Yolda yururken ayaklarımı sevdiğimi fark ettim birden. Onların bir kunduranın kavrayışına tahammullerini, beni taşımak yeteneklerini, yere basmaktaki meziyetlerini.

Yolda yururken gozlerimi sevdiğimi fark ettim. Onların hic umurunda değildi ayaklarımın becerisi. Onlar tum becerilerini sergiliyorlardı onune cıkanı gormek icin. Yalnız gormekte değil ustelik bu goruntuyu beynime aktarmak icin.

Yolda yururken tenimi sevdim birden, onların uşumek, ısınmak, yanmak, okşamak yeteneklerini sevdim. Hayata, hayatın onlara sunduklarına verdikleri o muhteşem kendiliğindenlikteki tepkilerini sevdim.

Yolda yururken kulaklarımı sevdim birden. Yuzume bir cok kez kepce gibi asıldıklarını duşunduğum kulaklarımı ustelik. Onların her muziği dinleyememekteki hunerlerini sevmiştim zaten. Hic sevememişlerdi acı soslu arabesk inletileri. Yurek parcalayıcı halk ezgilerine ise nasılda acmışlardı kendi kepcelerini, tıpkı bir anten gibi. Ama şimdi yolda yururken bir başka seviyordum onları. Simitcinin "simit" diyen sesini duyuşlarini, pazarcinin iş arkadaşina "fasulyeleri şuraya koy" diyen sesini duyuşlarini, giden trenin timbirtilarini uzaktan alişlarini, yolda yururken sevdim kulaklarimi.

Yolda yururken bedenimin tum fonksiyonlarini yerine getiriş becerisini sevdim bu dogru. Her şeye ragmen dişlerimde bir sakizin uzamasi olabilirdi pekala hala, damagimda bir yiyecegin tadi. Yuregim ben yonetmesem de devam ediyordu hayata. Bunu anlamak icin gerek yoktu ki grafik gostergelere.

Hayattayim işte, hayatta... ve yolda yuruyorum. Hayati guzel buluyorum. Yolu cok cok guzel. Iyi ki cikmişim arabanin kafesinden. Iyi ki duşmuşum yollara. Daha fazla hayat var yollarda. Daha fazla insan. "Ne guzel ne guzel, cok şukur cuk şukur yaşiyorum" diyecek daha cok gerekce.

Yolda yururken duşunuyorum...