Anayasa Mahkemesi'nin kuruluşunun 52. yıldonumu bugun kutlanıyor. Duzenlenen torende konuşan Başkan Haşim Kılıc varlık nedenlerinin insan onurunu korumak olduğunu soyledi.

52. kuruluş yıldonumunu kutlayan Anayasa Mahkemesi'nin Cumhurbaşkanı Gul ve Başbakan Erdoğan'ın da katıldığı torende Başkanı Haşim Kılıc'ın konuşmasından satır başları şoyle:

Anayasa Mahkemesi’nin 52’nci kuruluş yıl donumune katılarak ortak olduğunuz sevincimizi sizlerle yaşamak bizlere onur vermiştir. Tum konuklarımıza hoş geldiniz diyor şukranlarımızı sunuyorum. Bugun goreve başlayan Hasan Tahsin Gokcan’a başarı sağlık dileklerimi bildiriyorum. Hukukcu kimliğiyle adli yargıda gorev yapan uyemizin birikimiz deneyimi ozgur vicdanıyla mahkememize guc katacağına olan inancımı belirtmek isterim.

Muhtelif kaynaklardan secilerek gelen uyelerimizin mesleki tecrubeleri mahkememizin ortak vicdanını oluşturmaktadır. Hukukun evrensel ilkelerine gore hareket ettiğimiz acıktır. Dostluk ve duşmanlık alanlarına kapalı olduğu gibi, bireysel inancların da dışındadır. İnsanlık onurunun varlığı, temel hak ve ozgurlukleri de evrenselleştirmiştir. Tehditler karşısında savunmak anayasa mahkemelerinin en temel gorevidir.

Esasen anayasa yargısının varlık nedeni insan olma ortak paydasına sahip olan herkesin var olan onurunu korumaktır. Bu kutsal gorevin başarıyla yurutulmesi bağımsız olan yargıclarla mumkundur. Sorun ureten değil sorun cozen yargı anlayışına destek vereceğine, hukuk devletin tam bir tarafsızlık icerisinde korucuyu olacağına inancımı tekrar belirtmek istiyorum.


İkinci Dunya Savaşı felaketini yaşamış Avrupa’nın gecmişte yaşadıklarıyla bugun geldikleri seviye cok onemli mesajlar vermektedir. Demokratik değerleri hukukun ustunluğunu ve hukuk devleti anlayışının gereklerini tekrar tekrar konuşmak zorundayız. İnsanlar onurlu bir hayat yaşayabilmek icin hukukun egemen olduğu bir devletin varlığına ihtiyac duymuşlardır.

Hukuk devletinin en belirgin diğer bir ozelliği ise tasarruflarının on gorulebilir, ulaşılabilir acık ve şeffaf olmasıdır. Hukuk devletinin odağında, iktidar gucunun keyfi davranışlarının sınırlandırılması vardır. Bu nedenle kamu gucunu kullananlarda vatandaşlar gibi hukuksal ilkelerle kuşatılmışlardır. Oncelikle yazılı hukuk kurallarının, adli kolluğun ne durumda olduğunun tespiti gerekir. Sisteme dahil unsurlar birbirini engellemeden sorun yok demektir. Haklı bir neden olmaksızın, kamu yararı gozetilmeden, yazılı hukuk kurallarında cok sık aralıklarla yapılan değişikliklerin hukuk guvenliğinin sağlayamaz.

Hukuk devletinin temel bireyi olan yargı aynı zamanda devletin vicdanı olarak da tanımlanmaktadır. İşgal devam ettiği surece bunları yaşamaya devam edeceğiz. Yargının vicdanını işgal edenlerin kimliği duşuncesi kutsalları ne olursa olsun bu sonuc değişmeyecektir. Dun hak ihlallerine uğramış mağdurlarla, bugunku mağdurların kimliğinin farklı olması bakışımızı değiştirmeyecektir.

Barışın teminatı olan farklılıkların birlikte yaşamasını ancak başkalarının hak ve ozgurluklerini savunan onurlu insanlar hayata gecirebilir. İdeolojik ve siyasi yapılanmaların hedefinde her zaman ele gecirilmesi gereken bir kale olarak gorulmuş, ele gecirenlerde kendi vesayetini dayatmanın peşine duşmuştur.

Kaleyi işgal edenler de yargıyı siyasi duşuncelerle ideolojilerine lojistik destek sağlamak icin, rakiplerinden intikam amacı olarak kullanmışlardır. Bu anlayış ve işgalden kurtulmadıkca bağımsız yargının oluşması hayaldir. Vesayet altındaki yargıdan hukuk guvenliğinin sağlanması beklenemez.

Herkese bildik gelen bir sozle yeniden tekrarlamak gerekirse hukuk guvenliği insanların guvercin urkekliği icinde yaşamadığı korkusuz bir ortamın varlığı olarak tanımlanabilir. 2011’deki anayasa değişikliyle cesaretli adımlar atıldı. Bu adımlar toplumda buyuk de karşılık gordu. vesayetci yonetimlerin gorevlerinin sona ermesiyle buyuk bir boşluk doğdu.

Bu kez farklı renkte yeni bir şayet sisteminin oluşmasına tanık olduk. Kimse bu yeni girişimin gunahından kendini soyutlamasın.

Tarih olanları kaydeder. Gercekleri itiraf etmek cesaretle cozum bulmak zorundayız. Daha onceki konuşmalarımın bir bolumunde şunları dile getirmiştim. Yargı milletin iradesine tuzak kurulacak yer değildir ve olmamalıdır. Son donemde yargı, paralel devlet ve cete diye nitelendirilen cok vahim ağır bir suclamayla karşı karşıyadır.

Bu suclama uzerinde yapışık kaldığı surece yargının ayakta kalması mumkun değildir. Bugun itibariyle en basit alacak davasına ilişkin kararlar bile tartışma acılmış, yargıya guven ağır yara almıştır.

Herkes bu iddialarla ilgili bilgi belge ve delilleri zaman gecirmeden ortaya koymak zorundadır. Gerek yargıda gerek yurutmede var olduğu iddia edilen bu kişilerin, tayin edilerek sorunu cozmenin anlamsızlığı acıktır. Soz konusu iddiaların yargıda psikolojik travma yarattığı, hakim ve savcılar arasında onemli ayrışma ve bolunmelere sebep olduğu hepimizin saklayamayacağı gerceklerdir.

Bunun adaletin sonunu getireceğini olaylar bizlere gostermektedir.

İddia edilen kayıt dışı yapılanma korku endişe belirsizliklerin doğmasına, mesleki ilişkinin cok olumsuz etkilenmesine yol acmaktadır. Yargının karşı karşıya kaldığı bu iddianın adı vicdan yolsuzluğudur.

İhlallerin sonucları ve toplumsal karşılığı onemsenmelidir. Bireylerin her turlu endişeden arındırılmış guvenli bir alanda hayat surmeleri anayasal haklarıdır. Anayasa Mahkemesi'nin hak ve ozgurlukler mahkeme olarak tanımlanmasının, hak ihlallerinin ortadan kaldırılmasına bağlı olduğunu biliyoruz. Kamu gucune sahip olanların, topluma sunduğu hak ve ozgurlukleri lutuf olarak değerlendirilmesi duşunulemez.

76 milyonun her ferdi bu evin sahibi ve anayasa ile teminat altına alınmış hakların kullanıcısıdır. Avrupa İnsan Hakları Sozleşmesi başta olmak uzere, cağdaş dunyanın kabul ettiği temel hak ve ozgurlukler din dil ırktan arındırılarak sadece insan olma ortak paydasında birleştirilmiştir. Bu evrensel değerler butun insanların gonul birliğini sağlayacak etki ve oneme sahiptir. Farklılıkları kendimize benzetmeye calışmadığımız surece bu hedefi yakalamak hayali olmayacaktır.

Bu bağlamda 1990 yılında AİHM’in zorunlu yargı yetkisinin kabul edilmesi ve 2004 yılında Anayasa’nın 90’ncı maddesinde yapılan değişiklikler devrim niteliğinde sayılabilecek evrensel duzenlemelerdir.

2010 yılında bireysel başvuru hakkı acılmıştır. Bu değişiklikleri yeniden hatırlatma gereğinin altını şu nedenle cizmek istiyorum. Yasama organı bu değişikliklerle başta AYM olmak uzere tum yargı organlarına evrensel standartları uygulayın talimatı vermiştir. Bu nedenledir ki yerel gerceklere evrensel standartları ortuşturmeliyiz.

AYM’nin son gunlerde verdiği bireysel başvuru kararlarına olculu eleştirileri saygıyla karşılarken, verilen kararlarımızın arkasında olduğumuzu ifade etmek istiyorum.

Milletvekili secilen ancak kovuşturma nedeniyle tutukluluk hali devam eden milletvekillerinin, milleti temsil haklarının ihlal edildiği sonucuna varılmış ve tahliyeleri gercekleştirilmiş. Onların cozmesi gereken boyle bir sorunun, yasal duzenlemelerle cozulmesini yurekten arzu ederdik.

Belirtilen davalarda şikayetcilerin, kanunun yolunu tuketme yolu aranmaksızın, AYM’nin ihlal kararlarını verdiğini altını cizmek istiyorum. AYM, bir internet sitesine erişimin engellenmesine karşı verdiği kararda, yoğun eleştiriyle karşı karşıya kalmıştır. Uzun yargılama, uzun tutukluluk yada şikayete konu hakkın, yeterli hukuk yoluyla korunup korunmadığı yonunde yapılan değerlendirmeler bunun istisnalarını oluşturmuştur.

AYM’nin, AİHM’in ictihatları doğrultusunda kanun yolları tuketilmeden verdiği kararlara karşı hicbir eleştiri yapılmamasına rağmen, bir internet sitesiyle ilgili kararıyla ilgili olcusuz şekilde eleştirilmesi dikkat cekicidir. Hukuk devletinde mahkemeler emir ve talimatla calışmadığı gibi dostluk ve duşmanlıkla da yonlendirilemez.

İnternet sitesine idari kararla getirilen yasağın, daha ilk dakikasında, siteye başka yollardan ulaşılması, etkisiz bırakılması orantısız tepkiyle ortuşmuyor. Tarihe hak ve ozgurluk savunucusu olarak gecen Gorbacov, Sovyetler cozulmeden kureselleşmeyle ilgili, "Antenlere vize koyamazsınız" diyerek iletişim araclarındaki zorluklara işaret etmiştir.

Alınan karar da idari bir işlemin kanuni bir dayanağının olmadığı tespitidir.

Amacımız sorun uretmek değil sorun cozmek olmalıdır. Bir eylemin işlemin, siyasi bir belge olan anayasaya gore denetlenmesi nedeniyle ortaya cıkan AYM kararının siyasi sonuclar doğurması doğaldır. Anayasa Mahkemesi’nin siyasi amaclarla hareket ettiğini soylemek ya da milli olmamakla suclamak sığlıktır.

AYM, 2010 yılında yapılan anayasa değişikliği oncesinde yargı ve yurutme organı arasında yaşanan gerilimlerin ulkemize verdiği zararların bilincindedir. Bu sebeple yeni gerilimler yaşatılacak meydan okuma cağrılarını cevapsız bırakmakta kararlıyız. 2010’daki anayasa değişikliğine kadar, AYM’nin sınırlayıcı ve daraltıcı anlayışından mağdur olanların, bugun bireylerin hak ve ozgurluk alanını genişleten bir anlayışa donuşmuş olan mahkeme kararlarından rahatsızlık duymalarını garip bir celişki olarak goruyoruz.

Bizler gomlek değiştiren bir karakterin sahibi olamayız. Dun hak ihlali uğrayanların nasıl yanında yer alınmışsa, bugun de herkesin karşısına cıkmaya devam edeceğiz. Mahalle baskısıyla, yargı mensuplarının goruş ve kararlarının etki altına alınma cabaları, asla gecerli değildir.

Son yıllarda yargı alanında yaşananların toplumda yarattığı guvensizlikler, AYM’nin temyiz makamı gibi anlaşılmasına yol acmış, bireysel başvuru kullananların sayısı artmıştır. Yuzde 70’inin adil yargılanma konusundaki şikayetler olduğu gozetildiğinde, bu oran onceki bolumde onemi vurgulanan hukuk guvenliğine yargımızın verdiği olumsuz katkıyı da gostermektedir.

Amacımız idarenin ve yargı organlarının sebep olduğu hak ihlallerini incelerken, hak ve ozgurluklerle ilgili evrensel standartların ulkemizde benimsenmesini sağlamak suretiyle, AYM’nin etkin denetim yaptığını topluma yerleştirmektir. Sorunlara veya onerilen cozumlere meydan okumak, taraftar bağlılığını guclendirmekte ise de, insanların diyalog iradelerini zayıflatmaktadır.

Bu zemini kaybettiğimizden dolayı, farklı olanların doğrularıyla zenginleşemiyoruz. Başkalarının haklarına sahip cıkmak insanlık erdemidir. Yaşanan gerilimlere kim sebep olursa olsun, bu ortamda gelişen kin ve nefret soyleminin, farklı duşunce ve inanc sahipleri arasında duygusal bir kopuşa yol actığı acıktır. Kalp ve gonul dunyasını ilgilendiren anlayışın, birlikte yaşama irademiz uzerinde olumsuz sonuclar doğuracağını soylemek yanlış olmayacaktır.

Kin ve nefret soyleminin korkuyla buluştuğu boyle bir noktada, insanlarımızı beyinlerinden dışarı cıkaramadıkları duşuncelerle baş başa bırakıyoruz.
http://www.radikal.com.tr/politika/...daki_yargi_hukuk_guvenligi_saglayamaz-1188596