Yediklerinize dikkat ediyor musunuz?
Veya ne yediğinizi biliyor musunuz?
Aslında bir coğunuzun dikkat etmediğini biliyorum.
Siz, aileniz ve sevdiklerinizin ne yediğine kısaca bakalım.

Yolculuk nereye veya quo vadis?
Havyar sever misiniz?
Ayıptır soylemesi, eskiden az da olsa yerdim.
Bizim evin arkasında tutulurdu dunyanın en kıymetli havyarını sunan balık, morina (mersin balığı).
Karadeniz’de yaşayan mersin balıkları yumurtlamak icin Kızılırmak’dan iceri girmeye calışırlarken, yakalanırdı.
Dev balıklardı mubarekler.
Ben diyeyim 100 kg., siz deyin 200...
Vallahi avcı palavrası değil, 1.500 kiloluk morina var tarihte.

Kuyruğu bile Karadeniz illerini beslemeye yeterdi (bu biraz avcı işi oldu)
Simsiyah, pırıl pırıl bir havyar cıkardı icinden.
Guzelce işlenip, kutulanır, doğru yurt dışına giderdi.

Gecen gun bir marketin balık reyonunda gordum.
Bilenler bilir, havyar (siyah) kutusu tipiktir.
Baktım, Rusca ve kril harflerinin takliti ingilizce chaviar yazıyor kapakda.
Bir de mersin balığı resmi. Altında da, “original product of Russia” yazmışlar.
Karadenizde mersin balıklarını bitirdik şukurler olsun.
Ruslar, Azeriler ve İranlılar uyanıklık yaptılar, Hazar Denizi’nde balığı yakalayıp ameliyatla yumurtasını alıp, balığı geri bıraktılar.
Biz Turk usulu calıştık, balığı da, yumurtayı da yedik. (Hatta yumurtlama erginliğine gelmemiş balıkları da yedik).
Kavanozdan gorduğum kadarıyla siyah inci taneleri parlıyor, tıpkı havyar.
Satıcıya sordum, “bu mersin balığı havyarı mı?”, “evet abi” dedi.
“Neden ucuz?” “Rusya’dan geliyor abi, Hazar havyarı”.
Kavanozun altındaki etiketi de okumalı. Derin bilgiler var orada.
İcindekiler: okyanus balık bulyonu (uskumru); tuz, zeytin yağı; pektin E211, sodyum benzoat E202, Potasyum Sorbat, Doğal renk E153.
Muhteşem, değil mi?
Sen uskumruyu al, parcala, minik toplar yap, siyaha boya, koruyucu kimyasallarla harmanla ve elaleme “doğala ozdeş havyar” diye kakala.
Satan adamın haberi yok.

Baktım markette zencefilli gazoz da var, ithal etmiş buyuklerimiz, sağolsunlar.
İcinde zencefil var mı? Yok. Aroması da, rengi de yapay.
Ama kendisi doğala ozdeş.

Bizim bir cicekci var, serada karanfil ve gul yetiştiriyor.
Satmadan once ustlerine koku sıkıyor.
Doğala ozdeş gul!
Zavallı bulbul!

Kayseri’nin en unlu mantıcısına goturduler, Kaşıkla diye bir yer.
‘Yer’ demek doğru değil, entegre tesis mubarek.
Bir kapıdan 80 kilo giren, diğer kapıdan 100 kilo cıkıyor.
“En iyi Kayseri mantısı burada”
Aldım iki kutu, eve getirdim koydum dondurucuya.
Bir ay sonra yemeğe kalktık, baktık mantı acılaşmış.
Niye ki? Et mi bozuldu?
Etin bozulması mumkun değil, cunku et yerine soya kıyması kullanıyorlar, icinde et olan mantı neredeyse kalmadı.
Acılık icindeki azot gazından geliyor.
Raf omru uzasın diye paketlenme aşamasında azotu basmışlar mantıya.
Doğala ozdeş!

Bir bilgi daha: O, mantının raf omru uzasın diye icine konan azot gazı zamanla gıda zehirlemesine yol acıyor.
Bunların hepsi doğayla ozdeş gazlar. Onlara “gıda gazı” diyorlar.
Azot gazı da, oksijen de istenmeyen durumlarda inert atmosfer oluşturarak gıdaların kısa surede bozulmasını onluyor.
Mesela, taze etlere de oksijen gazı veriyorlar ki, hep taze, kıpkırmızı gorunsun raflarda.
Yasal bunlar, girin internete “gıda gazı” diye yazın, gorun neler yediğinizi.

Markete uzum gelmiş. Kırmızı, iri, dipdiri şeyler.
Erik gibiler maşallah!
Nereden geliyor bunlar?
Şili'den.
Şili mi?
Evet!
Kac gundur buradalar?
3-5 gun oldu.
Duşunun, Şili'nin bir koyunde topluyorlar bunları.
Uzun yolculuklar sonunda bizim kasabaya kadar geliyor.
Bir sure bizim manavda bekliyor. Alıyorsun eve getiriyorsun, evde de 3-5 gun daha, banamısın demiyor.
Hala kutur kutur.
İyi ama, nasıl?
Şahane şeyler var, adına ilac diyorlar. Uzumlere verilen bu ilaclardan birinin etiketindeki faydaları sayalım mesela:
Dane buyukluğunu arttırır,
Dane ağrılığını arttırır,
Dane şeklini daha duzgun olarak değiştirir,
Tam olgunlaşmadan daneye parlak sarı yeşil rengini verir,
Dayanıklı ve direncli kabuk sayesinde hasat ve hasat sonrası olabilecek yaralanmalar en aza iner, hastalıklara direnc katar,
Kullanım dozu yukseldiğinde sofralık uzumlerde hasadı geciktirir.
Raf omru uzar.
Nedir bu?
Sitokinin.
Buyume hormonu.
Bakın şu şansa ki, sitokinin insanda da aynı işe yarıyor.
Sonra anneler şikayet ediyorlar “ee benim cocuk erken kıllanıyor!”
Bu dunya boyle hanım abla, sen uzumu alırken kıllanmazsan, cocuğun kıllanır.

Adana’da ciftcilerle calışıyoruz.
Yaz guneşi altında soğutması olmayan tankerle sut topluyorlar mandıralara.
Şofore soruyorum “bozulmuyor mu bu sıcakta sut?”
“Abi, tankere iki bardak hidrojen peroksit dokuyorum, akşama kadar bir şey olmuyor.”
Hidrojen peroksit dediği şey kadınların saclarının rengini acmak icin kullandıkları bir kimyasal.
Cok kotu değil, sadece canlıları olduruyor.
Sute koyunca butun bakteriler oluyor, geriye bozulacak bir şey de kalmıyor.
Doğala ozdeş sut!

Bu anlattıklarımın hepsi yasal.
Temel problem şu ki: İnsan doğa ilişkisi değişti.
İnsan yeni bir doğa kurgusu yaptı, kendini doğanın dışına aldı, doğayı alınır-satılır mal yaptı, sentetikleştirdi ve tuketime sundu.
Hal boyle olunca, insan kendinin doğal bir varlık olduğunu unuttu.
(beşer işte, unutacak elbet)

İnternetten pantalon, ayakkabı, peynir, arkadaş ve sevgili edinmeyi marifet bildi.
Optik kabloların sunduğu hayatı da hayat bildi.
insan artık bu
Doğala ozdeş!

Direnmek lazım.
Bakkalı, manavı, kasabı, supermarkete karşı korumak lazım.
Semt pazarlarını kullanmak, pazarcı esnafıyla dostluk kurmak lazım.
Hijyen, reklam, ambalaj illizyonuna teslim olmamak lazım.
Bir de, son moda “doğal urun – yoresel urun pazarı” adıyla işin cılkını cıkartanlara karşı uyanık olmak lazım.

Ama en onemlisi, ara sıra doğaya cıkıp, derin derin nefes almak lazım.
Dilerim ki, Tanrı toprak ana ile gok babanın evladı olduğumuzu hatırlatmak icin cok acı cektirmez.