Osmanlı Tarihinde Donemler / Prof. Dr. Halil İnalcık
İnsanoğlu, evrendeki milyonlarca karmaşık olayı, zihninde geliştirdiği birtakım cerceve ve or neğe gore biraraya getirip manalandırmak ihtiyacındadır. Bulutlara bakıp onları zihnindeki belli şekillere benzeten bir kimsenin fantezisi gibi. İnsanoğlu, zaman ve mekĂ‚n oluşumu icinde iz bırakmış milyonlarca toplumsal olayı da, aynı bicimde belli cerceveler icine koyup manalandırmayı ve kavramayı dener. Toplum birimi, aile, kabile, kavim, devlet, millet ve nihayet tum insanlık olabilir. Olaylar yığınına, kafasındaki ornek ve cercevelere gore bir şekil ve anlam vermeye calışır. Gecmişteki olayları biraraya getirip manalandıran bu cerceveler, tarih donemleri şeklinde bir gorunuşe burunur. Bu cerceveleri, onun fantazileri, hayat goruşu, icinde yaşadığı toplum biriminin inanc ve beklentileri yahut da belli bir sosyolojik formul/teori şekillendirir. Gecmişi kadrolayan bu cerceveler kişiden kişiye, toplumdan topluma değişir; belli bir tarih goruşu ve onumuze belli bir tarihî tablo koyar. Derin değişim noktalarının tespitini de, onceden edinilmiş inanclar belirler. Bir kelime ile, tarihte yorum ve onerilen donemler, cocuğun bulutları şekillendiren bakışından pek de farklı değildir. İnsanlık tarihine bir yorum, nesnel (objektif) bir metodoloji getirme cabası, Vico, Hegel, Spengler, Dilthey, Toynbee ve Braudel gibi bircok buyuk duşunur ve tarihciyi uğraştırmıştır. Temel sorun şudur. Acaba tarihi olaylar yığınına nesnel bir cerceve vermekte birtakım nesnel (objektif) olcutleri esas almak, boylece olabildiğince bir nesnel tarihe varmak mumkun mudur?
Donemlerin hareket noktası kokten değişim tarihlerinin tespitinde olcutlerimiz; bir myth (efsane), bir dinî sistem veya grup dayanışımı yahut belli siyasi bir ideoloji olabilir. Yahut o tarih, kendi ic gelişimi bakımından veya dunya tarihi cercevesinde ele alınabilir. Bir toplumu her yonuyle şekillendiren, ona dayanışım prensibini, tum hareket ve yaratıcılığını veren temel oge veya ogeleri tespit etmeden değişme noktalarını tanımak guctur. Osmanlı tarihinde İslam ve gaza prensibi boyle bir işlev goruyordu. Son kez Fransız Annales mektebinin bazı nesnel olcutlere (coğrafî koşullar, nufusta, ekonomide değişmeler) gore nesnel bir gelişim yorumu ve donemler tespiti onerisi tarihcilerce kabul gormuştur. Fernand Braudel'in uzun surec (longue duree) teorisi, boyle bir yaklaşımın meyvesidir. Braudel her toplumun uc-dort kuşak icinde yapısal değişikliğe uğrayabileceği varsayımından yola cıkar. Ama bu yaklaşım da tarihi gelişimi anlamak icin yetersiz gorulmuştur.
Bu yaklaşım, insan iradesini ve zihniyetini (mentalite) dışarda bırakan, insanlık tarihini tumuyle insan dışında faktorlere indiren abartılı bir mekanik determinizm icermiyor mu? Obur yandan Annales mektebinin etkisiyle gercek tarihin, devletler tarihi olmaktan ziyade toplumlar tarihi, halk kitlelerinin yaşam tarihi olması gerektiği goruşu ağır basmış, toplum icinde insanı ele almış, ve sonucta sosyolojik kavramlar gittikce daha cok tarih araştırmalarına yon vermeye başlamıştır. Turkiye'de, ozellikle F. Koprulu, O. L. Barkan ve başkalarının cığır acan faaliyetiyle boyle bir doğrultuda son yarım yuzyılda buyuk mesafe alınmıştır. Bu uretgencilikte muazzam arşiv olanaklarının katkısı buyuktur. Biz, aşağıda ic dinamikleri esas alan bir gelişim ve donemler denemesi sunmak cabasındayız.
***
Oncelikle, Osmanlıların bizzat kendilerinin tarihlerini donemlere bolup bolmediklerini, yaşadıkları cağ ile onceki cağlar arasında bir ayırımın bilincinde olup olmadıklarını ve tarihte devirler hakkında ne gibi fikirlere sahip bulunduklarını gozden gecirelim.
II. Bayezid'in emriyle yazdığı ozenle hazırlanmış tarihinin mukaddimesinde KemalpaşazĂ‚de, Osmanlı tarihini daha onceki Musluman hanedanlarla karşılaştırır ve "Osmanlı hanedanının ustunluğunun sebepleri"ni (vucûh-i ruchan) uc başlık halinde toplar.1 Buyuk bilgin ilk olarak, diğer Musluman hanedanların aksine Osmanlıların, İslĂ‚m dunyasında daha onceki Musluman devletleri zorla istilĂ‚ ederek değil ve fakat DĂ‚ru'l-Harb'e ait toprakların fethi yoluyla devletlerini kurduklarını belirtir. İkinci olarak, Osmanlı Devleti'nde hukumdarın otoritesi ve kanunların gecerliliği tam ve mutlaktır. Ucuncu olarak da, Osmanlı Devleti butun otekilerden daha zengin, daha cok nufusa sahip ve ulke bakımından daha geniştir. Hicbir devlet Osmanlıların askerî gucune sahip değildir; yalnız Osmanlı Devleti buyuk bir deniz gucune sahip olmuştur. Osmanlı sultanlarının amacı, 'tedbîr-i imĂ‚ret-i rûy-ı zemin', yani yeryuzunu mamur hale getirmek, hak dininin duşmanlarını yok etmek ve Kutsal Kanunu (Şeriatı) desteklemektir.
ÂşıkpaşazĂ‚de'nin derleme tarihi (kompilasyonu) ve anonim TevĂ‚rih-i Âl-i OsmĂ‚n gibi populer eserlerde, farklı donemlere dair fikirlerin daha oznel bir bicimde ifade edildiğini gormekteyiz. MeselĂ‚, Anonim TevĂ‚rihlerden,2 I. Bayezıd saltanatında (1389-1402), Uc beyliği geleneklerini savunan cevrelerin, Sultanın emperyal-merkeziyetci politikasına karşı tepkisinin epeyce şiddetli bir ifadesini bulmaktayız.
Bu kronikler, I. Bayezid'in hukumdarlık doneminde meydana gelen saray hayatının kul sistemi ve işret meclisler ile debdebeli bir hal alması, merkezileşmiş bir burokrasi ve maliye yonetimlerinin denetimi ve ceşitli 'Frenk' Ă‚detlerinin benimsenmesi hakkında keskin eleştiriler icerir. Bu eleştiriler, 'yeni' donemin ondan onceki donem ile keskin bir şekilde tezat halinde bulunduğunu ileri surer. Aslında bu eleştiriler, merkeziyetci imparatorluk donemine gecildiğinin bilincini gosterir. II . Bayezid'in saltanatı doneminde yazılan eserlerde de, II. Mehmed devrinde meydana gelen kapsamlı gelişmeler hakkında benzer eleştirilere rastlıyoruz. Kuşkusuz, İstanbul FĂ‚tihi, Osmanlı Devleti'ni her bakımdan bir imparatorluk durumuna getiren ve kişiliğinde klasik mutlak otorite sahibi padişahı yaratmış bir sultandır. O, her bakımdan Osmanlı tarihinde yeni bir devir acmıştır.
16. yuzyılın sonlarına doğru, tahta cıkışı vesilesiyle ilĂ‚n ettiği meşhur AdĂ‚letnĂ‚me'de yonetimdeki yolsuzlukları sıralarken III. Mehmed (1595-1603) Suleyman'ın saltanat donemini ideal bir donem olarak gosteriyor ve o donemin kanun ve ilkelerine donmeyi talep ediyordu.3 Ne var ki, onun hukumdarlık doneminde siyasî, malî ve askeri bunalım daha da ağırlaştı ve imparatorluğu yarım yuz yıllık tam bir duzensizlik ve bozulmanın icine soktu. İşte bu donemde, Osmanlı devlet adamları ve yazarları, onceki Altın Cağ4 ile kendilerinin yaşadıkları "tagayyur ve fesad" devri arasındaki ayırımın keskin bir bicimde farkına vardılar ve eski nasihatnĂ‚meler tarzında yazdıkları lĂ‚yihalarda (memorandumlar) Osmanlı idaresindeki kusurlara dair gercekci gozlem ve eleştiriler ortaya attılar. Bu tarzın en iyi bilinen yazarı Koci Bey'dir. Ama, ondan once 16. yuzyılın sonları ve 17. yuzyılın başlarında bu vadide yazmış başkaları vardır ve aslında Koci Bey bircok gozlemi onlardan, ozellikle Kitab-i Mustatab'dan aktarmıştır.5 16. yuzyılın sonuna doğru SelĂ‚nikî ve Nushatu's-SelĂ‚tin'inde Mustafa 'Âlî,6 ve nihayet 17. yuzyıl başında 'Ayn-i Ali ve KitĂ‚b-ı Mustatab yazarı7 kanunların ve duzenin bozulması ("tagayyur ve fesad") uzerinde ayrıntılı gozlem ve analizler yaparlar. Gercekte onların devlet felsefesi ve eleştirileri geleneksel nasîhatnĂ‚meler cercevesinden ayrılmaz. SĂ‚fiyĂ‚ne, onceki devirlerde işlerin iyi gittiği ve gereği gibi duzenli olduğunda ısrar ederler. Bunlar bozulmanın kokenini, 16. yuzyılın son ceyreğinde III. Murad (1574-1595) ve III. Mehmed (1595-1603)'in hukumdarlık donemlerinde bulurlar ve genelde Suleyman donemini izlenecek ornek olarak gosterirler. Bu zamandan 20. yuzyıla kadar Osmanlılar arasında, imparatorluğun cokuşu ve bunu durdurmak icin ihtiyac duyulan ıslahat hakkında coğu zaman birbirini izleyen fikirler ortaya atılmıştır. Boylece, tarihî gelişmenin kanunları ve donemler anlayışı uzerine (KĂ‚tib Celebi) ilginc fikirler ileri surulmuştur. Osmanlı yazarları genelde Gazalî, FĂ‚rĂ‚bî, Nasîreddîn Tûsî, Devvanî ve ozellikle İbn Haldun'un siyaset teorilerinden esinlenmişlerdir.8 Bunların arasında KĂ‚tib Celebi ve NaîmĂ‚ ozel bir yer tutar. Dustûru'l-amel9 adlı risĂ‚lesinde KĂ‚tib Celebi toplumların niteliği ve gelişmesiyle insanın doğası ve gelişmesi arasında tam bir paralellik (anthropomorfism) ongormuştur. İnsanlar gibi toplumlar da, ilki buyume donemi, ikincisi istikrarlı olgunluk donemi ve ucuncusu de zeval donemi olmak uzere, uc donemden gecerler.
Ancak sağlam bir yapısı bulunan toplumlarda cokuş, gec ortaya cıkar ve uygun onlemler alarak cokuşu ertelemek mumkundur. Bununla birlikte, kacınılmaz sondan kurtulmak imkĂ‚nsızdır. Sırasıyla, temel ureticiler olan koyluleri, askerî sınıfları ve devletin malî idaresini goz onune alarak KĂ‚tib Celebi, bunların her birinde zaaf ve cozulmenin ne zaman belirmeye başladığını tespit etmeye calışır. Onun başlangıc noktası, eski nasihatnĂ‚melerinkinin aynısıdır; yani, hukumdar orduya, ordu servete (mala), servet reĂ‚yĂ‚nın refahına ve reĂ‚yĂ‚nın refahı da adalete bağlıdır (daire-i adalet).10 KĂ‚tib Celebi'nin cokuşun sebeplerini belirlemek icin toplumdaki ozel sınıfları incelemeye girişmesi ilginctir. O, olgunluk doneminin, 1593'de CelĂ‚lîlerin ortaya cıkışına kadar surduğu inancındadır; ulkenin ve devlet hazinesinin gercek malî desteği koyludur. KĂ‚tib Celebi, Osmanlı ulkesindeki koylu sınıfının; ağır vergilendirme, yoneticilerin yolsuzlukları ve ruşvet ve vergilerin multezimlerin eline bırakılması yuzunden harap olduğunu one surer. O da, Suleyman cağını, devleti oluşturan ana sınıfların denge icinde bulunduğu mutlu bir donem sayar.
Tarihinin girişinde NaîmĂ‚,11 Mustafa Âlî, KĂ‚tib Celebi, KınalızĂ‚de ve ozellikle en buyuk tarihci olarak gorduğu İbn Haldun tarafından ifade edilmiş olan toplum ve tarih hakkındaki teorileri ozetler. İbn Haldun'u izliyen NaîmĂ‚, devletlerin ve medeniyetlerin gelişmesine yon veren ceşitli ilke ve etkenleri acıkladıktan sonra İbn Haldun'un beş donem teorisini ozetler. Bu şemayı Osmanlı tarihine uyarlama cabasında NaîmĂ‚, 1683'deki Viyana bozgununu izleyen yenilgiler ardından gelen barışcı politikayı dorduncu donemin başlangıcı sayar; yani onceki donemin ilke ve kanunlarının izlendiği ve devletin olabildiğince komşularıyla barış icinde yaşamaya calıştığı bir kanaat ve sukûnet doneminin belirtisi olarak yorumlar.
NaîmĂ‚'dan sonra, İbn Haldun'un teorisi, Osmanlı tarihinin seyrini acıklayan cokuş devri tarihcileri tarafından giderek daha fazla benimsendi. Gercekten de, İbn Haldun'un fikirlerinin etkisini, 1700'den sonra AmcazĂ‚de Huseyin Paşa ve daha sonra Ragıp Paşa'nın, imparatorluğu olumcul bir calkantıdan kurtarmak umidiyle barışcı bir siyasete sıkı sıkıya bağlanmalarında gormekteyiz. NaîmĂ‚'nın, tarihini AmcazĂ‚de Huseyin Paşa icin yazdığını ve aynı donemde İbn Haldun'un Mukaddime'sinin Turkceye cevrildiğini12 de hatırlayalım.
Osmanlı tarihini İslĂ‚m siyaset ve ahlĂ‚k felsefesine gore sistemli bicimde donemlere ayırmaya calışan Osmanlı tarihcileri, 19. yuzyılda Ahmed Cevdet Paşa13 ve Mustafa Nuri Paşa14 izledi. KĂ‚tib Celebi gibi onlar da, Osmanlı tarihini başlıca uc ana doneme ayırıyorlardı: genclik, yani buyume; orta yaş yani istikrarlı olgunluk cağı; ve yaşlılık yani cokuş donemi. Bundan sonra her donemi alt aşamalara ayırırlar.
Mustafa Nuri Paşa'nın onemli ozelliği, Osmanlı tarihinin donemlerini belirlemeye calışırken, sadece siyasî tarih olcutlerini değil, fakat aynı zamanda kurumlar tarihi ve kulturel gelişmeler olcutlerini de kullanmasıdır.
Ona gore, ucuncu aşama sırasında (yani genel olarak 16. yuzyılda), lukse duyulan eğilim artmış, ahlĂ‚k olculeri kaybolmuş ve cozulmenin ilk işaretleri gorunmeye başlamıştır. Fakat, eğer gercek cokuş 1683'de Viyana onundeki bozgundan sonra başladıysa, 1595'den 1683'e kadarki safha olgunluk donemi icinde sayılmalıdır. Osmanlı tarihinin, buyume, olgunluk ve cokuş olarak, anthropomorfist bicimde uc doneme ayrılması teorisi, Turkiye okul kitaplarımızın dayandığı klasik bolumlenme olarak Abdurrahman Şeref ve Yusuf Akcura yoluyla gunumuze kadar gelmiştir.
***
Belli bir tarih surecini donemlere ayırmaya calışırken, onceden tasarlanmış bir tarih kuramına dayalı katı bir cerceve gerekmez ve bunun gercek bir bilimsel metodoloji olmadığı Leopold von Ranke'den beri anlaşılmıştır. Tarihi gelişmeyi, belgelere dayanan inceleme ve olayları sebepler zinciri (causalite) icinde acıklama metodu o zamandan beri tarihcinin atolyesine egemen olmuştur. Biz burada gelişmeyi, devlet ve toplumun denge arıyan faaliyeti ve bu dengeyi bulduğu donemler şeklinde bir cerceve ile yorumlamaya calışacağız. Tarihi surec başlıca şu temel cepheleriyle ele alınmalıdır. İlk olarak, yuzyıllar boyunca Osmanlı İmparatorluğu ve yabancı gucler arasında kurulan değişen denge, sonra imparatorluk icinde hukumdarın değişen siyasi otoritesi sorunu ve bunun imparatorluk icindeki oteki kuvvetler karşısında denge durumu ve nihayet devletin askerî, malî ve toplumsal kurumlarının dayandığı toprak tasarrufu ve işlenmesi sisteminin gecirdiği aşamalar acısından incelemek gerektiğine inanıyoruz (Cift-hane). Bu bize tarihi realiteye en yakın yorumlama bicimi olarak gorunmektedir.
Cihad veya gazĂ‚, yani İslĂ‚mî Kutsal Savaş, 17. yuzyılın sonuna kadar Osmanlı Devleti'nin dinamik hareket ilkesi olarak devam etmiştir. 1354 itibariyle İznikli Muslumanlar, esirleri olan Selanik Başpiskoposu Gregory Palamas ile tartışmalarında, Hıristiyan Batı'nın istilĂ‚sının kacınılmaz olduğundan bahsetmekteydiler13 ve 1333'e kadar inen erken bir tarihten itibaren Bizans imparatorları, Osmanlı tehlikesine karşı Kiliselerin Birliğini onererek yardım icin papaya başvurmaya başladılar. Bununla birlikte, gazĂ‚nın sadece Bizans İmparatorluğu ile Balkan ulkelerini kaygılandırmaktan cıkıp bir Avrupa sorunu haline gelişi, ancak I. Bayezid (1389-1402) zamanında gercekleşmiştir. Osmanlıların 1393 ile 1396 arasındaki yıllarda, bir doğrultuda Adriyatik ve Mora'ya, obur yandan Tuna kıyılarına ulaşmasından sonradır ki, Macaristan ve Venedik kesin bir kararla eyleme gecmiş ve bir Haclı seferi icin Batı Hıristiyan dunyasını harekete gecirebilmiştir. 16 Buradaki gercek sorun, bir yanda Macaristan ve Venedik, ote yanda bu devletlerle Osmanlı İmparatorluğu arasında Konstantinopolis ve Balkanlar'a kimin sahip olacağı sorunu idi; siyasi bir guc karşılaşması idi. Gaza siyasetinin en yuksek noktasını II. Mehmed temsil etmiş ve sorunu Osmanlılar lehine cozumle bir dengeye ulaştırmıştır. Bununla beraber, FĂ‚tih, Akdeniz'in ve Orta Avrupa'nın kapıları sayılan Rodos ve Belgrad'da durdurulmuştur. Osmanlı icin gazĂ‚ ve yayılma (buna Osmanlı emperyalizmi de deniyor) devlet, asker ve halk icin kacınılmaz bir hareket, yaşam ve denge prensibi idi.
Batı'ya yayılma politikasını ele alan Suleyman (1520-1566), 1521'de Belgrad'ın ve 1522'de de Rodos'un fethiyle Doğu-Batı ilişkilerinde yeni bir aşamayı gercekleştirdi. Bu donemde Osmanlıların cihada karşı tavrında, daha doğrusu devletin yapısında onemli bir değişiklik meydana gelmiştir. Osmanlı Devleti, artık İslĂ‚m dunyasının sınırlarında gazilerin bir uc devleti değildir: Şimdi o Musluman dunyasının tarihî ulkelerini, Mekke ve Medine dahil Arap ulkelerini sınırları icine katmış, gercekte İslĂ‚mî bir HilĂ‚fet haline gelmiştir. İstanbul'un fethinden sonra Memluk Sultanına gonderdiği mektupta guclu Osmanlı Sultanı Fatih Sultan Mehmed (1451-1481) dahi, Memluk Sultanının 'haccın ifasını kolaylaştırmak' uzere Mekke'nin koruyucusu sıfatını tanımış, kendisi icin gazayı ve gazileri desteklemek gorevine sahip cıkmıştı.17 Ondan sonra, I. Selim (1512-1520) ile Kanunî Sultan Suleyman (1520-1566) zamanına gelince Osmanlı Sultanı her iki yukumluluğu de uzerine almıştır. Suleyman, Akdeniz ve Orta Avrupa'da Habsburglara karşı şiddetli bir mucadeleyi surdururken, obur yandan, Portekizlilere karşı Sumatra'daki Ace Sultanı'na ve Hindistanda'ki Gucerat hukumdarına askerî yardım gonderiyordu.18 Onaltıncı yuzyılın ortalarında cihadın artık evrensel hale geldiğini ve Musluman dunyasının hĂ‚misi olarak Osmanlı Devleti'nin her cephede aktif duruma gectiğini gormekteyiz. Bu, Osmanlı tarihinde yeni bir donem acıyor, bunda başarı kazanarak yeni bir dengeye, doneme ulaşıyordu.
Bu noktada, Osmanlı siyasetini yonlendiren temel diplomatik ilkenin, Hıristiyan dunyasını bolunmuş halde tutmak olduğunu vurgulamalıyız. Suleymanın seferlerini yazan Matrakcı Nasûh, Fransa'yı destekleme politikasını (1526 Macaristan seferi bunun icin yapılmıştır) acıklarken, bunda Avrupa'yı parcalanmış halde tutmanın esas olduğunu belirtmiştir. 16. yuzyılda Osmanlılar, haclı seferi bahanesiyle Avrupa'yı kendi egemenlikleri altında birleştirmeye calışan Habsburglarla Papalığı uzlaşılamaz iki duşman olarak kabul ediyor ve Avrupa'da onlara karşı ortaya cıkan her eylemi destekliyordu. Osmanlıların, 1525'den itibaren Fransa ile ittifakı ve Akdeniz'de birlikte deniz harekĂ‚tında bulunmaları Avrupa ve Osmanlı icin tarihî bir gelişmedir. Bu cercevede Suleyman'ın protestanları destekleme politikası yakınlarda bazı Batı tarihcilerinin (Fisher-Galati, Kortepeter, Setton) dikkatini cekmiştir. Nişancı Feridun'un devlet belgeleri derlemesinde Suleyman'ın 1552'de Almanya'nın Lutherci prenslerine gonderdiği mektubu bu bakımdan ozel bir onem taşır. 19 Burada Suleyman, muttefiki olan Fransa ile işbirliği ettikleri surece protestanlara saldırmayacağına dair soz veriyordu. Osmanlılar butun Avrupa'da Papa'ya karşı tum dinî reformcuları teşvik ettiler ve desteklediler. II. Filip'e (1556-1598) karşı isyan halinde bulunan Hollandalılara gonderilen teşvik mektubu da yine Feridun Bey'in mecmuasında bulunmaktadır. Sultan, İspanya'da isyana hazırlanan Muslumanların (Moriskoların) Hollanda Ă‚sileriyle ilişkiye gecip aynı zamanda baş kaldırmalarını oneriyordu. Osmanlılar, Papa ve Habsburglu İspanya Kralına karşı, Kralice II. Elizabeth ile dostane ilişkiler kurmaya onem verdiler, 1580'de Kralice'ye kapitulasyon bağışladılar ve Levant ticaretinde, Katolik siyasetine uymuş olan Fransa'nın yerine İngilizleri destekleme politikasına onem verdiler.20 Macaristan'daki Kalvinistleri her zaman kuvvetle desteklemeleri de aynı politikanın başka bir yonunu oluşturuyordu. Suleyman doneminde Fransa ve Protestan politikasıyla Osmanlı Devleti Avrupa devletler sisteminin kacınılmaz bir ogesi oluyor; boylece gazĂ‚ politikası pratik bir guc denge politikasıyla bağdaştırılıyordu. Bu donem 1683 Viyana kuşatmasıyla inkĂ‚r edilmiş oldu.
1683'de kendisine aşırı guvenen ve Viyana'yı kuşatan Kara Mustafa, Avrupalı guclerin birleşerek toptan dort cephede saldırıya gecmelerine sebep oldu. O zaman Fransa bile Osmanlı'yı desteklemekten vazgecti. Başta papa olmak uzere Habsburglar, Venedik ve Lehistan bir Kutsal Liga kurdular. 1686'da Rusya bu ittifaka katıldı. Bundan sonra, Osmanlı'ya karşı emperyalist tutumunu Avrupa Hıristiyan dunyasını ve medeniyetini himaye maskesi altında saklama imkĂ‚nına kavuştu. Butun cephelerde onaltı yıl yıpratıcı savaşlardan ve yıkımın kenarına geldikten sonra Osmanlılar nihayet yenilgiyi kabul ettiler (Karlofca Antlaşması, 1699). Macaristan'ın terki ile ilk parcalanma gercekleşti. Artık Cihad tamamiyle terk edilmişti. NaîmĂ‚'nın bu yeni barışcı politika hakkındaki samimi ifadesini gorduk. 18. yuzyılda iki buyuk askeri emperyalist devlet, Avusturya ile Rusya saldırıyı devam ettirdiler. Batılı devletler ise, ticari cıkarları nedeniyle Osmanlı'yı desteklediler. Karlofca goruşmelerinde Avusturya, onların baskısı sonucu barışa yanaştı. Bu donemde Fransa ticaretinin yarısı Levant pazarlarına bağımlı idi ve ayrıca Habsburglara karşı Avrupa denge politikasında Osmanlı daima değerli bir muttefik idi. Bu noktada, 1700-1914 arasındaki donemde, surekli olarak Osmanlı İmparatorluğu ile Avrupa arasındaki ilişkileri yonlendiren Şark Meselesi ortaya cıkmıştır. Osmanlı İmparatorluğu'nun ulke butunluğu icin Batı devletlerinin desteği zorunlu hale geldi. Kanunî doneminde Osmanlı ustun gucu, Avrupa'da yeni millî devletlerin koruyucusu rolunu benimsemiş, Avrupa devletler guc dengesinde başlıca rol sahibi olmuştu. 1699'dan sonra ise, Batı devletlerinin desteği Osmanlı icin kacınılmaz bir denge unsuru olmuştur.
Osmanlı İmparatorluğu Bizans ile birlikte 1500 yıllık bir tarihî bolge geleneğini temsil eder. Fatih Sultan Mehmed (1451-1481) zamanından itibaren Osmanlı sultanları, 'İki Kıtanın Sultanı ve İki Denizin Hukumdarı' [Sultanu'l-berreyn ve Hakanu'l-bahreyn] unvanını kullandılar. Batı istikametinde Balkanlara ve doğu yonunde ise Kucuk Asya'ya doğru genişleyerek, Osmanlı İmparatorluğu bu iki bolgeyi Doğu Roma zamanındaki gibi Boğazlar merkezi etrafında birleşik bir imparatorluk şekline soktu. Bu, 1000 yıl suren bir tarihî geopolitik devamlılığı temsil ediyordu. İstanbul'da Patrik ve Şeyhulislam bu geopolitik gerceğin timsali idiler. Osmanlılar, Balkanlar'da uzun bir mucadeleye başlamak zorunda kaldıkları sırada, Kucuk Asya'da da yuzyıllarca devam eden geleneksel bir siyasî durumla uğraşmak mecburiyetinde kalıyordu. Rum (Anadolu) Selcuklu Sultanlığı 12. yuzyılda, İran'a hukmeden Buyuk Selcuklu İmparatorluğu'nun bir uc eyaleti sayılıyordu. 13. yuzyılda İran İlhanlı Devleti bu durumu yineledi. Osmanlı Beyliği dahil tum beylikler, İlhanlı maliye defterlerinde bu imparatorluğun Ucat eyaletleri olarak kaydedilmiştir. Ancak I. Bayezid'in (1389-1402) saltanatında Osmanlı hukumdarı kendini Rum Selcuklu sultanlarının mirascısı, Anadolu'nun meşrû efendisi olarak gormeye başladı. Bayezıd, Anadolu Selcuklu sultanlarının taşıdığı 'Sultanu'r-Rûm' unvanının kendisine tevcih etmesi icin Mısır'daki Halifeye baş vurdu;21 fakat o sırada doğuda, eski Moğol İmparatorluğu'nu İslĂ‚mî bir kisve altında canlandırmak duşuncesiyle Timur ortaya cıkmıştı. Timur, tum Anadolu uzerinde hukumranlık iddiasında bulundu ve Bayezid'den kendisini metbu tanımasını istedi. 1402'de Ankara yakınlarında Cubuk ovasında Bayezid'i esir aldı ve Anadolu beyliklerini kendisine bağımlı devletler olarak yeniden canlandırdı. Osmanlı ulkesini de diğer beylikler gibi bağımlı bir devlet durumuna soktu (Celebi Mehmed'in Timur'un adını taşıyan sikkeleri vardır). Hukumdarlıkları boyunca, yani yaklaşık yarım yuzyıl, I. Mehmed (1413-1421) ve II. Murad (1421-1451) uzerinde Timurlular metbuluk iddiasında bulundular. Timur'un oğlu Şahruh babasının Kucuk Asya'da kurduğu duzeni devam ettirmekte azimli idi. I. Mehmed'e gonderdiği bir mektupta Şahruh, onun kardeşlerini bertaraf edip Timur'un bahşettiği toprakları birleştirmesi eylemini onaylamadığını yazmakta idi. 1441'de Şahruh'a yazdığı mektupta II. Murad, ona bağımlı bir hukumdarın hitabına uygun ifadelerle hitap etmekte ve Osmanlıların yakın gecmişte Karamanlılardan aldıkları toprakların Timur tarafından ihsan edilmiş topraklar olduğunu belirtmeye calışmakta idi.20 O halde, ozetle, 1441 gibi gec bir donemde bile Timurlular hĂ‚lĂ‚ Timur'un Anadolu'da kurduğu duzeni ayakta tutmaya calışıyorlardı. Osmanlılar buna karşı polemike başvurdular. Timurlularla rekabet icin Oğuz Han'ın oğlu Gunhan'ın oğlu Kayı'nın soyundan geldikleri hakkında Osmanlı iddiaları da tam bu donemde kuvvetle benimsendi. II. Mehmed'in 1461'den itibaren Anadolu beyliklerini ele gecirmeye başladığı sırada, Doğu Anadolu ve İran'ın efendisi olan Uzun Hasan da, Timur gibi, tum Anadolu uzerinde hukumranlık iddiasında bulunuyordu. Bu Turkmen hukumdar, kovulmuş beyleri himayesine alıp Osmanlı Sultanına meydan okudu. 1472'de Karaman beyine destek icin gonderdiği askerler Osmanlı memleketinin tam kalbine kadar sızdı, Akşehir'e geldi. Bu defa, Osmanlı Sultanı doğudaki rakibini yenecek gucteydi (Başkent Savaşı 1473) ve Anadolu bu kez kesin bicimde Konstantinopolis'in efendisinin hukmu altına girdi.23 Boylece, Kucuk Asya'da dort yuzyıl suren bir siyasî durum, yani Anadolu'nun doğudaki buyuk komşularından birine bağımlılığı sona erdi. Bununla birlikte, Safevîler, 16. yuzyılın başında İran'da iktidara geldiklerinde, onlardan Şah İsmail alevi Kızılbaşların piri ve hukumdarı sıfatıyla Osmanlıların Anadolu'daki hukumranlığını yeniden ciddi bicimde tehdit etti. 1514'de, ateşli silahları ile I. Selim, Şah'ın Turkmen zırhlı suvarilerini dağıttı ve Safevî iddialarına kesin bir darbe indirmeyi başardı. Doğu Anadolu'yu İstanbul'a bağlıyarak tehlikeyi uzun yuzyıllar icin bertaraf etti. İran ile mucadele 16. ve 17. yuzyıllarda Doğu Anadolu otesinde Kafkaslar, Azerbaycan ve Irak'ta surduruldu.24 Boylece Osmanlılar Balkanlar'da olduğu gibi Anadolu'da tam egemenliklerini kurmuş, Boğazlar ekseninde bin yıllık imparatorluk geleneğini ihya etmiş oluyorlardı.
Burada Osmanlılara karşı Batılı ve Doğulu hasımlarının birbirleriyle diplomatik temaslar kurduğunu, Osmanlı ulkesini aralarında paylaşmak icin planlar yaptıklarını vurgulamalıyız. Osmanlılar uzerindeki planları icin Timur Fransız sarayına mektuplar yollamış, Uzun Hasan Venedik'le ittifak yapmış ve Safevîler de Almanya ve İspanya Habsburglarına elciler gondermiştir. Anadolu ve Rumeli'de imparatorluğu korumak kolay olmamıştır. Osmanlılar, iki cephede aynı anda savaşmak zorunda kalmaktan daima kacınmışlardır. Bu amacla, doğuda ve batıda munavebeli bir savaş ve barış siyaseti izlemekte dikkatli davranmışlardır. Kanunî, İran'a sefer yapmak icin İmparator Şarlken ile 1547'de barış anlaşmasını imzalamıştır. Fakat, 1593-1606 yıllarında Habsburglara karşı yurutulen Uzun Savaş sırasında Şah Abbas'ın Azerbaycan'da saldırıya gecmesi, Osmanlıları aynı anda iki cephede birden savaşmaya zorlamış ve bu savaşlar yıkıcı etkiler yapmıştır. Buraya kadar Osmanlı devletinin dunya gucleri karşısında her donemde gercekleştirmeye calıştığı denge politikasını inceledik.
Şimdi Osmanlı Devleti'nin ic yapısındaki devir acan değişmelere bir goz atalım.
Hem Doğu'da hem de Batı'da dunya olcusunde bir mucadeleyi yerine getirmek icin Osmanlılar, butun kaynaklarını surekli hazırlık halinde ve tek bir iradenin emrinde tutmak zorundaydılar. Boylece Osmanlı devleti, merkezileştirici mutlak bir tek otorite altında klasik Osmanlı padişahlığını kuracaktır. Bu siyasi dengeyi Osmanlılar II. Mehmed doneminde gercekleştirdikleri zaman Avrupa'da mutlakiyetci idare kuramcıları (Machiavelli, Postel, Bodin) Osmanlı'yı bir model olarak ele almaya başladılar.
Fatih'e kadar ilk donemlerde Osmanlı Beyi'nin merkezî otoritesine karşı en buyuk karşıtlık serhad bolgeleri Uclardan gelmekteydi.25 Osmanlı hukumdarlarının ic siyasette aradıkları denge, bilincli olarak merkezî hukumet denetiminin korunması ve guclendirilmesidir. Boylece, Uc beylerinin yeni fethedilmiş topraklarda, bağımsız beylikler kurmaları engelleniyordu. Daha ilk donemde İzmit sınır bolgesini kontrol eden bey, Osman Gazi'nin yoldaşı Akca-Koca idi. Akca-Koca'nın olumu uzerine Orhan, bu bolgeyi idare etmek uzere buyuk oğlu Suleyman'ı atadı. Suleyman daha sonra, 1340'larda Rumeli karşısında yeni fethedilen, en onemli Uc bolgesi olan Karesi sancak beyliğine gonderildi ve merkezini Biga'ya taşıdı.
Suleyman, daha sonra 1352' de Avrupa toprağında Gelibolu Ucu'nu feth etmek uzere Canakkale Boğazı'nı gecti, Trakya'da yerleşti. Suleyman, donemin en guclu Uc beyi oldu. Babasından once, 1357'de olmeseydi, Osmanlı tahtının doğal sahibi olurdu. I. Murad (1362-1389) tahta cıktığında, Rumeli'deki Uc kuvvetlerinin başına, en guvendiği komutan olan lalası Şahin'i, beylerbeyi veya Avrupa'daki Osmanlı kuvvetlerinin kumandanı olarak yerleştirdi. Lala Şahin Meric vadisinde, Orta-Kol'da Edirne'den sonra merkezi Filibe olarak Rumeli'yi sultanın kontrolu altına aldı. Sol Kol'da Evrenuz, Sağ Kol'da Mihal-oğulları Beylerbeyine tĂ‚bi idiler. Fakat, Beylerbeyi ile Uc-beyleri arasındaki rekabet kacınılmazdı. Uc beylerinin Rumeli'de, 1373'de Şehzade Savcı'nın isyanında onemli bir rol oynadıkları anlaşılmaktadır. I. Bayezid'in 1402'deki duşuşunu izleyen ic savaş doneminde Uc beyleri bir derece bağımsızlık kazandılar ve kimin Osmanlı tahtına gececeği buyuk olcude onların elinde kaldı. Kendilerine doğrudan bağımlı olan akıncılar, yurukler ve Uc tımarlı sipahileri onların doğrudan doğruya emirleri altında idi. Sırasıyla, Serez-Selanik-Teselya-Arnavutluk sınır bolgesinde Evrenuzoğulları, Uskup'te İshak, sonra Paşa Yiğit ve oğulları, Tuna Bulgaristan'ında Mihaloğulları ile Kumuluoğulları pratikte egemen 'feodal' aileler durumunda olup Uc sancağını babadan oğula tevĂ‚rus ediyorlar, tımarlara kendi adamlarını getiriyorlardı. II. Murad'ın hukumdarlık doneminde Uskup Uc-beyi İsa Bey'in denetimindeki bolgedeki 189 tımarlının 160 kadarı kendi kulları, koleleri ve kapı halkı idi.26 Uc-beyleri bağımsız beyler gibi komşu yabancı devletlerle antlaşmalar yapıyor ve onlardan harac alıyorlardı. Bununla beraber, II. Mehmed'in (1451-1481) gazi kişiliği ve guclu merkeziyetcilik siyaseti karşısında Uc beyleri eski bağımsız durumlarını korumayı başaramadılar. II. Mehmed ozellikle Mihaloğullarını denetimi altına almayı başardı, Rumeli'de sultanın merkeziyetci otoritesini kurdu, boylece merkezileşmede yeni bir dengeye, yeni bir doneme ulaşılmış oldu.
II. Mehmed doneminde devlet icinde soz goturmez iktidar, Uclarda değil, merkezde-Kapıkulu kuvvetlerine dayanan Sultan'da idi. Kul sistemi,27 yani askerî ve sivil idareyi sultanın kulları ile yurutme sistemi, ulkenin her yanında Sultanın merkezî ve mutlak otoritesini garanti altına alıyordu. Saray kul sistemi Orhan hatta Osman zamanından beri mevcut gorunmektedir. 1361'i izliyen yıllarda buyuk olcude genişleyen devletin gereklerini karşılamak uzere merkezî bir burokrasi ve tımar sistemi teşkil edildiği zaman, kul sistemi esas kabul edildi; ve doğrudan Sultan'a bağlı kullardan oluşan ucretli daimî ordu, Yeniceri Ocağı kuruldu. Bu ordu, ilk kurulduğu sırada 1,000 kişi, I. Bayezid (1389-1402) doneminde 6-7,000, II. Murad devrinde 4-5,000 kişi idi. II. Mehmed'in saltanatında (1451-1481) ise mevcudu 8-10,000'e cıkarıldı. Bu merkezi askerî guc sayesinde Osmanlı sultanları Uc beylerinden daha kuvvetli duruma geldi. Ustelik, sınır bolgeleri her ne zaman guclu duşmanların saldırısına uğrarsa, [meselĂ‚ Kosova (1389) ve Niğbolu (1396) savaşlarında olduğu gibi] sultan, derhal harekete gecip kesin darbeyi indirebiliyordu. Kapıkulları, aynı zamanda Sultanın emir ve yasaklarını eyaletlerde uygulamak uzere yasak kulu adı altına gorev yapmaktaydılar.28
Yeniceri Ocağı, Kapıkullarının yalnızca bir kesimini oluşturmaktaydı. Daha 14. yuzyılda bile Sultanın kulları sadece merkezdeki askerî gucu değil, fakat aynı zamanda taşradaki tımarlı sipahilerin onemli bir bolumunu de iceriyordu. Saray'da ve taşrada bir sure hizmet gordukten sonra kullar imparatorluğun her koşesine, tımarlı, subaşı, sancak beyi veya beylerbeyleri olarak gonderiliyor, boylece Sultanın siyasî ve icraî otoritesini temsil eden asker-idareciler olarak hizmet goruyorlardı.29 Kulların imparatorluk yonetiminde yaygın şekilde kullanımı, I. Bayezid devrinde başlamıştır. O, Anadolu'da feth ettiği beyliklerde yerli aristokratik aileler yerine kendi kullarını getirmekte idi. II. Mehmed, en yuksek siyasi-idari mevki olan veziriĂ‚zamlığı, Candarlı ailesi yerine kendi kullarına bahşettiğinde kul sistemi tamamlanmış oldu. Kısacası, sultanın merkezî ve mutlak otoritesinin guclenmesi, kul sisteminin gelişmesiyle el ele gitti. Boylece devlet idaresinde yeni bir dengeye veya doneme ulaşılmış oldu. Osmanlı Sultanının oteki Musluman hukumdarlar uzerindeki ustunluk sebeplerini sıralarken KemalpaşazĂ‚de, Osmanlı sultanlarının kulları sayesinde emirlerini her yerde kesinlikle uygulamaya muktedir olduğunu vurgular. Eyalet idaresine atanan hicbir kul, halk uzerinde imtiyazlı bir mevkie ulaşma ve başkaldırma imkĂ‚nını bulamazdı.
Osmanlı sultanları, ozellikle I. Bayezid ve II. Mehmed doneminde tum bolgelerde yerel hanedanları ve feodal beyleri ortadan kaldırmaya ve butun yerel ayrıcalıkları bertaraf etmeye ozen gosterdiler.30 Balkanlar'da, kucuk prens ve senyorler ortadan kaldırılmış veya Osmanlı timar kadrolarına alınmıştı.
Balkan koylusu kendilerini koruyamayan eski efendileriyle artık işbirliği yapmıyor, zimmî statusu icerisinde Osmanlı tebaası olarak devletin himayesi altına girmiş bulunuyordu. Daha onceki askerî sınıflar ile kilise ve manastırlar da, ellerinde bulundurdukları pronoa ve charistialar uzerindeki haklarını teminat altına alan, yeni merkezileşmiş sisteme bağlanmayı daha guvenli buldular. Ozetle, merkezî Osmanlı hukumeti, eski Bizans imparatorluk geleneklerini canlandırdıkları Balkanlar'da, bir iktidar ve guven kaynağı olarak hareket ediyordu. Anadolu'dan koşup gelerek ganimet arıyan gaziler, ulema ve toprağa ac koyluler, surekli artan sayılarda bu guvenilir imparatorluğun hizme*tine girmek icin Avrupa'da feth edilen topraklara goc etmekte idiler. Bunun yanında, devleti sık sık ic savaşa surukliyen ve halkı bezdiren saltanat muddeilerini bertaraf etmek icin de, zalim fakat zorunlu bir cozum bulundu. II. Mehmed, kardeş katli geleneğini kanunnĂ‚mesine bir madde olarak koydu. Cok sonra 16. yuzyıl sonlarında şehzadelerin sancağa vali gonderilmesi Ă‚deti de kaldırıldı. Boylece mutlak merkezî otoritenin surekliliği yolunda kesin adımlar atılmış oldu. Hukumranlığın yonetici ailenin butun bireylerine ortaklaşa ait olduğu eski Turk geleneğine bu suretle son verilmiş, kadim Doğu'nun tek mutlak hukumdarın şahsında temsil edilen bolunmez ve kutsal otorite fikri benimsenmiş oldu.31 Şehzadeler arasında, yıkıcı ic savaşlar donemi boylece kaldırılmış, yeni bir denge ve duzen yerleşmiş oldu.
Fakat, 16. yuzyılın sonunlarından itibaren sultanın dayandığı guc, yani saray halkı ve Yeniceri ve obur Kapıkulları, onun adına devleti kendi denetimleri altına sokacak kadar guc ve nufuz kazandılar. Onları dengeleyecek bir guc kalmadı. 1600'e doğru Yenicerilerin sayısı 35-50 bine vardı; onlar 1622'de Sultan II. Osman'ı tahttan indirip katledecek kadar ileri gittiler. Kapıkulları, devlette tum iktidarı elde edip eyaletlerde otoriteyi ve gelir kaynaklarını da ele gecirdiler. Evliya Celebi (17. yuzyıl ikinci yarısı) şehirlerde Yeniceri serdarı, cavuş ve kethuda-yeri sıfatıyla heryerde onların egemen olduğunu tespi edecektir. 17. yuzyıla ait İstanbul'daki tum esnafı ve dukkĂ‚nlarını tespit eden bir ihtisab defterinde, dukkan sahipleri tumuyle saray halkı, kapıkulları, beyler ve paşalar olarak gorunmektedir. O zaman eyaletlerde ucretli menşei koylu askerler, Sekbanlar onlara karşı direnişe gectiler. 1625-1628'de Abaza Mehmed Paşa32 komutasında birleşip Anadolu'nun denetimini ellerine gecirdiler. Bu otorite bunalımı, Koprulu Mehmed'in 1656'da diktator yetkileriyle durumu kontrol altına almasına kadar surdu. Daha sonra Yeniceriler, yalnız belli grupların tepkisini değil, halk protesto hareketlerini de temsil eder oldular. Merkezde ve eyaletlerde şehirlerde sayıları kontrolsuz artan ve artık bir ceşit milis haline gelen Yeniceriler halkın onune duşup, IV. Mehmed'i (1687) ve III. Ahmed'i (1730) tahttan indirdiler. Padişah ve saray, devlet işleri uzerinde mutlak otoritesini, ancak 1826'da Yenicerilerin ortadan kaldırdıktan sonra yeniden kurabildi. Yalnız Yeniceri Ocağı değil, fakat kul kurumunu oluşturan obur resmî orgutler de 17. yuzyılda aslî niteliklerini değiştirmişlerdi.33 Devletin cozulmesi ve genel kargaşanın sebeplerini araştırırken 17. yuzyıl ortasında Koci Bey listenin başına kul sisteminin bozulmasını koyar. Ozetle, siyasi guc temsil eden gruplar arasındaki catışmalar ve varılan yeni dengeler, Osmanlı tarihinde ic siyaset dinamiğini anlamak icin onemlidir.
Son olarak toprak tasarrufu sistemini ele almamız gerekiyor. Yakın Doğu'nun gecmişteki oteki imparatorluklarında olduğu gibi, Osmanlı İmparatorluğu'nda da merkezileşmiş rejimin toplumsal ve iktisadî temeli, toprak tasarrufu ve gelirlerinin devlet tarafından sıkı denetimini sağlayan ozgun bir sistemdir.34 Kapıkullarının ozellikle Anadolu şehirlerinde kontrollarına yol acan neden 1593-1610 CelĂ‚li anarşisidir. Ozetle ulkede eski gucler dengesi bozuldu. IslĂ‚hat LĂ‚yihası yazarlarının dediği gibi, klasik Osmanlı idaresinde Kapıkuluna karşı eyalet tımarlı ordusu bir denge oluşturuyordu.
Toprak mulkiyetinin devlete ait oluşu, daha doğrusu rakabe, kontrol hakkının merkezî hukumetin elinde olması, devlet politikasının amaclarıyla uyumlu olarak toplum duzenini denetlemesini ve gelirleri bu amaclara ve zamanın ihtiyaclarına gore tahsis etmesini mumkun kılmaktaydı.
Osmanlılardan onceki devirlerde, Selcuklularda ve Bizans İmparatorluğu'nda da, devletin toprak uzerindeki denetimi imparatorluğun siyasal, toplumsal ve ekonomik yapısını belirlemişti. Bu imparatorlukların cokuş donemlerinde hem toprak hem de koylu yerel gorevlilerle Ă‚yĂ‚nın kontrolune gececektir. Osmanlı İmparatorluğu, yayılmacı bir guc olarak genişleme gunlerinde, tarım arazisinin devlet kontrolu altında olması ilkesini genel olarak uygulama gucune sahipti. Kural olarak, Osmanlı rejimi, -hem dunyevî hem de dinî alanda- eski toprak sahiplerinin mulk haklarını kaldırmış ve fethedilen bolgeler ve de sonradan tarıma elverişli hale getirilen topraklar devlet denetimine alınmıştır. Hukumdar, nadiren toprak uzerinde mutlak mulkiyet haklarını şahsa ozel bir bağış belgesi ile, temliknĂ‚me ile devredebilirdi.
Gercekte bu uc katmanlı bir toprak tasarrufu sistemiydi: toprağın mutlak rakabe hakkı devlet elinde idi; koylu tasarruf hakkına, yani surekli kiracı olarak toprağı kullanma hakkına devlete bir tapu resmi odiyerek bir sozleşme ile sahip olurdu. Bu ikisi arasında tımar sahibi sipahiye veya devletin temsilcisi olarak birine, devlete ait hakların ciğnenmemesi icin gozetim yetkisi verilirdi. Başlıca toprak vergilerini toplayıp toprağın boş bırakılmasını onlemek uzere konulan kanunları o uygulardı. Sipahi devlete karşı belirli askerî gorevleri yerine getirmekle yukumluydu ve topladığı belirli vergileri de maaşı olarak alırdı. Butun bu hususlar Kanunnamelerde tespit edilmişti. Para ekonomisinin tam olarak gelişmediği devletlerde devletin temel gelir kaynağını oluşturan toprak vergileri iltizam yoluyla da toplanabilirdi: vergilerin merkezî hazineye nakit olarak girmesini sağlayan iltizam sistemi idi. Buyuk sayıda askere ihtiyacı olan Osmanlı İmparatorluğu'nda, bu aynî vergiler coğunlukla koylerde yerleştirilen sipahileri desteklemek uzere tımar olarak dağıtılmıştır. Boylece, Osmanlı doneminde toprak tasarrufu sistemi, vergi sistemi ve eyalet askerî teşkilatı bir butununun tamamlayıcı ogeleri olarak bolunmez bir sistem oluşturuyordu.
Osmanlı'nın bu sistemi, fethettikleri bolgelerde, yani Bizans İmparatorluğu ve Balkan devletlerinden aldıkları topraklarda uygulamaya koyması zor olmadı. Cunku İslĂ‚m hukukuna gore savaşla alınan topraklar devlete ait sayılırdı. Hatta vakıf haline getirilse bile, devlet gerekirse vakfiyetini kaldırabilirdi (FĂ‚tih vakıf ve mulklerin devlete mal edilmesi kararında bu prensibe dayanmıştır). Fakat, Osmanlı işgalinden once Anadolu'da, bircok arazi, mulk ve vakıf olarak devredilmiş ve bu durum Şeriata uygun olarak tertip edilen senetlerle tasdik edilmiş bulunuyordu, bu yuzden eski Selcuklu Devleti topraklarında ceşitli uzlaşmalara varılmak gerekmiştir.35 MeselĂ‚ toprak sahipleri, eşkinci sistemi yoluyla devlete asker sağlamakla yukumlu kılınmıştır. I. Bayezid'in saltanatı sırasında (1389-1402) bu gibi topraklar uzerinde devlet kontrolu genişletildi: Bu politika Bayezid'e karşı Anadolu'da karşıtların ortaya cıkışının sebeplerinden biridir. Onun saltanat doneminden II. Mehmed donemine kadar bu acıdan bir uzlaşma ve hoşgorme politikası izlenmiştir. Fetret ve ic bunalımlar merkezî hukumeti, Rumeli ve Anadolu'daki nufuzlu kişilere buyuk mulk topraklar bağışlamayı zorunlu kılmıştır. Bu gibi toprak mulkleri, devletin el koyması ihtimaline karşı bir tedbir olarak, sahipleri tarafından genellikle aile vakfına donuşturuldu. Fakat, seferleri icin fazla asker ihtiyacı karşısında, Fatih Sultan Mehmed (1451-1481) bu toprakların onemli bir bolumunu 1476 civarında tekrar devlet mulkiyeti altına aldı. Vakfın gercek amaclarını yerine getiremeyen, binası yıkılmış veya hukumdarlarından berat almamış vakıfları ilga etti. Bunları mîrî icin musadere edip tımar olarak askeri sınıf mensupları arasında dağıttı. Bu reform sonucunda bu işte calışmış olan tarihci Tursun Bey'in ifadesiyle 20 bin (?) koy ve ciftlik devlete mal edildi.34 Bu eylem, ozellikle vakıflardan yararlanan dinî grupların ulema, zaviyedar şeyh ve dervişlerin Sultana karşı tavır almalarına sebep oldu. FĂ‚tih'in olumunden sonra şiddetli bir tepki kendini gosterdi ve musadere edilen toprakların buyuk bir kısmı eski sahiplerine ve vakıflara geri verildi. Fakat yeniden eski istikamete donulmesi icin cok zaman gecmedi: I. Suleyman'ın buyuk seferleri icin asker ihtiyacı, nufustaki artış ve yeni toprakların tarıma acılması mîrî topraklarda buyuk bir artışa yol actı. İfrazat adıyla anılan bu yeni mîrî topraklara ait kayıtlar donemin defterlerini doldurmaktadır.
16. yuzyıl sonundan itibaren kırsal bolgelerde, hem tarımda, hem de toprak tasarrufu sisteminde ağır bir buhran ortaya cıktı. Bunun temel sebepleri arasında oncelikle, 1580'lerden itibaren Batı Avrupa'dan ucuz gumuş ve gumuş para akışı ve, bunun ardından, Osmanlı maliyesini, imparatorluk ekonomisini ve yonetim mekanizmasını kargaşaya sokan enflasyondur. Tarihci SelĂ‚niki, yuzde yuz bir enflasyonun herkesi ozellikle askeri fakirleştirdiğini ve genel bir hoşnutsuzluğun ortaya cıkışına neden olduğunu tarihinde vurgulamıştır.37 Tımarların değeri aniden duşunce tımar sahipleri seferden kacmaya, ceşitli yollarla koylulerden daha fazla gelir sızdırmaya calıştılar. İkinci olarak, bu donemde yeni fetihlerin durması tımara atanmak icin elinde pĂ‚dişah emriyle bekleyen adaylar sayısında buyuk bir artışa neden oldu ve timar elde etmek isteyenler arasında sert bir rekabete yol actı. Yolsuzluklar aldı yurudu, asker isyanlara katılmaktan geri kalmadı. Ucuncu olarak, Kapıkulları başta saray halkı, cavuşlar tımar topraklarını her yerde ele gecirmeyi başarıyor ve dolayısıyla tımar acığını daha da şiddetli hale getiriyorlardı. Sonuc olarak, cok sayıda topraksız asker ve işsiz ucretli asker grupları (yevmliler, sekban ve sarıcalar) eşkıya ceteleri halinde koy ve kasabaları basıp yağmaya başladılar; daha sonraları bunlar buyuk guce sahip onderler ve Ă‚si paşalar (Karayazıcı, Canpulad-oğlu, Varvar Ali, Abaza Mehmet) etrafında toplandılar ve uzerlerine gonderilen hukumet kuvvetlerini puskurtecek bir guc oluşturdular. İsyancılar CelĂ‚lî genel adıyla bilinmektedir.38 Onlarla uğraşmak uzere gonderilen Kapıkulları da, koylulerin başına bela olup onları soyan bir başka capulcu gucu oluşturdular. Eyaletlerde kapılarında ucretli sekban ve sarıca askeri toplıyan paşalar şu veya bu bahane ile isyan etmek imkĂ‚nını buldu. Anadolu'da bu donemde eşkıya başında Ă‚si paşaları goruyoruz. İstanbul'da merkezde yeniceri zorbaları gibi bu donemde Anadolu'da sekban ve sarıcalar başında Ă‚si paşalar ulkeyi tam bir anarşi icine suruklediler. Bu donem 1590-1656 tarihlerini kapsar. Merkeziyetci kontrol ancak Koprulu Mehmed Paşa ile gercekleşecektir. Bu donem aynı zamanda derin ekonomik ve sosyal calkantı donemi olup kargaşalığın altında bu ekonomik sarsıntıyı hesaba katmak gerekir. Bu donemde devam eden uzun savaşlar (1593-1606 Avusturya, 1603-1612 İran savaşları) ve enflasyon devleti, avĂ‚rız yukumluluklerini olağan ve ağır bir nakdî vergi haline getirmeye mecbur etti. Butun bu koşullar, ozellikle Anadolu'daki koyluleri toptan topraklarını terk edip berkitilmiş şehirlere kacmaya veya eşkıya cetelerine katılmaya sevk etti. Ozellikle 1595'ten 1607'ye kadar suren donemde Anadolu'da anarşi ve halkın kitle halinde kacışı Osmanlı tarihinde Buyuk Kacgun olarak bilinir. Kanunî doneminde yeni toprakların tarıma acılması, yuzde altmışa varan nufus patlaması, bu anarşi doneminde Anadolu'nun bir daha kalkınamayacağı bir yıkım donemine yerini bırakmıştır. Aynı yıllarda Rumeli'deki Hıristiyan koyluler arasında ilk ciddi isyan girişimleri vuku bulmuştur.39
Bu buyuk ekonomik-siyasi-sosyal bunalım sırasında, kapı halkı gecimini sağlamak icin eşkiyalığa başladılar. Devletin temel kurumları, kul sistemi, tımar sistemi ve toprak tasarrufu duzeni perişan oldu. Bu yılları yaşayan Koci Bey "erbab-ı tımar ve zeamet bilkulliye yok oldu...ulûfeli kul dunyayı tuttu ve sipahi guruhunu bastırdı" demektedir. Devlet, eyaletlerdeki topraklar ustundeki denetimini kaybetti; toprak gelirleri, buyuk olcude Kapıkullarının ve askerî sınıfla bağlantılı nufuz sahibi yerel kişilerin, Ă‚yanın eline gecti. Klasik Osmanlı rejimi tamamiyle coktu. Bu nedenle biz bu tarihe kadar Osmanlı tarihini Klasik Donem diye ayırd ediyoruz. 1683-1699 savaş donemi derin değişikliklere yol acmış, Ă‚yan rejimini hazırlamıştır.
İmparatorluk topraklarının yarısını oluşturan Padişah hasları, daha doğrusu merkezî hazine kontrolundaki topraklar, genellikle eskiden beri mukata'a adıyla sozleşme ile ozel kişilere iltizama verilirdi. Bu mukata'aların buyuk kısmı askerî sınıf mensuplarının eline gecti. 17. yuzyıl sonlarında mukata'a iltizamı yoluyla devlet toprakları uzerinde denetim kuran bu sınıf, koyluler uzerinde fiilen yonetici durumuna geldi ve a'yĂ‚nın doğuşuna yol actı.40 Devlet toprak uzerinde denetimini sağlıyan eski duzenli tahrirleri artık yerine getiremiyordu. Toprağın gercek kontrolunu ele geciren nufuzlu Ă‚'yĂ‚nlar, kendilerine şahsen bağlı ucretli askerî kuvvetler beslemeye başladı. Duzenli tımarlı asker işlevini kaybettiğinden devlet Ă‚yĂ‚nı bu yerel askeriyle imparatorluk ordusuna katılmaya teşvik edip pek coğuna mîrmîran veya paşa rutbesi tevcih etmeye başladı. Kazalarda yerel otoriteyi temsil eden Ă‚yan yanında 18. yuzyıl ikinci yarısında eyaletlerde buyuk mukata'a topraklarını kontrolu altına geciren ve ozel orduları bulunan guclu yerel hanedanlar ortaya cıkıp guclendi. 1683-1699 felĂ‚ketli savaş yıllarında, mukata'a iltizamlarını malikĂ‚ne adıyla eyaletlerde zengin ve nufuzlu kişiler hayatları boyunca, hatta aileleri icin sağlamışlardı. Boylece toprak ve vergiler uzerinde kontrolunu kaybeden devlet, eyaletlerde temel fonksiyonlarını yerel Ă‚yan ve hanedana devretmiş bulunuyordu. Bu donemde, Avrupa'da gorulene benzer bir şekilde, imparatorluğun feodalleşmesinden bahsedebiliriz. 18. yuzyılın sonunda merkeziyetci imparatorluk artık mevcut değildi. II. Mah-
mud'un yeni bir ordu kurup guclu a'yĂ‚nları ve hanedanları (Pozvant-oğlu, Tepedelenli, Karaosmanoğulları, Capan-oğulları) teker teker ortadan kaldırmasına kadar, Anadolu ve Rumeli'de, merkezî bir hukumetin otoritesini tanıyan bir imparatorluğu yeniden kurmak mumkun olmadı. Uzak eyaletlerde, Suriye, Mısır, Bağdat'ta Osmanlı Sultanının temel egemenlik haklarını fiilen ele geciren Memluk beyleri (Mısır'da), Yeniceri garnizonlarına dayanan yerel hanedanlar yukseldi. Bu gelişme, daha once 16. yuzyıl sonlarında Garp Ocakları'nda, Tunus, CezĂ‚yir ve Trablus'ta gercekleşmiş bulunuyordu.
Buraya kadar Osmanlı tarihinin yapısında ve temel kurumlarında yeni bir donem acan değişmeleri gozden gecirdik. Osmanlı tarihinde donemleri bu ampirik gozlemler cercevesinde saptamak gerektiğine inanıyoruz.
1 KemalpaşazĂ‚de, TevĂ‚rih-i Al-i OsmĂ‚n, Defter I, haz. Şerafettin Turan, Ankara 1976; Ruhî'ye ait olduğu soylenen kronikte de (Oxford Bodleian Library, Marsh 313) benzer fikirler ileri surulmuştur.
2 Tewarikh-i Al-i 'Osman (Die altosmanischen anonymen Chroniken), ed. F. Giese, Breslau 1922, 30; daha tam bir metin: Topkapı Sarayı Muzesi Kutuphanesi, ? 700.
3 H. İnalcık, "AdĂ‚letnĂ‚meler", Belgeler (Turk Tarih Kurumu ), II/3-4, 105.
4 Suleyman'ın saltanat doneminin Altın Cağ sayılması hakkında bkz. H. İnalcık, "Suleyman the Man and the Statesman", ed. G. Veinstein, Soliman Le Magnifique et sgn temps, Paris 1992.
5 Osmanlı layiha yazarları icin bkz. H. İnalcık, "Military and Fiscal Transformation in the Ottoman Empire, 1600-1800", Archivum Ottomanicum, VI (1980); "The RuznĂ‚mce Registers", Turcica, XX (1988), 256.
6 A. Tietze'nin neşir ve cevirisine bkz: Mustafa 'Alî's Counsel for Sultans of 1581, I, Metin, II, Ceviri, Viyana 1979-1982.
7 Aynî Ali, KavĂ‚nin-i Al-i Osman der HulĂ‚sa-i MezĂ‚min-i Defter-i Divan, İstanbul 1280 H.; bu basım populer bir basım olup tenkitli yeni bir basımı Douglas Howard tarafından hazırlanmıştır; KitĂ‚b-ı Mustatab icin bkz. Y. Yucel, Osmanlı Devlet TeşkilĂ‚tına Dair Kaynaklar; KitĂ‚b-ı MustetĂ‚b, KitĂ‚bu MesĂ‚lihi'l-Muslimîn ve MenĂ‚fi'i'l-Mu'minîn, Hırzu'l-Mulûk, Ankara, 1988.
8 Bkz. C. Fleischer, "Royal Authority, Dynastic Cyclism, and Ibn Khaldunism in Sixteenth-Century Ottoman Letters", Journal of Asian and African Studies, XVII (1983), 198-220; FĂ‚rĂ‚bî, Tûsî ve
1 DevvĂ‚nî'nin etkileri icin bkz. KınalızĂ‚de AlaĂ‚eddin Ali, AhlĂ‚k-ı AlĂ‚î, Bulak 1248 H., II, 5, 105-112.
9 Hacı Halife veya KĂ‚tib Celebi olarak bilinen Mustafa b. Abdullah, Dustûru'l-'amel li islĂ‚hi'l-halel, İstanbul, 1280 H.; Almanca cevirisi: W.F.A. Behrnauer, ZDMG, X (1857), III-132.
10 Bkz. H. İnalcık, "Kutadgu Bilig'de "Turk ve İran Siyaset Nazariyeleri ve Gelenekleri", Reşit Rahmeti Arat İcin, 1966, 259-275.
11 Mustafa NaîmĂ‚, TĂ‚rih-i Na'îmĂ‚, I-VI, İstanbul, 1280 H.: I. Ciltteki giriş.
12 Ceviren PirîzĂ‚de Mehmed Sa'ib, Mukaddime-i İbn Haldun, I-II, İstanbul 1275 H.; Tanzimat donemi tarihcisi ve devlet adamı Ahmed Cevdet Paşa tarafından tamamlanmıştır: İstanbul 1277 H.
13 A. Cevdet (Paşa), VekĂ‚yi'-i Devlet-i Aliyye (TĂ‚rih-i Cevdet), İstanbul 1271-1301.
14 NetĂ‚'icu'l-Vuku'Ă‚t, I-IV, İstanbul 1294-1327 H.
15 G.G. Arnakis, "Gregory Palamas among the Turks and Documents of His Captivity as Historical Sources", Speculum, XXVI (1951), 104-118.
16 Yeni bir yorum icin bkz. H. İnalcık, "The Ottoman Turks and the Crusades, 1329-1522", A History of the Crusades, genel yayın yonetmeni, K. M. Setton, c. VI: The Impact of the Crusades on Europe Haclı Seferlerinin Avrupa Uzerindeki Tesiri, haz. H. W. Hazard ve N. P. Zacour, Madison,
1993, 221-353.
17 Bkz. A. Feridun, Munşeatu's-SelĂ‚tin, I, İstanbul 1275 H., 236.
18 Bkz. H. İnalcık, "The Rise of the Ottoman Empire", Cambridge History of Islam, haz. Holt, Lambton ve Lewis, Cambridge 1970, 320-323; H. İnalcık, An Economic and Social History of the Ottoman Empire, Cambridge 1994, 327-331.
19 A. Feridun, a.g.e., II, 542-544.
20 H. İnalcık, haz. 16. notta zikredilen An Economic and Social History, 367-372.
21 Bkz. "Bayazıd I", Encyclopaedia of Islam, 2. bs. (EI2).
22 I. Mehmed ve II.Murad'ın mektuplaşmaları icin bkz. Feridun, I, 150-152, 177-178.
23 Bkz. "Mehmed II", İslĂ‚m Ansiklopedisi (İA), 523-527.
24 Şimdi bkz. "Selim I", EI2.
25 Uc beylerinin Fatih Sul
Halil İnalcık - Osmanlı Tarihinde Donemler
E-Kitap Ýndir0 Mesaj
●16 Görüntüleme
- ReadBull.net
- E-Kitap Forumlarý
- E-Kitap Ýndir
- Halil İnalcık - Osmanlı Tarihinde Donemler
-
28-08-2022, 06:39:25