyut, anlaşılamayan ve uygulanamayan kavramlar yerine, somut, erişilebilir ve gercekten yon verici hedefler dikkate alınacaktır. Boylece hukukun dinamikliği, toplumsal gelişmenin seviyesine gore yeni amaclar edinerek sağlanacaktır.
Kısaca, ceza hukukunun asli amacı, bireysel hak ve ozgurlukler alanının en yuksek seviyeye ulaşmasının sağlanması icin, toplumsal gelişme imkanlarının acık tutulmasıdır. Bu nihai amaca ulaşabilmek icin, toplumun somut gelişmişlik seviyesine gore, kendisine ikincil amaclar belirler. Bunlar, bir yandan mevcut gelişmişlik durumunun gerektirdiği ihtiyacları, bir yandan da bu gelişmişlik durumuna gore belirlenebilen somut hedeflere ulaşmada ihtiyac duyulan aracları karşılayacaktır. Boylece ceza hukuku, toplumsal gelişmeye gore surekli olarak değişen, dinamik bir hukuk alanı olacaktır. Ceza sorumluluğu da bu ilkelere gore belirlenmeli ve iradenin ozerk olduğu dikkate alınarak, eylem sırasında tam irade ozgurluğunu sınırlandıran sebeplere gore, yaptırımın suresi ve iceriği tespit edilmelidir. Sucun unsurları da bu temel goruşe gore acıklanmalıdır. Modern toplumlarda birey icin tanımlanan hak ve ozgurluklerin azami seviyesi, ancak bu yolla sağlanabilir.
ceza sorumluluğunun esasları!
Hukuk0 Mesaj
●39 Görüntüleme
- ReadBull.net
- Kültür & Yaşam & Danışman
- Gündemdeki Konular - Haberler
- Hukuk
- ceza sorumluluğunun esasları!