Uzun ve bakımsız sacları, ilginc takıları, bol paca pantolonları, dinledikleri efsanevi muzikleri, okudukları kitapları ve tuketime karşı oluşları ile tum dunyaya damgasını vurdu 60 kuşağı. Biz onları 68'liler olarak tanıdık. Fakat onların hayat felsefeleri, 1970'lerin sonlarında buyuk bir yenilgiye uğradı ve 1980'lerde uzerine sunger cekildi. Bugun onların tam zıttı bir kuşak, Me Generation, tum ihtişamıyla hukum suruyor.

Tempo-Fusun SAKA

1960'lı yıllar, artık tum dunyanın kabul ettiği gibi, genclerin dunyayı kurtarmaya soyundukları yıllardı. Mevcut duzeni beğenmiyorlardı, daha adil ve iyi bir dunya yaratabileceklerini duşunuyorlardı, dunyevi tum şeylere yuz cevirmişlerdi. Kimi "Cicek Cocuk" olmayı secerek hippi hayatı yaşıyordu, kimi dunyanın sorunlarını cozmek icin kollarını sıvamıştı. Sonuc olarak, dunyadan istedikleri şeyler icinde paranın lafı bile olamazdı. Para kazanmak, kariyer sahibi olmak, şohrete ulaşmak gibi kaygıları yoktu. Eşit, adaletli ve iyi bir dunya ozlemiydi onların duydukları. Bu kuşak ve beklentileri 70'lere de sarktı. Daha sonra 68 kuşağının toplumsal tahribata uğramasıyla birlikte, 70'lerin sonları ve 80'lerin başlarına doğru, once ABD'de "Me Generation" denilen bir kuşağın oluştuğu kabul edildi. En azından, uzmanlar o donemin sonunda ortaya cıkan kuşağa bu ismi veriyor.

Bakırkoy Ruh Sağlığı ve Sinir Hastalıkları Eğitim ve Araştırma Hastanesi Başhekim Yardımcısı- Psikiyatri ve Ergen-Genc Erişkin Kliniği Şefi Psikiyatr Prof.Dr. Kemal Sayar, "Ben onlara, 'Rabbena, hep bana kuşağı' diyorum; cunku bir kuşak once kendisi icin hicbir şey istemeyen insanlar, birden bire kendileri icin cok şey ister hale geldiler. Yani toplumsal tasarılardan vazgecildi; insanlar sadece kendi rahatlarını, konforlarını duşunen, daha maddeci, somut kazanımların peşinde olan kişiler haline geldi. Daha iyi kariyer, daha cabuk ve kolay kazanılan para, o paranın gucu ile sınırsız konfor arayışında somutlaşan sınırsız tuketim arzusu hakim oldu. Bu kuşakla beraber, tuketim, cılgınlık raddesine ulaştı. Bu insanlar ancak tuketerek varolabileceklerini duşunur hale geldiler. Erich Fromm'un meşhur ikilemi, 'sahip olmak' ya da 'olmak' ikileminde, sahip olmak on plana cıktı. 60'lı yıllarda, 'olmak' on plandayken Me Generation ile birlikte 'sahip olmak' one gecti. Bu aslında, biraz da 60'lı yıllara tepki gibiydi. Cunku insanın doğasında, kendi cıkarlarını kollamak, korumak vardır. 60'lı yılların eğilimi, insanın kendisiyle buyuk bir catışmasıydı da aynı zamanda" diyor.

Prof. Kemal Sayar'ın da dile getirdiği bu değişim, tum dunya icin gecerli oldu ama dunyanın farklı ulkelerine farklı zamanlarda yansımasını buldu. Yine Sayar'a gore, Turkiye'de cok acık olarak, bu durum son 10-15 yıldır yoğunlaşarak yaşanıyor. Sayar, "Ozal donemi ile birlikte tuketim kulturu şaha kalktı. İnsanların ancak tukettikce, maddi değer sahibi oldukca varolacaklarını hissetmeleri, gercekten de cok yeni bir kavram sayılabilir. Bunu kimi yazarlar benliğin boşluğu olarak isimlendiriyor. Diyorlar ki, insanlar geleneksel destek sistemlerinden uzaklaştı. Aile ve toplum eskisi kadar koruyucu değil, cunku toplum yaşantısı bizi artık bir arada tutmuyor. Hepimiz evlerimize cekiliyoruz, birbirimizi tanımadan hayatımızı surduruyoruz. Mahalle bakkalında cene calmıyoruz. Super markette birbirimizi gormeden alışveriş yapıyoruz. Fevkalade bireyci bir hayata doğru gidiyoruz" diyor.

Onemli olan maddi guc
Sayar şoyle devam ediyor: "Bununla beraber insanlar, 'olmak' icin, sahip oldukları kaynaklardan yani ilişkilerinden uzaklaşıyorlar. Eskisi gibi kendilerini esenlik icinde tutacak destek sistemlerinden mahrumlar. O zaman ne oluyor? Sahip olunanlarla (maddi gucle) kendilerini guclu tutmaya cabalıyorlar. Şimdilerde tum dunyada, 'kredi kartı hastalığı' diye bir fenomen tanımlanıyor. Toplumun daha fakir kesimleri, aynı tuketim kulturune kurban oldukları icin, muazzam alışveriş yapıp borclanıyor, sonra da onları odeyemiyorlar. Yine Amerikan Psikiyatri Birliği gectiğimiz yıllarda cok ilginc bir tanı kategorisi onerdi: Saplantılı alışveriş bozukluğu. Bu tanı, kendini alışveriş yapmaktan alıkoyamama durumunu işaret ediyor."

Me Generation kuşağının hayat felsefesi, Sayar tarafından şoyle tanımlanıyor: "Ancak tuketerek varolabiliriz. Tuketim kulturu icinde varolursak, yeni bir araba, yeni bir ev, yeni bir buzdolabına sahip olabilirsek kendimizi değerli hissederiz. İnsanlar yalın ve cıplak varlıklarıyla kendilerini değerli hissedememeye başladılar. Cunku reklam endustrisi bize surekli olarak, 'Şu arabaya binersen diğer insanlardan ayrışırsın' diyor. Bu propaganda altında hepimiz, surekli daha değerli şeyler alarak kendimizi ayrıştırmaya cabalıyoruz. Cunku modern hayat, bir yandan da hepimizi aynılaştırıyor. Oradan kurtuluş cabası icindeyiz. 'Ben farklıyım, biriciğim'i hissetme cabası icinde davranıyoruz. Onun icin sarıldığımız şey de tuketim kulturu oluyor. Cok ilginc bir şey, Turkiye'de genclerle konuşurken, 'ben' vurgusunun cok yuksek olduğunu goruyoruz. Gencler oykulerini, kendilerinden başlatıyorlar. Dedelerinin babalarının ne yaptığının onemi yok artık. Hayatlarında kesinlikle bir sureklilik duygusu yok. 'Ben varım ve ben boyle duşunuyorum' derken haklılıklarından eminler. Bu gencler, yani Me Generation kuşağı, cok buyuk oranda empati kuramıyor. Onemli ozurlerinden biri bu. Başkalarının dertlerini iyi anlayamıyor, dunyayı cok kısıtlı bir tuketim kulturu ekseninde algılıyor ve cok dar bir dilde konuşuyorlar."

Me Generation nasıl yaşıyor?
Prof. Sayar, bu kuşağın birincil eğlencelerinin marka yarıştırmak olduğunu soyluyor: "Bazen araba yarıştırıyorlar, bazen kariyer... Uyuşturucu cok yaygın, boş ve yuzeysel değerlere tutunuyorlar; coğu politikadan uzak duruyor, kitap okumuyor ve ici boş bir şekilde yetişiyorlar. Dunyayı sığ ve dar bir bicimde algılıyorlar. İnsan ilişkilerine bakınca, butun bunların da sığ olduğunu goruyoruz; adanmışlık yok. Cok fazla eş değiştiriliyor, cinsellik tam bir meta olarak kullanılıyor; aşkla sevgiyle yapılan bir şey değil de tamamen fizyolojik durtuleri doyurmak icin yapıyorlar. Pek cok kadın ve erkek, gercekten sevdikleri biriyle mi yoksa zengin biriyle mi birlikte olmak konusunda karar veremiyor. Genc kızlarda kadınlığa adım atma yaşı cok duştu, 14'lu yaşlara geriledi. Kurtaj olmaya başlıyorlar. Genc kızlar, kendilerini var edecek tek şey olarak cinsel kimliklerini goruyorlar. Ne kadar kadın olurlarsa o kadar varlar. Gencler kendi iclerinde ovunebilecekleri sahici şeyleri olmadığı icin, kendilerini cinsel obje olarak sunuyorlar. Bu da işin ayrı bir tarafı."

Sayar, bu kuşağın yaptıkları ya da yapmak istedikleri işlerin başında ise, en kolay yoldan şohret ve para kazanabilmek olduğuna işaret ediyor: "Zahmet harcamaya cok yatkın değiller. Dolayısıyla, Popstar-BBG tarzı yarışmalar bu kuşağın ihtiyaclarına cok guzel denk geliyor. Şarkıcı olmak, mankenlik yapmak gibi zihinsel bir enerji gerektirmeyen işlerden zengin olmaya cabalıyorlar. Bu kuşak bir de bu toplumun zihinsel mesai harcayanları, okuyanları fena halde cezalandırdığını gordu. Tum bunlar durduk yerde ortaya cıkmıyor zaten. Dolayısıyla yeni yetişen kuşaklar, pop kulturu icinde, haz eksenli bir hayatı tercih ediyor. Bu genclerin hayatlarını dolduran en onemli şey, haz! Bir şeyler uğruna sıkıntıya girme, cile cekme gibi hasletleri yok. Amacları, daha ziyade kendileri icin yaşamak."


Prof Dr. Kemal Sayar