Evinizle aranızdaki ilişki tek taraflı değildir, verdiğinizi alır, ettiğinizi bulursunuz. Evi bicimlendirirken gun gelip onun da sizi bicimlendireceğini goz onunde bulundurmalısınız. İpler bir gun evinizin eline gecer ve siz onun buyuttuğu bir cocuk gibi dolaşırsınız etrafta.

Evleri bizim şekillendirdiğimiz doğrudur; bir alışverişten bahsedeceksek veren taraf olduğumuz da...

Evler onceleri bomboştur ne de olsa; giydirilmeyi, şekillenmeyi ve bizim sectiğimiz role burunmeyi bekler.

Peki biz onlara nasıl roller biceriz? Kendi oynadığımız rolu elbette; iyimser, neşeli, romantik, melankolik, dağınık, tertipli... Bu yuzden birisini tanımak istiyorsanız onunla yolculuğa cıkmanıza gerek yok, evine gitmeniz yeterli; sokaklar, ofisler, cay bahceleri, hastane ya da okul koridorları gelip gecici yerler; sizi ne kadar ele verebilir ki! Oysa ev, dışarıda gezdiremediğiniz diğer yarınızdır, ancak ona donunce tamamlanır ve huzura erersiniz. Evin dışında olmanız, bir yap-bozun en onemli parcasının kayıp olması gibidir. Evinizle aranızdaki ilişki tek taraflı değildir, verdiğinizi alır, ettiğinizi bulursunuz. Evi bicimlendirirken gun gelip onun da sizi bicimlendireceğini goz onunde bulundurmalısınız.

İpler bir gun evinizin eline gececek ve siz onun buyuttuğu bir cocuk gibi dolaşacaksınız etrafta. Eviniz karanlık ve soğuksa benziniz solgun, hep uşurmuş gibi, huzursuz bir hal uzerinizde; ılık ve şefkatliyse dingin bir ifade yuzunuzde...

Şimdi biri evinize gelse, bir duşunun, size dair ipucları bulabilir mi evinizde? Sizi anlatan, sizi yansıtan bir kokusu var mı evinizin, hatta nefes alıp veriyor mu, bir ruhu var mı? İceriye girdiği an, “Burada kitapsever, ciceksever, cocuksu, sportif, sade, pratik, gurultulu, zihni karışık, cok gezen, hic evinden cıkmayan, tertipli, koleksiyoncu, muşfik, kuralcı, detaycı, esnek, maharetli… insanlar yaşıyor” diyebilir mi?

Yoksa, hicbir şey anlatmıyor mu eviniz, hic katkıda bulunmadınız mı ona, onun da size bir katkıda bulunmayacağını bile bile... Cadde uzerindeki herhangi bir mobilya mağazası vitrininden farksız mı yaşadığınız ev? Kanepe ve koltuklar, ortada bir sehpa, odanın darlığına aldırmadan yan yana sıralanan gumuşluk, bufe, yemek masası vs... Sizi alıp aynı şekilde doşenmiş başka bir eve koymak isteseler “ille de kendi evim” diyeceğiniz ne var? Anadolu’ya yaptığınız gezilerden birinde satın aldığınız bir kilim, bakır ibrik, bir kavanozun icerisinde sahillerden toplanmış deniz kabukları, antikacılardan aldığınız şamdan, gozunuz gibi baktığınız cicekleriniz, kendi ellerinizle orduğunuz dantel perde, hele kitaplarınız, dergileriniz...

Evdeki her eşya sanki sizin icin bir araya gelmiş gibi olmalı; coşkuluysanız fıstık yeşilleri, turuncular, romantikseniz şeker pembeleri, muzik zevkinizi yansıtan bir album koleksiyonu, gecmişi yaşamayı seviyorsanız dantel ortuler, lambalı radyolar, gezgin ruhuna sahipseniz duvarda kocaman bir dunya haritası, yerkure, gittiğiniz yerlerden getirdiğiniz objeler, cektiğiniz fotoğraflardan oluşturduğunuz bir koşe, pratik ve sade bir hayattan hoşlanıyorsanız, kullanışlı eşyalar...

”Şimdi bu moda” diye evinizin baş koşesine buyur ettiğiniz eşyalar “Ben bu eve ait değilim!” diye bağırıyorlar; inadınız niye? Sırf, gosterişli, şık, zengin gosteriyor diye aldığınız eşyalar arasında siz nasıl duruyorsunuz acaba, hic