Trance
80’lerden bu yana gelisen elektronik dans muzikleri arasinda bu resme en son katilan renklerden biri olan Trance, 90’larin basinda ortaya cikti. Bir sure kenarda kaldiktan sonra 90 ortasinda saglam bir geri donus yapti ve gunumuzde bu turler arasinda en cok tercih edilen muzik oldu.

Yeni arayislar...

Disco’dan bu yana cikan elektronik dans muziklerinin cogu Amerika’da ortaya cikmis ve Avrupa’da gelismisti. Alman kokenli Trance bu noktada bir istisna oldu. 90’larin basinda House ve Techno kendilerine belli bir yer edinmis, Acid House’un ortaya cikisindan sonra Avrupa’da ve Amerika’da ardarda yapilan buyuk rave partilerle dans muzigi Hardcore etkisine girmisti. Arayis icindeki muzisyenler Hardcore’dan uzaklasirken oldukca farkli yonlere gittiler. Hardcore’a tepki sayilabilecek Ambient, IDM (Intelligent Dance Music) gibi turler ortaya cikti, Techno avant-guarde ve minimal bir yola girdi. Trance de bu arayis doneminin bir sonucuydu.

Sihirli formul...

Trance, 20 yillik bir elektronik dans muzigi zincirinin son halkalarindan biriydi. Electronic New Wave, Industrial, Techno, Acid House, 80’lerin psikadelik muzikleri gibi bircok kaynaktan besleniyordu. 20 yilin deneyiminden guc alan Trance, son derece ozgun ve yeni, bir yaniyla da insanlik tarihi kadar eskiydi. Ilkel kabilelerden gunumuze farkli kulturler ve dinlerde bircok noktada yeralan muzikle transa gecme gelenegi, Trance muzikte teknolojiyle bulusuyor, kabul gormesi kacinilmaz bir formul gerceklesmis oluyordu.

Hardcore ve Rave’in yaygin oldugu bir zamanda ortaya cikan Trance, baslangicta oldukca sert ve soguktu. Tempo ve ritmik yapi olarak Techno’ya benziyordu. Guclu bas melodileri uzerine, Acid House’un ortaya cikmasina sebep olan TBR-303 ve cesitli synthesizer kaynakli seslerden olusan ust melodiler Trance’in belkemigini olusturdu. Bu donemde Avrupa’da yaygin olarak dinlenen “Euro” ya da “Club” denen melodik bir House turevi de Trance’in gelisiminde etkili oldu. Euro’da tekrar edilen canli ve duygusal melodiler, Trance’te birtakim degisimlere ugrayarak neredeyse durmaksizin devam ediyordu. Genellikle parca beat seviyesinin dusmesiyle bir noktada duruluyor, dinleyici melodiye odaklanip bekletildikten sonra, beat canlanmis ve yenilenmis bir halde tekrar muzige giriyordu. Boylece takip edilen melodi uzatilarak muzikte bir anlati ortaya cikiyordu.

Frankfurt Acperience...

1991 yilinda Dj Dag Lerner ve Rolf Elmer’in “dance2trance” parcasi Trance muzige adini verdi. Bu sirada Frankfurt kokenli Harthouse, Eye Q Records, R&S gibi Label’lar Trance’in gelisiminde onemli rol oynadi. Harthouse’u kuran Sven Vath, Heinz Roth Mathias Hoffman bu yonde calismalar yaptilar. Lerner ve Rolf’un “We Came In Peace” ve Hardfloor’un “Hardtrance Acperience” adli parcalari erken donem Trance sound’unun belirleyicisi oldu. Arpeggiators, Spicelab, Barbarella, Oliver Lieb, Cosmic Baby gibi isimler ardarda Trance produksiyonlari yaptilar.

Ingiltere’den Goa’ya...

Paul Oakenfold gibi Dj’ler sayesinde Ingiltere’de popularite kazanan Trance; Acid Trance, Hard Trance, Ambient Trance gibi altturlerin ortaya cikmasina sebep oldu. Avrupa’dan Hindistan ve Tayland’a kadar ulasti, Psytrance ve Goatrance gibi belirgin ve guclu bir yola girdi. Fransa’da Robert Miles, BT ve Sash gibi produktorlerin calismalari; Almanya’da ise Dj Taucher ve Paul Van Dyk gibi Dj’lerin etkisiyle Trance bugun dinledigimiz haline yaklasmaya basladi. Sasha ve John Digweed New York’taki Twilo adli kulupte Amerika’yi Trance’le tanistirdilar. 90’larin sonuna dogru Vincent de Moor ve Ferry Corsten gibi isimlerle Trance mainstream chart’lara girmeye basladi. “Carte Blanche”, “Out of the Blue” gibi parcalar dunya capinda hit oldu. Insanlarin bir zamanlar burun kivirdigi Trance tum dunyayi sardi ve elektronik dans muzigine buyuk olcude hakim oldu. Trance yayginlastigi olcude kotu taklitler ve seviyesiz produksiyonlar da artti. Toplama Trance albumleri kamyon dolusu satmaya basladi, her yil yenilenen Anthem’leri televizyondaki programlarin jingle’larina kadar girdi.

Progressive yonelimler...

2000’lere dogru artik yilin Dj’leri siralamalarinda Sasha, Digweed, Paul Oakenfold, Paul van Dyke gibi Trance ustadlari en ust siralarda kose kapmaca oynuyordu. Onlar Trance’in temel ozelliklerinden ayrilmadan tarzlarini gelistirmeye, farkli turleri de muziklerine katmaya basladilar. Ortalikta dolanip duran neseli ve yuzeysel taklitlerin aksine, gitgide daha karanlik ve house’a yaklasan soundlara dogru ilerlediler. Progressive Trance’le beraber Trance, pop muzigin vokal gucunu de arkasina aldi. Yapilan her yenilik bambaska bir sonuc ortaya cikardigindan birbirinden son derece farkli soundlar gelisti ve trance etrafinda dolanan Dj’ler buyuk olcude kisisel ve ozgun tarzlar olusturma imkani buldular. Tiesto, ATB gibi yeni isimler bos kalan Anthem sahasini doldururken, Steve Lawler, Sander Kleinenberg gibi isimler Trance icinde farkli yonler cizdiler.

Hare hare...

Trance muzigin temelini olusturan, insani bir tur transa sokan yapi aslinda muzigin temel ozelliklerinden biri. Bu ozellik doganin seslerinde de, hayvan seslerinde de, Reggae’de de, Bach’in kanonlarinda da var. Bu ozellik tekrara ve takip edilebilen bir melodiye bagli. Tekrarlar sikici gorunse de insani transa sokan sey, bu sikiciligin kendisi. Afrika kabile muzigi, Sufi muzigi, ve bircok dindeki ilahiler de bu ozelligi tasiyor. Budizm’deki mantralara, Hare Krishna’larin ayin muziklerine baktigimizda surekli tekrarlar ve belli bir melodi uzerindeki varyasyonlarin insanlari guclu bir sekilde etkiledigini goruyoruz. Bu yapi dinleyicinin zihninde ayriksi bir trans alani olusturuyor ve kisi varyasyonlari takip ederken dusunme surecine girerek bir ic yolculuga cikiyor. Belli belirsiz sesler dinleyicinin dikkatinin hassaslasmasina yolaciyor. Muzigi olusturan seslere belli anlamlar, roller yukleniyor ve melodinin akisi icinde bir anlati olusuyor.

Kemerlerinizi baglayin...

Diger muziklerde melodi kisa tutularak tekrar edildiyor. Trance’te ise melodi butun bir sarkiya yayildigindan parcanin icindeki anlati kendi icinde giris, gelisme ve sonucu olan anlati bir oyku olusturuyor. Bu oykuler planli bir set icinde anlamli bir butun olarak dizildiginde ve islendiginde ise muzik dinleme deneyiminin kendisi bir ic yolculuga donusuyor. Ustelik malzeme ayni olsa da her dinleyici kendi zihninde kendi oykusunu olusturdugundan Trance etkilesimli olma ozelligini de tasiyor. Bu nedenle partilerde ve kuluplerde kalabaligi yonlendiren, yolculuga cikaran Dj’lere halk arasinda “pilot” adi veriliyor. Insan psikolojisi, ortamin atmosferi, enerji etkilesimi Trance konusunda son derece onemli. Dolayisiyla, kendini muzige katmayi reddeden dinleyiciler Dj’i, suya goturup susuz getiren Dj’ler ise dinleyicileri uzuyor. Pagan toplumlarinda Saman davullariyla yapilan trans ayinleri gunlerce surerdi. Simdi de kuluplerde ve partilerde teknolojinin samanlari olan Dj’ler ic yolculuklarimiza yon veriyor. Olumlu sartlar altinda gerceklesen bir Trance partisinde ise bu yolculugu kendine dair bir cok sey ogrenmis, duygularina isim vermis, hayat deneyimi edinmis ve bunlari tek bir soz soylemeden insanlarla paylasmis olarak sonlandirmak mumkun. Yapmaniz gereken tek sey gozlerinizi kapayip kendinizi acmak...
Techno
Makinelerin sesi...

Techno kasvetli, monoton bir endustri sehri olan Detroit’te dogdu. Bu karanlik sehirde, dumanlar altindaki sokaklar fabrikalarla, fabrikalar durmaksizin bagiran makinelerle doluydu. Makinelerin sesi Kraftwerk’le beraber muzigin icinde duyulmaya baslamisti. Chicago ve New York’ta House’un ortaya cikisiyla da yeni bir muzik anlayisi, yeni yapilar, anlatim bicimleri olustu. Acid House’la muzige giren cizirtilar ve tuhaf sesler Detroit’te gitgide saflasarak, four-to-the floor beat’inin uzerinde yerlerini aldilar. 80’lerin ortasinda, tamamen elektronik ve son derece soyut bir muzik olan Techno ortaya cikti. Techno, makineyle insan arasindaki melez varolus biciminin bir ifadesi; en saf insani duygulari makinelerin sesleriyle anlatan yeni bir dildi.

Techno’nun ilk ornegi 1985 yilinda Juan Atkins tarafindan uretildi. Atkins bu noktaya gelirken Kraftwerk, Parliament, Funkadelic ve Dj Electrifying Mojo gibi isimlerden etkilenmisti. Gencliginde davul ve bas gitar calan Juan Atkins’in, kendine 3070 adini veren Vietnam gazisi bir okul arkadasi vardi. Asil adi Richard Davis olan 3070, Roland MSK-100 model bir sequencer kullanarak tekbasina muzikle ugrasan, icine kapanik bir gencti. Atkins de elektronik muzik yapmayi kafasina koymustu ama o zamanlar bunu yapmak icin insanin elektronik muhendisi olmasi gerektigini dusunuyordu. 1981’de Atkins ve 3070, Cybotron adli iki kisilik grubu olusturdular. Bu donemde synthesizer beat’leri ve bas melodileri, Juan Atkins’i liseden arkadaslari olan Derrick May ve Kevin Saunderson’la biraraya getirdi.

Rec, Pause, Play...

Baslangicta son derece ilkel sartlar altinda deneysel calismalar yapiyorlar, parcalarini bir pikap ve kaset calarin “pause”dugmesiyle kurguluyorlardi. Atkins ve May yaptiklari muzikleri “Deep Space Soundworks” adiyla bir partide caldilar ve basarisiz oldular. Kimse dansetmedi, insanlar ilgisiz birsekilde etraflarina bakiniyordu. Daha sonra bu isimler Detroit sound’unun kuruculari oldular. Bazen birarada, bazen de farkli isimler altinda tekbaslarina calismalar yaptilar. [ Model 500 (Atkins), Reese, Kreem, Santonio, Inter City, Keynotes, E-Dancer (Saunderson), Mayday, R-Tyme, Rhytim is Rhytim (May) ]

Cybotron’un ilk plagi “Alleys of Your Mind” yerel olarak piyasaya suruldu ve 15,000 satti. Cybortron sadece bir muzik grubu degil, cok yonlu, futurist bir projeydi. Futuroloji arastirmalari yapan Alvin Toffler’in dusunceleri, Kabbala, bilgisayar oyunlari gibi oldukca farkli kaynaklardan beslenen Cybotron, bir techno sozlugu, yeni bir tecno dili gibi projeleri kapsiyordu. "Clear" ve "R-9" gibi isinma calismalarindan sonra Cybotron, 1985’te Fritz Lang’in “Metropolis” filminden esinlenilerek ismi koyulan “Techno City”i yayinladi. Boylece bu yeni muzigin adi da koyulmus oldu.

Ayni yil Atkins Model 500 adi altinda calismaya basladi. Metro-plex adli kendi label’indan “No UFOs”u yayinladi. Bu donemde Detroit uclusunden herbirinin kendine ait bir label’i oldu. Metroplex’in sublabel’i olan Transmat Derrick May’e aitti. Saunderson’in label’i da kendi adini tasiyordu; KMS (Kevin Maurice Saunderson). Aralarinda "Strings of Life", "Rock to the Beat", "When He Used To Play" gibi parcalarin yeraldigi sayisiz plak cikardilar.

Detroit uclusu kendilerini, makineleri ureten sisteme, makinelerle karsi koyan bir guc olarak goruyordu. Teknolojiyi kucaklayan, bir yaniyla da karanlik ve duygusal bir tavirlari vardi. 120 bpm civarindaki, tuhaf, yabanci seslerden olusan bu muzik, guclu bir duygusal yogunluga sahipti ve yeni jenerasyonun ruh halini tam olarak yansitiyordu. Bu, arzu ve endisenin birlesip tek bir duyguya donustugu, paranoyanin mutlulugun bir parcasi haline geldigi, unlemle soru isaretinin birlestigi bir noktaydi. Derrick May’in o siralarda yaptigi bir parca bu duygunun adini koydu; “Is It What It Is?”

Bir sanayiden digerine...

Techno, Chicago’da gelisen Acid House’la ayni donemde ortaya cikmasina ragmen uzun sure Detroit sinirlarini asamadi. Amerika’da kabul gormeyen Techno, 90’larda Avrupa’ya sicradi ve ozellikle Ingiltere’de buyuk yanki uyandirdi.Detroit’teki gelismeleri takip eden Neil Rushton Transmat’la baglantiya gecti ve Detroit uclusunun 12 parcasindan olusan “Techno! The New Dance School of Detroit” adli toplama bir album hazirlayip Ingiltere’de satisa cikardi. Bu albumle Techno Ingiltere’de patladi ve Avrupa’ya yayildi. Bu donemde elektronik ve bilgisayar teknolojisinde yasanan gelismelerle dijital muzik uretimi teknik olarak kolaylasti ve ev studyolarinda rahatlikla gerceklestirilebilir hale geldi. Boylece Techno, Detroit’li ustalardan esinlenen Avrupali genclerin eline gecti . Techno Ingiltere’de Londra, Manchester gibi parti sehirlerinde degil, yine bir endustri sehri olan Sheffield’de gelisti. 808 State ve A Guy Called Gerald gibi muzisyenler de Manchester’da kendilerine ozgu bir Techno sound’u olusturdular.

Ikinci Detroit Harekati...

90’larin basinda Detroit’in en onemli Techno kulubu olan The Music Institute kapandi, Detroit uclusu farkli yonlere dagildi. Onlarin ardindan ikinci bir Detroit Techno hareketi yasandi. Bu hareketin onculeri +8, Underground Ressistance, Jeff Mills, Mike Banks gibi label ve producer’lar oldu. Electro, Synth Pop, Belcika kokenli EBM (Electronic Body Music) ve daha bircok endustriyel etki altinda gelisen bu yeni akim oldukca sert, ofkeli ve endustriyel bir sound’un ortaya cikmasina sebep oldu. Underground Resistance birbiri ardina “Sonic”, “Waveform”, gibi sert ve iddiali EP’ler yayinladi. Ayni olcude sert ve hizli produksiyonlar cikaran +8 ise Richie Hawtin ve John Acquaviva’ya aitti. Hawtin ayrica F.U.S.E. (Futuristic Underground Subsonic Experiments) adi altinda tek kisilik calismalar da yapiyordu.

Bu donemde iyiden iyiye ticari ve uyusturucuya endeksli hale gelen Rave’ler Hawtin gibi muzisyenlerin kabusu haline gelmisti. Bircok Dj ardarda caldigi icin setlerin suresi kisalmisti, Dj’ler insanlari uzun ve konsantre bir yolculuga cikaramiyorlardi. Uyaricidan gozu donmus bir kitle ne dinlediginin farkinda bile degildi. 180 bpm’e alisan Hardcore zombileri Hawtin’e yaklasip biraz daha hizli calmasini istiyorlardi. Daha hizli, daha sert, daha daha daha derken muzikal anlamda birseyler gerceklestirmek isteyen Dj’lerin sinirini bozmaya baslamislardi. Durumdan rahatsiz olan insanlar gitgide korkunclasan Rave ortamindan kacip kuluplere sigindilar. +8 de sert ve hizli takintisindan uzaklasip daha nitelikli arayislara yoneldi. Hawtin, Chicago Acid sound’u ve Detroit Techno’yu sentezledigi ve “Kompleks minimalizm” adini verdigi bir alanda calismalar yapmaya basladi ve bunlari Plastikman adi altinda yayinladi.


Detroit’ten Berlin’e...

Bu sirada Speedy J gibi muzisyenlerle beraber Almanya’da da benzer yonelimler ortaya cikti. 90’larin ortasinda Detroit’li producer’lar Berlin’i mekan tuttular. Underground Resistance, Alman label’i Tresor uzerinden albumler yayinlamaya basladi. Tresor Berlin’deki ayni adli kulube bagliydi. Juan Atkins, Eddie Flasin’ Fowlkes gibi isimler de Tresor’la calismaya basladilar. Tresor’dan cikan toplama bir albumun adi bu ilginc ortakligi yansitiyordu: “Berlin-Detroit: A Techno Alliance”. Underground Resistance’in sert tavri da Frankfurt’taki Force Inc. ve PCP gibi label’larla Avrupa’daki karsiligini buldu.

90’li yillar boyunca Techno’dan tureyen Hardore, Gabber, Ambient gibi sayisiz muzik turleri ortaya cikti. Richie Hawtin basta olmak uzere Joey Beltran, Jeff Mills, Robert Hood, Stacey Pullen, Kenny Larkin, Alan Oldham, Dan Curtin, Claude Young, Marc Kinchen, Blake Baxter gibi muzisyenler minimalist Detroit gelenegini surdurduler. +8 (Kanada), Djax-Up (Hollanda), Tresor, Labworks (Almanya) gibi label’larla Techno purist ve avant-guarde bir yonde ilerledi. Ingiltere’deyse Soma, Ferox, Ifach, Peacefrog gibi label’lar ve aralarinda Dave Angel, Funk D’Void, Russ Gabriel, Luke Slater, Ian O’Brien’in bulundugu producer’lar Detroit etkisinde farkli Techno soundlari olusturdular.

Arzu ve Endise...

House ve turevleri suslu melodiler, eglenceli sound’larla insanlari tavlarken, Techno son derece basit, keskin ve bir o kadar da soyut bir anlatim bicimiyle hareket ediyor, dolambacli yollar izlemek yerine direk sinyaller gonderiyor. Uretim sureci acisindan tekolojinin sinirlarini zorluyor, postmodern kolaj anlayisini en tuhaf sekliyle gerceklestiriyor. Techno’nun minimalist, sabirli, agirdan alan tavriyla yaratilan etki, muzigin basit oldugu olcude yogun ve duygusal acidan karmasik bir hal aliyor. Ustelik bu etki, teknoloji toplumlari icin evrensel bir anlatim gucune sahip. Techno teknolojide duygunun, hizda tukenisin, ilerlemede yikimin varliginin bir gostergesi oldu. Teknolojiyle icice yasanan bir donemin baslangicinda henuz adi koyulmamis kavram ve duygular bu muzikle ifade edildi. Arzu ve endiseyle...
DJ’in ve Club’in dogusu
Once muzik vardi. Sonra sesler kaydedildi. Ve birileri kaydedilmis muzikleri kendi zevklerine gore biraraya getirip insanlara dinlettiler. Boylece muzik dunyasinda sanatsal anlamda varligi surekli tartisilan Dj’ligin temelleri atilmis oldu. 1877’de Thomas Alva Edison tarafindan sesin ilk kez kaydedilmesiyle baslayan macera, insan seslerini ve muzigi once fonografa, ardindan gramofona ve nihayet pikaba tasidi. 1906’da ABD, Massachussets’de bir radyoda Haendel’in “Largo”sunu plaktan calan Reginald A. Fessenden teorik olarak tarihteki ilk Dj oldu. Baslangicta zanaatkar olarak gorulen Dj 1960’larda muzikal ve sosyal yeteneklerinin bir bir ortaya cikmasiyla muzisyen ve sanatci kimligini kazandi. Disco, Hip-Hop, ve House gibi muziklerin ortaya cikisiyla Dj hem bir besteci, hem de bir yildiz, genclerin takip ettigi bir sahsiyet oldu.

Dj’e kalkan eller kirilsin...

II. Dunya Savasi’na kadar Dj’lerin tek aktivite alani radyoydu. Bu donemde radyolar da canli performanslari tercih ediyorlar, zor durumda kaldiklarinda plak caliyorlardi ama kendi saatlerinde sadece plak calan Dj’ler de vardi. Plak calan radyo Dj’leri arasindan belli isimler parlamaya basladi. Her hafta binlerce mektup alan, caldigi her plagi meshur eden Dj’ler dogal olarak plak sirketlerinin de dikkatini cekti. Boylece sonucunda da “Payola”, ya da “Pay-to-Play” kavrami ortaya cikti. Yani sirketler kendi plaklarini calmasi icin Dj’lere rusvet veriyorlardi. Payola ile Dj’ler de muzisyen, sirket ve dinleyici arasindaki ask ve entrika cemberindeki yerini aldi. Hepsi bir yana Payola; Dj’in guc, etki ve karizma sahibi oldugunun, ve gelecekte de muzik dunyasinin onemli bir parcasi olacaginin gostergesiydi.

Ilk yildiz Dj’ler Al Jarvis ve onun takipcisi Martin Block oldu. Block programinda plaklari bir konser izlenimi yaratacak sekilde ardarda caliyor, arada ilginc ve eglenceli konusmalar yapiyordu. Henuz mixing icad olunmadigindan sarki aralarinda baglayici olarak konusmalar ve ses efektleri kullaniyordu. Block bir sure sonra dinleyicilerinden her hafta gelen 12 bin mektupla ilgilenecek birilerini tutmak zorunda kaldi. Martin Block’un ardindan Allen Freed, Murray the K gibi bircok efsane geldi gecti. Kult sahis ve genclerin sevgilisi radyo Dj’i imaji 60’lara dogru yavas yavas silindi ve yokoldu. Kisa bir sessizlikten sonra 70’lere dogru Dj , underground gay clublarda farkli bir sekilde dogdu ve kendine muzik dunyasinda sarsilmaz bir yer edindi.

Fight for your right to party...

Gunumuzdeki “club”larin atasi olan “Disco” adini Fransizca “discotheque” sozcugunden aldi. Yunanca “diskos” ve “theke” sozcuklerinden olusan diskotek, disklerin bulundugu yer anlamina geliyordu. Boylece Disco; club gibi, mekandan yola cikarak muzigi ve yarattigi altkulturu tanimlayan bir sozcuk oldu. Disco Avrupa’da dogdu, kavramsal gelisimini ise Amerika’da tamamladi. Ilk Disco’lar II. Dunya Savasi sirasinda Fransa’da ortaya cikti. Alman isgali sirasinda canli muzik calan kulupler kapatilinca, savas sirasinda dahi eglenmekten vazgecmeyen gencler, Seine nehri kiyisinda depolarda toplanmaya basladilar. Gizli sakli partilerde kendi kurduklari basit muzik sistemlerinde plaktan muzik dinleyip dansediyorlardi. Ilk diskolarin “underground” ozelligi savastan kaynaklansa da, genclerin “Gizli Yediler” halet-i ruhiyesiyle gizli sakli eglenme aliskanligi surecekti.

Savas sona erdiginde canli muzik calan kulupler tekrar acildi, nehir kiyisi partileri donemi sona erdi. Fakat plak calan mekanlardan bazilari da acik kaldilar. Gece kuluplerine iyi caz ve rock ’n’ roll gruplari bulmak kolay degildi. Oysa diskotekler Amerika’dan en yeni ve populer plaklari kolayca getirtebiliyorlardi. Ustelik koca bir orkestrayla karsilastirinca tek bir Dj mekan sahipleri icin de ucuza geliyordu. Boylece 50’lerin sonunda Fransa diskotek doldu. Bu durum muzik ve eglence dunyasinin en hassas ve insanlari ikiye bolen kavraminin da ilk ornegi oldu. Yani underground olan kavramlarin evcillestirilerek populer kulturun bir parcasi haline gelmesi. Bundan boyle gencler her donem “once ben gordum”, “ben daha underground’um”, “benim engin muzik bilgim seninkini dover” diye birbirlerini yiyip duracaklardi.
Danset ya da terket...

Avrupa’dan Amerika’ya sicrayan diskotek dans, hiz ve haza dayali bir kulturun baslangiciydi. Tarihteki ilk onemli club, 1960’ta New york’ta acilan “Le Club” oldu. O zamanlar insanlari dansettiren muzik twist olsa da, gecenin basinda yumusak ve yavas bir sekilde baslayip, gecenin sounda hizin ve canliligin artmasiyla zirveye ulasacak sekilde durmaksizin muzik dinleme ve dansetme aliskanligi burada ortaya cikti. Yari ciplak dansi kizlarin ortalikta dolastigi, tam bir sefahat ortami olan mekanin mudavimleri arasinda Windsor Duku, Ava Gardner gibi isimler vardi. Le Club’u “Peppermint Lounge” ve benzeri mekanlar izledi.

60’larin sonuna dogru diskotekler yuksek sosyete, zenci, latin ya da gay kuluplerdi. Bu mekanlarda calinan; Latin, Funk ve Rock etkileri tasiyan, surekli beat’e dayali ve ritm agirlikli yeni bir muzik, Disco muzigin ilk haliydi. Disco, insanlari surekli dansettirmeyi, hatta durmalarina olanak vermemeyi amacliyordu.

Ilk onemli underground club New York’taki “Salvation”di. O zaman calinan muzigin adi “Parti Muzigi”ydi. Cunku Dj muzigin sesini kistigi anda insanlar “Paaaarrtiiiiii” diye bas bas bagiriyorlardi. Salvation kapandiginda New york’un en onemli underground club’i “The Church” oldu. Eski bir kiliseden bozma mekan, satanist ayinlerini andiran bir dekorasyona sahipti. Gozleri alev alev yanan bir seytan figuru nereye gitseler dansedenleri takip ediyordu. Bu durum Katolik Kilisesi’ni rahatsiz etti.The Church, “Sanctuary” adiyla ve yeni bir dekorasyonla tekar acildi. Mekanlarin donem donem yeni isimlerle acilip kapanmalari zaman icinde bir club klasigi haline gelecekti.Yeni isletmeyle Sanctuary gitgide bir gay diskotegi haline geldi. Disco ve House muzigin ureticileri ilk muzik egitimlerini bu mekanlarda aldilar.

The Church, Salvation, Loft gibi underground gay clublarda ortaya cikan Disco, vucudun muzigiydi. Ilk Disco parcalarinda cogunlukla insan bedenine seslenen, dansetmeyi emreden sozler kullaniliyordu. “Set me free, set your body free, release yourself, let the beat control your body, slave to the rhythm...vb.” Surekli degisen ve hep ayni kalan bir monotonlugun hakim oldugu bu muzikte erotik eylem, dansin gucune bir boyun egise donusuyordu. Disco guclu bas titresimiyle insani fiziksel olarak da etkiliyordu. Kendini tamamen dansa ve muzige birakmak, ritmin gonullu kolesi olmak genclerin toplum duzenine tepkisinin en tuhaf bicimi oldu. Disco ve devaminda club gencligi, o gune kadar duyulan “hayir”larin aksine, kendilerinden gecmis bir sekilde “evet, evet, evet” diye bagiriyorlardi.

Pikabin sinirlari...

Salvation Dj’lerinden Francis Grosso, plak calmayi yaratici bir surec olarak goren ilk insandi. Surekli denemler yaparak Dj tekniginde onemli buluslar yapti. Bir plagi tutarken, diger parcanin son beat’iyle ayni anda birakiyordu. Bu teknige “Slip-cueing” adini verdi. Pikap kayisini yakmadan plagi tutabilmek amaciyla surtunmeyi azaltan “slip-mat”lerin mucidi oldu. Boylece parmagini kaldirdigi anda plak, dogru hizda hemen calmaya basliyordu. Pitch ayari olan iki pikap ve kulaklik kullanarak plaklarin hizini ayarliyordu. Mixer’i muzigi yaratici bicimde degistirmek amaciyla kullanan ilk Dj de Grosso oldu.

O donemde ozel remixli dans plaklari ve maxi-single’lar olmadigi icin Dj’lik cok daha zordu. Uc dakikalik single plaklar kullaniliyordu. Her plak bittiginde insanlarin psikolojisinde bir dusus oldugunu gozleyen Dj Tom Moulton, plagin sonunda onlari yakalayip bir ust seviyeye tasimanin bir yolu olmasi gerektigini dusunuyordu. Boylece tarihteki ilk remixleri gerceklestirdi ve sarkilari hem Dj’lerin, hem de clubber’larin ihtiyaclarina uygun hale getirdi. 1976 yilinda maxi-single’lar, yani 12 inc plaklar kullanima girdi ve Dj’lere buyuk rahatlik sagladi. Ayrica sikistirma oranini azalttigindan 12 inclerin cikisiyla ses kalitesinde de onemli bir iyilesme saglandi

54 ve Garage...

Tarihteki en onemli iki kulup Studio 54 ve Paradise Garage oldu. Club kulturu ve yeni eglence anlayisi bu mekanlarda olustu, Disco muzikten tureyecek olan House, Techno ve Trance gibi muziklerin temelleri atildi. Mikhail Baryshnikov, Jacqueline Bisset, Grace Jones gibi isimlerin takip ettigi 54’te kapi gorevlisi kavrami yepyeni bir anlam kazandi. Oldukca genis (?) bir yetki alanina sahip olan kapi gorevlileri, iceride yaratilmak istenen ambiansi adeta yemek yapar gibi hazirliyorlardi. Biraz gay, biraz lezbiyen, biraz zenci, bir miktar tuhaf kilikli insan.Yemek tarifleri ise yaradi ve sonunda kapi gorevlileri clubber’lar icin bir kÂbus haline geldi. Gecenin sogugunda upuzun kuyruklarda isinmak icin disari sizan muzikle dansetmek, kapidan donme korkusunun verdigi heyecan, iceri girebilmis olmanin tuhaf gururu olayin bir parcasi haline geldi. “Kim en underground?” sorunsalinin yanina “Kim en V.I.P?” durumu eklendi.

Daha sonralari Garage sound’una adini verecek olan Paradise Garage ise tam bir efsaneydi. Oldukca underground olan mekandaki bas oyle kuvvetliydi ki, birakin mideyi, insanin elini ayagini bile zinlatiyordu. Garage’in unutulmaz Dj’i Larry Levan bir gecede uc ayri muzik sistemi kullaniyordu. Gecenin basinda nispeten yavas muzikleri alelade bir muzik sisteminde caliyordu. Muzikleri hizladikca daha yuksek kalitede bir sisteme geciyor, gecenin sonunda ise o donemde bulunabilecek en mukemmel ses sistemiyle insanlari tabir yerindeyse “ucuruyordu”. Ilk pilotlardan Levan tam bir hipnoz durumu yaratmak amaciyla havalandirma ve isiyi sarkilara gore ayarliyor, belli sarkilar icin ortaliga belli parfumler siktiriyordu. Ayrica daha sakin muziklerin calindigi, taze meyveler, dondurma ve cikolata servis edilen bolme de sefahatin ayrilmaz parcasi “Chill-Out” kavraminin ilk ornegiydi. Bunlarin yanisira Garage’i farkli kilan en onemli ozelliklerden biri de hic alkollu icki satilmamasiydi. Buna ragmen diger kuluplerle kiyaslandiginda Garage’da cok daha az uyusturucu kullaniliyordu. Cunku Garage atmosferinde insanlarin uyusturucusu ve uyaricisi, muzigin kendisiydi.

Eskiden underground’du, simdi televole oldu...

Disco kulturunde sadece Dj degil, kulupte dansedenlerin hepsi birer yildizdi. Etnik, sinifsal ve kulturel ayrimlar dans pistinde yokoluyordu. Haftaici garsonluk ya da tezgahtarlik yapan siradan gencler cumartesi gecesi birer disco krali ve kralicesine donusuyor, kendilerine ozgu dans figurlerini sergiliyorlardi. Club merkezli bu yasam, surekli haftasonunun beklendigi, “o gece” icin hazirlik yapilan bir rituele donustu.

70’li yillar boyunca Disco gitgide daha populer hale geldi, underground bir hali kalmadi. Jet sosyete, gayler, zenciler, beyazlar, kapitalistler, Marksist’ler... herkes Disco atesinden nasibini aldi. Kuluplere giderken giyilen abartili kiyafetler, deri pantolonlar, platform topuklar gunluk modanin bir parcasi oldu. 80’e dogru Disco’nun iyiden iyiye ayaga dustugunu goren muzisyenler eski gunlerdeki gibi guzel guzel eglenebilmek icin sohret ve paradan vazgecip, projelerini durdurdular. Surekli eski gunlerin cok daha guzel oldugundan bahsetmek, herseyin yeni basladigi bir zamanda Club kulturunun bir parcasi haline geldi. 80 basinda Disco atesi sondu, platform topuklar ve renkli peruklar dolaplara kalkti. Ilerleyen yillarda Disco’nun kullerinden New York’ta Garage, Chicago’da House, Detroit’te ise techno dogacakti.

Acid House, Summer of love, Rave
Chicago’dan Londra’ya ...

70’ler ve 80’lerde Amerika’da ortaya cikan Disco, Hi-NRG ve House gibi akimlar Avrupa’da kucuk capta da olsa karsiligini bulmustu. Club kulturunun Amerika’dan sonra en cok kabul gordugu Ingiltere’de 80’ler boyunca, M/A/R/R/S, Cold Cut, Bomb The Bass, S-Xpress gibi elektronik dans muzigi yapan gruplar ortaya cikti. Fakat bu alanda Avrupa’da kitlesel olarak genis ilgi goren ilk akim Acid House oldu. Bu yillarda Avrupa gencligi Ibiza’yi kesfetti. Ingiltere’de de Ibiza atmosferini yakalamak icin birtakim partiler duzenlenmeye basladi. Londra’da Heaven, Shoom, ve Project Club gibi kulupler acildi. Shoom’da Dj Danny Rampling, Heaven’da Paul Oakenfold gibi isimler Chicago House, Acid House, Indie ve Hip-hop karisimi bir muzik caliyorlardi. Bu donemde kuluplere gidilirken Ibiza’da gecen yaz tatillerini animsatan yazlik giysiler, ozellikle de beyaz tisortler giyiliyor, fosforlu, parlak renklerle gercek ustu bir ortam yaratiliyordu. Kisa sure icinde Acid House Londra gece hayatinin onemli bir parcasi haline geldi.

303 State...

Chicago House’un bir alt turu olarak ortaya cikan Acid House varligini Roland TBR-303 adli bas makinasina borcluydu. Roland bu aleti TR-606 davul makinasina tamalayici bir unsur olarak 1981’de piyasaya surdu. Tek oktavlik klavyesi ve alti ayar dugmesi olan 303’un satislari oyle kotuydu ki iki sene sonra piyasadan kaldirildi. TR-909’un ortaya cikisiyla eski davul makinalari da tarihe karisti. Fakat Chicago’daki House muzisyenleri 80’lerin ortasinda 303’u tekrar kesfettiler ve uretimi durdurulup bir kenara atilan bu kucuk kutudan Acid House denen muzigi cikardilar.

Dj Pierre ve arkadasi Spanky kendilerine bir 303 aldiklarinda aleti kullanim kilavuzunda yazildigi gibi, bas melodileri yazmak icin kullanmayi amacliyorlardi. Fakat aletin ustundeki ayarlar ve rezonans filtreleriyle sesleri tamamen degistirebildiklerini farkettiler ve sesler uzerinde oynamaya, olanaklarin sinirlarini zorlamaya basladilar. Acid soundu 303’un icinde zaten vardi diyen Pierre ve Spanky yaptiklari kayitlari The Music Box adli kulubun unlu Dj’i Ron Hardy’ye verdiler. Benzeri kayitlar korsan kasetlerle yayildi ve insanlar muzik dukkanlarina gidip bu tuhaf muzigi aramaya basladilar. Acid House’a adini veren Pierre, bu adi secerken psikadelik ozelliklerinden dolayi Acid Rock’tan etkilendiklerini ve de LSD’yle ilgisi olmadigini, kendisinin de hic uyusturucu kullanmadigini soyluyordu.

Ayni donemde Phuture, ardindan da Slazy D, Adonis, BamBam gibi Dj’ler de 303’u kullanmaya basladilar. Iki sene sonra Acid House’u kesfeden Avrupa’li muzisyenler 303’u degil de bir sonraki modeli olan 909’u tercih ettiler. Fakat simdi bile bircok muzisyen bir klasik olan 303’un yerini hicbir aletin tutamayacagini soyluyor. Kimilerine gore tekerlek gibi, asla eskimeyecek ve degismeyecek bir icat olan 303’le elde edilen seslerin ve uyaricilarla beraber yaratabilecegi etkilerin siniri yoktu. Bir sure sonra bu sesler partileri ve kulupleri sardi. Gunes gozluklu, beyaz tisortlu gencler kulupleri doldurdu. Sik ve abartili kiyafetlerle kulube gitme donemi kapandi. Rahat dansedilebilen yazlik kiyafetler ve spor ayakkabilar tercih edilmeye basladi. Onceleri underground hippie’lerin kullandigi sari “smiley” sembolu bu yillarda tekrar kesfedildi ve Acid House kulturunun simgesi oldu. Smiley gunes, eglence ve mutlulugun semboluydu. Bir yil icinde Smiley Londra sinirlarini asti ve Avrupa’yi sardi. Avrupa ilk kez dans uzerine kurulu bir altkultur hareketine sahne oluyordu.

Underground nedir?...

Acid House’un cikisinin ardindan 1988 yilinda Ingiltere’de ikinci Summer of Love yasandi. Ilk Summer of Love 1967 yilinda San Fransisco’da Hippie hareketiyle yasanmisti. 68 kusaginin cocuklari 88 yilinda Hippie ruhunu farkli bir sekilde canlandirdilar. Buyuk depolarda illegal partiler duzenleniyordu. Olasi polis baskinlarinda muzik sistemini kacirabilmek icin kapida buyuk bir kamyon hazirda tutuluyordu. Parti haberleri elden dagitilan flyer’lar ve zincirleme telefonlarla duyuruluyordu. Ardarda partilerin yapildigi bu donemde isin icinde olan insanlar zaten iletisim aginin bir parcasi oluyor, bir sonraki olayin nerede gerceklesecegini biliyorlardi. Ruhsatsiz icki satisi ve uyusturucu kullanimi yuzunden sik sik polis baskinlari yapiliyordu. Insanlar sirtlarinda hoparlorlerle polisten kaciyor, bazen parti bir gece icinde yedi kez yer degistiriyordu. Baskin korkusu, olmayan isik ve havalandirma sistemleri, kendi iceceklerini partiye tasimak gibi sikintilarin yasandigi bu donemde insanlar hicbirseyi yeterince begenmeyip, herseyden sikayet etmeye henuz baslamamislardi. Iyi muzikler ve birarada olmak o zamanlar mutlu olmak icin yeterliydi. En zor sartlar altinda, Clubbing denen olayin en saf hali yasaniyordu.

Acid House Punk’tan bu yana Avrupa’da yasanan en buyuk genclik hareketiydi. Ofkeli ve sert Punk akiminin ardindan bariscil, eglence ve dans uzerine kurulu bir hareket gencleri biraraya getirdi. Belirgin bir politik tavri olmayan, hatta politikayi reddeden Acid House etrafinda hedonistik bir kultur olustu. Bu apolitik tavir da farkli bir durusun ve tepkinin ifadesiydi. 80’lerin gencligi belirsiz utopyalar pesinde kosmak yerine yasadiklari an icinde mutlu olmayi tercih ediyordu. Summer of Love’la beraber hayat, Ecstacy destekli, bitmek bilmeyen bir partiye donustu. Mutluluk simdi, bir cati altinda gulumseyerek danseden, terden sirilsiklam ve yariciplak yuzlerce gencten biri olmakti.

Rave...

Rave sozcugu dans muzigiyle ilgili anlamini Jamaika’da “raving”adi verilen dansli eglencelerden aliyordu. Raver sozugu Ingiltere’de ise Rap ve House muzik dinleyip underground partilere giden siyahlar icin kullaniliyordu. 1988 yilinda Manchester’da guclu bir clubbing ortami olusmaya baslamisti. Bu donemde Manchester’daki kuluplerde gitar melodilerine dayali Ingiliz muzikleri ve house birarada caliniyordu. Hacienda gibi kuluplerde farkli kaynaklardan gelen muzisyenler biraraya geliyorlar, gitar muzigini yeni dans beat’leriyle birlestiriyorlardi. Primal Scream, Happy Mondays, Stone Roses, The Farm gibi gruplar, Andy Weatherall ve Paul Oakenfold gibi Dj’lerle calisiyorlardi. Manchester’da cikan bu akima “Rave”, yasanan muzik devrimine de “Rave-O-lution” dendi.

Rave partilerin ilk orneklerinde once Dj’ler caliyor, ardindan gruplar sahne aliyordu. Normalde konserlerde en fazla ayagiyla tempo tutup soyle bir basini sallayan insanlar bu gruplari partide dinlediginde deliler gibi dansediyordu. Gitgide silinmekte olan muzik grubu kavrami Rave’lerle tekrar canlandi. Pop muzikle dans muziginin biraraya gelisi, Dj’lere remix yapmak acisindan buyuk bir ozgurluk sagladi. Andy Weatherall, Paul Oakenfold, Terry Farley gibi Dj’ler Rave sound’unun olusmasinda belirleyici oldular. Alman Rave ortamlarindaysa Dj Hell, Dj Olaf, Dj Woody, Sven Vath, Westbam gibi isimler duyulmaya basladi. Bu donemde Dj’ler de statu kazandi ve diger muzisyenlerle ayni seviyede gorulmeye basladi.

Can you feel it?..

Rave sadece muzik ve uyusturucudan ibaret bir sey degildi. Temelini bircok kulturde farkli sekillerde yeralan muzikle transa gecme geleneginden alan Rave, yeni cagin paganlari icin; kendi ahlak ve deger yargilari, aliskanliklari, rituelleri olan bir yasam bicimi, adeta bir din oldu. Oykuler anlatan sozlu sarki geleneginin aksine rave kisiye oykuleri yasatiyor, deneyimin anlatisina degil, kendisine dayaniyordu. Rave kulturu gercekler yerine duygular, anlam yerine tutkular uzerine kurulu bir olguydu.

Acid House’la baslayan dans ve muzik hareketiyle yeni bir eglence ve mutluluk anlayisi olustu ve Rave kavrami ortaya cikti. 1992 yilinda New York’taki Nasa adli kulubun flyer’inda Rave soyle aciklanmiyordu; “Kendisi ve cevresiyle tam bir uyum icinde olmanin, gulumseyen insanlar arasinda dansederken huzurlu ve guvende hissetmenin, Dj’in bir hamlesiyle zihninin derin ve karanlik magaralarina uzanip, oradan da ruhsal utopyalarin en yuksek zirvelerine yolculuk etmenin zevkini tatmamis insanlara Rave’in ne oldugunu anlatmaya calismayin....” Uyusturucu, isik, muzik ve toplulugun enerjisiyle anlamini bulan “Can You feel it?” sozcukleri, egonun kirilarak danseden bir butunun icine dagildigi, bireysel varolusun surekli olarak bin parcaya bolunup tekrar biraraya geldigi ani mujdeliyordu. Rave’lerle beraber kiz ya da erkek tavlamak icin gece disari cikma anlayisi yerini topluluga ait olma ve paylasima dayali sosyal bir olguya birakti; Peace, Love, Unity...


Orada olmak...

90’lara dogru sonen Acid House yerini Hardcore’a birakti. Rave’lerde agirlikli olarak Hardcore, Techno, Trance, Gabber gibi muzikler calinmaya basladi. Ingiltere ve Almanya’da ortaya cikan Rave kulturu Amerika’ya tasinmaya basladi. Dj Frankie Bones’un Brooklyn’de gerceklestirdigi Stormrave partileri Amerika’daki ilk rave ornekleriydi. Sven Vaeth, Doc Martin, Keoki, Josh Wink gibi Dj’lerin unu bu partilerle yayildi. Amerikan Rave ortami gitgide guclenirken Avrupa’da ravelerin piyasa degeri farkedildi ve yuksek fiyatlarla dev organizasyonlar yapilmaya basladi. Sponsorlar, reklamlar, milonlarca dolar; cesitli birey, kurum ve kuruluslarin maddi cikarlari isin icine girdi. Rave’in temelini olusturan “PLUR” (peace-love-unity-respect) gibi kavramlar ticari partilerle anlamini yitirdi. Bu gibi organizasyonlarda Rave pahali bir hobiye, parlak bir podyuma donustu. Rave’lerde giyilen bol pantolonlar, bebek elbileseleri, aksesuarlar gundelik hayata girdi. Eski gunler kulaktan kulaga yayilan bir yaratilis efsanesi oldu. Ne olursa olsun Rave, Hakim Bey’in deyisiyle bir TAZ (Temporary Autonomous Zone) yani “gecici bagimsiz alan”di. Zamandan zaman calmak, kendinden kendini calmak, yanindakilerle paylasmak, muzigin icine girmek, kendi icinden cikmakti. Rave orada olmakti...
House’un ortaya cikisi ve gelisimi
70'ler boyunca gittikce bir cilginlik haline gelen Disco 80'lerin basinda kendini tuketti. Basin Disco'nun oldugunu ilan etti ve bir “Disco Sucks” kampanyasi baslatti. Insanlar tuhaf bir sekilde Chicago’da Komishi parkinda biraraya gelip eski Disco plaklarini yaktilar. Oysa Disco olmemis, cikis noktasi olan underground'a donmustu. Disco’nun ardindan dans muzigi New York’ta ve Chicago’da farkli yonlerde ilerledi. Bu donemde Paradise Garage'in efsanevi Dj'i Larry Levan, Funk, Soul, Disco ve biraz da New Wave etkileri tasiyan bir muzik caliyordu. Yogun ve guclu baslar, Gospel etkisi tasiyan duygusal vokallerden olusan bu muzik Garage sound'unun ilk ornegiydi. New York’ta gelisen Garage, Disco'nun devamiydi diyebiliriz. Chicago’da ise vokal yerine daha elektronik seslerin yeraldigi House ortaya cikti. Chicago sound’una Deep House da deniyordu. Disco'dan House'a gecis oldukca yumusak ve belirsiz oldu. 1987 Disco, Garage ve House'un ayni anda hatta birarada varoldugu bir yildi. Larry Levan gibi Dj'ler, Chicago, New York ve Detroit'ten gelen son house produksiyonlarini setlerine katiyorlardi. New York'taki Sound Factory Bar gibi mekanlarda Disco ve House birarada caliniyordu.

HI-NRG ve arayislar...

Disco ile House arasindaki gecis doneminde Hi-NRG adi verilen bir muzik turu ortaya cikti. Adindan da anlasilabilecegi gibi oldukca hizli bir dans muzik olan Hi-NRG'de arada yumusama, durulma bolumleri yoktu. Hi-NRG tam da Disco'nun underground'a cekildigi bir donemde ortaya cikti. Gloria Gaynor'in 'Never Can Say Goodbye'i Hi-NRG etkisi tasiyan ilk parcaydi. Hi-NRG buyuk olcude Cerrone ve Giorgio Moroder'in Euro-Disco sound'unun etkilerini tasiyordu. Kisa sure sonra son derece hizli, duygusalliktan uzak, monoton ve yogun erotik gondermeleri olan bu muzik kuluplerde calinmaya basladi. Hi-NRG produktorleri hem high-tech, ve bir o kadar da ilkel bir sound'un pesindeydiler. Basit melodik yapilar hem insanlarin hosuna gidiyor hem de kulupteki herkesin bir butun haline gelmesini kolaylastiriyordu. 80'lerin ortasinda House'un guclenmesiyle Hi-NRG kuluplerden cekildi fakat 80'lerin pop muzigi uzerindeki etkisi bir sure daha devam etti.

Disco'nun olanaklari tukenmis, produktorler ise kendilerini Hi-NRG'nin monotonluguna kaptirmisken, Chicago ve New York'taki Dj'ler teknolojiyle duygusalligin biraraya geldigi, asagi yukari 120 bpm civarinda bir muzik arayisi icindeydiler. Bu arayislar basit bas melodileri ve “four to the floor” ritmi uzerine Chicago'da teknik oyunlardan, New York'ta ise gospel ve soul etkisindeki vokallerden olusan iki farkli yonde ilerledi. New York’ta Disco’nun cikisinda onemli rol oynayan Paradise Garage gibi , Chicago’daki Warehouse da House muzigin dogdugu yer oldu.
Warehouse ve Frankie Knuckles...

House'un ortaya cikisindaki onemli isimlerden biri olan Frankie Knuckles, Larry Levan gibi, liste basi parcalar calmak yerine underground alanlarda dolanan bir Dj'di. 1977'de Chicago'daki Warehouse'un acilis gecesine davet edilmisti. Sonralari House muzik adini bu kulupten aldi. Knuckles bundan sonra birkac kez daha Warehouse'ta caldi. Warehouse'taki dinleyici kitlesi Knuckles'in cok hosuna gitmisti. Chicago'dakiler New York'a gore daha hizli ve sert bir sounddan hoslaniyorlardi. Ozellikle Warehouse'ta Avrupa kokenli avant-guarde calismalara yogun bir ilgi vardi.Chicago gencligi Kraftwerk'i Barry White'a tercih ediyordu.

Funk, Avrupa dans muzigi ve teknoloji faktoru House'un temelini olusturdu. Bu donemde calinan parcalara "sarki" yerine "track" demeye basladi. Bu terim sarkinin tekbasina varliginin yanisira, Dj setinin bir parcasi, bir birimi oldugunu da ifade ediyordu.
Disco ve Hip-hop gibi House da once bir Dj tarzi olarak ortaya cikti, daha sonra bu tarzda muziklerin plaga basilmasiyla bir muzik turu haline geldi. House’un ortaya cikisiyla bilinen sounduna ulasmasi da on yillik bir sureci kapsiyor. O donemde basilan plaklardan hangisinin ilk House plagi oldugu konusu oldukca tartismali. Fakat bircok kaynaga gore Jesse Saunders’in Mitchball’dan cikan “Fantasy” ve “I Like To Do It In Fast Cars” i ilk House parcalari sayiliyor. Simdi kulaga oldukca eski gelen bu parcalar minimal ritm yapisi ve synthesizer cizirtilariyla 15 yil once insanlar icin son derece yeni ve inanilmazdi. Dinleyenler once neye ugradigini sasiriyor, bir sure sonra da dansetmeye basliyorlardi.

The Music Box...

Bu donemde Chicago’da “The Music Box” adli kulup acildi. Ayni zamanda Frankie Knuckles da Warehouse’ta calmayi birakti. Knuckles’in sound’u House’un temellerini ortaya atmasina ragmen hala Disco etkileri tasiyordu. The Music Box’un en onemli Dj’i olan Ron Hardy ise House olayinin patlamasina sebep olan ortami hazirladi. Hardy’nin soundu guclu ve cesurdu. Alisilmadik ritm yapilari kullaniyordu. Chicago’da yetisen ikinci jenerasyon Dj’ler muzikal gelisimlerinin onemli bir kismini The Music Box’ta yasadilar. Cesur bir sound’un kendine yer edindigi The Music Box oldukca underground bir mekandi. Kis ortasinda bile tikabasa dolu ve deli gibi sicak olan mekanda insanlar tisortlerini cikarmis, terden sirilsiklam bir sekilde dolasiyorlardi.

Dj. Farley ve “Hot Mix 5” adli Dj kollektivitesi (Mickey Oliver, Ralphie Rosario, Mario Diaz, Julian Perez, Steve Hurley) WBMX gibi radyolarda House muzigin partilere gitmeyen insanlar tarafindan da duyulmasini sagladilar. Larry Heard ve Robert Owens “Fingers Inc.”yi kurdular. Adonis, Mr. Lee, K. Alexi, Marshall Jefferson gibi produktorler durmaksizin parca uretiyorlardi. Lil Louis kendi partilerini duzenliyor, bu partilerde caliyordu. Fingers Inc. Ve Steve Hurley gibi muzisyenler House konusunda arastirmalar, deneyler yapiyor, yeni sesler ariyorlardi. Biraz da diger Dj’lerin hicbirinde olmayan seyler calabilmek amaciyla yaptiklari produksiyonlar tutulmaya baslayinca Dj International Records’i kurdular. Dj International ve Larry Sherman’in kurdugu Trax Records donemin en onemli iki plak sirketi oldu. Bu donemde produktorler ve plak sirketleri arasinda surekli “Sen benden caldin, o benim parcami sample etmis..” gibi tartismalar ve suclamalar surup gidiyordu.

1987’lerde David Morales, Todd Terry gibi isimler duyulmaya baslandi. New York’ta kapanmis olan Paradise Garage’in yerini Blaze aldi. Frankie Knuckles “Let The Music Use You” adli vokal House parcasini yayinladi. Bu plak bir sene sonra Ingiltere’de patlak verecek olan Summer of Love’in vazgecilmezleri arasinda yeralacakti. 87’de House artik New York ve Chicago’nun sinirlarini asmis, Avrupa’ya ve dunyaya yayilmaya baslamisti. Bu yayginlasma surecinde popularitesi artarken House muzik Pop’lasmaya, Pop muzik House’lasmaya basladi. Underground’dan populere olan kacinilmaz evrim gerceklesirken Detroit’teyse icten ici birseyler kayniyor Juan Atkins, Derrick May, Kevin Saunderson gibi isimler Techno’nun temellerini atiyorlardi. Ayni donemde Chicago’da Dj Pierre, Roland 303 adli bir bas makinasinin icinden Acid House denen seyi cikardi. Acid House ve Summer of love’la Ingiltere, Punk’tan bu yana en buyuk genclik olayini yasayacak ve rave kavrami ortaya cikacakti.

Chicago'daki Warehouse, Powerplant, The Music Box gibi mekanlarda New York'taki Paradise Garage'in House versiyonu yasaniyordu. Djler 10 saat suren setler caliyor, insanlar gunes dogarken surunerek evlerine donuyorlardi. Sosyal baskilardan uzak bir ortamda kendini muzigin hukumdarligina birakmak donemin ve House'un temel duygusu haline geldi. House denen sey ayni zamanda dis etkilerden uzak, sicak ve guvenli bir ev gibiydi. Warehouse'ta gecenin "peak" noktasinda Frankie Knuckles kulupteki butun isiklar kapatip kulagi sagir edecek kadar yuksek bir volumde, son hizla giden bir tren sesi caliyordu. Pencereleri de siyaha boyali olan Warehouse'ta tamamen karanliga gomulen insanlar cesitli uyarici ve uyusturucularin ve son derece tuhaf bir tren gurultusunun etkisiyle ciglik cigliga bagiriyorlardi. House takipcileri bir sure sonra oldukca bilinci dinleyiciler haline geldiler. Dj kotu bir mix yaptigi zaman bagirip dakikasinda rezil ediyorlardi, cunku dinleyicilerin neredeyse yarisi bu islerin nasil yapildigini zaten biliyordu.

The feeling...

Disco son derece neseli ve eglenceli bir dans muzigiydi. Disco’dan tureyen House’ta ise herseye ragmen melankolik bir hava vardi. Endustriyel ve elektronik seslerin huznu isin icine girdiginden House hem eglenceli ve hareketli, bir yaniyla da huzunlu ve duygusal bir muzik oldu. Garage vokallerindeki gospel etkisi de sadece muzikal degildi, Hristiyan gelenegine ait bazi kavramlar bu muzikte yeni anlamlar kazandilar. House sevgi dolu ve dogru bir dunyada yasama istegini dile getiriyordu. Fakat bu istek bir amaci, inanci, utopyalari yansitmiyordu. House’un eglenceli yani bu istegi, huzunlu yani ise dunyanin icinde bulundugu durumun bilincinde olma konumunu yansitiyordu. Onlarin dunyayi degistirmek gibi bir amaci yoktu. Birseylerin, hatta bircok seyin yanlis oldugunu biliyorlar, bulunduklari yerde yani “ev”de, beraber olduklari insanlarla guzel bir ani paylasiyor, guzel bir ani uzatiyorlardi. Farkindaligin verdigi huzun ve ayni zamanda icindebulundugu ani en yogun ve guzel sekliyle yasamak bir jenerasyonun temel duygusu oldu. Surekli bir yabancilasma duygusu artik, gulumseyerek danseden bir kalabaligin icinde paylasiliyordu....
Ilk Hip-Hop DJ'lerinin, Dj tekniginin gelisimine olan katkilari
70’lerin ortasinda cikan ve 80’lere dogru kimligini bulan Hip-hop, Disco’nun mirascilari olan House, Techno ve diger elektronik dans muziklerinin gelisiminde onemli bir rol oynadi. Hip-hop’un bu yillardiki etkisi muzikal degil, daha cok teknik agirlikliydi. Olanaksizliklarin kamciladigi yaraticiliklariyla Hip-hop Dj’leri hem mevcut olan aletleri amacinin cok disinda ve ustunde kullandilar, hem de kendi yaptiklari aletlerle muzige buyuk katkilarda bulundular.

Bir Dj teknigi olarak ortaya cikan Hip-hop sadece bir muzik turu olarak da kalmadi. Hip-hop terimi bugun moda, breakdance, graffitti, guclu bir ideoloji ve farkli bir durusu; basli basina bir kulturu ifade ediyor. Ve Rap’i de kapsiyor. Fakat Rap, Hip-hop oncesi donemde de vardi. Ingilizcede “vurmak” anlamina gelen “rap” sozcugu, zenciler arasinda yillar boyunca cesitli anlamlarda kullanildi. Rap, 1870’lerde “sohbet etmek”, 1900’lerin basinda “muhbir” demekti. 1950’lere gelindiginde “rap” artik muzikli ya da muziksiz olarak ritmik bir sekilde konusmak anlamina geliyordu. Nihayet 80’lerde surekli bir beat esliginde Rap vokaliyle yapilan muzige Rap adi verildi. Hip-hop’a Afrika’in sozel anlatim geleneginden miras kalan Rap’in kaynagi oldukca eskilere dayaniyor. 20. yuzyilin baslarinda “toasting” adi verilen eglencelerde erkekler, Turkiye’deki asik atismasina benzeyen bir tur konusma dovusu yapiyorlardi. Bu yapi ve konusma tarzi Rap’in kokenini olusturdu. Sozlerle rakibini yenmeye “disrespect” sozugunun kisaltmasi olan “dis” deniyordu. Rap’in olusumunda etken olan ogelerden biri de, sesi bir entstruman gibi kullanarak konusmak anlamina gelen “scat”ti. Louis Armstrong, Ella Fitzgerald, Betty Carter gibi jazz muzisyenleri ayni zamanda buyuk birer scat ustasiydilar. Sozel bir kulturel gelenek ve Afrika kokenli zengin bir muzikal altyapi uzerine kurulan Hip-hop’in isim olarak ortaya cikisi ise saibeli. Farkli kaynaklara gore Hip-hop terim olarak ilk kez ya Dj. Hollywood, ya Malcolm X, ya da Afrika Bambaata tarafindan kullanildi.Gunumuzde Rap sozcugu old-school Hip-hop’i, Hip-hop’da new-school’u tanimliyor.

Kool Dj Herc ve ilk Breakbeat...

Kool Dj Herc, Hip-hop’in olusumunda onemli rol oynayan kisilerden biriydi. Jamaika kokenli Clive Campbell, oldukca iri yari bir basketci oldugu icin ona Hercules, yani Herkul adini takmislardi. Ilk kez olarak kizkardesinin ricasiyla bir dogum gunu partisinde iki pikapla sevdigi parcalari caldi. O kadar buyuk ilgi gordu ki bircok partide calmasi icin teklifler yagmaya basladi. Yil sonunda artik Herculoids adini verdigi ekibiyle caldigi partilerde giris ucreti bile alabiliyordu. Bronx genclerinin Jamaika tarzina bayilmadigini farkeden Herc bu sarkilari Funk ve Latin plaklariya mixledi. Herc’un sound’u disko Dj’lerine gore cok daha sert ve yuksek, plaklariysa cok daha cesitliydi. Herc fazla vokal ya da enstruman olmayan ritmik bolumlerin insanlari daha cok dansettirdigini farketti. Artik ayni plagin iki kopyasini iki pikaba atiyor, birinde ritm bolumunu calip, istedigi zaman digeriyle break kismini caliyordu. Farkli plaklarin break’leri arasinda gecisler yapiyordu. Herc’un tarziyla muzik sisteminin kendisi enstruman haline geldi ve yepyeni bir muzik anlayisinin temelini olusturdu. Herc’un oldukca ilkel sistemi iki Gerard pikap, iki dugmeli bir mixer ve dev bas amfilerinden olusuyordu. Herc bu teknolojiyle breakbeat’i icad etti ve Hip-hop’un temelini olusturdu. Ayrica Dj’in yaraticiligini on plana cikaran bu yapida, muzik sistemi enstruman, Dj’de bir besteci ve muzisyen konumundaydi. Breakbeat oldukca basit bir icat, muzikal anlamda ise bir devrim oldu. O gune kadar sarkinin kendisi bir birim olarak goruluyordu. Oysa artik birim, sarkinin icinden secilen parcalar, yani break’lerdi. Farkli sarkilarin parcalara bolunup, break’lerin Dj’in ozgun tarzina gore biraraya getirilmesi, kolaj ve montaj gibi kavramlari muzik tarihinin ayrilmaz bir parcasi haline getirdi. 70’lerin ortasinda Dj, tasinabilir muzik sistemi, devasa plak koleksiyonuyla yeni bir kulturel kahraman haline geldi. Bu yeni kulturun fanlarina B-Boys deniyordu. Onlar breakbeat’in dansi olan Breakdance’i yarattilar ve Graffitti’lerle bu yeni kulturu sokaklara tasidilar.

Grandmaster Flash, celik tekerlegin ustadi...

Breakbeat’i Kool Dj Herc icat etti ama Dj’i usta bir teknisyen, bir pikap virtuozu yapan Grandmaster Flash oldu. Life dergisi Flash icin “pikaplarin Toscanini’si” diye yaziyordu. Flash, Herc’un muzik sistemine ve breakbeat fikrine hayranlik duyuyor ama teknigini yetersiz buluyor ve mixlerinin kirik dokuk oldugunu dusunuyordu. Flash babasinin devasa plak koleksiyonuyla muzik dolu bir evde buyumus ve elektronik muhendisligi okumustu. Teknik bilgisiyle kendi muzik sistemini gelistirdi ve plak mixlemede yasanan sorunlari ortadan kaldirmak icin calismalar yapti.

Neredeyse hatasiz mixlerine hayranlik duydugu Disco Dj’i Pete Jones’un sirrini merak ediyordu. Masasini kullanmak icin Jones’dan izin istedi. Birkac kez reddettikten sonra Jones masasini kullandirmaya razi oldu. Jones’un sisteminde bir pikap calarken diger pikabin dinlenildigini gorunce Flash bu durumdan son derece etkilendi. Bu sistemde saga ve sola getirildiginde iki ayri pikabi dinleme imkani veren bir dugme vardi. Kulaklikla diger pikabi dinleme imkani mukemmel mixler yapabilmenizi sagliyordu. Bu bilgilerle kendi muzik sistemini ve teknigini gelistiren Flash dinleyicinin gecisleri farkedemeyecegi kadar temiz ve hizli mixler yapmaya basladi.

Flash’in bir sonraki adimi “punch-phasing” teknigini bulmak oldu. Bu teknikte bir parcanin ciplak versiyonunu baska bir parcanin breakbeat’iyle zenginlestiriyor ve yeniden yorumluyordu. Bu donemde Disco muzisyenleri remixleri plak olarak kaydederken, Bronx’taki Hip-hop Dj’leri canli olarak remix yapiyorlardi. Iki pikabi sadece gecis yapmak icin degil bircok sarkinin parcalarindan yepyeni bir muzik yapmak icin kullaniyorlar ve canli oldugu icin bunu surekli olarak dinleyicilerle etkilesimli bir sekilde gerceklestiriyorlardi.

Plaklarda belli break’lerin yerini aninda bulabilmek icin Dj’in plaklarini cok iyi tanimasi, neredeyse hepsini ezbere bilmesi gerekiyordu. Bunu kolaylastirmak icin Flash “saat teorisi”ni buldu. Plagin yuzunu saat gibi dusunuyor, istedigi bolumlerin nerede oldugunu bu hayali grafige gore not aliyordu. Kimi Dj’ler onemli kisimlari bulabilmek icin plaklarin uzerine renkli bantlar yapistiriyorlardi.

Flash’in buldugu bir diger teknik de “backspinning” oldu. Belli noktalarda plagi beat’i kaybetmeyecek sekilde hizla geri cekiyordu. “let’s dance”, “rock it” gibi sozler simdi breakbeatler arasinda defalarca tekrarlanabiliyordu. Bunu yapmanin iki yolu vardi. Plak geri cekilirken cikan ses ya muzigin icinde bir efekt olarak kullaniliyor, ya da dinleyiciye duyurulmadan yapiliyordu.

Tum bu tekniklerle Flash kolaj surecini son derece akici bir sekilde gerceklestiriyordu. Flash’in muzik sistemi arkadasi Gene’in evinde duruyordu. Gene’in kardesi Theodore onlar evde yokken Flash’in sisteminde calisiyordu. Birgun Theodore’u dinleyen Flash ondan cok etkilendi. Flash’e gore Theodore dogru durust scratch yapan ilk Dj’di. Theodore scrath teknigini son derece ritmik ve muzikal bir sekilde kullaniyordu. Daha sonralari Theodore calarken plaklarini asistanlarinin cikardigi, ikinci jenerasyon Hip-hop Dj’leri arasinda yerini aldi.

Flash sonunda iki yerine uc pikap kullanmaya basladi. Calarken plaklarini bes ayri kutuda topluyordu. Birincide yavas parcalar, ikincide biraz daha hareketli yavas parcalar, ucuncude orta hizlilar, dorduncude hizlilar ve besincide akliniza gelebilecek herturlu efekt. Besinci kutunun vazgecilmezleri arasinda Kraftwerk yeraliyordu.

We’re one , two, three, four, five M.C.s ....

Scratching ve mixing’le bugun anladigimiz anlamda Dj tekniginin temelleri atildi. Fakat Flash icin Dj’ligin sov kismi da cok onemliydi. Anlatilanlara gore calarken akrobatik denilecek hareketler yapiyor, dirsekleri, ayaklari hatta kafasiyla caliyordu. Flash birkac Mc’den olusan ekibi Furious Flash ile beraber sahne aliyordu. Mc’ler olmadigi zaman insanlarin konferans izler gibi nasil mix yaptigini incelediginden sikayet eden Flash, muzige uygun bir sekilde bagirip cagiran, kalabaliga seslenen Mc’leriyle insanlari costuruyor, dansetmeye sevkediyordu. Ayni donemde irkcilik karsiti politik altyapisiyla Afrika Bambaata,Zulu Nation’i kurdu. Bambaata’nin setleri sayesinde Amerikan gencligi Kraftwerk’le tanisti. Tamamen elektronik altyapisi, futuristik ve bir o kadar da duygusal sound’uyla Kraftwerk cilginligi dalga dalga yayildi. Kraftwerk’le beraber Amerika’daki muzik akimlari Avrupa kulturuyle ciddi bir etkilesim icine girdi.

Beatbox, Sampler, 1200/1210...

Herc ve Flash gibi Dj’ler parasizliktan kendi muzik sistemlerini kendileri uretiyorlardi, Olanaksizliklar onlari ister istemez yaratici olmaya zorluyordu. Deneme, yanilma, kirma, parcalama gibi yontemlerle pikap, mixer va anfilere her anlamda hakim oldular. Ilk Hip-hop Dj’leri arasindaelektronik egitimi almis tek Dj olan Flash, pikap ve mixerden olusan temel Dj ekipmanina bir de beatbox’i ekledi. Beatbox kayitli birkac ritm yapisini metronom gibi sonsuz tekrarlar halinde calan analog bir davul makinasiydi. Flash aletin ilk ornegini, teknigini gelistirmek icin kullanan davulcu bir arkadasinin evinde gordu. Bu aletin farkli amaclarla da kullanilabilecegini dusunen Flash onu arkadasindan satin aldi ve Beatbox adini verdi.

1969’da piyasaya cikan Beatbox (drum machine ya da rhythm box) yirmi kusur hazir ritm calabiliyordu. ‘0’lerin ortasinda programlanabilir olanlari ortaya cikti. 78’de piyasaya surulen Roland CR-78’de muzisyenler kendi ritmlerini kaydedebiliyorlardi. Davul seslerini taklit etmekte yetersiz olan bu aletler, Disco ve Hip-hop icinse birebirdi. Bu donemde ortaya cikan beatbox’larin en onemlisi daha sonralari Ingiliz rave grubu “808 State”’e adini verecek olan roland 808 oldu. Uzerine cok cesitli modeller yapilmasina ragmen bir klasik haline gelen 808 gunumuzde de bircok muzisyen tarafindan kullaniliyor. Ilerleyen yillarda beatbox’larin dijital olanlari uretildi. 808’in ardindan gelen TR-909 bu gecisi simgelercesine yari dijital, yari analog teknolojiyle calisiyordu.

Ayni donemde sesleri dijital hale getirip saklayabilen ve modifiye edilerek sinirsiz kullanim imkani saglayan samplerlar ortaya cikti. Akai S-1100, Roland W-30 donemin yildiz sampler’lari arasinda yerlerini aldilar. Beatbox ve sampler’lar Dj’in pikabin sinirlarini asmasini sagladi. Dj artik rahat rahat kompozisyonu uzerinde calisabiliyor, yaraticiligini daha etkin bir sekilde muzige katabiliyordu. Boylece Dj’in sound’u plak koleksiyonunu gitgide asmaya, Dj’lerin ozgun tarzlari arasindaki farklar keskinlesmeye basladi.

1980 yilinda Technics ilk kez Dj’lerin tum ihtiyaclarini karsilayan bir pikap uretti. Efsane pikap 1200 MK2, o zamana kadar kullanilan 1100 A’nin yerini devraldi. Ozellikle karanik ortamlarda kullanim kolayligi saglayan buyuk start-stop dugmesi, plagi aydinlatan kucuk isigi, plak hizini arti/eksi sekiz olcude oldukca hassas bir sekilde ayarlama imkani saglayan parmak genisligindeki pitch regulatoru, pikap kolunu kisisel olarak ayarlama imkani ve daha bircok ozelligiyle 1200 pikap tarihinde bir referans noktasi oldu. Onceki belt-drive orneklerinin aksine direct-drive teknolojisini kullanan 1200, 33bpm’e sadece 0.7 saniyede ulasabiliyor, 30 saat suren partilerde teklemeden calisiyordu. Bu tarihten itibaren pikaplar 1200 temel alinarak uretildi. Gumus rengi 1200 ve siyah 1210’lar Los Angeles URB dergisine gore Dj’ligin dunu, bugunu ve yariniydi. Bu yillarda temelleri atilan House, Techno, Trance ve bunlardan tureyecek tum muzik turleri, efsanevi 1200’ler uzerinde donup duracakti...
__________________