Yuz Yıl Sonra Dunyada Bambaşka İnsanlar Olacak.


Esasında hayat o kadar basit ki. Zorlaştıran, sorunları zaman zaman icinden cıkılmaz haline getiren hep bizleriz. Kendi beynimiz.
Biz istemezsek kimse bizi uzemez. İzin veren bizleriz. Sonra uzulen, pişman olan da.
Tılsımlı kelime sanırım “huzur.” Kendimizle, yaşadığımız gerceklerle barışık olma halinin adı bu.
Hepimiz bir şekilde onun peşindeyiz. Huzurluyken mutluyuz cunku. Nefes aldığımızı hissettiğimiz anlar onlar. “İyi ki varım” dediğimiz…
Ne zaman biteceği belirsiz bu hayat denen deneyim oyununda huzur herşeyin başı ise bizim atabileceğimiz basit adımlar var mı? Beynimizi yonetme adına…
Sıraladım bir şeyler. Coğunu Denizce‘den derledim; kendi eklemelerim, yorumlarımla birlikte.
Kitap okur gibi değil de her biri uzerinde kendi hayatımızı duşunerek okursak daha bir anlamlı oluyor. Sindirmek adına…
anlatabilecek kadar bile yanında olamayacağım. Ancak ruzgarlara rica edeceğim ki benden bir parca toz toprağı alıp ona gotursunler, birkac toprak tanesiyle O na do
Bazı gercekleri kabul edelim: Ben kusursuz değilim. Ayrıca hayat da adil değil.
Ruh durumu diye bir şey var. Moralimin bozuk olduğu zamanlar beni yanıltmasın. Olumlu ve olumsuz tum duşuncelerde ‘kartopunun cığ gibi buyume etkisi’ var. Olumsuz duşuncelerin zihin payını azaltmak bizim elimizde.
Bugunu son gunumuzmuş gibi yaşarsak ufak şeyler dert olmaz. Bir yıl sonra bunlar bize zaten onemsiz gelecek.
İcinde bulunduğunuz anı yaşamayı oğrenebiliriz. Gozler resim ceksin. Duyduklarımız muziğe, kokular parfume, yemekler şolene donsun. Biz istersek her dokunuş başka bir anlam ifade edemez mi?
‘Daha fazlası’ hep daha iyi mi? Sahip olmak istediğimiz şeyleri değil, elimizde olanları duşunursek hayat daha basitleşiyor. Yaşamda en guzel şeyler zaten bedava. Olağan şeylerde olağanustuluk var, yeter ki bunları gorebilmeyi oğretelim gozlerimize.
Strese dayanma gucumuz artsın. Biraz sabır. Bu da gecer. Gevşe biraz! [’Demek kolay’ dediğinizi duyar gibiyim! Evet doğru, ancak once ‘diyerek’ başlayacağız.]
En inatla savunduğunuz beş iddianızı sıralayın ve bu konularda yumuşamaya calışın. Planlar esneyebilir.
Gorduğumuz her şeyde tanrının parmak izi var. Kendimizi iyi hissettiğiniz zaman şukretmek, kotu hissettiğiniz zaman ılımlı olmak…
Her gun kendimize ve ic dunyamıza biraz zaman ayırmalı.
Kendi goruşlerimizden tamamen farklı makale ve kitaplar okumak, filmler seyretmek. Yeni şeyler oğrenmek hayatın besini.
Once karşımızdaki kişiyi anlamayı hedeflemek. Yani iyi bir antropolog olmayı istemek gerek; on yargılardan uzak, başka insanların yaşam ve davranış tercihlerini incelemekten keyif alan bir tutum. Herkes farklı, buna saygı gostermeli. Bir davranışın ardındakini gormeye calışırsak doğal olarak o kişiyi daha iyi anlarız. Kişilerin fikirlerinde biraz bile olsa doğruluk payı arayabilirsek de hoşgoru limitimiz artacak.
Daha iyi bir dinleyici olabiliriz. Kimsenin sozunu kesmeden, cumlesini bizim bitirmediğimiz… Konuşmadan once derin bir soluk almak kritik bir beceri.
Kendi duşuncelerimizin gucunu bilelim. Ve yine bilelim ki yaptığımız herşeyde herkesin onayını alamayız. Başkalarının veya kendi sınırlarımızı one surersek de sınırlı olur, hareket edemeyiz.
Aynı anda birkac şey yapmaya kalkmaksak beynimizi gereksiz yere karıştırmayız. Hem de yaptığımız işe veya karşımızdaki kişiye daha fazla hak ettiği değeri vermek bu sayede mumkun.
Hayata dair kendimize ozgu bir “başarı” tanımı olmasında fayda var. Hic bitmeyen hayallerimizin de…
Savaşlarımızı akıllıca secebiliriz. Zayıf rakipleri yenmektense zorlu yarışlarda kaybetmek daha kalıcı deneyimler kazandırıyor.
Bırakalım coğu zaman başkaları haklı olsun. ‘Gonlu bol’ olmayı ‘haklı’ olmaya yeğleyebiliriz.
‘Bilmemenin’ verdiği rahatlığı duyun. Sizden başka herkesin bilgili olduğunu duşunun. [Bu arada bırakın bilgili insanlar da bilgilerini sizlerle paylaşsın. Hem onlar mutlu olsun, hem de siz bilgi dağarcığınızı buyutun: kazan-kazan]
Birisi bize topu atarsa, bunu tutmak zorunda değiliz. Topu bize atmak onların tercihi idi, tutup tutmamak da bizim.
Bırakalım ilgiyi başkaları toplasın. İpin ucunu biraz bırakmanın bilinci bile keyifli bir durum.
Kendimizle dalga gecmeyi bilmek onemli bir beceri. Orneğin; sırf gırgır olsun diye, size yoneltilen eleştiriyi kabul edin. Goreceksiniz canınız yanmayacak.
Sucluluğu değil masumiyeti gormeye calışmak icimizdeki cocuğu ne kadar cıkardığımızla ilintili. Başkalarını suclamayı bırakın. Eleştirme isteğinizi bastırın.
Sevgiyi yaşamın onceliği yapmak da sevgi kapasitesini arttırmakla ilgili. Sevgi elini once biz uzatabiliriz.
Her gun en az bir kişiye beğendiğimiz bir ozelliğini soylemek o kadar zor mu? Veya tanımadığımız insanların gozlerine bakıp ve gulumseyerek merhaba demek?
Rasgele iyilikler yapmak tarifsiz bir duygu. Yardım etmeye calışırken onceliği kucuk şeylere vermeli. Kimseye yaptığımız iyiliklerden bahsetmeye de gerek yok tabii ki.
Bardağın (ve başka her şeyin de) kırılmış olduğunu varsayın. Sahip olduğumuzu duşunduklerimiz esasında bizde birer emanet. Herşeyin bir başlangıcı ve bir sonu var.
Yureğimizin sezgisine ve ic sesimize guvenelim. Duygularımız bize bir şey soylemeye calışıyorlar. Genelde de yanılmıyorlar.
Unutmayalım ki bundan yuz yıl sonra dunyada bambaşka insanlar olacak.





Her saniye ayrılık, geride kalan her dakika mazi..
Yaşanmış tum mekanlardan ve zamanlardan ayrıldık, yaşadık ve bitti.
Oysa hepsi şimdi hatıra.
Oyleyse neyin hasretiyle yanmalı, kalbini neye bağlamalı?
Geleceğin geleceği mechul, gecmişse huzun verici ve buruk.
Bir tek şimdimiz var, oda saniye saniye mazi olmakta ve her an gonlumuz ayrılığı tatmakta..
* * *
Birde şu aklıma giren kramplarda olmasa, duşunmeye devam edeceğim neyi duşunmem gerektiğini ve zamanın kopuk halinden ne anlayabileceğimi..
Zaman, mekan ve dunya, onca insan.. Milyarlarca insanın dunyanın milyonlarca farklı mekanında aynı anda milyarlarca farklı şeyler duşunmeleri..
Onca kalabalıkların, ahalinin, milletin, farklı şeyler peşinden koşuşturmaları, farklı şeylere uzulup farklı şeylere gulmesi..
Her mekanın farklı bir tadı; belki bir deniz kıyısı yada savaşın, vahşetin ortası belki de dunyayı tumden goren bir pencereden bir akşam sefası..
Muziğin ritmine kaptırıp, gidişatın bir parcası olan kalabalıklara bakıp, kendimi sıyırıp o kalabalıkların icinden cekip alıp, yukseklerde birkac yarenle seyre dalınca, kalabalıkların gokyuzune doğru ucup gelen duşuncelerini duşunmek..
Duşunceyi duşunerek, kaptırıp kendini gizemine, anlam dolu olduğu halde, anlamadan anlamayı da duşunmek..
Zamanın akıl almaz akıntısına kapılıp, yaşamakta olduğunu dahi unutup, suruklenip kayarken hayatta, biran durup da kendine bakmak ve farkında olmadan kacırdıklarımızın farkına varmak. Gercek zannettiklerimizin, yaşayıp gittiklerimizin hakikat değil de suret olduğunu, kandırılmışlığın yoruculuğuyla, kaybettiklerimizin uzuntusu ve calınmış zamanın urkutuculuğu ile anlamak yada anladığını duşunmek..
Şimdilerde yaşamak icin şimdinin oncesinden saklanmış bir parca zaman dilimi, birkac anı, yada kopuk bir goruntu bile yok cebimde. Kendi hayatımın gerisine gidemeyişim, birkac saniye oncesine bile donemeyişim ve eski fotoğrafların davetkar bakışları..
Torunlarıma, onlarca defa anlatıla anlatıla değişmiş anılarımı hikaye ederken, zamanın kandıran dongusunu, buyuleyen cabukluğunu anlatabilecek miyim?
Mazide kalmış anlatılmayı bekleyen, yeniden dile getirilmesi buruk bir zevk veren anılar daha cok hoşlarına gider belki. Hem zamanın biranda gececeği, birkac an sonrasında hikayeler anlatanların kendileri olacaklarına inanırlar mı ki?
Her şeyin sonunun bir adım otede oluşu mıh gibi saplanmışken aklıma, cumlemi bitirebileceğimi garanti edemezken, nihayeti duşunmek, bitişi duşunmek, varışı duşunmek..
Zaman, duygusuz, kıvrak ve hızlı, mekan anlamsız bir boşluk, duşunce yetersiz bilgi cukurunda debelenen, karanlık dehlizlerde el yordamı ile gezen, tatmin olmak uğruna uykularımı delen bir cığlık, gecelerde kopan bir fırtına.
Zamanın ve mekanın sanallığına inandıramadığım ve bircok şeyi de anlamayan, yorgun anlarımın istiflenmiş hali işte; aklımdan emir alan, kalbimle catışan, uslanmaz bir cocuktur duşunce..
Yolculuğun bitişidir urkuten duşunce ve bu yolculuğun, bu varışın, bu nihayetin sorgusudur tatlı anları, guluşleri sukuta uğratan ve bitiş değildir aslında, yeniden başlayışın heyecanıdır zevklerden alıkoyan.
Bir an varken hayatta, yaşanmış tum anları silip yutacak, gecmiş bitmiş ve gecmişin hesabı olacak; işte o andır duşuncenin bittiği an, kaderinde yazılı, sabırsızlıkla gun sayan..