Ekşi Sozluk'de Konunun Linki : https://eksisozluk.com/is-hayatinin-...ampaign=social
Merhaba Arkadaşlar Ekşi Sozluk'de Gezerken Bu Yazı Gozume Carptı Gercek'den Mukemmel Bir Yazı Sonuna Kadar Okumanızı Tavsiye Ederim ... @Dean kardeşim gecen actığın konu'da aynı sorunla benımde muzdarip oldugumu soylemıstım bu yazıyı oku ıyı gelıcek sana

iş hayatının aslında modern kolelik olması
hayatının ilk 23-24 senesi boyunca, sonraki 30 sene para kazandıracağın adama yardım edebilme şerefine ulaşabilmek icin durmadan ders calışırsın.
25'inde falan askere gidip tuvalet temizler, patates soyup, cop toplarsın.
askerden dondukten sonra da muhtemelen emekli olana kadar her sabah 7'de uyanıp akşam 7'de falan evde olursun. eğer istanbul'da yaşıyorsan gunde yaklaşık 2 saat trafik cekersin. ister bin lira, ister 3 bin lira al, omur boyu hic para harcamayıp biriktirsen muhtemelen insana yakışır bir ev parası bile kazanamazsın. kısacası hep birileri daha cok kazansın diye calışırsın. bunun adına da iş, emek falan denir ki biraz kutsallık olsun. aslında olay emek değil emek somurusudur. seni somurenler de genelde takdir falan edilir, istihdam yaratıyor diye. halbuki yaptıkları şey daha fazla para kazanmak icin daha cok kişiyi, yasaların musade ettiği en duşuk maaşla (bkz: asgari maaş) somurmektir.
bircok ust duzey firmada yuksek konumda calışan arkadaşlarım, evlerinden sabah 7 de cıkıp, akşam 7-8 civarı geri donuyor. geriye ise kac para alırsa alsın sadece ozgur olan sadece 3-4 saatleri kalıyor. yani tum emekleri bu 3-4 saat icin aslında. bu 3-4 saati de biraz acarsak; akşam yemeği, utu, banyo ve o gunun dizi, mac ya da yarışmasını izlemek... sonrası uyku ve sabah uyandığın gibi aynı dongu. herşey akşam izlediğimiz tv programı icin mi diye duşunuyor insan. (eve iş kilitlemediklerini var sayıyoruz)
30 sene kadar boyle devam ettikten sonra emekli olursun. ama şansa bak devlet oyle bir hesaplamıştır ki senden 30 sene boyunca kestiği paraları tam geri almaya başladığın anda turkiye'deki ortalama yaşam suresine erişmiş oluyorsun ve devletin ongorulerine gore muhtemelen ilk sene icinde oluyorsun. (eğer calıştığın surede olmezsen)
haliyle bu duzene dahil olmak istemedim. guzel bir universitenin ingilizce uluslararası ilişkiler bolumunden mezun oldum. ama mezun olduğum gunden beri kendimi bir şekilde hep bu carkın dışında tutmaya calıştım, şu an kendi işimde mutluyum ve huzurluyum. sıfır maliyetle kurduğum internet sektorundeki kendi işimde şu an gunde yaklaşık yarım saat ile bir saat arası calışıyorum. ve dunya varmış diyorum. tek amacım ozgur olabilmek. coğu zaman da evden calışıyorum. adı sanı olan hoş bir plazada ofisim olduğu halde cok gerek olmadıkca gitmiyorum. ofis kavramının da (bilgisayardan calışabilenler icin) sadece muşteriler ya da beraber iş yapmak istediğin şirketlerin gozunu boyamak icin olan birşey olduğunu duşunuyorum. zaten yapacağım herşeyi elimin altındaki bilgisayardan yapabiliyorum. ama etrafımdaki herkesin ozgurluğu bu şekilde gasp edilince tek başına ozgur olmanın anlamı, inanın bana cok azalıyor. herkes calıştığı icin ne biriyle dışarı cıkabiliyorsun, ne tek başına tatile gidebiliyorsun.
amacım kesinlikle başarı hikayesi paylaşmak falan değil. o yuzden kendimden yeterince az bahsedip, sistemdeki adaletsizliğe vurgu yapmaya calışıyorum. hemen ekleyeyim ki bundan onceki 3 girişimim sayesinde herkese yetecek kadar başarısızlık hikayem mevcut.
eğer gunun birinde şirketim cok buyurse, beraber calıştığım insanlara hak ettiklerinin en az % 50 fazlasını vermeyi planlıyorum. ama buna karşılık normalden daha az calışmalarını sağlamak, haftada 4 gun iş 3 gun tatil olmasını istiyorum. bunlar kulağa oldukca hoş gelen aynı zamanda maliyeti pek de yuksek olmayan şeyler aslında. bir calışanın haftada 5 gun calışacağına 4 gun calışması % 20 oranında daha fazla kişi işe alarak rahatlıkla kapatılabilecek birşey. herşeyin bir cozumu var. fix cost'un % bilmem kac oynaması karlılıkta onemli etkiler gostermez.
butun bunların şirketin zararına olacağını soyleyenler, bunlardan konuşmamın sebebi kar zarar değil ama, bunları yaptığınızda şirketinizin doğal olarak paha bicilmez bir reklamı olacağından, reklam butcesine harcadığınız muazzam paralara da ihtiyac kalmayacak, bu butceyi %10 bile kıssanız ortaya kaynak cıkıyor. insanlar artık reklamınızı parayla değil iclerinden gelerek yapacaklar. bu da ben bunları sayarken eyvah battı şirket diye hesap yapanlara 2 kat para olarak geri donmesi demektir. sonucta hem insanlara hakettikleri değeri verip, hem de daha fazla para kazanacaksınız. paranız gitmiyor yani korkmayın. ben kendi şirketimde denedim işliyor. bunu google ve facebook da yapıyor. bir bildikleri olmalı değil mi? fazla soze gerek yok: işte google ofis ortamı
edit: bana yeni keşfettin diyen arkadaşlar, evet universiteden mezun olalı 3 sene oldu. yani hayata atılalı sadece 3 sene olduğu icin yeni keşfettim. ama sisteme karşı dik durmaya calıştım. sıfır sermaye ile kendi işimi kurdum. ne kimseyi somuruyorum, ne kendimi somurtuyorum. bazı ay masraflarım cıkıyor, bazı ay bir kişinin 4-5 yılda kazandığı parayı kazanıyorum. ama ayda 1000 tl de kazansam yine bu ozgurlukten vazgecemezdim diye duuşnuyorum, hele de bu kadar alıştıktan sonra asla. bu arada beni asıl mutlu eden kazanılan paradan cok, sahip olunan ozgurluk.
mesela;
sabah alarmla değil uykumu alınca kalkmam.
gece istediğim saatte dışarı cıkabilmem.
sakal şeklime işyerindeki mudurun değil benim karar vermem.
bir yakınımın bebeği doğduğunda hastanede olabilmem.
kız arkadaşım ağladığında, saatin kac olduğuna bakmadan atlayıp yanına gidip sarılabilmem.
kısaca en buyuk ozgurluğum: sevdiklerimle anılar biriktirebilmem.
edit 2: işimle ilgili cok soru geliyor. genc bir internet girişimcisiyim. universiteden sonra sıfır maliyetle kurduğum bir şirketim var. sıfır maliyet diyorum cunku gercekten para bağlamadım. bunun nedeni de kurduğum ilk 3 girişimde de son derece net şekillerde başarısızlık yaşamamdı. başarısızlıklarımda belki para batırmadım ama bu şekilde devam ettiğimde para kazanamayacağımı da anladım. şansım vardı, cunku ailem hep arkamdaydı. bu da benim icin fazladan birkac kurşun daha atma şansı demekti.
markayı soranlar uzerine 3. edit: markamın ismini paylaşmadan cok daha rahat yazabilmem benim icin cok buyuk luks. ve o luksten odun vermeyi duşunmuyorum. cunku oyle birşey yaparsam, bu bundan sonraki tum yazılarımda aynı zamanda markamı temsil etmek zorunda kalacağım icin bu yazılarıma samimiyetsizlik olarak yansır. o yuzden ismimi ve markamın ismini paylaşmadan yazmaya devam etmek istiyorum. isimler değil fikirler onemlidir diyelim gecelim. ayrıca bu yazıyı reklam icin yazdığım anlamı cıkabilir ki bu en cok beni uzer ve kendime laf soyletebilirim belki ama emeğime kesinlikle soyletmem. zaten iş yaşamımda yaptığım işten memnun kalanlar reklamımı yeterince yapıyor.
tavsiye isteyenlere ozel 4. edit: bence sadece alanınız tıp ya da nukleer enerji sektorunde calışıyorsanız bir işi mukemmelleştirinceye kadar beklemek gerekir. onun dışındaki tum sektorlerde projelerinizi zaman kaybetmeden ve mukemmelleştirmeye calışmadan hayata gecirin. hatalar varsa zamanla duzeltirsiniz. bugun apple bile en fazla birkac ayda bir yazılımlarını guncelliyor. ama ne yaparsanız yapın, yaptığınız işte fark yaratın. benim mottom sadece bu. fikirleriniz sacma da olabilir. ama farklı duşunmek başlı başına gurur duyulacak birşey. zaten gercek bir buyuk fikir coğu zaman ilk bakışta kimseye normal gelmez. denemekten bıkmamak lazım. bazıları risk almayı seven bir yapıda olduğumu iddia edebilir ama aslında en garantici benim diye duşunuyorum coğu zaman. cunku en buyuk risk aslında hic risk almamaktır derler. bu sayede hayatımda keşkeye yer bırakmamış oluyorum. sadece bu bile inanılmaz bir rahatlık. o yuzden kimseye kulak asmayın, kafanızın dikine gidin. bir laf vardır: ''insanlar kendileri yapamayacakları şeyleri, senin de yapamayacağını soylerler''. delilik ile dahilik arasındaki tek farkın elde edilen başarı olması da bunun en buyuk kanıtı.
ben internet sektorunu sectim, hem daha fazla insana kolayca ulaşabilmek, hem buyuk sermayeler yerine parlak fikirler koyarak yapılabildiği icin. cunku ilk 3 başarısız girişimden sonra insan bir kez daha başarısız olursa 5. icin yine ufak bir sermaye gerektiğini fark ediyor artık. o yuzden parayı idareli kullanmak gerekiyor. cunku belli bi başarısızlık sayısından sonra etrafınızdakiler bu cocuk bu sefer hangi sacmalığı yapacak diye gulmeye hazır modda beklemeye başlıyor. maddi olarak aileniz destek olsa bile manevi olarak hep bir teselli etme modunda oluyorlar. ayrıca ortaya fikir koymak para koymaktan cok daha zevkli. parayı koyunca giderek elinde kalan para azalıyor ama fikir koydukca azalmıyor. idareli olmana gerek de yok. teorik olarak deneme şansın sonsuz. velhasıl ben bu yolu sectim ama bence işin ne olduğu da pek onemli değil. onemli olan başkası icin değil kendin icin calışmak. cunku o zaman insan daha fazla calışsa bile daha az yoruluyor. zaten sistemi kurunca herşey kendiliğinden makine gibi işliyor. buyuklerimiz hep işinin başında duracaksın der. ali sabancı'nın her gun apronda ucakları dolaşıp kontrol ettiğini duşunsenize bi. ornek extreme ama oldukca bitirici.
neticede bu sebeplerden kendi kendimin patronu olmayı sectim. ama bu da mutluluğun garanti yolu değil sonucta, sadece ozgurluğe giden yol. ben ozgurlukten mutlu olurum, bir başkası kendini garantide hissettiğinde. sonucta her şekilde onemli olan mutlu olmak. mutsuz olduktan sonra gunde 1 saat bile calışsan, o 1 saat 11 saat gibi gelir adama.
benim hedefim hangi alanda olursam olayım fark yaratmak ve bu konuda marka olabilmek ki bu da zamanla kendiliğinden oluyor. yazımdaki anafikir kendi işini kurmanın avantajları uzerine ama bu amac değil, yalnızca bir arac. hedef yine aynı: mutlu yaşamak. yoksa kapitalizmin bu kadar vahşi olmadığı ornekler de mevcut gelişmiş ulkelerde diğer bir yazar arkadaşımızın anlattığı boyle guzel ornekler de var #47358164 .boyle guzel ornekler aslında beni yalanlar gibi gozuksede aslında aksine kurmak istediğim duzeni kurulmuşunu gorduğum icin daha da motive ediyor. boyle calışma ortamına can feda. ozetle onemli olan kendi işini ya da başkasının işini yapmaktan ziyade sahip olunan yaşam kalitesi.
final cut: hayatta en değerli şey zamandır. cunku telafisi olmayan tek şey odur. para karşılığı istemediğimiz insanlarla istemediğimiz işleri yapmanın fahişelikten cok da farkı yok aslında. ne yaparsanız yapın ama zevk alacağınız bir iş yapın ve iş, para, kariyer derken hayatı ıskalamayın. hickimse 60 yaşına geldiğinde geriye donup bakınca hayatının tamamını calışarak gecirmiş olmak istemez. ve en kotusu hicbirimizin yarın hayatta olacağı kesin değil. gezin, aşık olun, sarılın, opuşun, sevişin, iltifat edin, şımarın, bir o kadar da şımartın, surpriz yapın, hediyeler alın, cocuk yapın, bir tane daha yapın (kardeş candır), sadece yapmakla kalmayın onunla vakit gecirin, cocuğu yaptığınız kişiyi de unutmayın onunla da vakit gecirin, sahip olduklarınızı paylaşın, kopek besleyin, motora binin, paraşutle atlayın, yapılmadık spor bırakmayın, konsere gidin, icin, sesiniz cirkin olsa bile bağıra bağıra şarkı soyleyin, manyak manyak dans edin, sarhoş olun, dağıtın, bokunu cıkarmayın kendinize gelin, şaka şaka cıkarabildiğiniz kadar cıkarın. bu adamın videoda yaptıklarını gencliğinizde yapın. cunku hayat; nefes aldığımız anların toplamı değil, yaşadığımız nefes kesici anların toplamıdır.
debe editi: işte sahip olduğum bu ozgurluk sayesinde 20 gunun neredeyse tamamında gezi'deydim. gezi'yi unutmadık!
special thanks: cok yazmayan bir yazar olarak aynı gun 3 yazımın da debe'ye girmesi paha bicilemez. herkese binlerce teşekkur. beyin jimnastiğine kaldığımız yerden devam etmek icin #47201765 , #47138222 #47277262 ve #47306658 no'lu entry'leri tavsiye ederim.