Mustafa Kemal, 100 yıl once bugun Buyuk Taruuzu sonuclandırdı ve ulkemizin duşmanın elinde tutsak durumda olduğu vaziyette makus talihin değişmesi icin en onemli adımı attı. Mustafa Kemal Ataturk o donemlerde yaşanılan vaziyeti Nutuk’ta anlattı.
ATATURK 30 AĞUSTOS NUTUKTA ANLATTI
Nutuk’ta olan 30 Ağustos’un, Mustafa Kemal’in kendi kaleminden hikayesi…
“Gercekte ordumuz ihtiyaclarını ve eksiklerini tamamlamak uzere bulunuyordu. Ben, daha Haziran ortalarında taarruza karar vermiştim. Bu kararımı yalnız Cephe Komutanı ile Genelkurmay Başkanı ve Milli Savunma Bakanı biliyorlardı. Bildirdiğim tarihlerde bir geziyi vesile ederek İzmit-Adapazarı yonune hareket ettiğim zaman, Ankara’da Genelkurmay Başkanı Fevzi Paşa Hazretleri’yle goruştukten sonra, o zaman Milli Savunma Bakanı bulunan Kazım Paşa Hazretleri’ni Sarıkoy istasyonuna kadar birlikte goturerek, oraya davet ettiğim Cephe Komutanı İsmet Paşa Hazretleri ile birlikte, taarruz icin gerekli hazırlıkların sur’atle tamamlanması ile ilgili kararlar aldık.
Efendiler, artık Buyuk Taarruz’dan soz acma sırası geldi. Bilirsiniz ki, Sakarya Meydan Muharebesi’nden sonra, duşman ordusu buyuk ve kuvvetli bir grupla Afyonkarahisar-Dumlupınar arasında bulunuyordu. Bir başka kuvvetli grubuyla da Eskişehir bolgesindeydi. Bu iki grup arasında yedek kuvvetleri vardı. Sağ kanadını, Menderes dolaylarında bulundurduğu kuvvetlerle, sol kanadını da İznik Golu’nun kuzey ve guneyindeki kuvvetleriyle koruyordu. Denilebilir ki, duşman cephesi, Marmara’dan Menderes’e kadar uzanıyordu. Duşman ordusunun teşkilatı, uc kolordu ve bazı mustakil birliklerin mevcudu da uc tumeni bulmaktaydı. Biz, Batı Cephesi’ndeki kuvvetlerimizi iki ordu halinde teşkilatlandırmış ve duzenlemiştik. Bundan başka, doğrudan doğruya cepheye bağlı teşkilatımız da vardı. Bizim butun birliklerimiz on sekiz tumen idi. Bundan başka uc tumenli bir suvari kolordumuz ve daha zayıf mevcutlu iki suvari tumenimiz vardı. Teşkilatı birbirinden farklı olan iki duşman ordusu birbiriyle karşılaştırılsa, her iki tarafın insan ve tufek kuvvetleri aşağı yukarı birbirine denk bulunuyordu. Yalnız, Yunan ordusu, dunyanın hur ve kendisini destekleyen sanayiine dayandığı icin, makineli tufek, top, ucak, taşıt, cephane ve teknik malzeme bakımından daha ustun durumdaydı. Diğer taraftan bizim ordumuz suvari sayısı yonunden daha ustun bulunuyordu.
1’inci Ordu Komutanı Ali İhsan Paşa’nın yarattığı durum:
Burada, sırası gelmişken bir noktayı belirtmeliyim. Ordularımızdan birinin, 2’inci Ordu’nun komutanı bugun Askeri Şura uyelerinden olan Şevki Paşa Hazretleri idi. 1’inci Ordumuzun komutasını Malta’dan gelmiş olan İhsan Paşa’ya vermiştik. İhsan Paşa’nın kendisini Divan-ı Harbe kadar goturen yersiz ve davranışlarından dolayı, ordu komutanlığından uzaklaştırılması gerekti. Gercekten Ali İhsan Paşa; ordunun disiplinini ve genel yonetimini bir cıkmaza sokacak şekilde hareket etti. Ornek olarak, ordusundaki ast kumandanlarda, ust komutanlara karşı itaatsizlik edecek durumlar yarattı.
Soz gelişi, ambarlarının mevcudunu gunlerce haber vermeyerek ve haber verdirmeyerek genel yiyecek sıkıntısının cekildiği bir sırada, ansızın ambarlarının boşaldığını ve aclık tehlikesinin bulunduğunu bildirdi.
Ast komutanları, ustlerine karşı itaatsizliğe ve gorevlerini yapmamaya kışkırtma ve bu davranışları destekleme gibi tutumları yanında, ordunun emirlere uyma ve gorev duygusuyla oynayacak kadar entrikacı bir yaratılışta olduğu kanaatini de uyandırdı.
Ali İhsan Paşa’nın bilinen, kendisine has ozelliklerinden başlıcaları şunlardı:
En kucuk birliklere kadar butun ordusuna, onemli onemsiz her işin ve her kararın ancak kendisi tarafından verileceğini telkin ederek, butun ordusunda yalnız kendisinin kudret sahibi olduğunu zannettirmek. Buyuklerinden daha ustun olduğunu herkese ispatlamak duşuncesine kapılmak. Gerek resmi iş gerek ozel davranış bakımından buyuklerinin itibarlarını duşurmeye calışmak. Savaş acısından tedbirde yerindelik ve sinirde sağlamlık yonleriyle kendisini deneme fırsatı bulunmamış olmakla birlikte, bu hususta anlaşılan karakteri şuydu: Herhangi bir başarısızlığı mutlaka astına veya ustune yukleme yolunu her zaman duşunmesi. İhsan Paşa, yumuşak ve nazik davranışlardan cok, sert ve resmi davranışla iş yaptırmayı gerekli bulur.
Ali İhsan Paşa’nın huyu ve ahlakı konusunda, kendisinin kurmay başkanı iken cekilmek zorunda kalan Yarbay Halit Bey’in (Sonradan Kastamonu Milletvekili olmuştur) Batı Cephesi Komutanlığı’na verdiği 20 Ocak 1922 tarihli resim bir raporunun bazı bolumlerini olduğu gibi bilginize sunacağım. Halit Bey, Birinci Dunya Savaşı’nda Irak’ta da Ali İhsan Paşa ile birlikte bulunmuştu. Sozunu ettiğim raporda şu cumleler vardır:
Komutanım Ali İhsan Paşa’nın geldiği gunden beri ast komutanların haysiyetini ve gorev yapma isteğini kıracak davranışlar icinde bulunması ve yapılan yazışmalardan anlaşılmış olacağı uzere Cephe Komutanlığı’na karşı astlara hissettirecek derecede yakışıksız bir haberleşme kapısı acması, benlik kokusu hissedilen duşunce yarışına girmesi, dunyanın değer verdiği ve saygı duyduğu cephe karargahının nufuzunu azaltmak istediğini anlatır bir davranış tarzını benimsemiş olması, beni ciddi olarak duşundurdu ve uzdu. Davranışlarını elimden geldiği kadar değiştirmeye calıştım. Fakat yine buyuk bir fark goremedim.
Ahlakında yer etmiş bencillik hastalığı, un yapma hırsı, aşırı kıskanclık ve sonsuz bir bencilliğin etkisiyle baş olmak istediği, davranışlarından ve ast komutanlar yanında soylediği birbirine duşurucu sozlerden anlaşılıyordu. 11’inci Tumen Komutanı istifamı işittikten sonra, bana gizli bir konuşmada: “ali İhsan Paşa’nın Malta’da iken kurtulması icin Ferit Paşa’ya mektuplar yazdığını ve İngiliz mandasını kabul etmek icin kendi karşısında saatlerce acıktan acığa konuşmalar ve tartışmalar yaptığını soyledi. Ali İhsan Paşa’nın davranışlarına bakarak, bu sozleri dikkat cekici buldum… Astlardan gelen bazı evrakı cepheye, cepheden geleni astlara olduğu gibi gondererek karşılıklı guven duygularını sarsma şeklindeki davranışları da ayrıca dikkati cekmektedir. Soz gelişi, Şeyhelvan dağının duşman eline gecişi ile ilgili yazışmaların olduğu gibi 2’nci Kolordu’ya, 5’inci Kolordu’dan yazılan bazı raporların da aynen cepheye yazılması gibi. Buna rağmen, soz konusu olayın sorumluluğunu 5’inci Kolordu Komutanı’na yuklemesi ve kendisinden cepheye şikayette bulunması amirlik niteliği ile bağdaştırılamaz. Tevhid-i Efkar gazetesinde yayınlattığı hatıraları arasında, Ateşkes Anlaşması tarihinden bir gun once, Musul guneyinde, Şarkat’ta esir olan Dicle Grubunun esirlik sebebini yalnız o zaman grup komutanı olan (Şimdi Doğu Cephesi’nde Tumen Komutanı imiş) Yarbay İsmail Hakkı Bey’in uzerine atması da bu karakterinin delilidir. Dicle Grubu 7, 9, 43, 18 ve 22’nci Alaylarla Avcı alayından oluşmuştur. Bunlardan başka, ayrıca 5’nci Tumen’den once 13.000 kişinin esir verilmesi, 50 kadar topun kaybı, gercekte kendisinin şartlara ve duruma uygun olmayarak verdiği bir emir yuzundendir. İşte bu durum Musul ilinin kaybedilmesine yol actı. Halbuki, ateşkes anlaşması yapılacağı belliydi. Gruba, Keyare mevziine cekilmek icin direktif verilseydi, İngilizler gruba tesir etmek şoyle dursun yenemezlerdi bile. Bu gruba 5’inci Tumen de katılabilirdi. Ateşkes anlaşması yapıldığı zaman, esir olan sekiz piyade alayı elde bulunur ve Musul da bizde kalırdı. Fakat sefil bir duşunce mantığa galebe calmıştır.
Hatıralarında, Dicle boyundaki butun başarı ve Townshend’in esir alınması şerefi, kendisine maledilmiştir…Her başarıyı kendisine aitmiş gibi gosteren yayınlar yaptırmaktan maksadı, kamuoyunu aldatarak şohret ve mevki kazanmaktır. Unlu adamların hatıralarını yayınlamak, millette ovunme duygularını canlı tutar ve gereklidir de. Ancak, tarihin sorumlu tutacağı kimselerin hareketlerini ovunulecek şeyler arasında saymak tarihi lekeler ve gelecek nesilleri yanlış duşuncelere surukler.
General Marshall’ın : “Yarın oğleye kadar Musul’u terk ediniz, aksi halde savaş esirisiniz!” emrini aldığı zaman o buyukluk taslayan Paşa Hazretleri, Sincar Colu’nu gecerek Nusaybin’e gitmek icin General Marshall’dan resmi bir yazı ile kendisini koruyacak iki zırhlı otomobil istedi ve bunların koruyuculuğunda Aşir Bey’le (şimdiki Milli Savunma Bakanı Musteşar Yardımcısı Aşir Paşa’dır) beni Musul’da bırakarak Nusaybin’e gitti. Aşiretler arasında hukumetin manevi otoritesini de kırdı. Bu durumu gorenlerin vicdanı sızladı. Zaho yoluyla, koruyucusuz gidebilirdi veya suvari alarak colden gecebilirdi. Halep’te İngiliz generalinden şahsı icin ozel tren istedi ve yolda hakarete uğramaması icin muhafız bulundurulmasını istemeyi de unutmadı. Gerektiğinde hayatının ve rahatının korunması icin milli şerefi unutan Paşa Hazretleri’nin ahlakına ornek olmak uzere yukarıdaki olayları dile getirdim
………..Eski komutanıma hoş gorunmedim. Cunku hırsına hizmet etmedim ve dalkavukluğunu yapmadım… Millete, Milli Ordu’yu kuran ve zaferler kazanan buyuk komutanlar gibi asil ruhlu, iyi niyetli kılavuzlar, komutanlar gerekir. Orduda birlik ve uyumun bozulmasına, gorev aşkının zayıflamasına calışanlar, dahi de olsalar zararlı birer şahsiyettirler. Ben, cekilen emekleri bildiğim, girişilen kutsal mucadelede başarıya ulaşmayı istediğim icin, kotu niyetli olmadığıma ve cıkar gozetmediğime namusum ve mukaddesatım uzerine yemin ederek bunları anlatmaya cur’et ettim. İran’da, Kafkasya’da uzun sure yaverliğini yapan (şimdi Birinci Ordu Harekat Şubesi Muduru) Binbaşı Cemil Bey, son gunlerde bana : “iyi ki Ali İhsan Paşa, Milli Mucadele’nin başlangıcında Anadolu’da bulunmadı. Malta’da bulunduğu iyi oldu. Aksi halde, hic şuphe yok ki, aykırı bir yol tutardı.” dedi. Paşa’nın nasıl bir insan olduğunu cok iyi bilen Cemil Bey, pek doğru soylemiştir… Ulu Tanrı’dan “kış uykusuna yatmış yılana guneş gostermesin” dileğinde bulunurum.
Efendiler, Ali İhsan Paşa, Meclis’teki muhalifler grup ileri gelenleri ile de temas ve haberleşmelerde bulunuyordu. Kendisinin komutanlığına son verilerek, hakkında kanuni işleme devam edilmek uzere Milli Savunma Bakanlığı emrine verilmesini onayladığım 18 Haziran 1922 gununun ertesinde, yani 19 Haziran tarihinde, o zaman Turkiye Buyuk Millet Meclisi İkinci Başkanı bulunan Rauf Bey’den, makine başında, İhsan Paşa ile ilgisini gosterir bir şifreli telgraf almıştım. Yeri gelince bu telgrafı da bilginize sunmuştum. O gunlerde Adapazarı, İzmit taraflarında gezide bulunuyordum. Rauf Bey telgrafında diyordu ki : “1’inci Ordu Komutanı Ali İhsan Paşa’nın gorevden alınarak Divan-ı Harbe verilmek uzere Konya’ya gonderildiğine dair Meclis cevrelerinde dedikodulara yol acan bir soylenti vardır….”
Efendiler, bir komutanın gorevden alınması, goreve tayini veya askeri mahkemeye verilmesi işleminin uzerinden bir gun bile gecmeden, Meclis’ce dedikodu olabilecek bir soylenti haline gelmesi ve Meclis İkinci Başkanı’nın bu olayla, benden acıklama isteyecek kadar yakından ilgilenmesi dikkat edici değil midir? Rauf Bey’e tarafımdan gereken cevap verildi. 1’inci Ordu Komutanlığı bir sure vekaletle idare edildi. Fakat birinin asil olarak tayini gerekiyordu. Moskova Sefirliği’nden donmuş olan Fuat Paşa’nın 1’inci Ordu Komutanlığı’nı kabul edip etmeyeceği konusunda duşuncesini almak istedim. Anladım ki, cephe komutanlığı yapmış olduğundan, cephe komutanının emrine girmek istemiyor. Milli Savunma Bakanı bulunan Kazım Paşa vasıtasıyla 1’inci Ordu Komutanlığı’nı Refet Paşa’ya teklif ettirdim. Kabul etmemiş. Nihayet, o tarihlerde kayıtsız şartsız cephe emrine girerek gorev yapacağını soyleyen ve acıkta bulunan Nurettin Paşa’yı 1’inci Ordu Komutanlığına getirdik.
Taarruz planının ana cizgileri:
Efendiler, duşman ordusunun cephe ve teşkilat durumu ile, ona karşı Batı Cephesindeki kuvvetlerimizin esas olarak iki ordu halinde kurulup duzenlenmiş olduğunu soylemiştim. Oteden beri tasarlamış olduğumuz taarruz planımızın ana cizgilerini arz edeyim:
Duşunduğumuz, ordularımızın ana kuvvetlerini duşman cephesinin bir kanadında ve mumkun olduğu kadar dış kanadında toplayarak, bir imha meydan muharebesi vermekti. Bunun icin elverişli bulduğumuz durum, ana kuvvetlerimizi, duşmanın Afyonkarahisar yakınlarında bulunan sağ kanat grubu, guneyinde ve Akarcay ile Dumlupınar hizasına kadar olan alanlarda toplamaktı. Duşmanın en hassas ve onemli noktası orasıydı.Cabuk v ekesin sonuc almak, duşmanı bu kanadından vurmakla mumkundu.
Batı Cephesi Komutanı İsmet Paşa ve Genelkurmay Başkanı Fevzi Paşa, bu bakımdan gerektiği gibi bizzat incelemeler yapmışlardı. Hareket ve taarruz planımız cok onceden tespit edilmişti.
Konya’ya gelmiş olan General Townshend’in isteği uzerine, kendisiyle goruşmek icin, Ankara’dan hareket ederek 23 Temmuz 1922 akşamı Batı Cephesi Karargahı’nın bulunduğu Akşehir’e gittim. Savaş planı uzerinde goruşurken Genelkurmay Başkanı’nın da katılmasını uygun bulduk. Ben, 24 Temmuz’da Konya’ya gittim. 27’sinde tekrar Akşehir’e gelmişti. 27/28 Temmuz gecesi birlikte yaptığımız goruşme sonunda, tespit edilmiş olan plan gereğince taarruz etmek uzere, 15 Ağustos’a kadar butun hazırlıkların tamamlanmasına calışmayı kararlaştırdık.
28 Temmuz 1922 gunu oğleden sonra yaptırılan bir futbol macını seyretmek bahanesiyle ordu komutanları ve bazı kolordu komutanları Akşehir’e cağrıldı. 28/29 Temmuz gecesi genel olarak komutanların taarruzla ilgili goruşlerini aldım. 30 Temmuz 1922 gunu Genelkurmay Başkanı ve Batı Cephesi Komutanı ile yeniden goruşerek taarruzun şeklini ve ayrıntılarını tespit ettik. Ankara’dan cağırdığımız Milli Savunma Bakanı Kazım Paşa da 1 Ağustos 1922 oğleden sonra Akşehir’e geldi. Ordu hazırlığının tamamlanmasında Milli Savunma Bakanlığı’na duşen işler tespit edildi.
Taarruza hazırlık emri:
Ordunun hazırlıklarının tamamlanmasını ve taarruzun bir an once yapılmasını emrettikten sonra tekrar Ankara’ya dondum. Batı Cephesi Komutanı, 6 Ağustos 1922’de ordularına gizli olarak taarruza hazırlık emri verdi. Genelkurmay Başkanı ve Milli Savunma Bakanı Paşalar da Ankara’ya donduler.
Efendiler, taarruz icin yeniden cepheye gitmeden once, Ankara’da yapılması gereken bazı işler vardı. Daha taarruz emri verdiğimi Bakanlar Kurulu’na da acıkca bildirmemiştim. Artık onlara resmi olarak haber verme zamanı gelmişti. Yaptığımız bir toplantıda ic ve dış durumlarla ordunun durumunu goruşup tartıştıktan sonra, taarruz konusunda Bakanlar Kurulu ile goruş birliğine vardık.
Onemli bir konu daha vardı. Muhalifler ordunun curuduğunden, kıpırdayacak durumda olmadığından, boyle karanlık ve belirsizlik icinde beklemenin sonucunun felaketten ibaret olacağı yolundaki propagandalarına alabildiğine hız vermişlerdi. Gerci, Meclis’te bu duşunce akımının bıraktığı yankılar, zaten duşmanlardan fazlasıyla gizlemek istediğim taarruz bakımından yararlıydı. Fakat bu olumsuz propaganda en yakın ve en inanmış kimseler uzerinde bile kotu etkisini gostermeye başlamış, onlarda da kararsızlıklar uyandırmıştı. Onları da yakında yapacağım taarruz konusunda ve altı yedi gun icinde duşmanın ana kuvvetlerini yeneceğime olan guvenim hususunda aydınlatmayı ve yatıştırmayı gerekli buldum. Bunu da yaptıktan sonra Ankara’dan ayrıldım. Genelkurmay Başkanı benden once 13 Ağustos 1922’de cepheye gitmişti.
Ben birkac gun sonra hareket ettim. Hareketimi belirli birkac kişi dışında butun Ankara’dan gizledim. Benim Ankara’dan ayrılacağımı bilenler, burada imişim gibi davranacaklardı. Hatta gazetelerle benim Cankaya’da cay ziyafeti verdiğimi de ilan edeceklerdi. Bunu şuphesiz o vakitler işitmişsinizdir. Trenle hareket etmedim. Bir gece otomobille Tuz Colu uzerinden Konya’ya gittim. Konya’ya hareketimi, telgrafla orada kimseye bildirmediğim gibi, Konya’ya varır varmaz telgrafhaneyi kontrol altına aldırarak Konya’da bulunduğumun da hicbir yere bildirilmemesini sağladım.
20 ağustos 1922 gunu oğleden sonra saat 16.00’da Batı Cephesi Karargahı’nda yani Akşehir’de bulunuyordum. Kısa bir goruşmeden sonra 26 ağustos 1922 sabahı duşmana taarruz icin Cephe Komutanına emir verdim.
26 Ağustos 1922 taarruz emri:
20/21 Ağustos 1922 gecesi 1’inci ve 2’inci Ordu Komutanlarını da Cephe Karargahına cağırdım. Genelkurmay Başkanı ile Cephe Komutanını da yanımda bulundurarak, taarruzun nasıl yapılacağını harita uzerinde kısa bir savaş oyunu şeklinde acıkladıktan sonra Cephe Komutanı’na o gun vermiş olduğum emri tekrarladım. Komutanlar harekete gectiler. Taarruzumuz, strateji ve aynı zamanda bir taktik baskın halinde yurutulecekti. Bunun gercekleştirilebilmesi icin de kuvvetlerin yığınak ve hazırlıklarının gizli kalmasına onem vermek gerekiyordu. Bu sebeple butun yuruyuşler gece yapılacak, birlikler gunduzleri koylerde ve ağaclıklar altında dinleneceklerdi. Taarruz bolgesinde, yolların duzeltilmesi v.b. calışmalarla duşmanın dikkatini cekmemek icin diğer bazı bolgelerde de benzeri yanıltıcı hareketlerde bulunulacaktı.
24 Ağustos 1922’de karargahımızı Akşehir’den, taarruz cephesi gerisindeki Şuhut kasabasına getirttik, 25 Ağustos 1922 sabahı da Şuhut’tan savaşı idare ettiğimiz Kocatepe’nin guneybatısındaki cadırlı ordugaha naklettik. 26 Ağustos sabahı Kocatepe’de hazır bulunuyorduk. Sabah saat 5.30’da topcu ateşimizle taarruz başladı.
Başkomutan Savaşı:
Efendiler, 26/27 Ağustos gunlerinde, yani iki gun icinde, duşmanın Karahisar’ın guneyinde 50 ve doğusunda 20, 30 kilometre uzunluğundaki mustahkem cephelerini duşurduk. Yenilen duşman ordusunun butun kuvvetlerini, 30 Ağustosa kadar Aslıhanlar yoresinde kuşattık. 30 Ağustos’ta yaptığımız savaş sonunda (buna Başkomutan Muharebesi adı verilmiştir), duşmanın ana kuvvetlerini yok ettik ve esir aldık. Duşman ordusunun Başkomutanlığını yapan General Trikopis de esirler arasına girdi. Demek ki, tasarladığımız kesin sonuc, beş gunde alınmış oldu. 31 Ağustos 1922 gunu ordularımız ana kuvvetleriyel izmir’e doğru yol alırken, diğer birlikleriyle de duşmanın Eskişehir ve kuzeyinde bulunan kuvvetlerini yenmek uzere ilerliyorlardı.
Buyuk Taarruz’da Nurettin Paşa savaş meydanını durbunle seyretmeyi tercih ediyordu:
O gun hep aynı tepedeydik. Durbunle bakanlar coktu. Durbunle en cok bakanlar, ozellikle gozetleme gorevi verilen subaylardı. Gercekten, Nurettin Paşa’nın da savaş meydanını durbunle seyretmeyi tercih ettiğini ben de farketmiştim.
Karahisar – Dumlupınar Meydan Muharabesi yapılırken, «Başkomutanlık Meydan Muharebesi’nin yapıldığı gun» bir aralık, Nurettin Paşa’yı kolordu komutanı Kemalettin Paşa’nın (şimdiki Berlin Buyukelcisi) gozetleme noktasında, durumu durbunle seyrederken buldum. Birliklerimiz duşmanı yakından sıkıştırmış, nazik ve onemli bir durum ortaya cıkmıştı. «Durbunle seyretmeyi bırakınız! Savaşı yakından ve bizzat idare etmek icin, ileri ateş mevzilerine gideceğiz» dedim.
Nurettin Paşa, bu kadar yaklaşmanın doğru olmadığını soyleyerek gitmek istemedi. Canım sıkıldı. «Siz burada kalabilirsiniz» dedim. Kemalettin Sami Paşa’ya: «Siz benimle geliniz!» dedim ve otomobilime yurudum. Kemalettin Paşa: «emredersiniz» dedi ve benimle beraber yurudu. Bu davranış uzerine, durbunun başında yalnız bırakılan Nurettin Paşa’nın da arkamızdan geldiğini gorduk. Dediğim yere gittik. Yunan ordusunun esareti ile sonuclanan o savaşı, en ince noktalarına kadar bizzat idare ediyor ve gereken emirleri, doğrudan doğruya kolordu komutanlarına ve diğer komutanlara ben veriyordum.
Verdiğim emirlere gore tedbirler alınıp gerekli uygulamalara gecilirken, Ordu Komutanı Nurettin Paşa yanımda duruyor ve durumu seyrediyordu. Bir aralık, kolordu komutanını benim yanımdan uzaklaştırarak bazı emirler vermeye kalkışmış… Kolordu Komutanı bu emirleri uygulanabilir nitelikte bulmamış; ordu komutanı ile kolordu komutanı arasında neredeyse saygısızca bir catışma durumu ortaya cıkmış… Kemalettin Sami Paşa, Nurettin Paşa’nın yanından biraz sertce bir muamele ile ayrılmış.. Bu durumun farkına vardım. Kemalettin Sami Paşa’yı yanıma cağırıp, sukûnet ve disiplini koruması gerektiğini soyledim. Daha sonra, yalnız olarak Nurettin Paşa’yı cağırttım.
Genel olarak bazı sorular sordum ve anlatmak istedim ki, kolordu komutanına verdiği emrin gercekten de uygulanması mumkun değildir. Komutanlar, emir vermiş olmak icin emir vermezler. Gerekli, uygulanabilir olan hususları emrederler ve emir verirken, kendini, o emri yerine getirecek olanın yerine koymak ve emrin nasıl yerine getirilip uygulanacağını duşunmek ve bilmek gerekir.
Hal tercumesi broşurunun 9’uncu sayfasında, Irak’tan sonra «Kafkas cephesine gitmiş olan Nurettin Paşa’nın 3’uncu Ordu Bolgeleri Komutanlığı’nda ve Ordu Komutanlığı Vekilliği’nde bir sure» bulunduğu yazılıdır. Bu gorevlerin nasıl birer gorev olduğunu ve bu surenin kac gun olduğunu sormak lÂzımdır.
Nurettin Paşa, Kafkas Cephesinden İstanbul’a donuşunde «Aydın, Muğla ve Antalya Bolgeleri Komutanı» unvanı ile İzmir’e gitmiş ve orada bulduğu, coğunu 40 yaşından yukarı askerlik cağını aşmış erlerin oluşturduğu dağınık birkac birliği (202) yeniden duzenleyerek ve yeni tumenler kurarak 21’inci Kolorduyu meydana getirmiş.
Efendiler, kolordu kurma işi, son zamanda, Birinci Dunya Savaşı’nın fantazileri sırasına gecmişti. Ozellikle, karşısında duşman bulunmayan sabit bolgelerde, askerlik şubeleri ve başkanlıkları kuruyormuşcasına bir kolaylıkla, kolordu komutanlıkları kurulur ve yetkiler verilirdi. Gercekten butun savaş cepheleri imdat diye feryat ederken, 21’inci Kolordu, değer verilen bir varlık olsaydı, Aydın bolgesinde yuzustu bırakılmazdı.
Ataturk'un 30 Ağustos'u en guzel anlatan sozleri...
Gündemdeki Konular - Haberler0 Mesaj
●9 Görüntüleme
- ReadBull.net
- Kültür & Yaşam & Danışman
- Gündemdeki Konular - Haberler
- Ataturk'un 30 Ağustos'u en guzel anlatan sozleri...
-
30-08-2022, 18:24:18